KİTABIN ADI
Kozmos
KİTABIN YAZARI
Carl SAGAN / Reşit AŞÇIOĞLU
YAYINEVİ VE ADRESİ
Altın Kitaplar Yayınevi Cağaloğlu / İSTANBUL
BASIM TARİHİ
1997
KİTABIN YAYIM MAKSADI
Evrenin Oluşumunu, Bilinmeyen Yönlerini Göstermek. Geçmişten Günümüze Bu Konudaki Gelişmeleri Aktarmak
KİTABIN ÖZETİ :
Kozmos, olmuş veya olan, ya da olacak herşeydir. Kozmos “düzen içerisinde evren” anlamında kullanılan Yunanca bir sözcüktür ve bir bakıma “karmaşa” anlamına gelen kaos’un karşıtıdır.
İnsanoğlunun yaratılışından beri var olan merak etme hissi, insanı evrenin oluşumu ve bilinmeyenlerini öğrenmeye itmiştir. Aynı zamanda evrende meydana gelen olayların tek düzen olmayışı ve sürekli değişken oluşu, insanoğlunun merakını daha da cezbetmiştir. Bilinmeyeni öğrenmek insanı sevindirdiği gibi, bilginin hayatta kalabilmenin de ön koşulu olduğu anlaşılmıştır. “Bilinende sınır vardır, bilinmeyende sınır yoktur. İnsan aklı anlaşılmazlığın derin okyanusunda barınacak bir ada sağlar. Her kuşağa düşen iş, bu okyanustaki adaya biraz daha toprak katarak büyütmektir.” (Huxley) Buradan da anlaşılacağı gibi bilinmeyeni öğrenmenin yanısıra öğrenilenlerin de diğer kuşaklara aktarılması büyük önem taşımaktadır.
Kozmos insan aklının alamayacağı ve dünyadaki ölçülerin yetmeyeceği kadar büyüklüğe ve genişliğe sahiptir. Kozmos’ ta ölçü olarak ışık hızı (saniyede 300.000 km.) kullanılmaktadır. Kozmos’ un enginliğinde yerküremizin bulunduğu galaksiler gibi binlerce galaksi mevcuttur. Samanyolu’nda karmaşık ama uyumlu biçimde dolaşan her türden 400 milyar yıldız yer alır. Bu engin denizde yer küremizin küçük bir dünya olduğu ilk olarak önemli keşiflerin yapıldığı Ortadoğu’ da aydınlığa kavuşmuştur. M.Ö. 3 ncü yüzyılda o dönemin önemli metropellerinden Mısır’ın İskenderiye kentinde bir çok bilim adamı yaşamakyaydı ve büyük bir kütüphaneye sahipti. İskenderiye’ de yaşayan bilginlerden Eratostenes okuduğu bir kitapta ilginç bir gözleme rastlamıştır. Kitapta Syene adlı kasabada 21 Haziran günü yere dikilen sopaların yere gölge yapmadıklarına ilişkin yazıya rastladı. Yaz günlerinin en uzun olduğu gün dönümünde, saat öğlene yaklaştıkça gölgelerin kısaldığı tam öğle vaktinde gölgenin yok olduğundan bahsediliyordu. Eratostenes bir bilim adamı olarak normal bir olay gibi görünen bu olayı bir deney yaparak kendi de gözlemledi. Erastotenes 21 Haziran gününde İskenderiye’ ye dikilen sopaların gölge yaptıklarını gözlemledi. Syene’ de dikilen sopalar gölge yapmıyordu da bir hayli kuzeyinde bulunan İskenderiye’ de gölge oluşuyordu. İki deneyden de yola çıkarak yeni verilere ulaştı. Eğer her iki şehirde de güneşin tam tepede olduğu vakitte gölge oluşmasaydı yeryüzünün düz olduğu sonucu çıkardı. Fakat Syene’ de hiç gölge yokken İskenderiye’ de gölge oluşumu Dünya’nın yuvarlaklığının ispatıydı. Aynı zamanda Eratostenes yaptığı hesaplamalarla Dünya’ nın çevre uzaklığını da bulmuştu. Yaptığı hesaplamalarda hatalar olmasına rağmen bunu 2200 yıl önce bulduğuna göre pek hatalı sayılmazdı. Erastotsenes’ in yaptığı deneyleri, ölçümleri ve düzenlediği deniz keşifleriyle birçok denizciyi yüreklendirmiştir. Macellan, Erastotenes’ in eserlerinden ve diğer kaşiflerin yaptığı denemelerden faydalanarak Dünya’ nın çevresini deniz yoluyla dolaşan ilk insan olmuştur.
