Kitap N etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap N etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Aralık 2011 Salı

Nesl-i Ahir Özeti Halid Ziya UŞAKLIGİL

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN KONUSU :

Kitap Osmanlı Devleti’ nin son kuşak gençliğini, Saray ve çevresini, gençliğin nasıl çöktüğünü konu almaktadır.

KİTABIN ÖZETİ
Süleyman Nüzhet, yüreği vatan sevgisiyle çarpan bir Osmanlı aydınıdır. Abdülhamit döneminin baskıcı yönetiminden bıkmış ve soluğu Fransa’da almıştır. Yıllar önce vefat eden karısından olan kızı Azra ise İstanbul’da kolejde okumaktadır. Artık memlekete dönme vakti gelmiştir, kızını daha fazla yalnız bırakmaya hakkı yoktur. İstanbul’a dönerken yalnız değildir. Yanında ecnebi memleketlerde eğitim görmüş; fakat çok şükür devşirilememiş vatan evlatları vardır: Şakir ve İrfan… Süleyman Nüzhet bu gençlere çok güvenmektedir. Ona göre Devlet’i bu çirkef durumdan ancak ve ancak bunlar gibi vatan evlatları kurtaracaktır(yani tüm kurtuluş ümidi gençlerdedir). Memlekete döndükten sonra Saray adamları Süleyman Nüzhet ve onun yanındaki gençleri takip etmeğe başlamışlardır. Çünkü Avrupa’daki jöntürk hareketlerine katıldıklarından şüphelenmektedirler ve oradaki faaliyetler hakkında bilgi almak istemektedirler. Bunun en iyi yolu; gençlere bazı mevkiler vaat ederek onları kendi lehlerine kullanmaktır. Bundan sonra Şakir’ i ve İrfan’ ı kazanmaya çalışırlar. Şakir, çok iyi bir delikanlı olmasına rağmen sağlam bir fikir telakkisine sahip olmadığından çok kolay kandırılır. Daha sonra Saray adına, vatansever Osmanlı aydınlarının ecnebi dillerde yayımlanan yazılarını çevirdiğine pişman olur,ama iş işten geçmiştir artık. İrfan, Şakir’e göre daha sağlam bir fikir telakkisine sahiptir; fakat o da babasını öldürenlerden intikam almak için Saray çevresinde dönen pis işlere bulaşmaktan kendini alıkoyamaz. Süleyman Nüzhet’in kızı Azra ise bir başka Osmanlı gencidir. Çok kültürlü bir kız olmasına rağmen klasik Osmanlı hatunu olma isteğindedir ve Süleyman kızını İrfan ile baş göz etmek isteğindedir. İrfan annesinin ölümüne dayanamayıp intihar eder.Memleketin diğer gençleri ise Saray ve çevresinin pislikleriyle haşır neşir olmuşlardır. Osmanlı Devleti’ nin kurtuluşu başka bahara kalmıştır.

KİTABIN ANA FİKRİ :

Osmanlı gençliği(ki Halid Ziya Uşaklıgil’ in Osmanlı gençliğinden anladığı İstanbul gençliğidir) bu Devlet’ i düze çıkaracak güce ve kudrete sahip değildir.

OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :

Süleyman Nüzhet bilgili, kültürlü ve yüreği vatan sevgisi ile çarpan bir Osmanlı aydınıdır. Müthiş bir gözlem yeteneği vardır. Şakir, çok iyi bir insan olmasına rağmen sağlam bir karaktere sahip değildir.İrfan ise aksine sağlam bir karaktere sahip, ailesini çok seven biridir.


KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜLÜŞLER :

Kitap, Halid Ziya Uşaklıgil’ in müthiş üslubunun kendini hissettirdiği, her Türk gencinin okuması gereken bir eserdir. Kitap kahramanların en cahili bile müthiş ağır bir dille konuşmaktadırlar. Yani kahramanlar Saray ve çevresinden seçilmiş. Her ne kadar Anadolu İnsanı’ ndan pek bahsedilmemişse de Osmanlı’ nın çirkef yanlarına ışık tuttuğu için önemli bir eser.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ :

Halid Ziya Uşaklıgil (1866-1945 ) Servet-i Fünun romancılarındandır. İstanbul’ da doğdu ve yine bu şehirde öldü. İlk tahsilinden sonra Fatih Askeri Rüştiyesi’ ne gitti ve 17 yaşında okuldan ayrılda.1884′ te “Nevruz” gazetesini daha sonra “Hizmet” ve “Ahenk” gazetelerini kurdu. İzmir Rüştiyesi’ nde Fransızca öğretmenliği yaptı. İdadide Türk Edebiyatı dersi okuttu.Reji Müdürlüğü başkatibi oldu. Servet-i Fünun dergisine girdi ve en büyük romanları burada yayımlandı.Darülfünun’ da Batı Edebiyatı dersleri verdi. Mabeyin Başkatibi, Ayan Üyesi oldu. Sessizliği, batı müziğini ve kitap okumayı, çiçekleri severdi. Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, Farsça, Arapça bilirdi. Roman, hikaye, mensur, tiyatro, şiir, hatıra, hitabet, edebiyat tarihi, makale türünde eserler verdi. Romanlarında sosyal ve psikolojik konuları işler. Kahramanları gerçek hayattan alınmıştır.150′ den çok hikayesi vardır. Modern Türk hikaye ve romanının babası sayılır. Çevirileri de vardır.

Neva - Ilgın OLUT

0 yorum | Devamını Oku...
1-KİTABIN KONUSU :

Kitapta çok genişçe yer verilmekte olan gençlik yılları sendromu yaşanmaktadır.Yazarın bunu bu kitapta ne kadar iyi işlediğini görmekteyiz.Sonu acıda bitse kitap bize gençlik yıllarındaki bir erkek ve kızın ilişkilerini tam anlamıyla anlatıyor.

