27 Şubat 2013 Çarşamba

Varis Tedavisi ve Lazer

0 yorum | Devamını Oku...
Lazer günümüz tıp uygulamalarında önemli bir konum elde etmiştir. Ancak şık ismiyle birlikte gerçekten sağlıklı sonuçlar elde ediliyor mu, bunu dürüsteçe açıklayan merciiler maalesef yok. Sağlık sektöründe lazer gibi uygulamalarla kendisine gelir kapısı açan birçok profesyonel mevcut. Varis rahatsızlığında ise durum daha da ilginç bir hal alıyor. Öncelikle varisin ne olduğuna bir bakalım.


Yüzeysel toplardamarların uzayıp büklümlü genişlemiş hale gelmesi VARİS olarak tanımlanmaktadır.*

Kanı kalbe geri taşıyan damarlar toplardamar olarak adlandırılır. Bu damarlar kan akışının kalbe doğru tek yönlü olmasını sağlayan*kapakçıklar içerirler. Toplardamarlarda oluşan tıkanıklıklar ve aşırı*basınç bu kapakçıkların düzgün kapanmasını engelleyerek geriye doğru kaçaklara sebep olurlar. Sonuçta bacaklardaki yüzeysel toplardamarlar genişler, uzar ve büklümlü bir görüntü ile* varisler oluşur.


Anatomik olarak 3 tip varis vardır:

1) Iri yeşilimtrak ana varisler

2) Cilt altında ağ biçiminde** yapılar oluşturan morumsu retiküler varisler


3) Kırmızı ipliksi varisler


VARİS NEDEN OLUR?

Toplardamarlar (venler, venalar) açıklığı kalbe doğru bakan kapakçıklar içerir. Bu kapakçıklar, göğüs ve karın içinde, öksürme, hapşırma, ıkınma, yürüme, koşma gibi sebeplerle basıncın arttığı durumlarda* bu artışın uzuvlardaki toplardamarlara yansımasını engeller ve kan akımı daima kalbe doğru olur.

Kapakçıklarda herhangi bir nedenle (Geçirilmiş flebit, aşırı şişmanlık, irsiyet, doğumlar vb.) oluşan kaçaklar,**daha aşağıdaki damarlarda aşırı basınç artmasına sebep olur.**Zaman içinde yüksek basınç ile normalden fazla gerilen bu damarlarda,**genişleme,*uzama ve büklümlenmeler oluşur.**Bir yandan genişleyerek deforme olan bu damarlar,*kendi içlerindeki kapakçıklar da karşılıklı gelemediklerinden,**aşağıya doğru kaçaklara, venöz dolaşımda**iki yönlü akımlara yol açarlar.**Böylece daha da aşağılara yansıyan*yüksek basınç, buralardaki venlerde de varislerin oluşmasına sebep olur.

Varis için uygun tedavi yöntemleri:

Skleroterapi (İğne)

Küçük varislerin giderilmesinde kullanılan bir tekniktir. Bu yöntemde hastalıklı damarın içine çok ince bir iğne ile girilerek, az miktarda, damarı kurutan ilaçlar verilir.

Kullanılan ilaçlar genellikle yüksek konsantrasyonlu tuzlardan oluşur (Örneğin % 25 NaCl). Bu konsantre çözeltiler hasta damarın kapanmasına neden olurlar. Kapanan damar daha sonra vücut tarafından eritilerek yok edilir. Tedaviden sonra bazen morumsu lekeler oluşabilir ancak 3-6 hafta içinde kaybolurlar. Toplam tedavi, her biri 30 dk süren 3-6 seanstan oluşur. Seansları takiben istirahat etmek gerekmez, kişi günlük işlerini sürdürebilir.

Skleroterapi yöntemleri 1-1,5 mm çapında ve daha küçük damarlar için uygundur. Bu tip varislerin tedavisinde:

-Çok az miktarda ilaç kullanılır,
-İlaç verilen damarda kalır, yayılmaz,
-Ilaç damardaki kan ile seyrelmediği için daha etkili olur,
-Vücut tarafından daha kolay ve süratli eritilir,
-Yerlerinde leke kalmaz.
-Kapanan varisler bir süre sonra tekrar açılmaz (aynı yerden tekrarlamaz).

