İnsan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İnsan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Şubat 2012 Pazartesi

Kişinin Yatış Şekline Göre Kişilik Tahlil Sonuçları

0 yorum | Devamını Oku...
Fetus / cenin yatışı:
Cenin şeklinde yani anne karnındaymış gibi kıvrılarak yatmak, dışa dönük ancak duygusal, hassas bir kalbe sahip olduğunuzu gösteriyor. Bu tür kişiler birisiyle ilk buluşmalarında utangaç olabilir ancak kısa sürede rahatlarlar. Araştırmalarda 1000 kişiden % 41"i bu şekilde uyuduğu belirlenmiş. Kadınların erkeklerden 2 kat daha fazla bu poziyonda uyuduğu da tespit edilen diğer bir bulgu..

Kollar yanda dik yatış:
Çoğu kişi kollarını her iki tarafa sarkıtıp dik şekilde uyuyamaz. Bu şekilde uyuyunlar rahat, kalabalığa alışkın, yabancılara güvenen, sosyal insanlardır_ Buna rağmen, bazen kolay aldanabilirler..

Yaşlı duruşunda yatış:
Her iki kolunu kıvırarak ellerini yastığın yanına veya omuz hizasına koyan kişiler doğal insanlardır. Şüpheci, kuşkucu, iyiliğe şüpheyle bakan özellikler taşıyabilirler. Düşünceleri nizde yardımcı olurlar. Genellikle ilgi odağı olmaktan hoşlanmazlar.

Hangi pozisyon sağlıklı?
Sağlık açısından yüzü koyun yatmak sindirimi durdurur, deniz yıldızı ve asker pozisyonlarında horlama ile sıkça karşılaşılır, kötü uyunmasına neden olur. Midenin baskılanmadığı, kolay nefes alınan düz bir yatış gece boyunca sağlıklıdır.

Rahat uyku sağlar, horlamayı azaltır. Uyuyan kişiler nasıl yattığının farkında olmadığı için, bu şekilde yattıklarında bile çok iyi yku uyumaları her zaman mümkün olmayabilir. Bu tür araştırmalarda ayrıca, çoğu insanın uyku pozisyonunu değiştirmekten hoşlanmadığını da ortaya koyuyor. Buna göre insanların sadece % 5"i her gece farklı bir pozisyonda uyuduğunu belirtiyor.

30 Aralık 2011 Cuma

Karaciğer Nedir ve Karaciğerin Görevleri Nelerdir?

0 yorum | Devamını Oku...
Safra adı verilen bir salgı üretir.Safra sıvısı büyük yağ damlalarını daha küçük parçalara ayırarak yağların sindirimine yardımcı olur.Karaciğer, diyaframın hemen altında, sağ tarafta, yaklaşık olarak 2 kilogram ağırlığında, koyu kırmızı renkte yumuşak bir organdır. Yaşamak için gerekli olan birçok kimyasal olay bu organda meydana gelir. Vücudumuzdaki en büyük organdır. Latince adı Hepar'dır.
  • Günde yaklaşık olarak 4 su bardağı (1,50kg) safra salgılar.
  • Yağ, protein ve şeker metabolizmasını düzenler.
  • Vücudun ısısını ayarlar.
  • Vücuda su üretir
  • Yağ, protein, şeker ve kan yapımı için gerekli olan maddeleri depolar.
  • Kandaki şeker miktarını ayarlar.
  • Hormonların görevleri üzerinde etkili olur.
  • Pıhtılaşmada rol oynayan protrombin ve fibrinojeni üretir.
  • Yaşlı alyuvar hücrelerini parçalar. Embriyo döneminde kan hücrelerinin üretimini sağlar.
  • Kanda bulunan fazla glikozu glikojen halinde depo eder.
  • D, B, A ve bağırsaklarda sentezlenen, kanın pıhtılaşmasında rol oynayan K vitamini ile; demir, kalsiyum, bakır, protein ve yağları depo eder. Karotenden A vitamini sentezler.
  • Cinsiyet hormonlarının fazlasını yok eder.
  • Lenf yapımında görev alır. Antikorların önemli bir kısmını üretir.


Akciğer Nedir ve Akciğerin Görevleri Nelerdir?

0 yorum | Devamını Oku...
Akciğer


hava soluyan omurgalılardaki temel solunum organıdır. Ana görevi atmosferdeki oksijeni kan dolaşımına nakletmek ve dolaşımdaki karbondioksiti atmosfere çıkartmaktır. Bu görev, gaz değişiminin vuku bulduğu milyonlarca küçük, müstesna biçimde çok ince duvarlı hava kesecikleri oluşturan dolaşımı sağlayamadan kanı boşa vermektedir. özelleşmiş hücrelerin mozaiği sayesinde gerçekleşir. Akciğerlerin solunumla ilgili olmayan görevleri de vardır.

