Kitap P etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap P etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2011 Çarşamba

Prenses ve Bezelye Tanesi - Andersen Masalları

0 yorum | Devamını Oku...
Günlerden çok fırtınalı ve sağanaklı bir gündür. Tepenin yüceliklerindeki büyük şatoda bir kral, kraliçe ve yakışıklı oğulları prens oturmaktadır. Prens çok uzun yıllar boyunca kendi gibi iyi ahlaklı ve güzel bir prenses arar. Ancak bu kadar aramaya rağmen bulamamıştır ve bunun üzüntüsüyle şatoya geri dönmüştür. Durumu krala anlatacağı zaman kapı vurulur. 

Kapıyı açan kral karşısında sırılsıklam olmuş güzel mi güzel bir kız görür, hemen içeriye alır, kraliçe kızın bir prenses olamayacağını ve kızın asil olmadığını düşünerek prensin kızla evlenmesine karşı çıkar. Daha sonra kız için hazırlanan yatağın altına bir bezelye tanesi koyarak üstüne yumuşak yataklar koyarak kızı istirahat ettirirler. Sabahleyin kıza rahat edip etmediğini soran kraliçe, sabaha kadar uyumadığını ve yatakta bir şeyin beni rahatsız ettiğini söyler. Kraliçe gülümseyerek “ancak bir prenses bu kadar nazlı olabilir.” Diyerek prensin bu kızla evlenmesine izin verir.

Panorama - Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

0 yorum | Devamını Oku...
1. KİTABIN KONUSU:

Bu roman memleketimizdeki mühim bazı hadiseleri, inkılâbımızın ne gibi tehlikeler arasından yetiştiğini anlatan yazarın olgun bir eseridir. 1923 ve 1952 yıllarını kapsar. İnkılâbımızın tehlikeleri atlatmadığı, pusuda yatan yobazların varlığı önemle vurgulanmaktadır. Roman Atatürk’ün devrimine ayak uydurayamayanların, ayak uyduranların yürüyüşe devam edemediklerini ve devam edenlerin ise ne hallere düştüklerini sergilemektedir.

2. KİTABIN ÖZETİ:

Romanda geçen hadiseler yapılan inkılâp hareketlerinin sonrasını kapsamaktadır, halâ bu devrimlerin yıkılmış Osmanlı’ya yönelik bir hareket olduğunu sananlar vardı, bunlar yeni devleti geçici bir yönetim şekli gibi görüyor ve eski rejime geri dönmek ve hattâ eski rejimi daha da yobazlaştırmak istiyorlardı. Kısacası “inkılâp” sözcüğünün anlamını bilmeyenler vardı.

Çalıştığı bankada müdür olan Servet Bey sıkıntılarla kavuştuğu bu makamın tadını çıkarıp zenginleşmiş ve üstüne alım satım işine de uzanınca paraya para dememiştir. Nedim adında yakışıklı bir oğlu ve gözü yukarılarda olan Hollywood meraklısı, Sevim adında, sosyetik ortamlarda bulunan özenti bir genç kızı vardır.

İnkılâp savunucularının en sağlamlarından olan milletvekili Halil Ramiz kafasında irtica yapısına bir yer bulamadığı için toplum içinde yalnız kalmaktadır. Atikler köyüne gidip orada Fazlı Bey denilen, nice oyunlarla parti başkanlığına gelmiş bir düzenbazın halkı sömürmesinden, haksız yere konutlara el koymasından rahatsız olmuş bunun üzerine avukat olan ve Fazlı Bey’e baş kaldıran tek köyün sözcüsü durumundaki Kenan Bey ile bu işleri sorgulamaya başlamıştır. Bunun üzerine genel sekreter tarafından azarlanacak ve istifasını verecektir ki bu hareketi onu tamamıyla yalnız bırakacaktır.

Yüreği vatan sevgisi ile çarpan Osman Nuri Bey namuslu bir memurdur, başarılı olmasına rağmen aksilikleri hiç terk edememiştir. Ailesini üzmek istemez ve kederlerini içine atar, lâkin yol geçecek diye evinin yıkılması ve girdiği işlerden çıkarılması üzerine kendini boğazın serin sularına teslim etmiştir. Bu hareketi eşi Seniye Hanımı çökertmiş, iki çocuğunu da evden soğutmuştur. Semra’nın ağabeyi Fuat kendine kitaplarla çevrili bir dünya yaratmıştır.