İnsanoğlu yağtığı deniz seferleriyle keşiflere hız vermiş yeni coğrafi bölgeler keşfetmiştir. Bu keşifler Kristof Kolomb’un Amerika kıtasını keşfiyle doruk noktasına ulaşmıştır. Kristof Kolomb da Macellan gibi Eratostenes’ in eserlerinden büyük ölçüde yararlanmıştır. Milattan önce üçüncü yüzyılda başlayan altıyüzyıllık serüven bizi uzay kıyılarına taşımıştır. Dünyada yapılan keşiflerin bitmesi üzerine hedef uzayda gezegenlere yönelmiştir. Ayrıca Dünya’ nın oluşumundan bu yana canlıların üzerinde yapılan incelemelerde, yerküre oluşumu esnasında bulunan gazlar o dönemde bolca oluşan yıldırımlardan etkilenerek tek hücreli canlılar meydana getirmiştir. Bunlar zamanla ortamdan dolayı değişime uğrayıp, üreyip çoğalmışlardır. Evrimle değişen canlılar, insanoğlunun ve tabiatın etkisiyle, kimi zamanımıza kadar ulaşmış, kimi de yok olup gitmiştir. Hiçbir şeyin değişmediği bir gezegende yaşıyor olsaydık, yapılacak pek az iş olurdu. Düşünüp bulacak bir şey kalmazdı. İnsanoğlu her döneminde uzayı merak etmiş, becerileri gökyüzüne bakarak gezegenlere, yıldızlara ve yıldızların oluşturduğu gruplara yapılan benzetmelere göre isimler verilmiştir. Örneğin Büyük Ayı, Çoban Yıldızı vb., Kepler adlı bilgin, Pitagoras’ ın üç boyutlu cisimlerinden faydalanarak Güneş Sistemi erafındaki gezegenleri keşfetmiştir. Gezegenlerin daha önceleri dairesel yol izledikleri düşünülmüş ve daireyi de mükemmel geometrik şekil diye adlandırmışlardır. Kepler, Tyoho adlı bilginin de gözlemlerinden faydalanarak gezegenlerin elips çizerek döndüğünü saptamıştır. Gezegenlerin Güneş’ in yörüngesi etrafında yörüngelerini terk etmeden dolaşması, Newton’ın dikkatini çekmiş gizli bir çekim gücü olduğunu düşünmüştür. Daha sonra yaptığı gözlemlerle çekim gücünü bulan ilk kişidir. Zaman zaman dünyanın atmosferine giren kuyruk yıldızlar, insanların üzerine büyük etkiler yaratmıştır. Bunlardan en büyüğü Halley kuyruklu yıldızıdır. İnsanlar dünyanın batacağına inanmışlar paniğe kapılmışlardır. Önemsemedikleri astronomların açıklamalarıyla rahatlamışlardır. Her dönemde olduğu gibi bilim adamlarına çoğu zaman inanılmamıştır. Yapılan birçok buluşu tanrıya karşı gelmek suçlamasıyla bilim adamları cezalandırılmıştır.