2 mm’den büyük damarlarda köpük-skleroterapi ile mükemmel kozmetik sonuçlar elde etmek pek mümkün değildir. Çeşitli kaygılarla daha büyük damarlara uygulanması durumunda aşağıdaki istenmeyen sonuçlarla karşılaşılabilinir:

-Damarın tam kapanmaması, tekrar tedavi gerektirmesi,
-Kapanan damarın sert ve ağrılı bir biçimde ele gelmesi (15-45 gün),
-Kapanan damarın yerinde koyu kahverengi pigmentasyon (Leke),
-Kapanan damarın bir süre sonra tekrar açılması,
-Tedavi edilen bölgede “matting” (çok ince kırmızı damarlardan oluşan lekeler) oluşması.

Kaynak olarak varis.org'u kullandım.

Işın Tedavileri (Laser, Photoderm)

İğne tedavisinde olduğu gibi küçük ipliksi varislerin tedavisinde önemli yeri vardır. İğne ile girilemeyen kılcal varislere belli dalga boylarında IŞIK yollanarak hasta damarda hasar oluşturulur ve kurutulan damar daha sonra vücut tarafından eritilerek yok edilir. Bu yöntemde de varisli bölgeye 2-4 seans tedavi uygulamak gerekir.

Photoderm ve Lazer tedavileri için cildin ışığa geçirgen olması gereklidir. Yaz aylarında güneşli bir havada uzunca bir yürüyüş yapmak, cildinizi — siz farkında olmasanız da — hafifçe koyulaştırabilir. Bu, tedavi edilmek istenen damarsal yapılara ulaşacak olan ışın yoğunluğunu azaltacaktır.

Solaryum veya kremle veya başka bir yoldan cildin koyulaşması, ışınlı tedavileri olumsuz yönde etkiler. Varisli damarların büyüklüğüne ve bünyenizin verdiği cevaba göre sıklıkla 1-3 seans tedavi ile sonuca varılır. Seanslardan sonra istirahat etmek gerekmez, günlük işlerinize devam edebilirsiniz.

Ameliyat

İri tip varislerin (çapı 2mm veya daha büyük) tedavisinde başarıya ulaşan tek tedavi yöntemi, bu varislerin cerrahi tekniklerle çıkartılmasıdır. Burada dikkat edilecek konular, sağlam damarların korunması, hasta damarların tamamının alınması ve ameliyat sırasında cilt ve cilt altı dokularına azamî ihtimam gösterilmesidir.

Böylelikle kişi ameliyattan en az travma ile çıkacak ve erken dönemde işinin başına dönebilecektir. Ne yazık ki, bu prensiplere dikkat edilmeyen durumlarda, varis ameliyatı hasta için oldukça zahmetli, nekahat dönemi uzun ve sonuçları açısından da umulanın elde edilemediği bir girişim olacaktır.

Konuda uzmanlaşmış cerrahların dikkatli bir teknikle gerçekleştirdiği varis ameliyatlarından sonra 5 yıl içinde varisin tekrarlama olasılığı sadece %2-5 arasındadır. Diğer bir deyişle, %95-98 oranında KESİN tedavi elde edilir.

Cerrahi disiplin ve prensipler dışında, varis ameliyatlarında günümüzde iki yaklaşım vardır. Klasik ve yeni yaklaşım; bu iki yaklaşım arasındaki en belirgin farklar ve özellikler şunlardır:

Klasik Yöntem: Bu yaklaşımda varisli bölgeler kaba olarak işaretlenmekte ve işaretlenen bölgelerde ciltte 2-4 cm kesiler yapılarak damarın varisli bölgeleri çıkartılmaktadır. Damarların vücutta kalan uçları bağlanarak kanamalar önlenmektedir. Bu işlem tamamlandıktan sonra kasıktan ayak bileğine uzanan Büyük Safen Veni, “Stripper” (varis teli) ile kopartılarak alınmaktadır.
Bu yöntemin sakıncaları, çoğu zaman sağlam olan safen damarının, varislerin tekrarlayacağı endişesi ile alınması ve hastanın birkaç gün veya 1 hafta hastanede kalmasını gerektirmesidir. İleri yaşlarda By-pass ameliyatı gerektiren bir durumda, safen damarı bulunmadığı için bu damar kullanılamamaktadır.