Memleket de kendini tepeden inme bir inkılâbın köksüz öncüleri sayan Ahmet Nazmi (felsefe öğretmeni) ve Cahit Halid (ticaret ofisi müdürü) gibi insanlardan ziyade Tahincizade Hacı Emin Efendi gibi fes yasağı ile evine kapanmış, irtica hareketinin başlamasını dört gözle bekleyen, farz olan namaz vakitleri arasında ikişer rekat daha kılan, eşini kölesi gibi kullanan yobazların sayısı daha ağır basıyordu.

Emektar dadısıyla yaşayan Komiser Hamdi Bey üç evlilik yaşamış ve hepsini ölümle bitirmek zorunda kalmıştır. Dördüncü eşi olan Nebile Hanım geceleri eşinde yeterli cinsel isteği göremediğinden huzursuz olmaya başlamıştır. Altı ay geçmesine rağmen bakire olan bu genç kızın vücudunda sadece ayak tabanları Hamdi Bey tarafından temasa maruz kalmıştır. İşte geçen altı ayın bir gizemli gecesinde oynamak istediği bir kundak oyunu onun maskesini düşürtmüştür. Tüm eşlerinin katili olan bu adam Nebile tarafından tespit edilmiş ve altı yıllığına ceza evine girmiştir.

Müteahhit Sırrı Bey paraya para dememektedir, kendisi Mühendis Ragıp Beyin yakın dostudur, genç mühendis, dostu Servet Beyin kızı Sevim’in tecavüze uğrayıp ruhunun dengesini kaybetmesi üzerine tedavi amacıyla Servet Beyin eşi ve Sevim’in kardeşiyle yurt dışına çıkarlar.

Bahsettiğimiz Atikler Köyünde Emeti Nine diye bilinen, kocasını ve iki oğlunu vatana feda etmiş ve Nefise ile Ali adında iki çocuğuyla yaşamına devam eden bir kadın vardır. Ali, Fazlı Beye kafa tutanların başındadır ve bu yüzden kaptırmak istemediği mer’a için saldırıya uğrayıp can dostu Karabaş ile hırpalanacaktır.

Bu sıralarda Atatürk ölüm döşeğindedir ve sanki O yanına bu milleti de yatırmış gibiydi. O’nun sağlığını yakından takip edenlerin sayısı bi hayli yüksek olmasına rağmen O’nun yaptıklarının takipçisi yok denecek kadar azdı, yanında bir devrimi de götürüyordu Atatürk. Bu ortamdan rahatsız olanlar da vardı, Emin Efendinin oğlu Tahir CHP mensubuydu ve Ata ölünce hortlayacak olan yobazların tepkisinden oldukça rahatsız oluyor ve korkuyordu. On iki yılı evinde geçiren Hacı Emin’e göre bu yaslı ortam, okunan Türkçe ezan, dışarıda başı boş gezen kadınlar hep kutsal insan olarak gördüğü araplara karşı çıkışımızdan bize verilen cezalardı. Bu yobaz adam evinde kaldığı müddetçe besleme kızı Fatma’ya göz koymuş ve ondan bir çocuk meydana getirmişti.

Toplumda bir alman hayranlığı baş göstermekteydi, Fuat’ın yakın dostları Cahit Halid ve Dr. Namık gibilerde görüş açılarını değiştirmişti, bu kişiler yapılan Alman Paktı ile sevince boğulmuştu, onlara göre ekonomi düzelecek hayatları rahat olacaktı. Tam bu sırada Rusya’ya yapılan bir saldırı memleketi perişan etmişti.

Dr. Ahmet’in hemşiresi Gertrude hututa gidip yurdu terk edecekken konsolosluk kendisini, doktorla beraberken yaşadıklarından dolayı kabul etmiyor, bunun üzerine Yozgat’a gidip orda yaşamaya karar veriyor fakat orda da toplumun kendisine bakış açısından dolayı kötü yola düşecektir.

Memleketin hâli perişan olmuştu, inkılâlap kavramı, yirmi yedi yıllılık istibdât devri diye anılıyordu ve bu devire millî mücadele devri konulmuyordu. İnkılâp sanki buz üstüne yazılmış bir yazıydı. Bu değerli şey bize altın tepsi içinde sunulmuştu fakat biz ne tepsinin ne de o tepsideki varlığın değerinden bîhaberdik.