2-KİTABIN ÖZETİ:

İlk olarak yolculuğumuza İzmir’de başlıyoruz.Lise yıllarındaki dört delikanlıyı tanıyoruz.Hepsinin kendine göre hayalleri var.Bütün gençler şehirlerindeki bir üniversitede okumak istiyor.Ama Ilgın illede İstanbul’u istiyor.Babası da ünlü bir doktor olan Ilgın İstanbul'da bir tıp fakültesini kazanıyor.İlk dört senesi çeşitli deneyimlerle geçiyor.Hep hayalindeki gerçek kızı arıyor.En sonunda istediği gerçek kızı Neva’yı buluyor.Birlikte çok mutlu oluyorlar.Hatta işleri o kadar ciddiye vardırıyorlar ki ailelerinide tanıştırıp nişanlanıyorlar.Tan evlenme arifesindeyken Neva’nın gençlik yıllarında yaptığı çok küçük bir hatadan kavga ediyorlar ve Neva intihar ediyor.Ilgın doğal olarak yıkılıyor ve kitap sona eriyor.

3-KİTABIN ANAFİKRİ :

Kitapta verilmek olan çok kuvvetli iki olay var.Birincisi kesinlikle başkalarını geçiş olan gençlik hataları yüzünden yargılamayın.İkincisi hayata bakarken daha geniş bir pencereden uzanın.

4-OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Olaylar ve şahıslar yazar tarafından çok ince elenip sık döşensene akıcı kitap içerisinde çok iyi ayırt edilebiliyor.

5-ŞAHSİ GÖRÜŞLER :

Bana göre kitap konusu bakımından çok güzel bir kitap.Güzel olmasının iki nedeni var.Birincisi verilen olayın gerçekten alınmasıdır.İkincisi yaşanılan olayların herkesin başına gelinebilir olmasıdır.

6-YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ :

Yazarın fazla bir yazarlık deneyimi olmadığını okuyan herkes anlayabilir.Ama yazar kitabında çağrışım tekniğiyle yazması hatasını azda olsa örtüyor.Yazarımız İzmir doğumludur.Bu kitap onun ilk denemesidir.Halen Ankara’da doktorluk yapıyor.

Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler

0 yorum | Devamını Oku...
NASRETTİN HOCA FIKRALARI’NDAN SEÇMELER
Utancımdan Saklandım:
Nasreddin Hoca’nın evine bir gün hırsız girmiş. Hoca dolabın içine saklanmış. Hırsız, evin içini, dışını iyice aramış ancak çalacak, işe yarar bir şey bulamamış. Bu sırada bir şey bulma umuduyla dolabı açan hırsız içeride saklanan Hoca’yı görmüş ve birden şaşırarak :
- Sen burada mısın?
Hoca, evet demiş, “Çalacak bir şey bulamayacağını bili*yorum da utancımdan saklandım.”
Papağan:
Nasreddin Hoca pazarda dolaşırken renkli bir kuşun on iki altına satıldığını görürmüş. Bu durum karşısında şaşıran Hoca yanındakilere sormuş:
- Bu kuş niçin bu kadar para ediyor?
- Bu papağandır, konuşur.
Hoca hemen evine gitmiş, hindisini koltuğunun altına alıp pazara getirmiş.
- Hoca’m bu hindi kaç para ? diye sormuşlar.
- On altın, demiş. Herkes şaşırmış:
- Bir hindi on altın eder mi?
- Görmüyor musunuz, papağanı on iki altına satıyorlar.
- Ama Hoca’m onun marifeti var, insan gibi konuşuyor. Senin hindi ne yapar ki?
- O konuşursa bu da insan gibi düşünür!
İpe Un Sermek
Bir gün komşusu, Hoca’dan urgan istemiş. Hoca içeriye girip çıkmış:
- İp boş değil, demiş. Hanım üstüne un sermiş. Komşu;
- Bu nasıl iş Efendi, demiş. Hiç ipe un serilir mi?
- Serilir elbette, vermeye gönlüm olmayınca ipe un da serilir.
Ayı Kurtardık
Hoca bir akşam su çekmek için kuyuya gider. Kuyunun kapağını açınca bir de ne görsün, kuyunun içinde koskoca ay… “Eyvah, ay kuyuya düşmüş hanım, koş çengeli getir, ay kuyuya düşmüş!” diye seslenir. Hanımı koşar, çengeli getirir Hoca, çengeli kuyuya atar, sallar sallar tutturamaz. Nihayet çengel bir taşa takılır. Hoca kuvvetle çekerken çengel kopar, kendisi de sırt üstü yere düşer. Göğe bakar ki ay gökyüzünde. “Oooh, çok şükür, düş*tük ama ay’ı da kuyudan çıkardık!”
Timur’un Filleri
Timur, Akşehir’e bir erkek fil getirmiş. Başıboş gezen fil, ekili alanları silip süpürmüş, bağlara bahçelere zarar vermiş. Üstelik, yiyeceğini de Akşehirliler sağlıyormuş. Kısacası, fil şehrin başına bela olmuş.
Sonunda Akşehirliler Hoca’ya gidip;
-Hoca Efendi Timur’a ancak sen söz geçirebilirsin. Şu*nun bir çaresine baksan.
- Haklısınız, yarın benimle birlikte on-on beş kişi gelsin, hep birlikte gidip Timur’a derdimizi anlatalım.
Ertesi gün Hoca önde, diğerleri arkada, yola koyulmuş*lar. Fakat yol boyunca gruptakiler birer ikişer ayrılmış. Ti*mur’un otağına yaklaştıklarında Hoca dönüp ardına bir bak*mış, kimse yok… Hepsi korkudan kaçmışlar. Timur’un yanı*na gelen Hoca:
- Efendim, biz Akşehirliler getirdiğiniz fili çok sevdik. Ama hâline acıyoruz. Zavallı hayvan tek kaldı. Akşehirliler bir de dişisini getirtmeniz için beni yolladılar.
Timur bu sözlerden hoşlanmış;
- Akşehirlilere selam söyle, isteklerini yerine getireceğim.
Hoca oradan çıkıp kendisini dört gözle bekleyen Akşe*hirlilerin yanına varınca;
- Muştular olsun! Belanın dişisi de geliyor!
Ah Gençlik
Hoca bir gün ata binmek istemiş. Hayvanın boyu epey yüksekmiş. Hoca bir türlü atin üstüne sıçrayamamış. Yanın*dakiler duyacak şekilde sesini yükseltip, söylenmiş:
-Ah gençlik ah! Gençliğimizde böyle miydik? Sonra sesini alçaltarak kendi kendine mırıldanmış:
- Ben senin gençliğini de iyi bilirim Nasreddüinn!
Ya Tutarsa
Hoca bir gün biraz yoğurt mayası alıp Akşehir Gölü’ne gitmiş, mayayı göle bırakmış. Birisi bunu görüp sormuş:
- Ne yapıyorsun öyle Hoca?
- Hiç, göle maya çalıyorum. Adam şaşırıp kalmış:
- Hoca’m hiç göl maya tutar mı?
- Ben de biliyorum tutmayacağını. Ama ya tutarsa?
Tarifi Bende
Günlerden bir gün Hoca’nın canı ciğer istemiş. Kasaptan ciğeri alan Hoca evine giderken dostlarından birine rastlamış. Adam:
- Hoca’m o ciğeri nasıl pişireceksin?
- Bilmem.
Dostu, bir çeşit ciğer yahnisi tarif etmiş. Hoca:
- Bu uzun sürdü, aklımda kalmaz, sana zahmet bu tarifi bir kâğıt parçasına yazıver.
Hoca, tarifi cebinde, ciğeri elinde dalgın dalgın giderken bir çaylak süzülüp inmiş, ciğeri kapıp havalanmış. Hoca bir müddet koşmuş, bakmış ki koşmakla gökteki kuşu tutmaya imkân yok. Elindeki tarifi havaya doğru sal*layıp çaylağa bağırmış:
- Boşuna heveslenme, ağız tadıyla yiyemeyeceksin, tari*fi bende.
Kazan Doğurdu
Hoca bir gün komşusundan ödünç bir kazan ister. İşini bitirdikten sonra kazanın içine bir tencere koyup komşusuna götürür. Komşu, tencereyi görünce:
- Hoca bu nedir böyle?
- Sorma komşu kazan gebeymiş. Anlayacağın senin ka*zan doğurdu.
Bu duruma sevinen adam kazanı tencereyle beraber alır.
Bir zaman sonra Hoca, aynı komşusundan kazanını ge*ne ister. Aradan epey zaman geçer; fakat bu sefer Hoca ka*zanı geri vermez. Sonunda komşusu Hoca’nın evine gidip kazanı ister. Hoca, üzgün bir şekilde:
- Aah komşum, başınız sağ olsun, kazan sizlere ömür…
- Aman Hoca’m ne diyorsun? Hiç kazan ölür mü?
- A komşucuğum, kazanın doğurduğuna inandın da öl*düğüne mi inanmıyorsun?
İsa Ne Yer ?
Hoca, ramazan ayını geçirdiği köyde vaaz verirken bir ara Hz. İsa’nın göğe çekildiğinden söz etmiş. Camiden çıkın*ca yaşlı bir kadın yanma yaklaşıp:
- Hoca’m, İsa Peygamber göğe çekildi, dedin. Acaba o orada ne yiyip ne içer ?
Hoca da zaten köyde ilgisizlikten dertlidir:
- Bre kadın, günlerdir bu köydeyim, bir gün olsun şu za*vallı Hoca ne yer ne içer demediniz de gökyüzünde Allah’a kavuşmuş peygamberin ne yiyip içtiğini mi soruyorsun!
Cenazede
Hoca’ya sormuşlar:
- Cenazede tabutun önünden mi yürümeli, arkasından mı? Hoca:
- İçinde olmayın da, demiş, önünden de gitseniz olur, ar*dından da…
Eşeğe mi İnanıyorsun Bana mı
Bir sabah komşularından biri Hoca’ya:
- Efendi, demiş, değirmene gidip geleceğim. Bugün eşe*ğini bana ödünç verir misin?
Hoca kestirip atmış:
- Evde değil.
Tam o sırada ahırdaki eşek anırmaya başlamış. Komşu:
- İşte bak eşek ahırdaymış. Yazıklar olsun komşu bir eşe*ği esirgedin benden.
Hoca sesini yükseltmiş:
- Yahu sen ne biçim adamsın? Ak sakalımla benim sözü*me inanmıyorsun da eşeğin sözüne mi inanıyorsun!
Parayı Veren Düdüğü Çalar
Hoca pazara giderken mahallesindeki çocuklar etrafına toplanmışlar. Her birisi çarşıdan kendileri için bir şeyler al*masını istemiş. İçlerinden bir çocuk da parasını vererek ken*disi için bir düdük almasını istemiş. Hoca: ‘
- Peki, peki getiririm, demiş.
Akşamüstü pazardan dönerken çocuklar Hoca’nın yolu*nu kesmişler. Hepsi siparişlerini sormuş. Hoca sadece para veren çocuğa düdüğünü uzatmış ve demiş ki:
- Parayı veren, düdüğü çalar!
Kedi Nerede
Hoca bir gün evine et götürmüş. Hanımına eti vererek akşama bir güzel pişirmesini tembih etmiş. Hanımı da eti pi*şirip komşularıyla bir güzel, afiyetle yemiş. Akşam et yeme ümidiyle eve gelen Hoca’ya da:
- Efendi sorma etin başına gelenleri. Bizim kedi senin ge*tirdiğin eti kapıp kaçtı. Arkasından koştum ama yetişemedim, Anlayacağın hain kedi senin eti yedi.
Hoca hemen oracıkta duran cılız kediyi tutmuş ve tart*mış. Kedi iki okka gelmiş. Hanımına:
- Hatun, bu kedi ise benim et nerede, bu et ise bizim ke*di nerede?
Keramet Kavukta İse
Adamın biri Iran taraflarından gelen bir mektubu Ho-ca’ya vermiş:
- Hoca’m, sana zahmet şu mektubu bir okuyuver.
Hoca bakmış, yazı hem okunaksız, hem de Farsça yazıl*mış. Hoca mektubu getiren kişiye:
- Bunu siz başkasına okutun.
Adam ısrar edince açıklamak zorunda kalmış:
- Ben Farsça bilmem. Türkçe de olsa yazı okunaklı olma*dığı için yine okuyamazdım.
Adam bu durum karşısında sinirlenmiş:
- Başında kocaman kavuk, üstünde şu cübbenle şu mek*tubu okuyamıyorsun, bir de hocayım diye geçinirsin!
Hoca kavuğunu cübbesini çıkarıp adamın önüne koy*muş:
- Keramet kavukla cübbedeyse, buyur sen giy, mektubu da sen oku!