Yeni Yaklaşım: 10 dakika kadar ayakta durma ile varislerin iyice belirginleşmesi sağlanır. Varisler büyük dikkatle tek tek işaretlenir. Bu teknikte varisler cilde yapılan 1 mm’lik mikro kesilerden dikkatlice alınır ve dikiş kullanılmaz. Sağlam damarsal yapıların korunması bu yaklaşımın temel ilkesidir. Hasta, girişini izleyen birkaç saat içinde evine yollanır, genellikle 3-4 günden sonra tamamen normal yaşamına döner. Yeni yaklaşım ameliyatta safen damarı alınmadığı için, ileri yaşlarda By-pass ameliyatı gerektiren bir durumda, bu damar rahatlıkla kullanılabilmektedir.

Yeni Yaklaşım

Dikiş kullanılmaz,
BSV korunur,
Mikro kesi tekniği uygulanır,
Sağlam damarların korunması,
Varislerin tek tek işaretlenmesi,
Yüzeysel anestezi teknikleri,
Aynı gün eve çıkma imkânı sunar,
3 gün içinde hasta normal yaşamına döner.

Klasik Yaklaşım

30-45 dk ameliyat süresi,
BSV çıkartılır
Varisler klasik 3-5 cm kesilerden alınır,
Varislerin gros işaretlenmesi gerekir,
1-3 gün hastanede kalmayı gerektirir.

BSV : Büyük Safen Veni

Anestezi:

Ameliyat kelimesi ile birlikte hastalarımızın en çok korktuğu kavram anestezidir. Kişinin kendi kontrolü dışında bilincinin yitirilmesi elbette çok endişe verici olabilir, bu çok normal bir durumdur. Biraz bilgi biraz da mantıksal bakış açısı bu durumda bizi rahatlatacak doğru yaklaşımlardır. Eskilerde eter, kloroform gibi toksik ve kalp damar sistemi üzerine yan etkileri çok olan anestezik maddeler ve bunlara bağlı komplikasyonlardan kaybedilen hastalar, eskiden beri gelen ve kolay kaybolmayan haklı korkuların temelidir.

Son 30 yıl içinde anestezide kullanılan ilaç ve yöntemler en az 15 kez yenilenerek yan etkisi olmayan ilaçlar, yapılacak ameliyata göre ayarlanabillen anestezi derinliği, solunum ve kardiyovasküler sistemler üzerindeki kontrol rahatlığı güncel anesteziyi son derece güvenli bir hale getirmiştir.

Şu konuları da göz önünde tutmakta önemli yarar var; en ağır yaralanmalarda, en kötü enfaktüslerde, beyin kanamalarında hastanın yaşı ve durumu ne olursa olsun bizi kurtaran girişim ve ameliyatlar bu kötü şartlarda dahi ancak anestezi altında başarılmaktadır ve hastaları bu sayede sağlıklarına kavuşturmak mümkün olmaktadır.

Böyle bakıldığında rahatlıkla anlaşılacaktır ki anestezide artık uyuyup da uyanmamak gibi bir endişenin dayanağı yoktur.

Çeşitli ameliyatlarda en az 20 değişik düzeyde anestezi uygulanmaktadır. Anestezi ağırlığını 1′den 20′ye doğru sıralamak gerekirse varis ameliyatlarında kullanılan anestezi en düşük düzeydeki, 1′inci seviyedeki anestezi düzeyidir. Ameliyatın bitimiyle hastalar kendi uykusundan uyanır gibi bulantı ve kusma olmadan uyanıp odalarına alınabilmektedirler.

Günübirlik varis cerrahisi girişimlerde iki tip anestezi uygulanabilir:

1. Bölgesel (Rejyonal) Anestezi
2. Genel Anestezi

Varis cerrahisinde tercih edilen esas anestezi yöntemi genel anestezidir. Ameliyat sabahı ılık bir duş almak, lensiniz varsa çıkarıp gözlük takmak, eşofman gibi bol ve rahat bir giysi giyip, ameliyat sonrasında refakat edecek yakınınızla birlikte ameliyathaneye gelmeniz önerilir. Ameliyattan 6 saat öncesine kadar yiyecek, 3-4saat öncesine kadar da içecek (süt-ayran hariç) alınabilir.

Bu yöntemlerden farklı olarak, konunun uzmanları dışında kalan dermatoloji ve diğer cerrahi branşları da konuya ilgi göstererek, “Lokal anestezi ile ameliyatsız varis tedavisi” sloganıyla bazı tedaviler uygulamaya başlamışlardır. Bu tedavilerden bazıları; VNUS (Radyofrekans EndoVasküler varis tedavisi) ve EVLT (EnvoVaskulerLaserTreatment) tedavisidir. Fakat bu yöntemler olumsuz sonuçları, daha sonra hastalığınn tekrarlaması nedeniyle konunun uzmanları tarafından tavsiye edilmemektedir.