Bu sırada Sevim kaldıkları otelden yabancı bir gençle kaçmıştır, Ragıp Bey İstanbul’a dönüp kendini bir mitingde bulmuyor, neler olduğunu anlayamadan fakirleşmiş, politikaya atılmış, sefil bir hayat süren eski milyoner dostu Sırrı Beye rast geliyor. Bu sefil adamın bir zamanlar yanında şoför konumunda olan Hayri Bey ise şimdi toplumda Hayri Beyefendi diye bilinmektedir.

Eski komiser Hamdi Bey ceza evinden çıkmıştır, dadısının yanına gider. Romanda yer yer sersemlilikleriyle ortaya çıkan Pertev’in eşinin kardeşi bu dadının yanında ona yardımcı olmaktadır ve çok geçmeden bu serseri de eve yerleşecektir.

1946 seçimleri ile CHP Hükümeti kurulmuştur, din dersleri okullara konmuş, Türkçe okunan ezan kaldırılmış ve imam hâtip liseleri açılmıştır. Emin Tahincioğlu (soyadı kanunu ile gelen bu soyadı da kabul etmemektedir) bunları bir aldatmaca olarak değerlendirmektedir. Bu sırada hacılara verilen inadiye isimli başlık Hacı Emin’i on iki yıl aradan sonra dışarı çıkartacaktır.

Semra zengin bir adamın metresi durumuna düşmüştür ve bu üzüntü annesini daha fazla ayakta bırakamaz, Fuat bu olaylarla iyice bunalmıştır ve kavga ettiği dostu Ahmet Namzi’nin evine gider, evde yaşadıkları tartışma sonucu dışarıda bir gezintiye çıkarlar ve içlerindeki nefreti bir tarikatın ayin yaptıkları türbeye girip boşaltınca tepeden inme inkılâbın bu köksüz öncüleri de hayata gözlerini yumarlar.

3. KİTABIN ANA FİKRİ:

Türk inkılâbının temellerinin lâzım geldiği kadar tehlikelerden uzak olmayışıdır.

4. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Eserde adı gecen kahraman sayısının çok fazla olması nedeniyle başlıca kahramanların değerlendirilmesini yapacağım:

Servet Bey: Bir bankada müdürlük yapan bu şahıs, fakirlik içinde büyümüş, okuluna zor şartlarda devam etmiş ve meşrutiyet döneminde gittiği Paris şehrinde aldığı öğrenim sayesinde şimdiki makamına ulaşmış, sonraları alım satım işlerine yönelmiş Nedim ve Sevim isimlerinde iki çocuğa sahip olan bir beyefendidir.

Mühendis Ragıp Bey: Servet Beyin kızına aşık olan, zengin, beyefendi, dürüst bir vatanseverdir. Romanın büyük bir bölümünde Sevim ile yurt dışındadır.

Halil Ramiz: İnkılâbımıza gönülden bağlanmış, ferâgat sahibi, ileri düşünüşlü bir milletvekili. İleri görüşlülüğü ve inkılâbı gönülden desteklemesi onun mensubu olduğu siyasi partiden dahi dışlanmasına sebep olmuştur.

Hacı Emin Efendi: Şapka inkılâbından sonra yıllarca evine kapanmış, ev halkının sürekli huzurunu bozan, şeriat hayranı olan ve Atatürk’ü yaptığı devrimden dolayı dinsiz sayan ve O’ndan nefret eden zengin bir yobazdır.

Komiser Hamdi Bey: Nazik, iyi yürekli, dürüst bir memur, üç defa evleniyor üçünde de eşlerinin katili oluyor fakat dördüncü eşinin durumu anlaması üzerine ceza evine giriyor.

Fuat: Başarılı bir vatanseverin oğlu olan bu şahıs felsefeye fazlasıyla dalan, gerçek hayattan uzaklaşıp hayatını kitaplar arasında kuran, memleketin düştüğü hâli içine sindiremeyen ayrıca gözü para ve şöhret hırsıyla tutuşan bir genç kızın ağabeyi olan memleketin hayırlı evlatlarındandır.