Bilim adamları çoğu zaman geçimlerini temin etmek için araştırmalarına ara vermiştir. Ya da bir çok düşüncelerini ellerindeki kaynakların yetersizliğinden gerçekleştirememişlerdir. Hatta bazı dönemlerde birtakım irticacı din adamları tarafından afaroz edilerek toplumdan soyutlanmışlardır. Yüzyıllar geçtikçe teknoloji ve bilim ilerlemiş uzay araçlarıyla uzaya keşifler düzenlenmiştir. Mor ötesi ve kızıl ötesi ışınlar kullanılarak daha uzaklardaki gezegen ve galaksiler hakkında bilgi edinilmiştir. Diğer gezegenlerdeki hayat kaynakları araştırılmış başka dünyalara ve yaşayan canlıların olduğu düşünülerek uzaya radyo sinyalleri gönderilmiştir. Uzaya gönderilen uzay gemileri dünya üzerindeki canlılar hakkında bilgi veren plaklar konulmuştur. Venüs’ ün atmosferinde yapılan gözlemlerde büyük su kütlelerine rastlanmış, buradan yola çıkılarak canlıların yaşayabileceği düşünülmüştür Venüs’ün üzerinde büyük su kütleleri olduğu düşünülmüş, su kaynaklarında tek hücreli canlıların bulunacağı düşünülmüştür. Daha sonra yapılan araştırmalar sonucu Venüs’ teki atmosferin karbonhidratla kapalı olduğu ve yüzeyin çok sıcak olduğu tespit edilmiştir. Atmosferdeki karbonhidrattan ve yüzeydeki sıcaklıktan dolayı suyun buharlaşarak kaybolduğu kanısına varılmıştır.
Hayat olabileceği varsayımlarının en çok yoğunlaştığı gezegen ise Mars gezegenidir. Mars yapı itibariyle Dünya’ mıza birçok benzerliği bulunması dolayısıyla bu tür varsayımlar Mars gezegeni üzerinde daha da yoğunlaşmıştır. Fakat yapılan incelemelerde şu ana kadar Mars’ ın üzerinde herhangi bir hayat kaynağına rastlanamamıştır. Mars’ ta yaşamın olmayışına ait deliller vardır. Bunlar oksijenin azlığı insanların solumasını engeller ve ozon tabakasının ince olmasından dolayı Güneş’ in mikrop öldürücü mor ötesi ışınları direk geçmektedir. Fakat bu delillere rağmen Mars’ ın üzerinde büyük su birikintileri oluşmuştur. Dünya’ daki tek hücreli canlıların bazılarının da Mars’ ta yaşayabildikleri gözlenmiştir. Yapılan araştırmalarda uzaydan bir takım sinyaller alındığı ve insanlardan daha akıllı varlıkların yaşadığı varsayılmaktadır.
Teknolojide bilimde meydana gelen gelişmelerin yanı sıra insanoğlu evrimin etkisiyle zihinsel gelişiminde de değişmeler meydana gelmiştir. Bilim öncesi zamanlar düşünüldüğünde kitaplıkların henüz bulunmadığı zamanlarda zeki merak dolu ve hem toplumsal hem cinsel konulara karşı ilgi duyardık. O dönemlerde henüz deneyler gerçekleşmemiş, icatlar gün ışığına çıkmamıştı. Ateşin bile ilk kez bulunduğu dönemlerde insanlar, yıldızlar ve gezegenler hakkında neler düşünüyorlardı acaba? İnsanlar o dönemlerde daha yeni yeni çevrelerini ve doğayı keşfediyorlardı. Çevrede hangi otların yenilip yenilmeyeceği hakkında denemelerde bulunuyorlardı. Edindikleri deneyimleri kendilerinden sonraki nesillere aktarıyorlardı. Daha sonra av malzemeleri yaparak karınlarını doyurmak için hayvanları avlamaya başladılar. Avlanma esnasında hayvanlardan da zarar görme ihtimalleri olduğu için onları iyice etüd ediyor, ne yiyip ne içtiklerini, nasıl ürediklerini dikkatlice gözlemliyorlardı.