Vücut Su Kıtlığı Çektiğinde Neler olur Vücudumuz da

0 yorum | Devamını Oku...
* Vücut su kıtlığı çektiğinde kandaki suyu kullanırsa,
YÜKSEK TANSİYON hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde omurlardaki suyu kullanırsa,
BEL VE BOYUN FITIĞI hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde kemiklerdeki suyu kullanırsa,
gut - atrit gibi romatizmal hastalıklara yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde akciğerdeki suyu kullanırsa,
ASTIM hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde pankreastaki suyu kullanırsa,
ŞEKER hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde midedeki suyu kullanırsa,
ÜLSER hastalığına yakalanırız.

* Bağırsaklarda su eksilirse, kabızlık meydana gelir ve
KOLON kanseri olma tehlikesi yaşarız.

* Hücrenin su eksikliği çok artarsa, beynimiz hücreye oksijen göndermeyi keser. Oksijen kesilmesi sonucunda da hücre KANSERLEŞME sürecine girer !!!...

Hasta olmamak için vücüdumuzu susuz bırakmamalıyız.
Alkali - Canlı su içmeliyiz. Alkali ve canlı olmayan sular ne kadar çok içilse de vücut yine susuz kalmaktadır !!!...
Çağımızın en büyük problemi ; içilen ölü sulardır !!!

Hasta değil susuzsunuz .....

Alkali Su Nedir?

0 yorum | Devamını Oku...
ASİDİK ATIKLARIN UZUN VADELİ ZARARI NEDİR? 

Kanın yoğunluğu artar kan dolaşımı yavaşlar. Hayati organlar artık yeterli miktarda besin ve oksijeni kolaylıkla alamaz. olurlar. Bu durum hastalıklara ve sonuçta ölüme kadar gidebilecek olumsuzluklara yol açar. Bu asit-alkali dengesinin asit lehine bozulması nedeni ortaya çıkan doğal sonuçtur. 

Bu durumda vücut, alkali tarafı güçlendirecek dış yardıma ihtiyaç duyar. 

İşte, asit lehine bozulan bu dengeyi onarmak amaçlı üretilmiş en son bilimsel asit dengeleyici ürün 

ALKALİFE DAMLA!

Kişiler asidik atıklarını vücutlarının farklı yerlerinde biriktirdiklerinden, her birey bundan dolayı farklı belirtiler sergiler. Bu ürünleri kullanan kişilerden alınan geri bildirimler sonucu ortadan kalkan veya iyileşme belirtisi gösteren rahatsızlıkların listesi aşağıda sunulmuştur. 

Reflü , Artirit , Kronik kabızlık, Fibromiyalji, Gut ,Yüksek kolestrol Yüksek trigliserit ,Halsizlik ,Obezite, Osterepoz (kemik erimesi) ,Hipertansiyon

ALKALİFE® 

Alkalife sıradan içme suyunu, yüksek pH değerliklialkali suya dönüştüren bir alkali konsantresi (konsantrasyonudur).

Yüksek pH değerlikli (9,5-10,5) su içmek mide içi pH yükseltir. 

Bu durum mideyi Hidroklorik asit (HCl-mide asidi) üretmesi için tetikler. 

Mide hidroklorik asidi üretirken aynı zamanda asit nötralize edici özelliği olan bikarbonat üreterek kan dolaşımına gönderir. 

Alkalife® 37ml plastik şişeler halinde sunulmuş olup tarife uygun şekilde kullanıldığı taktirde 2 aylık ihtiyacı karşılar. 

İçindekiler : Damıtık su, Sodyum Hidroksil ,Potasyum Hidroksil 

Kullanım şekli : Kapağı çevirerek açınız .Şişenizi su bardağınızın üstüne dikey durum da tutarak çok yavaşça sıkmak sureti ile 3 damla alkalife suya katıp karıştırınız. 

Sudan başka herhangi başka bir sıvı ile kullanmayınınız.

60-80 kg yetişkinler için günlük 5 bardak ,80 kg üstü yetişkinler için günlük 6 bardak Alkalifelı su içilmesi ihtiyacı karşılayacaktır. Bu ürün evcil hayvanlar için de faydalıdır. 