Akciğer ile ilgili tıbbi terimler genellikle pulmo- ile başlar; bu Latince pulmonarius, "akciğerlerin", sözcüğünden gelmektedir ki bu sözcük de Yunanca pleumon yani "akciğer" ile akrabadır.


Kalp Nedir ve Görevleri Nelerdir?

0 yorum | Devamını Oku...
Kalp veya yürek (Arapça: قلب kalb; Farsça: قلب = kâlb ; Maltaca: qalb; Zazaca: qelb ; Latince: Cor), kalp kası olarak bilinen özel bir tip çizgili kastan oluşmuş kendiliğinden kasılma özelliğine sahip kuvvetli bir pompadır.
Metabolizma faaliyetleri sonucunda oluşan artık ürünlerin de vücuttan uzaklaştırılması, vücut ısısının düzenlenmesi, asit-baz dengesinin korunması, hormonlar ve enzimlerin vücudun gerekli bölgelerine taşınması gerekir. Bütün bu işlemleri kalp ve damarlardan oluşan dolaşım sistemi yapar.
Kalp bu sistem içerisinde motor görevi yapar. Kalp insanda dakikada 60-80 vuruş arasında değişen bir hızla günde 9000 litre kanı vücuda pompalar. Günde yaklaşık 100 bin, yılda 40 milyon, tüm insan hayatı boyunca yaklaşık 2,5 milyar kere, hiç durmadan yaklaşık 8 ton kanı vücuda pompalar. Normal bir insanda ortalama ağırlığı 250-300 gramdır.
Kalp memelilerde 4 odacıklı ve 4 kapakçıklıdır. Odacıklar sağ odacıklar ve sol odacıklar olarak 2 ana bölümden oluşur.
Sağ bölüm, kanın vücuttan döndüğü odacık olan sağ kulakçık (atriyum) sonra triküsbit kapak adı verilen 3 yaprakçıklı bir kapakçık ile ana odacık olan sağ karıncıktan (ventrikül) oluşur.
  • Kan vücutta oksijeni ve besin öğeleri kullanıldıktan sonra vena cava adı verilen 2 adet ana toplardamar ile sağ kulakçığa gelir.
  • Sağ kulakçıktan kan yerçekimi ve kulakçık kasılması ile aradaki kapak olan triküsbit kapaktan (3 yaprakçıklı kapak) geçerek sağ karıncığa girer.
  • Sağ karıncık ile pulmoner atardamar arasındaki kapağa da pulmoner kapakçık adı verilir. Sağ karıncık kanı pulmoner atardamar adını verdiğimiz bir damar yoluyla akciğerlere pompalar.
Sol bölüme kan akciğerlerden oksijenden zenginleştirilmiş olarak gelir.
  • Sol kulakçığa gelen bu kan yerçekiminin de etkisi ile ve biraz da sol kulakçığın kasılması yardımı ile sonradaki kapak olan mitral kapakçık adı verilen 2 yaprakçıklı bir kapaktan sol karıncığa akar.
  • Sol karıncık ile aort atardamarı arasında aort kapakçığı denilen 3 yaprakçıklı bir kapak bulunmaktadır. Sol karıncıktan temiz kan güçlü kasların kasılması etkisi ile aort atardamarı denilen ana atardamar vasıtasıyla vücuda sunulur.
  • Elimizi göğsümüzün sol tarafına götürdüğümüzde kalbimizden gelen sesin nedeni kulakçık ile karıncık arasındaki kapakçıkların açılıp kapanmasıdır.


Bağırsaklar Nedir ve Görevleri Nelerdir?

0 yorum | Devamını Oku...
Bağırsak, gastrointestinal kanalın mide ile anüs arasındaki kısmıdır ve insanlarda ve diğer memelilerde iki ana kısımdan oluşur: ince bağırsak ve kalın bağırsak.
İnsanlarda ince bağırsak üç kısma ayrılır:
  • duodenum,
  • jejunum,
  • ileum.
İnsanlarda kalın bağırsak da üç kısma ayrılır:
  • çekum,
  • kolon,
  • rektum.
Vücudun gıdadan besinlerin çıkarımı ve emiliminden sorumlu kısmı bağırsaktır. Mide'nin görevi büyük oranda gıda moleküllerinin besinlere parçalanmasıyken, bağırsak bu besinlerin kana girmesini sağlar. İnce bağırsak kıvrımlı bir yüzey yapısına sahiptir ki bu besinlerin bağırsak duvarından difüzyonu ve böylece de emilimi için uygun olan yüzey alanını arttır. Bu mikroskopik kıvrımlara mikrovilli denir. Yetişkin bir insanın ince bağırsağı, ortalama olarak, yaklaşık yedi metre uzunluğundadır.
Kalın bağırsak veya kolon birkaç çeşit bakteriye ev sahipliği yapmaktadır; bunlar insan vücudunun kendi kendine yok edemeyeceği moleküllerle ilgilenirler. Bu bir simbiyoz örneğidir. Bu bakteriler aynı zamanda bağırsakta(ki) gas üretiminin de nedenidirler. Kalın bağırsak ince bağırsağa oranla daha kısadır ve su reabsorpsiyonu ile kuru dışkıyı üretir.