Nutuk - Atatürk

0 yorum | Devamını Oku...
Nutuk Türkiye devletinin yazılan ilk tarihidir. Yazarı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Yaptığı tarihi gelecekteki Türk insanına tanıtabilmek amacıyla bu kitabı kaleme almıştır.

Nutuk: Atatürk tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Partisinin 15-20 Ekim tarihleri arasında Ankara da toplanan İkinci Kongresinde okunmuştur. Konuşma otuz altı buçuk saat sürmüştür.

Nutuk 1919’dan başlayarak 1927 ye kadar olan tarih dilimini incelemektedir. Bu dönem üç bölümde ele alınmıştır.

1. Kuva-i Milliye (Ulusal güçler) Dönemi
Nutukta yeni Türkiye Devletinin kuruluşu anlatılmaktadır. Yeni Türk devletinin kurulmasındaki maksat da şu şekilde açıklanmıştır: Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu da tam bağımsız olmakla sağlanabilir. “Ne kadar zengin olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan ileriye gidemez.” demiştir ve Mustafa Kemal Atatürk şu sözleri söylemiştir “Türkün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksektir. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.” Diyerek kurtuluş isteyenlerin parolasının “Ya bağımsızlık ya ölüm olduğunu “ söylemiştir.

Burada devlet kurmanın zorlukları görülmektedir. Atatürk Samsun’a çıktığı anda ülkenin genel durumu; Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu topluluk savaşta yenilmiş Osmanlı Ordusu zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes imzalanmış, ulus yorgun ve bitkin bir durumda, ulusu ve ülkeyi savaşa sürükleyenler yurttan kaçmış, padişah ve halife soysuzlaşmış, kendini ve tahtını koruyacak alçakça önlemler araştırmakta, hükümet yüzsüz, onursuz, korkak, ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta, yurdun dört bir yanındaki topluluklar devletin bir an önce çökmesine çaba harcıyorlardı. Bu şekilde açıkladıktan sonra ulus egemenliğine dayanan kayıtsız şartsız yeni bir devleti kurmak için izlediği politikayı, karşılaştığı güçlükleri bunalımları ve çatışmaları anlatmaktadır. Bu haliyle Nutuk, sömürgeci devletlerin altında yaşayan uluslara kurtuluş yolunu gösteren bir yapıt özelliği taşımaktadır.

2. Türkiye Büyük Millet Meclisi Dönemi:
Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de açılmış ve o günden sonra tüm askeri ve sivil makamların ulusun başvuracağı en yüce katın Meclis olacağını halkına bildirmiş ve Meclis, Mustafa Kemal Atatürk’ün açık ve gizli oturumlardaki bir iki gün süren açıklamaları ve konuşmalarından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı seçmiştir.

3. Cumhuriyet Dönemi
Atatürk İsmet Paşa ile birlikte bir yasa tasarısı hazırladı. Bu tasarıdaki 20 Ocak 1921 tarihli anayasanın devlet biçimini saptar maddelerini değiştirerek birinci maddenin sonuna “Türkiye Devletinin Hükümet biçimi Cumhuriyettir” cümlesini ekleyerek maddeyi değiştirmiştir ve yapılan Meclis toplantısında Anayasanın Değiştirilmesi ile ilgili maddenin görüşülmesi kabul edildi. Toplantı sonunda yasa birçok milletvekilinin “Yaşasın Cumhuriyet” söylemleri ile kabul edildi ve böylece 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiş oldu. Daha sonra Cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi. Oylamada Mustafa Kemal Atatürk toplantıya katılan yüz elli sekiz kişinin tümünün oylarını alarak Cumhurbaşkanı seçildi.

Nutuk sömürge ulusların bağımsızlıklarını kazanmaya yardımcı olacak bir program niteliğindedir. Bu eser okunduğunda Türk kurtuluş savaşının bir askeri savaş olduğu kadar bir düşünce savaşı da olduğu görülmektedir.

Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk’ün halkına verdiği bir hesap pusulasıdır. Çünkü ulusal kurtuluş savaşı boyunca o halkıyla birlikte olmuştu ve halkına “Hayat demek savaş ve çarpışma demektir. Hayatta başarı yüzde yüz savaşta, başarı kazanmakla elde edilebilir. Bu da manevi ve maddi güce dayanır. İnsanların uğraştığı tüm sorunlar, karşılaştığı tüm tehlikeler, elde ettiği başarılar toplumca yapılan genel savaşın dalgaları içinde doğar.” Sözlerini söylemiş ve halkından can istemiş, halk seve seve vermiş, mal istemiş, halk seve seve vermiştir. Bunlar nerede, nasıl, niçin, harcanmış ? Nutuk halkın kafasındaki bu sorulara da açıklık getirmiştir.