Alkalife Amerika Birleşik Devletleri patentlidir.No:5,306,511 FDA akreditasyonuna sahip Carwood Laboratuvarlarında üretilmiş, T.C.Tarım ve Köyişleri Bakanlığının izni ile ithal edilmiştir. 

ALKALİ SU

Asitlerin oluştuktan hemen sonra nötralize edilmesi, kandaki asit dengeleyici bikarbonatların yüksek tutulması ile mümkün olur. Bunun en temiz ve en etkili yolu ise alkali su tüketmektir.

Alkalilik, yağ asitlerini yakmaz onları çözer, nötralize eder ve sıvılaştırarak böbreklerden güvenli şekilde atılmasını sağlar. 

Çiğ et veya tavuğa dokunduğumuzda ellerimiz yağdan kaygan ve yapışkan olur. Ellerimizi sadece su ile yıkamak sorunu çözmez, ancak sabunla yıkandığı zaman ellerimiz normal duruma döner. Bunun en basit açıklaması; yağın asit, sabunun ise alkali olmasıdır. 

Alkali suyun herhangi bir besin değeri veya tıbbi değeri yoktur. Sadece vücuttaki fazla asitleri nötralize ederek etkisiz hale getirir, kanın kıvamını inceltir, kan akışını kolaylaştırarak birçok hastalığın önüne geçilmesine ve kendimizi daha iyi hissetmemize katkı sağlar. 

Su, hem içinde yaşadığımız dünyanın yapısı hem de canlıların yaşamı açışından büyük öneme sahiptir. Hepimizin bildiği gibi yemek yemeden birkaç hafta yaşayabiliriz, ancak su olmadan en çok bir iki gün hayatta kalabiliriz. Yaşamın temel kaynağı olan su, aynı zamanda çok güçlü bir çözücüdür. Suyun içinde oksijen, mineraller ve atık maddeler görünmez bir biçimde bulunur. Kanımızın da %90ı sudan oluşur. Vücudumuzun ihtiyaç duyduğu tüm maddeler, en uç noktalara kadar damarlarımızda dolaşan kan yoluyla taşınır. Bilindiği gibi su, “H2O” olarak formüle edilmiştir. Bu, suyun 2 Hidrojen ve 1 Oksijen atomlarından oluştuğu anlamına gelir. Ancak suyun en önemli özelliklerinden biri de iyonize olmasıdır. İyonize; bir atom veya molekülün elektron kaybetmesi veya diğer atomdan elektron alması sonucu oluşan durumdur. Bir su molekülü iyonize olduğunda biri Hidrojen (H+), diğeri Hidroksil iyonu (OH-) olmak üzere iki parçaya bölünür. Hidrojen pozitif (+), Hidroksil ise negatif (-) değerli elektrik yüküne sahiptir. 

Bu iyonlar sudaki mineralleri iyonize ederek aktif kimyasal reaksiyonları başlatır. Suyun bu iyonizasyon özelliği olmasaydı vücut kimyasal reaksiyonları yerine getiremezdi. Vücudun kimyasal reaksiyonlarını yerine getirememesi durumu “ölüm” demektir. Bu nedenle, su, yaşam kaynağımızdır.

PH NEDİR?

pH kavramının açılımı “Power of Hydrogen” yani Hidrojenin Gücüdür. pH; bir sıvının içerisindeki pozitif Hidrojen (H+) iyonları ile negatif Hidroksil (OH-) iyonları miktarıyla ölçülen bir tanımdır. Özetle pH değeri bir maddenin asit mi yoksa alkali mi olduğunu gösteren bir cetveli ifade eder. Yaşam kaynağı olan suyun pH skalası 1 – 14 arasındadır. Bazen H+ iyonları OH- den daha fazla bulunur. Böyle bir su “Asidik Su” diye adlandırılır. Bazen de tam tersine OH- iyonları H+dan fazla olur bu durumda ki suya ise “Alkali Su” denir. Eğer H+ ve OH- sayıları eşitse bu su için “Nötr” ifadesi kullanılır.

Suyun pH Skalası

1 (Asidik) ---------------------- 7 (Nötr) ---------------------- 14 (Alkali)

Alkali su daha fazla oksijen (O) atomuna sahiptir. Asidik su ise alkali sudan daha az oksijen atomuna sahiptir.