İnsanlar yaşam mücadelerlerinin yanısıra doğada meydana gelen olaylar da onları derinden etkiliyordu. Gök gürlemesi fırtına çıkması vb. olaylar onları ürkütüyordu. Geceleri uzandıkları yerden engin uzay boşluğuna baktıklarında ışıklı her noktayı incelediklerinde ve bunları bir araya getirdiklerinde gözlerinin önüne çeşitli şekiller getirmişler ve bunlara çevrelerindeki hayvanların ve cisimlerin isimlerini takmışlardır. Doğada meydana gelen her olayın tanrıların kontrolünde olduğuna inanıyorlardı. Tanrıların durumlarının iyi olduğu zamanlarda bolluk ve bereket olduğuna, tanrıların kızgın zamanlarında ise başlarına büyük felaketler geleceğine inanıyorlardı. Fırtına çıkması, deprem olması, kuraklık olması vb. Ne var ki tanrılar kaprisli olduklarında tutumlarından emin olunamazdı. Onların gözünde doğa bir giz kutusuydu. Dünyayı anlamak zordu. Yüzyıllar geçtikçe insanların fikirleri değişmiş, büyük medeniyeler meydana gelmişti. Bundan 2500 yıl önce İyonya’ da her şeyin atomdan oluştuğuna inanan insanlar meydana çıktı. Hastalıkların şeytan işi olmadığına inanan insanların sayısı artmıştı. Yüzyıllar geçtikçe daha büyük medeniyetler oluşmuş bir çok icat ve keşiflerle insanoğlu büyük yollar kat etmiştir. Çinlilerin kağıdı ve basım aracını icadı ile roketler, saatler ve okyanuslara açılan teknelerin bulunuşuyla günümüze dek büyük gelişmeler meydana gelmiştir.
Sonuç olarak teknolojinin gelişmesiyle birlikte yeni gelişmelerin iyi yönde kullanılmasının yanısıra, teknoloji insanların birbirini yok etmesi maksadıyla da kullanılmıştır. Dönem dönem dünyaya zulümle, savaşla hükmederek kontrolü altına almak isteyen hasta ruhlu insanlar da gelmiştir. Sonuçta nükleer silahların bulunmasıyla insanoğlu birbirlerini yok etme yarışına girdiler. Bu aşamada nükleer silahı bulan Amerikalılar olmuştur. Amerikan bombası olursa, Sovyetler Birliği’ nin de olması gerekirdi. Ardından İngilizler, Fransızlar, Çinliler ve Pakistanlılar da nükleer silah elde etmek için çabaladılar ve emellerine ulaştılar. İkinci Dünya Savaşında yirmi ton TNT kullanıldı. Bu bir kentin bir semtini yıkıp yakacak bir güce sahipti. Savaşta tüm kentlere atılan bombaların tutarı iki milyon tondur. Sovyetler Birliği de ABD’ nin ellerindeki nükleer silahlar, savaşta atılan tüm bombaların gücüne sahiptir ve her iki ülkenin destratejik bombardıman güçlerinin 15 bin hedefi tehdit ettiği bilinmektedir. Ellerindeki silahlarla İkinci Dünya Savaşı’ nda altı yılda yapılan tahribatı altı saatte yapacak silahlar mevcuttur. Demek oluyor ki yer küremizde geleceği garantili hiçbir bölge yoktur. Aynı zamanda dünyamızdaki kaynakların giderek azalması teknolojinin getirdiği kirliliğin artmasıyla yaşam daha dazorlaşmıştır. Gelişen teknoloji ve bilimin ışığında belki ilerleyen yıllarda uzaydaki yaşamın en uygun olduğu koloniler kurulabilir. Ya da burada kullanılabilecek kaynaklardan faydalanılabilir. Uzay araştırmalarında öncelikle Rusya ve ABD’ nin başlattığı çalışmalar, İngiltere, Fransa ve Çin’ in çalışmalarıyla da hız kazanmıştır. Hatta ülkeler arasındaki gücün sembolü olmuştur. Kitabın başında da bahsedildiği gibi hayatta kalabilmenin ön koşulu bilim olmuştur. Günümüzde de ticari, sosyal, ekonomik ve askeri alanda bir ülkenin büyüklüğü teknolojinin gelişimine bağlıdır. İnsanoğlu aklı ve hayal gücüyle birçok bilinmeyeni bulmaya elverişlidir. Bizlere düşen en büyük görev bilime ve bilim adamlarına önem vermektir.
Ülkemizin geçmişinde ve günümüzde birçok değerli bilim adamı çıkmasına rağmen bunlar gerici zihniyetlerin engeline takılmış, yeterince kaynak sağlanamamıştır. Eğer bizler de diğer devletler arasında büyük bir güce sahip olmak istiyorsak bu konudaki çalışmalara hız kazandırmalıyız. Buna insan potansiyeli olarak sahibiz. Büyük önder Atatürk’ ün de Onuncu Yıl Nutku’ nda belirttiği gibi “Türk Milleti Zekidir, Çalışkandır.” övgülerine layık olmalıyız.
Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.
Kozmos
KİTABIN YAZARI
Carl SAGAN / Reşit AŞÇIOĞLU
YAYINEVİ VE ADRESİ
Altın Kitaplar Yayınevi Cağaloğlu / İSTANBUL
BASIM TARİHİ
1997
KİTABIN YAYIM MAKSADI
Evrenin Oluşumunu, Bilinmeyen Yönlerini Göstermek. Geçmişten Günümüze Bu Konudaki Gelişmeleri Aktarmak
KİTABIN ÖZETİ :
Kozmos, olmuş veya olan, ya da olacak herşeydir. Kozmos “düzen içerisinde evren” anlamında kullanılan Yunanca bir sözcüktür ve bir bakıma “karmaşa” anlamına gelen kaos’un karşıtıdır.
İnsanoğlunun yaratılışından beri var olan merak etme hissi, insanı evrenin oluşumu ve bilinmeyenlerini öğrenmeye itmiştir. Aynı zamanda evrende meydana gelen olayların tek düzen olmayışı ve sürekli değişken oluşu, insanoğlunun merakını daha da cezbetmiştir. Bilinmeyeni öğrenmek insanı sevindirdiği gibi, bilginin hayatta kalabilmenin de ön koşulu olduğu anlaşılmıştır. “Bilinende sınır vardır, bilinmeyende sınır yoktur. İnsan aklı anlaşılmazlığın derin okyanusunda barınacak bir ada sağlar. Her kuşağa düşen iş, bu okyanustaki adaya biraz daha toprak katarak büyütmektir.” (Huxley) Buradan da anlaşılacağı gibi bilinmeyeni öğrenmenin yanısıra öğrenilenlerin de diğer kuşaklara aktarılması büyük önem taşımaktadır.
Kozmos insan aklının alamayacağı ve dünyadaki ölçülerin yetmeyeceği kadar büyüklüğe ve genişliğe sahiptir. Kozmos’ ta ölçü olarak ışık hızı (saniyede 300.000 km.) kullanılmaktadır. Kozmos’ un enginliğinde yerküremizin bulunduğu galaksiler gibi binlerce galaksi mevcuttur. Samanyolu’nda karmaşık ama uyumlu biçimde dolaşan her türden 400 milyar yıldız yer alır. Bu engin denizde yer küremizin küçük bir dünya olduğu ilk olarak önemli keşiflerin yapıldığı Ortadoğu’ da aydınlığa kavuşmuştur. M.Ö. 3 ncü yüzyılda o dönemin önemli metropellerinden Mısır’ın İskenderiye kentinde bir çok bilim adamı yaşamakyaydı ve büyük bir kütüphaneye sahipti. İskenderiye’ de yaşayan bilginlerden Eratostenes okuduğu bir kitapta ilginç bir gözleme rastlamıştır. Kitapta Syene adlı kasabada 21 Haziran günü yere dikilen sopaların yere gölge yapmadıklarına ilişkin yazıya rastladı. Yaz günlerinin en uzun olduğu gün dönümünde, saat öğlene yaklaştıkça gölgelerin kısaldığı tam öğle vaktinde gölgenin yok olduğundan bahsediliyordu. Eratostenes bir bilim adamı olarak normal bir olay gibi görünen bu olayı bir deney yaparak kendi de gözlemledi. Erastotenes 21 Haziran gününde İskenderiye’ ye dikilen sopaların gölge yaptıklarını gözlemledi. Syene’ de dikilen sopalar gölge yapmıyordu da bir hayli kuzeyinde bulunan İskenderiye’ de gölge oluşuyordu. İki deneyden de yola çıkarak yeni verilere ulaştı. Eğer her iki şehirde de güneşin tam tepede olduğu vakitte gölge oluşmasaydı yeryüzünün düz olduğu sonucu çıkardı. Fakat Syene’ de hiç gölge yokken İskenderiye’ de gölge oluşumu Dünya’nın yuvarlaklığının ispatıydı. Aynı zamanda Eratostenes yaptığı hesaplamalarla Dünya’ nın çevre uzaklığını da bulmuştu. Yaptığı hesaplamalarda hatalar olmasına rağmen bunu 2200 yıl önce bulduğuna göre pek hatalı sayılmazdı. Erastotsenes’ in yaptığı deneyleri, ölçümleri ve düzenlediği deniz keşifleriyle birçok denizciyi yüreklendirmiştir. Macellan, Erastotenes’ in eserlerinden ve diğer kaşiflerin yaptığı denemelerden faydalanarak Dünya’ nın çevresini deniz yoluyla dolaşan ilk insan olmuştur.