Türk halkından alınan canın ve malın ülkenin işgalinden, ulusun kölelikten kurtularak onurlu, bağımsız, çağdaş bir devlet ve toplum olarak yaşaması için harcandığını belgeleriyle açıklamaktadır. Atatürk bu eserinde, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalışmış ve Türk gençliğine bıraktığı kutsal armağanı şu sözlerle noktalamıştır;“ Bu uzun ve ayrıntılı sözlerim tarihe mal olmuş bir devrin öyküsüdür, burada ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtmiş isem kendimi mutlu sayacağım” demiş. Nutuk, yeni Türkiye devletinin nasıl kurulduğunu merak eden tüm insanlarımızın okuması gereken bir başucu eseridir. Bundan dolayı siyasi yaşantımızda olduğu kadar, devlet felsefesinde de kullandığımız en baş eserdir.

Nimetşinas (Hüseyin Rahmi Gürpınar)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : NİMETŞİNAS
KİTABIN YAZARI : Hüseyin Rahmi GÜRPINAR
YAYIN EVİ VE ADRESİ : ÖZGÜR YAYINLARI-İSTANBUL
BASIM YILI : 1995

KİTABIN KONUSU

Kitapta çok terbiyeli, dürüst ve namuslu bir kızın hizmetçi olarak çalıştığı yerin hanımının ölmesinden sonra başka bir hanıma hizmet etmesi ve ona olan sadakati.

KİTABIN ÖZETİ

Roman, Neriman ismindeki bir hizmetçi kızı anlatır. Neriman ve annesi Hayriye Hanım, bir konakta hizmetçilik yapmaktadırlar. Konaktakiler Neriman’ı o kadar çok severler ki hizmetçi değil evin kızı gibidir. Bütün yaptığı iş kendi yaşındaki hanımı Nevber ile vakit geçirmektir. Zaten o da bundan zevk almakta ve Nevber’i çok sevmektedir. Amansız bir hastalığa yakalanan Nevber bir süre sonra vefat eder. O evde kalamayacağını anlayan Neriman ve annesi oradan çıkar başka bir konakta hizmete girerler. Konakta hizmet etmesi gereken kişi Talat Hanım, oğlu ve kocasıdır. Yeni hanımı da Neriman’ı çok sever ve onu kızı gibi görmeye başlar. Neriman herkezin aklını çelebilecek ve kendisine hayran edebilecek bir güzelliktedir. Ama Talat Hanım kocası Nihat Bey’e sonsuz bir aşk ve güven duymaktadır. Fakat bu güven fazla uzun sürmez. Nihat Bey, çok kısa zaman içerisinde Neriman’a sırılsıklam aşık olur. Bunu ona söyler; fakat Neriman her seferinde tersler çünkü Talat Hanım’a büyük bir saygı ve sadakat ile bağlıdır. Bu aşkı bir süre sonra Talat Hanım ve bütün ev halkı duyar.

Tartışmalar, boşanma kararları derken Neriman ve annesi evden gider. Talat Hanım kocasının ne kadar üzgün olduğunu görür ve onun için kendisini feda ederek onu Neriman ile evlendirmeye karar verir. Neriman konağa çağrılır. Bu kararı duyan Neriman öyle güzel ifadelerle evlenmeyeceğini anlatır ki Talat Hanım Neriman’ın nasıl bir insan olduğunu bir kez daha anlar ve hayran olur. Nihat Bey’de duyduğu bu sevgiden utanır ve eskisi gibi Talat Hanım’ı sevmeye devam eder.
KİTABIN ANA FİKRİ

Kitabın vurgulamak istediği ana nokta; Hiç bir zaman ne şartta olursa olsun dürüstlüğümüzden ve en önemlisi sadakatimizden zerre kadar taviz vermememiz gerektiğidir.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Neriman çok genç yaşta iffetli, dürüst, namuslu ve çok sadık bir hizmetçidir. Talat Hanım yanında çalışanlara karşı son derece samimi, ailesine düşkün ve hiç bir zaman olumsuzlukları düşünmeyen bir insandır.

Nihat Bey; dürüst, çalışkan ve evine çok bağlı bir eş ve babadır. Genellikle çevresinde olup bitenlere dikkat etmez ve soğuk kanlıdır. Romanda geçen olay bir aile için bir facia ama aslında normal bir durumdur. Nihat Bey eşine ve çocuğuna bağlı bir insandır fakat Neriman o kadar güzel bir kızdır ki Nihat Bey’de gönlüne hakim olamayarak bu eşsiz güzele aşık olur. Aslında olmaması gereken fakat insanın elinde olmadan gelişen bir durumdur.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitap son derece güzel bir yalınlık içerisinde anlatılmıştır. Kitaptaki olaylar anlatılırken gerçekçi bir tarz ve doğalcılık akımı göze çarpmaktadır. Romanda sürükleyici bir akış vardır. Yani konunun gelişimi yalnızca olayların akışına bırakılmıştır.