Mide Özsuyu 1,5

Deri 4,7 

Salya 7,1 

Hücre 7,1 

Kan 7,4 

Pankreas sıvısı 8,8 

Birçok sağlık profesyoneli, vücuttaki asit biriminin giderilmesi konusunda hem fikirdir. Bu problemi alkali besinlerle çözmeye çalışırlar. Ancak diyet hem gerekli besin eksikliğine yol açabilmesi hem uygulama zorluğu nedeniyle her zaman istenilen sonucu verememektedir. Vücuttaki alkali miktarını artırmanın en kolay ve hızlı çözümü “Alkali Su” tüketmektir. Alkali Su tüketimi her hangi bir diyetten çok daha iyi çalışması ve yaşamsal sistemde ilave bir asit birikimine yol açmaması nedeniyle en iyi çözüm olarak durmaktadır. Alkali Su, asidik mineralleri elemine eder. Alkali Su, aynı zamanda hidrojene oranla daha fazla oksijen içeren sudur. Alkali Su içerek aldığımız oksijen seviyesini normal suya oranla daha fazla yükseltiriz. Alkali suyun avantajı, vücut tarafından emilirken, vücuttaki asidik atıkları nötralize ederek, atıkların kan damarlarında daha uygun çözülümde bulunmasını sağlamasıdır. Dolayısıyla asidik atıklar, vücuttan idrar veya ter yoluyla kolaylıkla atılır.

Bazı doktorlar içilen alkali suyun mide asidi tarafından nötralize edileceğini ve bu özelliğini kaybetmesinden dolayı alkali su içmenin anlamsız olduğunu öne sürmektedirler. Ancak gerçekte durum farklıdır. Alınan alkali su mide asitliliğini azaltmaktadır. Mide asitliliğinin pH 4 civarına düşmesi ile mide orijinal asit seviyesini dengede tutmak için hidroklorik asit üretimine başlamaktadır.

Hidroklorik asit üretim prosesi

H2O+CO2+NaCl=HCl+NaHCO3

Su + Karbondioksit + Tuz = Hidroklorikasit + Sodyumbikarbonat

Bu işlemde mide, asidini üretirken aynı zamanda bir asit dengeleyici olan sodyum bikarbonatı da üretir. 

NEDEN HASTALANIRIZ?

Sağlık basit bir ifade ile “kolay akış” olarak tanımlanabilir. Vücudumuzda her şey kolay aktığı zaman bu bizim sağlıklı olduğumuzu gösterir. Kuvvetli bir çözücü olan su, kanın %90ını oluşturur. Besinleri, vitaminleri, minareleri, atık maddeleri ve ölü hücreleri vücutta taşıyan kandır. Kan akışını yavaşlatan iki şey vardır. Bunlar; Asidiklik ve düşük sıcaklıktır. Asidin kanı pıhtılaştırdığı bilinen bir gerçektir. Bu durum, kanın hayat kurtaran bir özelliğidir. Bir yerimiz kesildiğinde, havadaki oksijenle temas eden kan, asidik hale gelerek pıhtılaşır ve kanama durur. Kandaki asit miktarının çok az bir oranda artması bile akışkanlığı olumsuz yönde etkiler. 

Konusunda uzman bir çok doktorun ortak görüşüne göre hastalıkların büyük bir kısmına kronik asidoz neden olmaktadır. Cleveland Kliniğinin kurucularında Dr. George W.Crile göre “Doğal ölüm yoktur. Doğal ölüm olarak adlandırdığımız şey, ilerleyen asit yoğunlaşmasının geldiği son noktadır.”

Sağlıklı vücut, meydana gelen asit birikimlerine bir noktaya kadar dayanır. Ancak bu direncin de bir kırılma noktası vardır. Bu noktadan sonra vücut; soğuk algınlığı, grip ve dejeneretif yetişkin hastalıklarına açık hale gelir. Tüm bunların altında yatan ortak neden vücutta asit birikiminin artmasıdır.

NASIL YAŞLANIRIZ?

Alkali suyun; yüzey gerilimi, suyun molekül yapısı, molekül hacmi, pH değeri üzerinde etkisi vardır. Ancak bunlardan pH değerini arttırıcı özelliği hariç diğer özellikleri mide asidi ile karışınca niteliklerini kaybederler.