Ahmet Nazmi Bey: Cahit Hâlid adındaki dostuyla inkılâbımıza öncülük etmeye çalışan fakat sonradan arkadaşının bu yoldan sapması üzerine tek kalan bir felsefe öğretmenidir. Sonradan Fuat ile kurduğu fikir arkadaşlığı sonucu beraber vatan sevgisi uğruna bir ayin sırasında öldürüleceklerdir.


5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Bu roman Türk İnkılabı’nın geçirdiği safhaların tablosunu önümüze seriyor ve bize bazı uyarılarda bulunuyor. Hacı Emin örneği gibi kendi köşesine çekilmiş şahısların bize tehlike yaratabileceğinin ve bunların zamanı gelince başımıza üşüşebileceğinin altını çiziyor. Atatürk’ün Nutuk’u gibi her Türk gencinin okuması gereken bir kitap olduğuna inanıyorum, bu değerli eser toplumun saklı gerçeklerini bize tüm çıplaklığıyla göstermektedir.


6. KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:

27 Mart 1889′da Kahire’de doğdu. 13 Aralık 1974′te Ankara’da öldü. İlköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa’da başladı. 1903′te İzmir İdadisi’ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır’a döndü, öğrenimini İskenderiye’deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908′de başladığı İstanbul Hukuk Mektebi’ni bitirmedi. 1909′da arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. 1916′da tedavi olmak için gittiği İsviçre’de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı’nı destekledi. 1921′de Ankara’ya çağrıldı ve bazı görevler verildi. 1923′te Mardin, 1931′de Manisa milletvekili oldu. Bir yandan da gazeteciliğini ve roman yazarlığını sürdürdü. 1932′de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Savunduğu bazı görüşler aşırı bulunduğu için Kadro dergisinin 1934′te yayımına son vermek zorunda kalmasından sonra Tiran elçiliğine atandı. Daha sonra 1935′te Prag, 1939′da La Haye, 1942′de Bern, 1949′da Tahran ve 1951′de yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960′tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Siyasal yaşamının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa milletvekilliği oldu.

BAŞLICA YAPITLARI : Roman: Kiralık Konak, 1922; Nur Baba, 1922; Hüküm Gecesi, 1927; Sodom ve Gomore, 1928; Yaban, 1932; Ankara, 1934; Bir Sürgün, 1937; Panaroma, 2 cilt, 1953-1954; Hep O Şarkı, 1956. Öykü: Bir Serencam, 1913; Rahmet, 1923; Milli Savaş Hikâyeleri, 1947. Anı: Zoraki Diplomat, 1955; Anamın Kitabı, 1957; Vatan Yolunda, 1958; Politikada 45 Yıl, 1968; Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, 1969. Çeşitli: Bütün Eserleri (bibliyografya içerir), ilk 15 cilt, (ö.s.), A.Öskırımlı (yay.), 1977-1984.

Pollyanna – Eleanor H. Porter

0 yorum | Devamını Oku...
Kitabın Adı:POLLYANNA
Kitabın Yazarı:Eleanor H. Porter
Kitabın Yazılma Yılı: 2006
Kitabın Yayınevi: ENGİN YAYINCILIK
Kitabın Basım Yılı: 1998
Sayfa Sayısı:200 sayfa
Kitabın Konusu: KONUSU: Hayatta bazı şeyler istediğimiz gibi gitmeyebilir , en sevdiklerimiz bizi bırakabilir yada hayatta olmayabilir yada bizi insanlar sevmeyebilir , insanlar kötülük yapmış olabilir ve sakatta kalabiliriz ancak hiç bir zaman içimizdeki sevgiyi kaybetmeden hayata hep umut dolu bakmamız gerekmektedir.. Böylece her zaman en sonunda kazanan biz oluruz ve çevremizde aydınlatırız.