Kan ve Kanın Özellikleri Nelerdir?

0 yorum | Devamını Oku...
Kan,atardamar, toplardamar ve kılcal damarlardan oluşan damar ağının içinde dolaşan; akıcı plazma ve hücrelerden (alyuvar, akyuvar ve kan pulcukları) meydana gelmiş kırmızı renkli hayati bir sıvıdır. Kan ile ilgili tıbbi terimler genellikle hemo ve hemoto sözcükleri ile başlar. Bu sözcükler eski Yunanca'da kan sözcüğünü karşılayan haimadan türetilmiştir.Kolloit bir madde olup homojen görünse bile,heterojen bir karışımdır.
Kanın ana işlevi besin maddelerinin (oksijen, glikoz) ve
yapısal elemanların sağlanması ve atık maddelerin
(karbondioksit, laktik asit vs.) atılmasının sağlanmasıdır.
Her bedende 31 ile 52 litre arası kan bulunur. Bu miktar ortalama vücut ağırlığının %7-8'ini oluşturur. Kanın yarısı, sıvı olan bölümden yani plazmadan gelir. Diğer yarısı ise kanın içinde çeşitli görevler üstlenmiş olan hücreler veya moleküllerdir. Kandaki hücreler, vücuttaki kan miktarının yarısını oluşturmalarına rağmen, yan yana dizildikleri takdirde 96.500 km'lik bir çizgi oluşturabilecek kadar fazladırlar. Bu, dünyanın çevresini iki kez dolaşmaya yeterli bir uzunluktur.
Eğer kanın pıhtılaşmasına izin verilirse, tüpün üstünde kalan sıvıya serum denir. Serumda fibrinojen ve pıhtılaşma ile ilgili diğer proteinler, pıhtılaşmada kullanıldığı için yoktur. Diger bir deyişle plazma, fibrinojen ve serumdan oluşur.
Kanın en önemli görevi kalpten dokulara metabolik hadiseler için gerekli oksijeni taşımaktır. Bazı ufak ve basit yapılı canlılarda kanın yapısı deniz suyuna çok benzer. Bu canlıların vücut parçalarının gerek duyduğu oksijen bu sıvıda çözünmüş olarak taşınır. Daha karmaşık yapılı canlılarda dokuların oksijen ihtiyacı çok fazla olup, çözünmüş halde taşınan oksijen yeterli olamaz. Bunlarda “solunum pigmentleri” denilen renkli maddeler oksijeni bağlayarak dokulara taşırlar. Bu pigmentlerin (boya maddelerinin) kanda yaygın halde bulunmaları kanı kıvamlı ve akışkanlığı az bir hale getireceğinden insan ve diğer memelilerde pigment taşıyıcı özel hücreler vardır.
İnsanlarda kan, birçok canlı hücrenin bulunduğu karmaşık bir ortamdır. Her vücut kilosunda 70 mililitre kan bulunduğu kabul edilir. Bu hesaba göre 70 kg'lık normal bir erişkinde yaklaşık 5000 ml (5 litre) kan bulunur.
Kan, kalbin pompa vazifesi yaptığı bir kapalı sistemde dolaşır. Bu sistem kalp ile dokular arasında ve kalp ile akciğer arasında olmak üzere iki bölümdür. Bunlardan birincisine “büyük dolaşım sistemi”, ikincisine de “küçük dolaşım sistemi” denilir. Toplardamarlardan gelen kan kalbin sağ kulakçığına dökülür. Buradan sağ karıncığa geçen kan, kalbin kasılmasıyla akciğere yollanır. Akciğerde temizlenen kan, kalbin sol kulakçığına gelir, buradan da karıncığa geçtikten sonra vücuda pompalanır. Kan kılcal damarlardan geçerken oksijenini bırakır ve karbondioksit alır.
Dokuların oksijen ihtiyacını karşılamak ve artıkları almaktan başka kanın birçok önemli görevi daha vardır. Besin maddelerini taşır. Vitaminler, enzimler ve hormonların gitmeleri gereken yerlere ulaşmalarını sağlar. Kan aynı zamanda, enfeksiyonlara karşı vücudun savunmasında önemli bir role sahiptir. Bir iltihabi olaya karşı savaşırken, bir takım kan hücereleri direkt mikrobu tahribe çalışır, diğer bazıları antikor yaparak mikrobu tesirsizleştirir.
Kanın bir diğer önemli vazifesi de, iç dengeyi sağlamaktır. “Hemeostazis” adı verilen bu dengedeki en ufak değişiklik vücut için tehlikeli durumlar ortaya çıkarır. Vücut sıcaklığını ayarlamada önemli rol oynayan kan, metabolizması hızlı organlardan aldığı ısıyı, yüzeydeki damarlardan geçerken verir. Ayrıca kan ihtiva ettiği maddelerle vücudun sıvı-elektrolit dengesini de sağlar.