Esasında 10 gibi yüksek pH değeri de mide asidi ile etkileşime girdiğinde kaybolur ama karşı etki olarak mide asidinin de pH değeri 4,5 üstüne çıkar ve bu, mide hücrelerinin tekrar asit salgılaması için tetikleyici görevi görür. Hidkrolik Asit (HCl) üretilmesi aşamasında ortaya çıkan bikarbonatlar ise kan dolaşımına geçer. Alkali suyun yani pH değeri yüksek olan suyun en önemli fonksiyonu kan içindeki bikarbonat miktarını yükseltmesidir. Bikarbonat kaybettiğimiz ölçüde yaşlanırız.

Sanayileşmenin beraberinde getirdiği çevre kirliliği, yoğun rekabet ortamında yaşanan aşırı stres, hızlı tüketim alışkanlığının sonucu olarak yüksek proteinli ve enerjili hazır besinler vücudumuzdaki asidik yoğunluğunu daha da artırmaktadır. Doğal ortamdan uzaklaştıkça daha fazla asidik yiyecekler tüketip, diğer faktörlerinde etkisi ile daha asidik bir yaşama doğru kayıyoruz. Bu yüzden yaşlandıkça daha hızlı oranlarda bikarbonat kaybetmeye başlıyoruz. Bu kaybı karşılayamadığımız noktada ise daha da hızlı yaşlanıyoruz. 

1996 yılında Dr.Lynda Frossetto ve Antohony Sebastian tarafından Kalifornia Üniversitesi San Francisco Kampusu, İlaç ve Genel Klinik Merkezinde yapılan araştırmada, yaşla birlikte asit radikallerinin arttığı (H+) buna karşılık bikarbonat miktarının düştüğü tespit edilmiş, yaşla birlikte metabolik asidozun nasıl ortaya çıktığı bilimsel olarak açıklanmıştır.

Vücuttaki asit birikiminin, yaşlanmanın temel nedenini teşkil etmesi, asidik birikmenin önlenmesinin veya azaltılmasının önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Bunun sağlanması aynı zamanda yaşlılığa bağlı olarak gelişen dejeneretif yaşlanma problemlerine de çözüm getirecektir.

Asitliğin azaltılması ve asit/alkali dengesini sağlamanın en iyi ve en etkili yolu potasyum ve sodyumun birlikte kullanılmasıdır. İnsan vücudu için potasyum/sodyum dengesi en az asit/alkali dengesi kadar önemlidir.

Dr.Frossetto ve dört arkadaşı tarafından yapılan diğer bir araştırma ortaya koymuştur ki potasyum eksikliği birçok sağlık sorununa neden olmaktadır. Potasyum bikarbonatın uygulanması yaşa bağlı gelişen düşük derecedeki metabolik asidozu yavaşlatmakta ve yaşlanmanın belirtileri olan, kemik erime oranı (osteoporosis), kalsiyum fosfor dengesizliği, nitrojen dengesizliği (ürit asit) üzerinde de düzeltici etkileri olmaktadır.

SAĞLIK İÇİN ALKALİ SU

Yaşamak için gerekli olan besinleri yakarken asit atıklar oluşur. Bu atıklar idrar, terleme veya nefes verme yoluyla vücuttan dışarı atılır. Ancak, oluşan asidik atıkların tamamından kurtulmak mümkün olmaz. Çok az miktarda asidik atık vücudumuzda kalır. Yıllar geçtikçe bu atıklar birikmeye başlar. Bu da yaşlanma sürecini beraberinde getirir. Asit kanı pıhtılaştırır. Bu bir yerimiz kesildiğinde kan kaybının önlenmesi açısından hayat kurtarıcıdır. Ama asidik özellik aynı zamanda kanı daha yoğun ve kalın yaptığından kanın akışkanlığını azaltır ve dolaşımını zorlaştırır. Kan dolaşımının bu şekilde olumsuz etkilenmesi, dejeneratif yetişkin hastalıklarının oluşmasını tetikler.

Vücudumuzda biriken asitleri azaltmanın üç yolu vardır. 

Bunlar;

1- Diyet

2- Egzersiz

3- Asitlerin nötralize edilmesi (Alkali Su içmek)

Diyet

Besinlerin oksijen ile yanması hücrelere yaşamak için gerekli olan enerjiyi verir. Karbon hidratların yanması sonucu karbon hidratlar enerjiye (Su ve Karbon - CO2+H2O) dönüşür. Diğer taraftan kolestrol ve yağ asitlerinin kimyasal formülleri tam olarak yanmamış karbonhidratları gösterir. Bunlar daha sonra ihtiyaç duyulduğunda enerji sağlaması amacı ile depolanırlar. Eğer sıkı bir diyet yapılırsa vücudumuz bu depolanmış yağ asitlerini yakarak gerekli enerjiyi sağlar. Bu şekilde kilo kaybederiz. 