Kitabın Özeti:
Pollyanna, sap sarı saçları gülümseyen yüzü ile etrafa neşe saçan on bir yaşında küçük bir kızdır.ancak küçük yaşta polyananın annesi ve babası ölür ve bir başına kalır. Bir müddet yardımsevenler derneğinin himayesinde yaşar. Sonra da, çok zengin olan teyzesi onu yanına almayı kabul eder. Bayan Polly tavan arasındaki küçük odayı polyana için hazırlatır , hizmetçi buna .ok sevinmiştir ancak Madam polly nin suratı asıktır çünkü, Bayan Polly’ye göre yeğeni, kardeşinin yapmış olduğu yanlış bir evliliğin ürünür. O sadece görevine düşkün birisi olduğu için, ortada kalmış olan çocuğa bakacaktır. Nancy, yukarıdaki odayı temizlerken, “Ah keşke, şu kadının ruhunun köşelerindeki pislikleri de temizleyebilseydim” diye düşünü­yordu. Evde o kadar boş oda varken, kışın soğuktan donduran, yazın sıcaktan pişiren bu odayı, küçük yavrucuğa layık görmesi, canını bayağı sıkmıştı.

Polyana eve geldiğinde hıçkıra hıçkıra ağlayarak, teyzesinin kucağına atılır. Teyzesi ise gayet ciddidir. Pollyanna’yı alıp kalacağı odasına getirir. Evin büyüklüğü ve zenginliği, Pollyanna’yı şaşkınlığa düşürmüştü. Teyzesi odasını gösterir ve “akşam yemeği saat altıda” diyerek uzaklaşır.

Saat altı olduğunda, bayan Polly sofraya kurulmuş, ancak Polyanna henüz gelmemişti. Bayan Polly istemediğinden, Nancy çağırmak İçin Polyanna’nın odasına gitmemişti. Yemekten sonra, ilk fırsatta gidip baktığında da odanın boş olduğunu gördü. Hemen bahçeye bahçıvanın yanına inip, kızın kaybolduğunu söyledi. Bahçıvan ise, ona yukarıdaki bir kayanın üstünü işaret etti. Polyanna oradaydı.
Nancy telaşla kızın yanına koştu ve birlikte köşke doğru yürüdüler. Pollyanna’nın en üzüntü verici ve sıkıntılı durumda dahi, iyimserliğim kaybetmeyip, mutlu olmayı becerebilmesi, Nancy’i şaşkına çeviriyordu. Pollyanna’ya bunun sırrını sordu, “Mutlu­luk oyunu” dedi. “Bunu bana babam öğretmişti.” Ben küçükken, yardımsever bir hanım, hediye olarak bize koltuk değnekleri göndermişti. Sebebini sorduğumuzda ise “Bu değneklere bakıp bakıp, sakat olmadığınız için sevinebilmeniz için” diye cevap vermişti. İşte o günden beri babam ve ben, en zor durumda dahi mutlaka bir iyi yan bulup mutlu olabiliyoruz

Akşamın ilerleyen saatlerinde, Pollyanna odasında, başını çarşafların arasına sokmuş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu: “Babacığım, sevgili babacığım! Benim melekler arasında yaşayan melek babacığım. Oyunumuzu oynamadığımızı biliyorsun. Benim gibi sen de ücra bir odada, karanlıkta üstelik yapayalnız kalsaydın bunun sevinecek bir yan bulamazdın…”
Ertesi sabah erkenden, Polyanna bahçeye indi ve teyzesine sarıldı. “Teyzeciğim, sevgili teyzeciğim. Bu sabah yaşadığım için öyle sevinçliyim ki” dedi. Bayan Polly ise “Böyle günaydın mı olur?” diyerek kızı eleştirdi. Sonra da arkasını dönüp gitti. Yaşlı bahçıvanın gözleri yaşarmıştı. Kızla konuştu ve onun annesine çok benzediğini söyledi. Bahçıvanın annesini tanıyor olması, küçük kızı çok sevindirmişti ki, tam bu sırada kahvaltı gongu çaldı.

Çok geçmeden Harrington Köşkü’nde hayat düzene girmeye başladı. Pollyanna sabahtan ikiye kadar teyzesi ile ders çalışıyor
ikiden altıya kadar serbest kalıyordu. Bazı alışverişleri de Pollyanna yapıyordu. Bu dışarı çıkışlarda, uzun siyah paltolu, silindir şapkalı “Adam”\ da gördü. Ahbaplık kurmaya çalıştıysa da, adamın kendisine verdiği cevaplardan bir şey anlamadı.
Pollyanna “Adam”ı tekrar gördü. Yine konuşmaya çalıştı. Birkaç gün içinde, “Adam” artık Polyanna’yı gördüğü vakit ondan önce konuşmaya başlamıştı. Nancy bu duruma hayret ediyordu. Nancy’nin tanıdığı “Adam”m ismi John Pendtleton’du. Çok zengin olmasına rağmen, koca bir evde tek başına yaşıyor ve hiç kimse ile konuşmuyordu.