İnsan kanının bileşimi


Bir sıvı topluluğu gibi göründüğü halde, kan aynı zamanda bir vücut dokusudur. Bu vücut dokusunun ara maddesini diğer dokulardan farklı olarak bir sıvı meydana getirir. Plazma kanın % 55'ini teşkil eder. Kalan kısmı ise alyuvarlar, akyuvarlar ve pıhtılaşmada rol oynayan trombositlerden meydana gelmiştir.
Kan hücreleri kolaylıkla plazmadan ayrılabilir.. ...denilen cihazlarla yüksek süratle döndürme sağlanarak, kan hücreleri dibe çöktürülüp, plazmadan ayrılır. Kanın vizkozitesi (penisi) sudan 5-8 defa daha fazladır.
Her gün kanın belli kısmı yenilenir. Yaklaşık % 1 kadar kırmızı kan hücresi ölürken, yerlerine aynı miktar genç hücre kemik iliğinden kana verilir. Plazma miktarı da en ufak bir değişiklikte hemen dengelenir. Bir kan kaybı durumunda vücut denge mekanizmaları ile hemen hacmi sabit tutmaya çalışır. Önce dokulardan kana sıvı geçişi olur. Daha sonra hızla genç alyuvarlar kana verilmeye başlanır. Büyük miktarlarda kanın kaybedildiği durumlarda şok ortaya çıkar. Kaybolan kan yerine konmazsa şok durumu atlatılamaz.
Plazma: Kan plazması, % 91 su, % 8 organik maddeler ve % 1 inorganik maddelerden müteşekkildir. Organik bileşenlerin tamamına yakını, proteindir ve plazma için proteinlerin suda çözünmesiyle meydana gelir denir. Plazmanın üç temel proteini albumin, globulin ve fibrinojendir. 100 mililitre plazmada 4,5 gr albumin, 2,5 gr globulin ve 0,3 gr fibrinojen bulunur.
Albumin: Proteinlerin en küçük moleküllü olanlarından biridir. Kanın osmotik basıncının dörtte üçünü albumin sağlar. Osmotik basınç sayesinde kan-plazma oranı korunur. Albumin karaciğerde yapılır. Karaciğer bozukluğu olanlarda hipoalbuminemi denilen plazma albumin seviyesi düşüklüğü ortaya çıkar.
Globulin: Plazma globulinleri birçok değişik türdedir. Elektroforez metoduyla globulinler alfa, beta ve gamma parçalarına ayrılabilir. Alfa ve beta globulinler çeşitli proteinleri bağlayarak, çeşitli yerlere taşırlar. Gama globulinlerden ise hastalıklarda bağışıklık sağlayan savunma maddeleri yapılır.
Fibrinojen: Kan pıhtılaşma mekanizmasının en son basamağını yapan proteindir. Fibrinojen molekülleri fibrin liflerine dönerek katılaşırlar ve pıhtılaşma hasıl olur.
Proteinlerden başka plazmada alınan gıdaların metabolizma ürünleri olan ürik asit, kreatinin, amino asitler gibi bir takım organik moleküller de bulunur. Diğer organik maddeler ise glikoz, yağlar ve kolesteroldür.
Plazmanın başlıca inorganik bileşenleri elektrolitlerdir. Bunlar sodyum (Na+), klor (Cl-), kalsiyum (Ca++), fosfat (PO4)-3, sulfat (SO4)-2 ve mağnezyum (Mg++)dur.
Alyuvarlar: Kırmızı kan hücreleri kanın hücre kısmının tamamına yakınını meydana getirirler. Kanın her milimetre kübünde yaklaşık beş milyon alyuvar bulunur. Mikroskopta bakıldığında alyuvarlar, ortası çökük tavla pulu şeklinde görülür. Ortalama çapları 7,5 mikron olup, merkezdeki kalınlıkları bir mikrondur. (Bkz. Alyuvarlar)
Hemoglobin: Her kırmızı kan hücresinde oksijen bağlama yeteneğindeki bir proteinli boya (pigment) olan hemoglobin bulunur. Oksijenle dolu olan hemoglobine “oksihemoglobin” denir. Bu, kana parlak kırmızı rengini verir. Dokulara oksijen getirdikten sonra bir miktar karbondioksiti alarak akciğerlere getirir. Buna da “karbaminohemoglobin” denir. (Bkz. Hemoglobin)