Kilo almamızın nedeni her zaman yağlı yemek değildir. Fazla miktarda alınan karbonhidratların tam yakılamaması bunların yağ asidi şeklinde vücutta birikmesine yol açar. Daha anlaşılır şekilde söylemek gerekirse, yediklerimizi tam yakacak şekilde enerji harcayamazsak, egzersiz yapmazsak yiyecekler yağa dönüşür. 

Karbonhidratlar birçok biçimde bulunurlar. Genelde karbon ve hidrojenin oksijenle karışarak çeşitli bağlar şeklinde yapılanması olarak görülürler. Bağların uzunluğuna ve kısalığına göre karbonhidratlar kompleks ve basit karbon hidratlar olarak sınıflandırılabilirler. Şeker gibi kısa bağlardan oluşan basit karbonhidratlar çabuk yanarlar. Uzun bağlardan oluşan tahıl gibi kompleks karbon hidratlar ise uzun zamanda yanarlar.

Sağlıklı yaşam için önerilmiş birçok diyet programı vardır. Bunlardan bir grup az karbonhidrat, çok protein ağırlıklı olup ilk başta karbon hidrat tüketimini kısıtladığı için kilo vermede işe yarasa da daha fazla protein tüketmenin getirdiği sonuç faydadan çok zarar verebilir.

Protein yakılıp okside olduğu zaman ürik asit ve amonyak atık olarak oluşur. Ürik asit zehirli bir asit olduğundan alkali mineraller tarafından nötralize edilip kandaki seviyesi kabul edilebilir düzeye kadar indirilmediği takdirde vücut için son derece tehlikelidir. Vücut, bu dengeleme işini kemiklerden kalsiyum çalarak yapar ve ürik asidi az zararlı üreye dönüştürür. Osteoporosis, yani kemik erimesinin ana nedeni budur.

Bazı insanlar zayıflama için diyet yaparken asidik atıkları düşürücü ve vejeteryan ağırlıklı diyeti tercih ederler. Başlangıçta bu tür diyetlerde başarı oranı yüksektir ancak zaman geçtikçe bu kişilerin sağlıkları yetersiz beslenmeden dolayı yavaş yavaş bozulmaya başlayabilir. Bu tür problemlerle karşılaşmamanın yolu dengeli ve doğal beslenmektir. Vücudun ister protein, ister karbonhidrat ister yağ olsun her türlü besine ihtiyacı vardır ve ihtiyacı olan maddeleri organik veya inorganik olsun, bu besinler içinden çekip alacak düzenlemeye sahiptir.

Bugünün çok doğal olmayan beslenme koşullarında asit/alkali dengesini ömür boyu sürecek ve sıkıntılı bir diyetle yapmak yerine bu nötralize işlemini her gün zaten zahmetsizce yaptığımız su içme işlemine bırakmak, normal su yerine alkali su kullanmak en akılcı ve en etkili yoldur. 

Egzersiz

Uygun egzersizler, kan dolaşımını hızlandırması, yağ yakımı, terlemeyi arttırması gibi olumlu etkiler doğurur. Ancak kişinin metabolizmasına uygun olmayan egzersizler, daha fazla hücre yıkımı ve daha fazla asidik atık üreteceğinden tam aksine fayda yerine zararlı sonuçlar doğurabilir. Ayrıca düzenli egzersizler, sadece yağ asitleri üzerinde etkili olduklarından sülfat, ürik asit, böbrek taşı kimyasalları gibi diğer asidik atıklar üzerinde olumlu etkisi yoktur. 

Asitlerin nötralize edilmesi (Alkali Su içmek)

Asitlerin oluştuktan hemen sonra nötralize edilmesi, kandaki asit dengeleyici bikarbonatların yüksek tutulması ile mümkün olur. Bunun en temiz ve en etkili yolu ise alkali su tüketmektir.

Alkalilik, yağ asitlerini yakmaz onları çözer, nötralize eder ve sıvılaştırarak böbreklerden güvenli şekilde atılmasını sağlar.

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top