Polyanna ertesi gün kucağında sıska bir köpekle geldi. Bayan Polly buna da ses çıkaramadı. Ama, bir gün sonra bu sefer yanında bir küçük oğlan çocuğu getirince, Bayan Polly hemen eski haline geri döndü ve “Yeter, Polyanna! Şimdiye kadar yaptığın saçmalıkların en büyüğü bu oldu! Sokaktan toplayıp getirdiğin topal köpeklerle uyuz kediler yetişmiyormuş gibi şimdi de üstü başı perişan dilenci çocukları evime taşımaya başladın!” dedi.
Erkek çocuk bunu duyunca, Polly Teyze’nin karşısına geçerek, dilenci olmadığını ve Polyanna istediği için buraya geldiğini
söyleyip gitti.

Ancak, Polyana bu çocuğu bir yere yerleştirmeye kararlıydı. Bu amaçla, teyzesinin katılmadığı “Yardımsevenler Derneği” toplantısına gitti ve arkadaşı Jimy’e yardımcı olmalarını diledi. Önce, teyzesinin hatırına iyi davranan üyeler, işi anlayınca, “hayır” dediler.

Pollyanna eylül ayında okula başladı. Kısa zamanda okulunu da benimsedi. Ama, sık sık eski dostlarını ziyaret etmekten de geri kalmıyordu. Bir gün Bay Pendleton, Pollyanna’dan, hiç gitmemesini ve kendisi ile birlikte kalmasını istedi. Polyoanna’nm tek başına böyle bir karar vermesi mümkün değildi. Bir gün, Bay Pendleton, Polyanna’ya her şeyi anlattı. Meğer, asıl teyzesini değil, Polyanna’nın annesini seviyormuş. Annesi, onun aşkına cevap vermeyip, başkası ile evlenmiş. O günden beri, Bay Pendleton bütün dünyaya karşı dargın ve asık suratlı duru­yormuş. Ancak, Pollyanna’nın bu sevimli hali, bütün dünyaya kapatmış olduğu kapılarını aralama isteğini doğurmuştu. Pollyanna’nj yanına alarak, hiç değilse bundan sonra, bu kızcağız sayesinde dışındaki dünya ile yeniden kucaklaşmayı düşünüyordu. “Yanıma gel, bu mutluluk oyunun birlikte oynayalım” diyordu.