KİTABIN YAZARI HAKKINDAKİ KISA BİLGİ

17 Ağustos 1864’te İstanbul’un Ayaspaşa semtinde doğan Hüseyin Rahmi Gürpınar, hünkar yaverlerinden Mehmet Sait Paşa’nın oğludur.Ancak babasının pek etkisi altında kaldığı söylenemez; çünkü, Mehmet Sait Paşa, görevli olarak zamanın çoğunu İstanbul dışında geçiren bir kimsedir. Annesi de, küçük Hüseyin Rahmi daha dört buçuk yaşındayken ölünce, yapayalnız kalır. Bu nedenle çocukluğu teyzesinin Aksaray’daki konağında geçer. Hüseyin Rahmi, sanatı, halkı yükseltmek için bir araç olarak görür. Bu nedenle, bütün yazarlık yaşamı boyunca üzerine gitmediği, eleştirip alay etmediği hiçbir toplumsal kurum yoktur; iki yüzlü aile ahlakını, dini kötüye kullanıp dünyalıklarını doğrultan yobazları, karısını ya da kocasını aldatan eşleri her türlü rezaleti Avrupalılaşmanın bir gereği olarak gören kadınları, tüyü bitmemiş yetimin hakkını bahseden ticaret erbabını yergilerinin hedefi olarak işlerken, amacı yalnızca okuru biraz olsun düşündürmek ve eğlendirmektir.

Nemide (Halit Ziya Uşaklıgil)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : NEMİDE
KİTABIN YAZARI : H. ZİYA UŞAKLIGİL
YAYINEVİ : İNKILAP VE AKA
BASIM YILI : 1984

KİTABIN KONUSU

Annesi vereme yenik düşmüş ve kendisi de bu illetin pençesinde yaşam mücadelesi veren genç bir kızın yaşadıkları.

KİTABIN ÖZETİ

Şevket Bey zengin bir adamın ikinci oğlu idi. Önce ağabeyini daha sonra babasını kaybetti. Babasını kaybettiğinde kendisine Sultanahmet Caddesi’nde bir konak, Kanlıca’da bir yalı, beş altı dükkan, bir zeytinlik, bir çiftlik kalmıştı. Şevket Bey babasının sağlığında herşeye meraklıydı hemen hemen her iş hakkında bilgi edinmişti. Hiçbirşeyin üzerinde çok fazla durmamış fakat hepsine eğilimi olduğunu göstermişti. Babasının ölümünden sonra Şevket Beyin içinde bir boşluk oluşmuştu.

Günler bu şekilde geçerken bir gün annesinin yanında yürümekte olan genç bir kız görmüştü. O an içinde bazı kıpırdanmalar oldu. Kıza o kadar dikkatle bakmıştıki kızcağızın yüzü kızarmıştı. Şevket Bey daha sonra aynı kızı bir kere daha görmüş ve evine kadar takip etmişti. Kızın girdiği ev Şevket Beyin evine yakın bir yerde bulunuyordu. Bir süre düşündükten sonra Şevket Bey bu kız ile evlenmek istediğini kızın annesine bildirmiş ve bu isteği olumlu karşılanmıştı. Şevket Bey evlendiğinde sanki dünyanın en mutlu insanı olmuştu. Fakat bu mutluluğu fazla uzun sürmedi. Karısı Naime hastalanmış ve doktorların muayenesi sonucu kesinlikle çocuk yapmaması tavsiye edilmişti.Fakat bu tavsiye biraz geç kalmış bir tavsiye idi.Çünkü Naime gebe idi.

Naime çocuğunu doğurdu fakat kendisi hayata gözlerini yumdu. Yeni doğan bu kıza Nemide adını verdiler. Bu acıya dayanamayan Şevket Bey yeni doğan bebeğini Dr. Osman Beye emanet ederek iki yıllık bir seyahate çıktı. Dönüşte kızını doktordan geri aldı. Fakat kızının da bünyesi annesi gibi çok zayıftı ve ömür boyu sağlığına büyük bir dikkat gösterilmesi gerekiyordu. Şevket Bey’in bundan sonra kendi hayatını kızına adamaktan başka yapabilecek hiç bir şeyi yoktu. Bir baba olarak bunu ve gerektiğinde bundan büyük fedakarlıkları yapmak zorundaydı.Çünkü Nemide ona Naime’den kalan tek ve en büyük varlıktı.

Şevket Bey kızının üzerine titredi. Yıllar geçti ve Nemide büyümüş gelinlik kız olmuştu. Nemide amcasının oğlu Nail’e karşı büyük bir aşk hissediyordu. Ancak Nail’in Nemide için hissettiği sevgi daha farklı bir duyguydu, onu bir kardeşçesine seviyordu.

Nail her hafta belirli günlerde amcasını ve Nemide’yi görmeye gelirdi. Nail Nemide’den yaşça büyüktü. Nail tıp eğitimini tamamlamak için Paris’e gittiğinde Nemide çok üzülmüştü. Nail Paris’te üç yıl kaldı ve geri döndü. Bir süre sonra Nail ile Nemide nişanlandı. Fakat Nail küçüklükten beri garip bir bağ ile bağlı olduğu Nemide’ye değil, küçük yaşta annesini kaybeden ve babası tarafından terkedilen teyzesinin kızı Nahit’e aşıktı. Nahit de Nail’e deliler gibi aşıktı. Nail Nahit’i çok sevmesine rağmen Nemide’nin sağlığını düşündüğü için duygularını açığa vurmuyordu ve kaderine razı oluyordu. Bir zaman sonra Nemide durumu sezdi ve nişan yüzüğünü Nahit’e verdi.Kendisini sevmeyen birisiyle evlenemeyeceğini söyledi.Bir süre sonra Nemide vereme yenik düştü ve Nahit ile Nail evlendiler.

KİTABIN ANA FİKRİ

Mutluluğun, başkalarının mutluluğuna engel olarak yakalanamayacağı ve sevginin fedakarlık gerektirdiği.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ

Kitap gayet klasik ve sade bir konudan bahsettiği için şaşırtıcı ya da gerçek dışı bir olay yaşanmamıştır. Bence kitaptaki en önemli olay Nemide’ nin nişan yüzüğünü hiç çekinmeden Nahit’e vermesidir.

Şevket Bey : Zengin bir babanın oğlu olması itibariyle hayatta pek sıkıntı çekmemiş fakat zengin oluşu kendisini bir şımarıklığa itmemiştir.