İnsanoğlu yağtığı deniz seferleriyle keşiflere hız vermiş yeni coğrafi bölgeler keşfetmiştir. Bu keşifler Kristof Kolomb’un Amerika kıtasını keşfiyle doruk noktasına ulaşmıştır. Kristof Kolomb da Macellan gibi Eratostenes’ in eserlerinden büyük ölçüde yararlanmıştır. Milattan önce üçüncü yüzyılda başlayan altıyüzyıllık serüven bizi uzay kıyılarına taşımıştır. Dünyada yapılan keşiflerin bitmesi üzerine hedef uzayda gezegenlere yönelmiştir. Ayrıca Dünya’ nın oluşumundan bu yana canlıların üzerinde yapılan incelemelerde, yerküre oluşumu esnasında bulunan gazlar o dönemde bolca oluşan yıldırımlardan etkilenerek tek hücreli canlılar meydana getirmiştir. Bunlar zamanla ortamdan dolayı değişime uğrayıp, üreyip çoğalmışlardır. Evrimle değişen canlılar, insanoğlunun ve tabiatın etkisiyle, kimi zamanımıza kadar ulaşmış, kimi de yok olup gitmiştir. Hiçbir şeyin değişmediği bir gezegende yaşıyor olsaydık, yapılacak pek az iş olurdu. Düşünüp bulacak bir şey kalmazdı. İnsanoğlu her döneminde uzayı merak etmiş, becerileri gökyüzüne bakarak gezegenlere, yıldızlara ve yıldızların oluşturduğu gruplara yapılan benzetmelere göre isimler verilmiştir. Örneğin Büyük Ayı, Çoban Yıldızı vb., Kepler adlı bilgin, Pitagoras’ ın üç boyutlu cisimlerinden faydalanarak Güneş Sistemi erafındaki gezegenleri keşfetmiştir. Gezegenlerin daha önceleri dairesel yol izledikleri düşünülmüş ve daireyi de mükemmel geometrik şekil diye adlandırmışlardır. Kepler, Tyoho adlı bilginin de gözlemlerinden faydalanarak gezegenlerin elips çizerek döndüğünü saptamıştır. Gezegenlerin Güneş’ in yörüngesi etrafında yörüngelerini terk etmeden dolaşması, Newton’ın dikkatini çekmiş gizli bir çekim gücü olduğunu düşünmüştür. Daha sonra yaptığı gözlemlerle çekim gücünü bulan ilk kişidir. Zaman zaman dünyanın atmosferine giren kuyruk yıldızlar, insanların üzerine büyük etkiler yaratmıştır. Bunlardan en büyüğü Halley kuyruklu yıldızıdır. İnsanlar dünyanın batacağına inanmışlar paniğe kapılmışlardır. Önemsemedikleri astronomların açıklamalarıyla rahatlamışlardır. Her dönemde olduğu gibi bilim adamlarına çoğu zaman inanılmamıştır. Yapılan birçok buluşu tanrıya karşı gelmek suçlamasıyla bilim adamları cezalandırılmıştır.