Polyanna İse, artık kendisi ile sadece görev duygusuyla değil, sevdiği için de ilgilenen teyzesinden ayrılmak istemiyordu. Ancak, bunu Bay Pendleton’a nasıl diyeceğini bilemiyordu. Sonunda uygun çözümü buldu. Sokakta karşılaşıp eve getirdiği ve teyzesinin istemediği Jimmy’i, Bay Pendleton’un yanına almasını isteyecekti. Bunu Bay Pendleton’a anlattı. O da haftaya birlikte gelmelerini söyledi. Tam da bu günlerde, Polyanna’ya bir otomobil çarptı. ayaklan tutmuyordu. Bir gün sonra kendine geldiğinde, yine de seviniyordu. Hele hele, teyzesinin iki de bir kendisine “canım” demesi, mutluluğunu sonsuz derecede arttırıyorlardı. Bay Pendleton’da gelip, Polyanna’nın durumu hakkında bilgi aldı. Polyanna’ya yaptığı teklifi ve teyzesi için reddettiğini de anlattı. Bayan Polly bunu öğrenince, yeğenine karşı duyduğu sevgi daha da arttı. Öyle ki, yeğeni oynasın diye, kedi ve köpeğin bile yukarı çıkmasına izin veriyor, Polyanna’nın sevinmesi İçin ne gerekiyorsa yapıyordu. New York’tan bekledikleri doktor bir hafta gecikmeli olarak geldi. Muayeneden sonra acı gerçeği söyledi. Polyanna bundan sonra yürüyemeyecekti. Bayan Polly bunu duyunca, ağlayarak bayıldı. Teyzesinin sesini duyan Polyanna da, gerçeği öğrenince, o da üzüntüsünden hıçkırarak ağlamaya başladı. Artık herkes için, acılı günler gelmişti. Tanıdık tanımadık herkes bu güler yüzlü kızın geçirdiği kazayı öğrenince, onun için gözyaşları döküyor, böyle bir şeyin olduğuna inanamıyorlardı. Şehirde şimdiye kadar hiç kimse bu kadar konuşulmamış, hiç kimse için bu kadar ağlanmamıştı. Eve gelen ziyaretçilerin ardı arkası kesilmiyordu. Bay Pendleton, Pollyanna sevinsin diye, Jİmmy Bean’ı evlat edinmeye karar vermişti. Pollyanna bu kararı duyunca gerçekten de çok sevindi. Sevinci bununla da kalmadı. Birgün bayan Slow’un kızı Milly geldi ve Polyanna’yı tanıdıktan sonra, annesi ile birlikte nasıl “Mutluluk oyunu” oynadıklarını, artık hep mutlu olduklarını anlattı. Her gün, tanımadığı insanlar geliyor ve nasıl mutlu olduklarını, Polly Teyze’den, Polyanna’ya iletmesini İstiyorlardı.Yani, kısacası, şimdi bütün şehir, Polyanna’dan öğrenmiş oldukları “Mutluluk Öyunu”nu, şimdi Pollyanna’nın bu zor durumda da uygulaması için ona destek oluyorlardı.
Polly Teyze, herkesin bildiği bu oyunu kendisinin bilmemesine şaşırıyordu. Nancy ile konuşunca, her şeyi öğrendi. Pollyanna’nın yanına gidip, “Arfîfc bu oyunu beraber oynayacağız” deyince, Polyanna çok ama çok mutlu oldu. Bu arada, Bay Pendleton’un doktoru, Clithon, çocuğu mutlaka görmek istiyordu. Ancak, on beş yıl önce, sevgilisi olduğu Bayan Polly ile bozuştuklarından bu yana aradan on beş yıl geçmesine rağmen, o kapıdan bir kere dahi adımım atmamıştı. Fakat,söz konusu olan Polyanna olduğu için, mutlaka buna bir çözüm bulmak gerekiyordu. Onlar aralarında bunları konuşurlarken, Jimmy her şeyi duymuş ve koşarak Bayan Polly’e anlatmıştı. Birkaç gün sonra Polly Teyze, Polyanna’ya, doktor Chiltlon ile evlenecekleri müjdesini verdi. Ayrıca, kendisini de hastaneye yatıracaklardı. Bir müddet sonra, Polyanna’dan mektup geldi. Şunları yazıyordu: “Çok sevgili Polly teyze, Tom enişte, Ah! Çok şükür yürüyebiliyorum. Buradakiler yakında eve dönebileceğimi söylüyorlar. Keşke bütün yolu yürüyerek gelsem. Ah, ne kadar sevinçliyim! Her şey beni sevindiriyor… Hatta, bir süre için bacaklarımdan yoksun kaldığıma bile seviniyorum. Çünkü, öyle olmasaydı bacakların bu derece önemli olabileceklerini hiçbir zaman bilemeyecektim.”
Kitaptaki şahısların değerlendirilmesi
Polyana:Çevresine neşe veren , insan ,hayvan ve doğa sevgisi ile dolu , umudunu hiç kaybetmeyen romanın baş kahramanı
Polly teyze: Sert mizaçlı , içinde sevgi barındırmayan , hep kurallar çerçevesinde yaşayan polyananın teyzesi

Kitabın Anafikri:Hayata ne olursa olsun umut dolu bakalım, İnsanları ,doğayı ve hayvanları sevelim..

Kitabın Yorumu:Çok sade,akıcı bir kitap ,insan elinden bırakamıyor, sevgiyi, umudu kaybetmemeyi öğretiyor..

Pembe İncili Kaftan (Ömer Seyfettin)

0 yorum | Devamını Oku...
Kitabın adı : Pembe İncili Kaftan
Kitabın Yazarı : Ömer Seyfettin

KİTABIN ANA FİKRİ

İnsan, yaptığı fedakarlık büyük veya küçük olsun hiçbir zaman övünmemelidir.