Nemide : Nemide de hayatta hemen hemen her isteği yerine getirilen birisidir.Bu durum Nemide’yi biraz şımartmıştır.

Nail : Öğrenimine öncelik vermiş ve daha sonra Nahit ile evlenmiştir.

Nahit : Küçük yaşta annesini kaybetmesinden dolayı duyduğu acı onu olgunlaştırmıştır.

Osman Bey : İyiliksever ve temiz kalpli bir insandır.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitapta işlenen konu hayatta herkesin başına gelebilecek olayları ele almıştır. Fakat yazarın üslubu ve yaptığı tasvirler kitabı çekici kılmaya yetmiştir. Bu sayede kitap büyük bir akıcılık kazanmıştır. Kitabı ilk elinize aldığınızda sonuna kadar bırakamayabilirsiniz.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ

Servet-i fünun romancılarından. İstanbul’da doğdu ve yine bu şehirde öldü. İlk tahsilinden sonra Fatih Askeri Rüştiyesi’ne gitti ve 17 yaşında okuldan ayrıldı. 1884’te “Nevruz” gazetesini ,daha sonra “Hizmet” ve “Ahenk” gazetelerini kurdu. İzmir Rüştiyesi’nde Fransızca öğretmenliği yaptı. İdadide Türk Edebiyatı dersi okuttu. Reji Müdürlüğü Başkatibi oldu. Servet-i Fünun dergisine girdi ve en büyük romanları burada yayımlandı. Darülfünunda batı edebiyatı dersleri verdi. Mabeyin Başkatibi, Ayan Üyesi oldu. Sessizliği, batı müziğini, kitap okumayı, çiçekleri severdi. Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca, Arapça ve Farsça bilirdi. Roman, hikaye, tiyatro, mensur şiir, hatıra, hitabet, edebiyat tarihi, makale türünde eserler verdi. Romanlarında sosyal ve psikolojik konuları işler. Kahramanları gerçek hayattan alınmıştır. 150’den fazla eseri vardır. Modern Türk hikaye ve romanının babası sayılır. Çevirileri de vardır.

Nehir Tanrısı (Willbur Smith)

0 yorum | Devamını Oku...
KiTABIN ADI : Nehir Tanrısı
KiTABIN YAZARI : Willbur Smith
YAYIN EVi VE ADRESi : İNKILAP VE AKA - İSTANBUL
BASIM YILI : 1984
KİTABIN KONUSU

Yüzyıllar öncesinin en şaşalı medeniyetlerinden olan Mısır’da vuku bulan ,siyasi,askeri ve toplumsal birtakım olayların bir köle etrafında cereyan edişi konu ediliyor. Bir köle ki yalnız adı papiruslarda köle ,kitabı okuyan kişi bir filozof yakıştırması yapılması gereken Köle Taita’yı saygıyla anmaktan alamıyor kendini.

KİTABIN ÖZETİ

İçine kapanık, şair ruhlu, kendi hâlinde dürüst bir insan olan Ali Rıza Bey, prensipleri kendi prensipleriyle bağdaşmayan insanlarla çalışmak istemediği için şirketteki memuriyetinden istifa eder; Üsküdar’daki evine çekilir. Ali Rıza Beyin, Şevket isminde bir oğlu ile Fikret, Neclâ, Leylâ ve Ayşe adında dört kızı vardır. Ali Rıza Bey, işten çıktığı sırada oğlu Şevket yüksek maaşla bir bankaya memur olur; evin bütün yükü onun üzerine biner. Şevket, babası gibi iyi yetişmiş, karakterli, namuslu bir gençtir. Ailesine de son derece bağlıdır. Babasının doğruluk ve namus uğruna işten istifa etmesini uygun bulur. Buna karşılık Ali Rıza Beyin hanımı Hayriye Hanım durumdan hiç memnun kalmaz.

Bir süre sonra Şevket, Ferhunde adında hafif meşrep bir kadınla evlenir. Eğlenceye düşkün olan bu kadın, birbirinden genç, güzel ve hareketli, asrî olmaya meraklı olan Neclâ ve Leylâ’nın da karakterini bozar. Bir eğlence ve moda düşkünlüğü başlar. Evde sık sık partiler düzenlenir. Evin büyük kızı Fikret, yengesi ve kardeşleriyle anlaşamadığı ve bu durumdan hiç memnun olmadığı için en az babası kadar üzgün ve kırgındır. Hayriye Hanım, sırf kızlarına koca bulmak ümidiyle evde her değişikliğe razı olur. Şevket de olanlardan memnun kalmamasına rağmen belki de karısının tesiriyle kendisini bu hevese kaptırmıştır…

Evde gün geçtikçe itibarı düşen Ali Rıza Bey tekrar işe girmeyi düşünürse de başaramaz. Eğlenceler ve toplantılar için lüzumsuz yere para harcanan evde maddî sıkıntılar başlar; kavgalar, türlü rezaletler ve sefalet birbirini takip eder. Ali Rıza Bey, çocuklarındaki bu korkunç değişiklikler karşısındaki hayret, şaşkınlık ve acı içinde kıvranmaktadır. Evdeki bu anormal havaya ayak uyduramayacağını anlayan Fikret Adapazarı’na yaşlı, dul bir adama gelin gider. Böylelikle aile ağacının yapraklarından biri düşer. Ali Rıza Bey, çirkin durumlardan kurtarmak için kızlarını evlendirmeyi düşünür; fakat dürüst ve namuslu damat adayı bulamaz. Bu arada Şevket masrafları karşılamak için bankadan borç alır; sonra ödeyemez, hapse atılır. Böylece, ikinci yaprak düşer. Kocası hapisteyken Ferhunde evden kaçar. Bu üçüncü yaprağın düşüşü olur. Karısının kaçtığı haberini hapishanede babasından alan Şevket üzülmez, hatta bir belâdan kurtulduğu için memnun olur.