Akyuvarlar: Alyuvarlardan ayrı olarak tam hücre özelliği gösterirler. Bir çekirdekleri ve diğer hücre organelleri vardır. 10-20 mikron çaplarıyla da alyuvarlardan daha büyüktür. Hareketleri amipsi şekildedir. Bir milimetreküp kanda yaklaşık 7000 kadar akyuvar bulunur. Beyaz hücreler ailesinin en önemli fertleri “granülositler” (parçalı nüveliler), “lenfositler” ve “monositler”dir. Akyuvarların % 60-70'ini granülositler, % 30-45'ini lenfositler % 10'dan az kısmını da monositler teşkil eder. Granülositler de aralarında “nötrofil”, “bazofil” ve “eozinofil” olmak üzere üç çeşide ayrılırlar. Bunların büyük çoğunluğunu nötrofiller teşkil eder.
Beyaz kan hücreleri iki yolla vücudun infeksiyonlara karşı savunmasını üstlenirler. Granülositler ve monositler mikroorganizmayı yutarak (fagositozla) yok ederken lenfositler antikor meydana gelmesine sebeb olarak mikroorganizmaya karşı çalışırlar. Akyuvarların en büyükleri olan monositler de bakteri ve ölü hücre kırıntılarını yerler. Ömürleri çok kısadır. İnsanda 4 gündür.Mikrobik khastalıklarda sayıları artar. (Bkz. Akyuvar, Antikor, Bağışıklık)
Kan pulcukları: Çapları sadece 1-2 mikron olan kanın en küçük hücreleri olan trombositler, pıhtılaşmada önemli rol oynarlar. Kırmızı kemik iliğindeki dev hücrelerin (megakaryosit) parçalanmasıyla meydana gelen oval veya yuvarlak, renksiz ve çekirdeksiz parçacıklardır.Trombosit olarak da bilinirler. Her milimetreküp kanda yaklaşık 150-400 bin trombosit bulunur. Kanda 9 gün sağ kalırlar. Yağ, protein ve karbonhidratlardan gayri bir takım enzimleri de vardır. Damar yaralanmalarında, damarın iç yüzüne yapışarak tıkarlar.Salgıladıkları trombokinaz enzimiyle pıhtılaşmada rol oynarlar.Pıhtı meydana geldiğinde katılaşarak yaranın ağzını büzerler ve kanamayı durdururlar. Trombositlerin pıhtılaşmadaki çok önemli görevlerinin dışında serotonin, adrenalin, noradrenalin ve histamin maddelerini taşıma vazifeleri de vardır.
Kan yapıcı organlar: Kan yapan organlar olarak, kemik iliği, lenf nodülleri (bezeleri) ve dalak sayılabilir. Ana karnında karaciğer, dalak ve kemik iliği tarafından yapılan akyuvar yapımını doğumdan bir süre sonra tamamiyle kemik iliği üstlenir. Dalak ve lenf bezleri “Lenfatik doku”nun en önemli kısımları olup lenfosit ve monositleri imal ederler. (Bkz. İlik)
Lenfatik doku: Bademcikler, timus, barsak mukozasında da bulunmasına rağmen, lenfatik dokunun iki büyük merkezi lenf bezleri ve dalaktır. Bu doku, lenfositleri meydana getiren lenfoblastlar ve monositleri yapan histiositlerden husule gelmiştir. Blenfositlerinden meydana gelen “plazma hücreleri” antikor yapımında görev alırlar.
Pıhtılaşma: Damar yaralanmalarında dışarı çıkan kanın, birtakım kimyasal reaksiyonlar sonucu sıvı halden pelte koyuluğuna veya katı hale geçmesine kanın pıhtılaşması denir.Pıhtılaşma sayesinde kan kaybı önlenir.Pıhtılaşma mekanizması, çok kompleks olmakla beraber olayın son kademesini ve esasını kanda çözünen plazma proteini fibrinojen'in çözünmeyen ipliksi yapıdaki Fibrin'e dönüşmesi teşkil eder.