Bilim adamları çoğu zaman geçimlerini temin etmek için araştırmalarına ara vermiştir. Ya da bir çok düşüncelerini ellerindeki kaynakların yetersizliğinden gerçekleştirememişlerdir. Hatta bazı dönemlerde birtakım irticacı din adamları tarafından afaroz edilerek toplumdan soyutlanmışlardır. Yüzyıllar geçtikçe teknoloji ve bilim ilerlemiş uzay araçlarıyla uzaya keşifler düzenlenmiştir. Mor ötesi ve kızıl ötesi ışınlar kullanılarak daha uzaklardaki gezegen ve galaksiler hakkında bilgi edinilmiştir. Diğer gezegenlerdeki hayat kaynakları araştırılmış başka dünyalara ve yaşayan canlıların olduğu düşünülerek uzaya radyo sinyalleri gönderilmiştir. Uzaya gönderilen uzay gemileri dünya üzerindeki canlılar hakkında bilgi veren plaklar konulmuştur. Venüs’ ün atmosferinde yapılan gözlemlerde büyük su kütlelerine rastlanmış, buradan yola çıkılarak canlıların yaşayabileceği düşünülmüştür Venüs’ün üzerinde büyük su kütleleri olduğu düşünülmüş, su kaynaklarında tek hücreli canlıların bulunacağı düşünülmüştür. Daha sonra yapılan araştırmalar sonucu Venüs’ teki atmosferin karbonhidratla kapalı olduğu ve yüzeyin çok sıcak olduğu tespit edilmiştir. Atmosferdeki karbonhidrattan ve yüzeydeki sıcaklıktan dolayı suyun buharlaşarak kaybolduğu kanısına varılmıştır.
Hayat olabileceği varsayımlarının en çok yoğunlaştığı gezegen ise Mars gezegenidir. Mars yapı itibariyle Dünya’ mıza birçok benzerliği bulunması dolayısıyla bu tür varsayımlar Mars gezegeni üzerinde daha da yoğunlaşmıştır. Fakat yapılan incelemelerde şu ana kadar Mars’ ın üzerinde herhangi bir hayat kaynağına rastlanamamıştır. Mars’ ta yaşamın olmayışına ait deliller vardır. Bunlar oksijenin azlığı insanların solumasını engeller ve ozon tabakasının ince olmasından dolayı Güneş’ in mikrop öldürücü mor ötesi ışınları direk geçmektedir. Fakat bu delillere rağmen Mars’ ın üzerinde büyük su birikintileri oluşmuştur. Dünya’ daki tek hücreli canlıların bazılarının da Mars’ ta yaşayabildikleri gözlenmiştir. Yapılan araştırmalarda uzaydan bir takım sinyaller alındığı ve insanlardan daha akıllı varlıkların yaşadığı varsayılmaktadır.
Teknolojide bilimde meydana gelen gelişmelerin yanı sıra insanoğlu evrimin etkisiyle zihinsel gelişiminde de değişmeler meydana gelmiştir. Bilim öncesi zamanlar düşünüldüğünde kitaplıkların henüz bulunmadığı zamanlarda zeki merak dolu ve hem toplumsal hem cinsel konulara karşı ilgi duyardık. O dönemlerde henüz deneyler gerçekleşmemiş, icatlar gün ışığına çıkmamıştı. Ateşin bile ilk kez bulunduğu dönemlerde insanlar, yıldızlar ve gezegenler hakkında neler düşünüyorlardı acaba? İnsanlar o dönemlerde daha yeni yeni çevrelerini ve doğayı keşfediyorlardı. Çevrede hangi otların yenilip yenilmeyeceği hakkında denemelerde bulunuyorlardı. Edindikleri deneyimleri kendilerinden sonraki nesillere aktarıyorlardı. Daha sonra av malzemeleri yaparak karınlarını doyurmak için hayvanları avlamaya başladılar. Avlanma esnasında hayvanlardan da zarar görme ihtimalleri olduğu için onları iyice etüd ediyor, ne yiyip ne içtiklerini, nasıl ürediklerini dikkatlice gözlemliyorlardı.