Ferhunde’nin kaçışı ile elebaşlarını kaybeden Leylâ ve Neclâ bocalarlar. Evde hakimiyet yine Ali Rıza Beyin eline geçer; toplantılara ve eğlencelere son verilir. Bu monoton hayat kızlara pek sıkıcı gelir; sırf bu havadan kurtulmak için Neclâ bin bir türlü hayaller kurarak, kendisini zengin gösteren bir Suriyeli ile evlenir. Fakat Suriye’ye gidince orada kocasının birkaç karısının daha olduğunu görür. Kendisini kurtarması için babasına mektuplar yazar. Bu dördüncü yaprağın düşüşüdür. Bu arada Leylâ kötü yola sapar. Ali Rıza Bey, kızını evden kovar. Leylâ bir avukatın metresi olur. Bu beşinci yaprağın düşüşüdür. Bu olaydan sonra Ali Rıza Beye hafif bir inme iner. Onu yiyip bitiren asıl hastalık içindedir. Leylâ da gittikten sonra ev büsbütün ıssız kalır. Hayriye Hanım bütün güç ve kuvvetini kaybeder. Leylâ yüzünden kocasına sık sık sitemlerde bulunur. Bunun üzerine Ali Rıza Bey, Adapazarı’na, Fikret’in yanına gider. Fakat aradığı huzuru orada da bulamaz; kalabalık bir aile hayatı içinde âdeta bir cehennem hayatı yaşayan Fikret, bütün iyi niyetine rağmen babasını yanında barındıracak durumda değildir. Bunun üzerine Ali Rıza Bey İstanbul’a döner, hastalığı ilerlediği için eve uğramadan hastahaneye yatar. Babasının hastalık haberini alan Leylâ onu hastahaneden çıkarır, kendi evine götürür. Taksim’deki lüks apartman katında hep birlikte rahat yaşamaya başlarlar. Ara sıra yolda eski kahve arkadaşları ile göz göze gelmese Ali Rıza Bey büsbütün huzur içinde olacaktır.

KİTABIN ANA FİKRİ

Yazar bu romanla okuyucuya; çılgın hayallerin, maddi israfların, gereksiz özentilerin hüküm sürdüğü bir ailede çöküntülerin başlayacağı mesajını verir.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Ali Rıza Bey: Kendi çapında uğraşan, mütevazi, çocuklarının yetişmesini arzulayan; ailesinin istediğini yapan, ama onlara sözü geçmeyen, sevilmeyen bir babadır.

Hayriye Hanım: Ali Rıza Bey’in hanımıdır. Ailenen menfaatine dokunan işlerde hiç şakası olmayan maddi ve hesaplı bir kadındır.

Şevket: Ali Rıza Bey’in büyük oğludur. Yirmi yaşlarındadır. İyi bir öğrenim görmüştür. Fakat bunların hepsini babasına borçlu olan bir memur çocuğudur. Babası gibi mağrurdur.

Fikret: Ali Rıza Bey’in büyük kızıdır. Ondokuz yaşında, ufak tefek bir kızdır. Fakat otuz yaşındaki bir insandan daha ağıbaşlıdır.

Leyla ve Necla: Ali Rıza Bey’in kızlarıdır. Ailenin sosyo-ekonomik durumundan memnun değildirler. Lükse çok düşkün, açgözlü, diğer insanların haklarına aldırış etmeden hareket eden bir yapıya sahiptirler.

Muzaffer Bey:Mali durumu uygun olduğu için sosyal çevresi oldukça geniş, uzun boylu bir gençtir.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Yaprak Dökümü, toplumsal gerçekleri ele aldığından basmakalıplıktan uzak, başarılı bir romandır. Bilindiği gibi, Tanzimat’tan sonra toplumumuzda bir batılılaşma hevesi başlamıştı. Batılılaşmak yanlış anlaşıldığından; yüzyıllarca süren millî gelenek ve göreneklerimizden, karakterimizden sıyrılma olarak kabul edildiğinden, bu, birçok ailede birtakım felâketlere sebep olmuştur. Bugün bile içinde bulunduğumuz güç durumların esas sebebi budur. Birtakım toplumsal pürüzlere, karakter boşluklarına ışık tutması bakımından Yaprak Dökümü gerçekçi ve orijinal bir romandır.Bence her Türk genci bu romanı okumalı.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

Reşat Nuri Güntekin 26 Kasım 1889 yılında İstanbul’da doğdu. Çocukluk yılları daha çok Anadolu’da geçmiştir. En çok Çanakkale ve İzmir’de bulunmuştur. Sınavla girdiği İstanbul Edabiyat Fakültesini bitirmiştir. Edebiyat öğretmeni olarak Bursa Lisesi’ne atandı. Daha sonra İstanbul’da Vefa, İstanbul, Çamlıca, Kabataş, Galatasaray ve Erenköy liselerinde çalıştı. 1924’te arkadaşlarıyla beraber Kelebek adlı bir mizah dergisi çıkardı. Milli Eğitim Bakanlığı müfettişi olarak (12 yıl) Anadolu’nun birçok yerini dolaştı. 1939-1943 döneminde Çanakkale milletvekilliği yaptı. Ardından tekrar müfettişliğe döndü. 1947’de başmüfettişliğe yükseldi. Aynı yıl Memleket adlı bir gazete çıkardı. 1950’de kültür ateşesi ve öğrenci müfettişi olarak Paris’e gitti. 1954’te emekliye ayrıldı. Bir süre İstanbul Şehir Tiyatrolarında edebi kurul üyeliği yaptı. Tedavi için gittiği Londra’da 7 Aralık 1956’da öldü; İstanbul’da Karacaahmet Mezarlığı’nda gömüldü.

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top