Kanın pıhtılaşması


Herhangi bir darbe sonucu hasar gören doku, yırtılan kan damarlarının çeperleri ve kan pulcukları (trombositler) tarafından pıhtılaşma mekanizmasını başlatacak olan trombokinaz (tromboplastin) enzimi salgılanır.
Karaciğer tarafından salgınan ve üretimi için K vitaminine ihtiyaç duyulan aktif olmayan plazma proteini protrombin, trombokinaz enzimi tarafından trombin'e çevrilir. Trombin, kan pulcuklarını da yapışkan yapar. Böylece trombositler, yırtılan damarı tıkamak için damarın iç çeperine yapışmaya başlar.
Trombin, kalsiyum tuzları'nın varlığında bir enzim gibi görev yaparak karaciğerin bir salgısı olan plazma proteini fibrinojen'i, ince uzun iplikçikler şeklinde teşekkül eden fibrin'e dönüştürür.
Fibrin iplikçikleri, kırmızı kan hücrelerini, kan pulcuklarını ve proteinlerini bir ağ gibi sararak çökeltir. Yaranın içini dolduran bu çökeltiye pıhtı denir. Pıhtı, yavaşça büzülerek küçülür ve temiz sarı bir sıvı açığa bırakır. Bu sıvıya serum adı verilir.
Pıhtı bir süre sonra kurur. Yara, fibroblast hücreleri ve deriye ait dış tabaka hücreleri tarafından onarılır.
Damarların iç yüzeyleri kaygan olduğundan, kan buralara yapışıp pıhtılaşamaz. Ayrıca normal kan dolaşımı esnasında çeşitli maddeler pıhtılaşmayı önler. Bunlardan biri karaciğer tarafından üretilen heparin'dir. Heparinin çokluğu, K vitamini eksikliği, karaciğer hastalıkları pıhtılaşmayı geciktirir. Bu gibi durumlarda, bedende nokta halinde kanamalar görülür. K vitamini, sıcaklık, asitler, kalsiyum tuzlarının çokluğu da pıhtılaşmayı hızlandırır.
Damarda yaralanma, kireç toplanması veya kolesterin birikmesi gibi hallerde kan damarın içinde pıhtılaşabilir. Damarda meydana gelen bu pıhtıya emboli (tıkaç) denir. Bu pıhtının kalbi besleyen ince damarları (karonerleri) tıkamasından kalp enfarktüsü ortaya çıkar. Çok tehlikeli olan bu hastalıkta kalp kasları beslenemediğinden zaman içinde bozulur. Bu gibi hastalar kalp yetmezliğinden ölebilir.Tıkanma akciğer veya böbreklerde olursa akciğer ve böbrek enfarktüsü adını alır.
Hemofili denen irsi bir hastalıkta kan pıhtılaşması olmaz veya pek yavaş olur. Bu tip hastalar, bir diş çekiminden veya sünnet olmaktan ileri gelen kanamaların durmaması yüzünden hayatını kaybedebilirler. Bunlara kan vermek ve pıhtılaştırıcı ilaçlar şırınga etmek suretiyle yardım edilmeye çalışılır. Bu hastalık daha çok erkeklerde görülür. (Bkz. Hemofili)

14 Ekim 2011 Cuma

İç Organlarımız ve Görevleri Nelerdir?

0 yorum | Devamını Oku...

Organ Nedir? Canlı bir vücuttaki dokuların bir araya gelerek anatomik ve işlevsel bir bütün oluşturduğu, belirli bir görev yapan ve sınırları kesin olarak belirlenmiş vücut bölümüne organ denir.
İnsan vücudunda pek çok organ ve bu organların birleşmesiyle oluşan organ sistemleri mevcuttur. Vücudumuzdaki organlardan bir kısmını "iç organlar" olarak sınıflandırmak mümkündür ve bazı durumlarda da bu ayırımı yapmak gereklidir.
Göz, kulak, kol ve bacaklar da birer organdır. Bununla birlikte, iç organlar, gövdenin içinde olan organlara denir. İç organlarımız göğüs kafesi ve karın boşluğunda yer alır.
Akciğer ve kalp hayati açısında en önemli organlarımızın başında gelmektedir ve bu organlar göğüs kafesi ile çervelenmiştir. Mide, böbrek ve bağırsaklar gibi diğer iç organlar ise karın boşluğu dediğimiz, göğüs kafesi ile bel arasındaki bölgede yer alır.
İç Organlarımız: Soluk borusu, yemek borusu, akciğerler, kalp, mide, karaciğer, safra kesesi, oniki parmak bağırsağı, pankreas, ince bağırsak, kalın bağırsak, rektum, dalak, böbrek, apandisitten oluşur.
İç organlarımız dışarıdan gözle görülemediği için bu organlarda meydana gelen hastalık, yaralanma ya da kanamalarda teşhis için bazı teknikler kullanmak gerekir. Özellikle, kaza sonrası kazazedelerde bir iç kanama olabileceği de düşünülerek daha dikkatli hareket edilmelidir.

13 Ekim 2011 Perşembe

Vücudumuzdaki Organlar ve Görevleri nedir?

0 yorum | Devamını Oku...