İnsanlar yaşam mücadelerlerinin yanısıra doğada meydana gelen olaylar da onları derinden etkiliyordu. Gök gürlemesi fırtına çıkması vb. olaylar onları ürkütüyordu. Geceleri uzandıkları yerden engin uzay boşluğuna baktıklarında ışıklı her noktayı incelediklerinde ve bunları bir araya getirdiklerinde gözlerinin önüne çeşitli şekiller getirmişler ve bunlara çevrelerindeki hayvanların ve cisimlerin isimlerini takmışlardır. Doğada meydana gelen her olayın tanrıların kontrolünde olduğuna inanıyorlardı. Tanrıların durumlarının iyi olduğu zamanlarda bolluk ve bereket olduğuna, tanrıların kızgın zamanlarında ise başlarına büyük felaketler geleceğine inanıyorlardı. Fırtına çıkması, deprem olması, kuraklık olması vb. Ne var ki tanrılar kaprisli olduklarında tutumlarından emin olunamazdı. Onların gözünde doğa bir giz kutusuydu. Dünyayı anlamak zordu. Yüzyıllar geçtikçe insanların fikirleri değişmiş, büyük medeniyeler meydana gelmişti. Bundan 2500 yıl önce İyonya’ da her şeyin atomdan oluştuğuna inanan insanlar meydana çıktı. Hastalıkların şeytan işi olmadığına inanan insanların sayısı artmıştı. Yüzyıllar geçtikçe daha büyük medeniyetler oluşmuş bir çok icat ve keşiflerle insanoğlu büyük yollar kat etmiştir. Çinlilerin kağıdı ve basım aracını icadı ile roketler, saatler ve okyanuslara açılan teknelerin bulunuşuyla günümüze dek büyük gelişmeler meydana gelmiştir.
Sonuç olarak teknolojinin gelişmesiyle birlikte yeni gelişmelerin iyi yönde kullanılmasının yanısıra, teknoloji insanların birbirini yok etmesi maksadıyla da kullanılmıştır. Dönem dönem dünyaya zulümle, savaşla hükmederek kontrolü altına almak isteyen hasta ruhlu insanlar da gelmiştir. Sonuçta nükleer silahların bulunmasıyla insanoğlu birbirlerini yok etme yarışına girdiler. Bu aşamada nükleer silahı bulan Amerikalılar olmuştur. Amerikan bombası olursa, Sovyetler Birliği’ nin de olması gerekirdi. Ardından İngilizler, Fransızlar, Çinliler ve Pakistanlılar da nükleer silah elde etmek için çabaladılar ve emellerine ulaştılar. İkinci Dünya Savaşında yirmi ton TNT kullanıldı. Bu bir kentin bir semtini yıkıp yakacak bir güce sahipti. Savaşta tüm kentlere atılan bombaların tutarı iki milyon tondur. Sovyetler Birliği de ABD’ nin ellerindeki nükleer silahlar, savaşta atılan tüm bombaların gücüne sahiptir ve her iki ülkenin destratejik bombardıman güçlerinin 15 bin hedefi tehdit ettiği bilinmektedir. Ellerindeki silahlarla İkinci Dünya Savaşı’ nda altı yılda yapılan tahribatı altı saatte yapacak silahlar mevcuttur. Demek oluyor ki yer küremizde geleceği garantili hiçbir bölge yoktur. Aynı zamanda dünyamızdaki kaynakların giderek azalması teknolojinin getirdiği kirliliğin artmasıyla yaşam daha dazorlaşmıştır. Gelişen teknoloji ve bilimin ışığında belki ilerleyen yıllarda uzaydaki yaşamın en uygun olduğu koloniler kurulabilir. Ya da burada kullanılabilecek kaynaklardan faydalanılabilir. Uzay araştırmalarında öncelikle Rusya ve ABD’ nin başlattığı çalışmalar, İngiltere, Fransa ve Çin’ in çalışmalarıyla da hız kazanmıştır. Hatta ülkeler arasındaki gücün sembolü olmuştur. Kitabın başında da bahsedildiği gibi hayatta kalabilmenin ön koşulu bilim olmuştur. Günümüzde de ticari, sosyal, ekonomik ve askeri alanda bir ülkenin büyüklüğü teknolojinin gelişimine bağlıdır. İnsanoğlu aklı ve hayal gücüyle birçok bilinmeyeni bulmaya elverişlidir. Bizlere düşen en büyük görev bilime ve bilim adamlarına önem vermektir.
Ülkemizin geçmişinde ve günümüzde birçok değerli bilim adamı çıkmasına rağmen bunlar gerici zihniyetlerin engeline takılmış, yeterince kaynak sağlanamamıştır. Eğer bizler de diğer devletler arasında büyük bir güce sahip olmak istiyorsak bu konudaki çalışmalara hız kazandırmalıyız. Buna insan potansiyeli olarak sahibiz. Büyük önder Atatürk’ ün de Onuncu Yıl Nutku’ nda belirttiği gibi “Türk Milleti Zekidir, Çalışkandır.” övgülerine layık olmalıyız.
Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.