KİTABIN ÖZETİ

Osmanlı devletinin başında bu dönemde Şah İsmail adında bir bela vardır.Vezirler bu deli adama elçi göndermek için toplanmışlardı.gönderilecek elçi cesur,ölümden korkmayan,devletin şanına yakışacak bir kişi olmalıydı.Sarayda, Enderunda, divanda böyle bir kişi yoktur.Vezirlerden biri Muhsin Çelebi’nin adını ortaya atar.Bunun üzerine sadrazam Muhsin Çelebinin çağrılmasını ister.Peki kimdi bu Muhsin Çelebi.

Muhsin Çelebi: Cesur, doğruluktan ayrılmayan, ölümden korkmayan, akıllı bilgili, Allah’tan başka kimseye boyun eğmeyen, hali vakti yerinde, garibi, zayıfı gözeten bir baba yiğittir.Muhsin Çelebi sadrazamın emri üzerine huzura gelir.Sadrazam ondan el etek öpmesini beklerken o eğilmez.Sadrazam onun bu hareketine kızmasına karşın ona elçilik teklifinde bulunur.Muhsin Çelebi bu görevi devleti için kabul eder.Elbette ki bu büyük devletin elçisi;atları,hademeleri ve giysileriyle ihtişamlı olmalıydı.Muhsin Çelebi bu giderleri, sadrazamın ısrarına karşın, kendisinin karşılayacağını söyler. Çünkü o fedakarlığın karşılıksız olacağına inanıyordu.Giderler için bütün varlığını rehin vererek tüccarlardan on bin altın alır.Bu parayla ihtiyaçları karşılar. Bir de Sırmakeş Toroğlu’ndaki: Kumaşı Hint’ten incileri Venedik’ten gelme Şah İsmail’in hayatında göremeyeceği pembe incili kaftanı sekiz bin altına alır.Bu kaftanı padişaha hediye etmek için herkes sıraya girmektedir. Muhsin Çelebi hazırlıklarını tamamlar.

Karısını iki çocuğunu akrabalarına bırakarak yola koyulur. Muhsin Çelebi Tebriz’e vardığında halk ve şah onu şaşkınlıkla karşılar. O her zamanki gibi başı dik göğsü ilerde Şah İsmail’in huzuruna varır. Padişahın mektubunu öperek Şaha uzatır.Ayağı öpülmeyen Şah sapsarı kesilir. Muhsin Çelebi sağına soluna bakar ve oturacak bir şeyin olmadığını görür. Bunun ayakta beklemeye mecbur bırakmak için yapılmış bir davranış düşünerek o göz kamaştıran kaftanını tahtın önüne serer ve üzerine oturur.Şah,vezirleri komutanları ¤¤¤¤¤laşmıştır.Muhsin Çelebi gür sesiyle:Padişahının hiçbir ecnebi padişah karşısında eğilmeyeceğini ve dünyada Türk Padişahı kadar asil bir padişahın olmadığını söyleyerek huzurdan izin istemeden ayrılır.Kapıdan çıkarken Şah’ın askeri kaftanı arkasından getirir.Muhsin Çelebi sesini yükselterek ‘bir Türk asla yere serdiği şeyi sırtına koymaz.’diyerek oradan ayrılır.

Muhsin Çelebi sağ salim ülkesine döner.Herkes pembe incili kaftana ne olduğunu merak eder. Fakat o bu yaptığını anlatacak kadar küçük bir insan değildir. Muhsin Çelebi elçilikten kalan malzemelerini satarak küçük bir bahçe alır.Üsküdar pazarında sebze meyve satarak geçimini sağlamaya başlar.Düştüğü bu acı durum karşısında o hiçbir zaman yaptığı fedakarlıkla övünmemiştir.

KİTAPTAKİ KİŞİLER

Muhsin Çelebi: Hikayenin baş kahramanıdır. Muhsin Çelebi 40 yaşlarında, namerde muhtaç olmayacak kadar servete sahip akıllı bir insandı. Tek ülküsü “Allah’tan başkasına secde etmemek, kula kul olmamaktı.” Aynı zamanda savaş zamanlarında Kuba bölüklerinde kumandanlık yapardı. Doğruluktan ayrılmayan, ölümden korkmayan bir yiğitti.

Vezirler: Kubbe altı vezirleridir.

Sadrazam: Başbakandır. Vezirlerin başıdır.

Şah İsmail: Kurnaz, zalim, gaddar bir adamdır. İran devletinin şahıdır.

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top