Organ Nedir? Canlı bir vücuttaki dokuların bir araya gelerek anatomik ve işlevsel bir bütün oluşturduğu, belirli bir görev yapan ve sınırları kesin olarak belirlenmiş vücut bölümüne organ denir.
Organlarımız; iç organları, duyu organları gibi de gruplandırılabilir.
Vücudumuzdaki organlar nelerdir? İnsan vücudunda pek çok organ görev alır. Bu organları görevlerine ve bulundukları sistemlere göre sınıflandıracak olursak:
İç Organlarımız: Soluk borusu, yemek borusu, akciğerler, kalp, mide, karaciğer, safra kesesi, oniki parmak bağırsağı, pankreas, ince bağırsak, kalın bağırsak, rektum, dalak, böbrek, apandisit.
Sindirim Organları: Temel sindirim sistemi organları, sırasıyla, ağız, yutak, yemek borusu, mide, on iki parmak bağırsağı, ince bağırsak ve kalın bağırsak olarak sayılabilir. Sindirim sistemine yardımcı organlar ise karaciğer ve pankreastır.
Üreme Organları: Kadın ve erkekte üreme organları birbirinden farklıdır. Erkek üreme organları; penis, testisler ve prostat (erbezi)'tan oluşur. Kadın üreme organları ise; vajina, rahim ve yumurtalıklardır.
Boşaltım Organları: Boşaltım sisteminde görev alan temel organlar böbrekler, üreterler ve idrar kesesidir.
Solunum Organları: Ağız, burun, yutak, gırtlak, soluk borusu ve akciğer solunum sistemini meydana getiren organlardır.
Dolaşım Organları: Kalp ve kan damarları dolaşım sistemini meydana getirir.
Duyu Organları: Göz, kulak, burun, dil ve deri duyu organlarımızdır.

Kalp Nedir? Nasıl Çalışır?

0 yorum | Devamını Oku...

Kalp göğsün ortasında yer alan, kaslardan oluşan bir organdır. Yaygın yanlışın tersine, göğsün sol yanında değil, göğsün orta çizgisi üzerine, biraz solda kalacak biçimde yerleşmiştir. Ağılığı erkeklerde 340 gr kadar, kadınlarda ise biraz daha azdır.
Kalbin sağ kenarı, göğüs kemiğinin sağ yanının arkasına rastlar; kemiğin soluna doğru, ucu sol memenin hemen altığına rastlayan bir üçgen biçiminde uzar. Kalp atışlarının kolayca duyulduğu bu uç noktaya tıp dilinde “apeks” (tepe) denir.
Kalbin görevi
Kalbin görevi, iki ayrı dolaşım sistemine kan pompalamaktır. Kanı önce bedenin başlıca atardamarı olan aorta, oran da öteki atardamarla pompaları.
Kan, organları ve dokuları dolaşıp oksijenini bıraktıktan sonra, toplardamar ile kalbe geri döner; kalbin ikinci dolaşımına girerek yeniden oksijen almak için akciğerlere pompalanır ve oksijenle yüklenmiş olarak kalbe geri gelir.
Kanın akciğerlere gidip gelmesine “küçük dolaşım” (pulmoner dolaşım); bedene dağılmasına ise “büyük dolaşım” (sistemik kan dolaşımı) adı verilir. Kanı kalpten organlara atardamarlar taşır, toplardamarlar da geri getirir.
Kalbin yapısı
kalp2Kalbin pompalama görevini dört ayrı bölüm gerçekleştirir. Bu bölümler, sıkıştıkları zaman kanı ileri iten kaslardan odacıklardır. Her odacığın çevresindeki kas kalınlığı, bölümün görevine göre değişir. Kasın en kalın olduğu yer, pompalama işleminin büyük bölümünü üstlenen sol karıncık duvardır.
Toplardamarlardan gelen kan kalbin iki yanındaki ince duvarlı kulakçıklara dolar. Bunları kanı aradaki kapakçıktan daha kalın kas yapısına sahip karıncıklara, karıncıklar da a
tardamara pompalar.
Kulakçıklar karıncıkların üstünde, arkada yer alırlar, iki kulakçık ile karıncık arasında, karıncıklar arası ve kulakçıklar arası bölme yer alır.
Kalbin çalışması
Akciğerlerde oksijen yüklenen kan akciğer toplardamarlarından geçerek kalbin sol karıncığına ulaşır. Sol kulakçık kasılarak kanı mitral(ikili) kapaktan geçip sol karıncığa dolmaya zorlar.
Sol karıncık kasılmaya başlayınca mitral kapak da kapanır ve kan aort kapağından aorta geçerek bedene dağılır ve dokulara oksijen taşır.
Oksijenini bırakan kan, gövdeden alt ana toplardamar, baştan ise üst ana toplardamar adındaki büyük toplardamarlar ile kalbe geri döner ve sağ kulakçığa ulaşır, kulakçık kasılınca triküpid(üçlü ) kapaktan sağ karıncığa geçer.
Sağ karıncığın kasılması kanı damar ağzındaki kapaktan ileri iterek akciğer atardamarlarıyla akciğere gönderir. Yeniden oksijen yüklenen kan akciğer toplardamarlarına geçerek kalbe döner (önce sol kulakçığa oradan sol karıncığa) ve çevrem yeniden başlar.
Kapaklar:
Akciğer atardamarı girişindeki kapak ile aort kapağının yapıları birbirine benzer. Bunları oluşturan sarı-beyaz renkli üç ince zar, kanın akışı yönünden açılır, ama ardından başlangıçtaki durumuna dönerek kanın geri akmasını engeller.
Mitral kapak ile triküspidkapak (ilki sol karıncıkla sol kulakçık arasında, ikincisi sağ karıncıkla sağ kulakçık arasında) da benzeşir, ama bunların yapıları daha karmaşıktır. Mitral kapak iki, triküspid kapak da üç parçadan oluşur.
Kapak parçalarından karıncığın çevresindeki kaslara uzanan lifler “chordae tendineae” olarak adlandırılır. Karıncığın her kasılmasında karıncık kası bu lifleri de gererek kapakların kapanmasını sağlar ve kanın kulakçığa geri sızmasını engeller.
Zamanlama sistemi
Kalbin her vuruşunda iki kulakçık birden kasılarak karıncılara kan pompalar. Bunu, karıncıkların birlikte kasılması izler.
Bu kasılmalar dizisini çok karmaşık bir elektriksel zamanlama sistemi düzenler.
Kalbin çalışmasını denetleyen asıl nokta, sağ kulakçığın üstünde yer alan ve “sino-atrial düğüm” adı verilen odaktır. Buradan yayılan elektriksel uyarı kulakçıklara ulaştığında onların kasılmasına neden olur. Kulakçıklarla karıncıkların birleştiği noktada ise atrioventriküler düğüm bulur.
Kasılma uyarısı burada hafif bir gecikmeye uğradıktan sonra “his demeti” adı verilen iletken lif demeti boyunca önce karıncıklar arası bölmeye, sonra da karıncıklara yayılıp, kasılmalarını sağlar.
Kaynak: http://www.bilgiustam.com/kalp-nedir-nasil-calisir/#ixzz1afZE7dgL

8 Ekim 2011 Cumartesi

Ellerimiz ve Parmaklarımız Sudayken Neden Buruşur?

0 yorum | Devamını Oku...

İnsan vücudu kıllar ile kaplıdır. Bu kıllarını kimisi uzun kimisi ise çok kısadır. Bu sebepten dolayı bazı kıllarımızı rahat bir şekilde görebiliriz bazılarını ise göremeyiz. Bu kıllarımızın diplerinde  yağ bezeleri bulunmaktadır. Sebum olarak nitelendirilen bu yağ bezelerinden çıkan yağlar, su geçirmez bir tabaka oluşturmaktadır. Bunda sebumların oluşturduğu keratin tabaka etkilidir. Bundan dolayı vücudumuz su geçirmemektedir. Su geçirmeyen derimiz bu olay sonucunda yumuşamaktadır.
Vücudumuzda parmak uçları ve tabanlarımızda kıl ya da tüy bulunmamaktadır. Çünkü bu bölgeler çok kullanıldığı için kıl oluşumu gerçekleşmemektedir. Kıl ve tüy bulunmayan bu yerlerde koruyucu keratin tabakası bulunmamaktadır. Keratin tabakası bulunmayan bu yerler kalın bir deri tabakasına sahiptir.
Parmak uçlarımız ve tabanlarımız suyun içinde uzun bir süre bulunması sonucunda derimizin altına su girmektedir. Burada su kendine yer bulmak istemektedir. Ancak parmak uçlarında ve ayak tabanlarımızda bulunan kalın deri suya yer vermemektedir. Yapısı gereği suya yer veremeyen bu bölgelerimizi bir süre sonra eğilmekte ve büzüşmektedir.
Ellerde aslında bu buruşmayı önleyen keratin tabakası bulunmaktadır. Ancak buraların sık sık yıkanması sonucunda keratin tabaka giderek kaybolmaktadır. Kaybolan keratin tabakası sonucunda derimiz içine su almaktadır.Su alan deri ise kısa bir süre sonra buruşmaktadır.
Ellerimizin suda buruşması osmos prensibiyle bağlantılıdır. Osmos prensibine göre daha sulu bir madde, daha yoğun katı bir maddenin içine girdiğinde su geçirir. Bunu elimizin su içerisine girmesi şeklinde uyarladığımızda olay daha net bir şekilde anlaşılmaktadır. Derinin içine geçen su deriyi şişirmektedir. Bu şişme olayı sonucunda deri büzülerek yüzeyini genişletmektedir. Dikkat edersek; bir süre sonra elimiz tekrar eski haline dönmektedir. Çünkü; derimizin altına giren su bir süre sonra buharlaşmaktadır.
Görüldüğü gibi buruşma sadece ellerimizin ve ayaklarımızın bir kısmında meydana gelmektedir. Diğer bölgelerimizde bu buruşmanın meydana gelmemesinin sebebi kıllarımızın dibinde bulunan yağ bezeleridir.

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top