Kitap L etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap L etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Aralık 2011 Salı

Leonardo da Vinci Gibi Düşünmek (Michael J. Gelb)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : Leonardo da Vinci Gibi Düşünmek
KİTABIN YAZARI : Mıchael J.GELB
KİTABI ÇEVİREN : Tuncer BÜYÜKONAT
YAYINEVİ : Beyaz Yayınları
BASIM TARİHİ : Temmuz 1999

KİTABIN YAYIM MAKSADI

Çağımız insanlarının Rönesans erkekleri ve kadınları olabilmeleri için, yani kişisel ve profesyonel olarak nasıl daha yaratıcı ve dengeli olabilecekleri hakkında geliştirilmiş DA VINCI egzersizlerini anlatmak maksadı ile yayınlanmıştır.

KİTABIN ÖZETİ

BİRİNCİ BÖLÜM

Bu bölümün girişinden sonuna kadar; kişinin aslında sandığından daha iyi bir beyine sahip olduğu, kendi yeteneklerini küçümsediği anlatılıyor. Burada insanın teorik olarak sınırsız bir öğrenme ve yaratıcılık yeteneğine sahip olduğu, düşünüldüğü gibi yaşandıkça bu yeteneklerin körelmediği, aksine yaşandıkça öğrenme ve yaratıcılık yeteneklerinin daha kolay ve esnek bir şekilde geliştirilebildiği anlatılmaktadır. Bu yeteneklerin geliştirilebilmesi için hayatı boyunca bir çok alanda çalışmalar yapan, Rönesans döneminin kurucularından olan, çağının ve tüm çağların yetiştirdiği en iyi ressam, heykeltıraş, mimar, mucit, mühendis, bilim adamı kısaca gelmiş geçmiş en büyük deha olan Leonardo da Vinci’nin örnek alınması gerektiği savunulan hayatı detaylı olarak anlatılıp, yaptığı çalışmalar incelenmektedir.

Kısaca bu bölümde hayatı ve yaptıkları ile bir deha olarak kabul edilen Leonardo da Vinci’nin insanın öğrenme ve yaratıcılık yeteneklerini geliştirmesinde örnek alınabilecek bir şahsiyet olduğu anlatılmaktadır.

İKİNCİ BÖLÜM

Bu bölümde Da Vinci’nin yaptığı çalışmalar esnasında tuttuğu notlar üzerinde yapılan incelemeler sonucunda oluşturulmuş yedi Da Vinci prensibi açıklanmaktadır. Kitabın ana teması bu bölümde anlatılmıştır.

Bu prensipler aslında çoğu insanın hayatında zaman zaman uyguladığı, fakat her zaman bir arada uygulamadığı, prensip haline getirmediği hususlardır. Bunların her zaman hatırlanarak geliştirilip uygulanması ile, insanın hayatının daha düzenli, daha kolay ve daha yaratıcı hale getirilmesinin kaçınılmaz olduğu açıklanmıştır. Bu prensipler özetle şöyledir.

1. CURIOSITA : Yaşama doymak bilmeyen bir merak ve devamlı öğrenme için acımasız bir arayış anlamına gelir. Prensibi açıklayıcı olarak ” Büyük beyinler büyük sorular sorarlar” cümlesini kullanabiliriz. Da Vinci ruhunun dinamosu devamlı olarak öğrenme arayışında olmaktır. Bunun için hiçbir konu, hiçbir dal ayrımı yapmaksızın, çevremizdekilerin düşünecek ve söyleyeceklerinden çekinmeden, merakımızı kaybetmeden sormak, araştırmak, öğrenmek gereklidir. Leonardo bu konuda ” Tıpkı demirin kullanılmama nedeniyle pas tutması ve durgun suyun kokuşması veya soğuğun buza dönüşmesi gibi, kullanılmadığı sürece zekamız ziyan olur.” demiştir.

2. DIMASTRAZIONE : Bilgiyi deneme yolu ile test etme, sebatkarlık ve hatalardan ders alma arzusu anlamına gelir. Öğrenmek tek başına yeterli değildir. Öğrenilen her şey mutlaka denenerek test edilmeli, doğruluğuna ondan sonra karar verilmelidir. Bunun için bizden önce ortaya atılmış her türlü teoriye, bize sunulmuş her türlü bilgiye ilk başta şüpheli yaklaşmalı, onu elimizdeki ve elde edebileceğimiz imkanlarla yeniden test etmeli, daha önce yapılmış hataların farkına vardığımızda üstüne giderek doğru bildiğimizi ispata çalışmalıyız.

Tüm zamanların en büyük dahisi kabul edilen Leonardo bile büyük hatalar ve şaşırtıcı gaflar yapmıştır. Kendiside bu konuda “Bana öyle geliyor ki bütün kesin kanaatlerin anası olan deneye dayanmayan, kökeni veya vasıtaları birinci elden, denenmemiş veya beş duyudan biriyle sınanmamış bilimler yararsız ve hatalarla doludurlar” demiştir. Bunun için hatalardan, önümüze çıkan güçlüklerden ders alarak, öğrendiğimiz her yeni bilginin doğruluğunu mutlaka test edip ondan sonra hafızalarımıza kazımamız gerekir.

3. SENSAZIONE : Duyguların özellikle hayati deneyimlerin bir aracı olan görüşün devamlı olarak rafine edilmesi anlamına gelir. Bir önceki bilginin test edilmesinin esas olduğu açıklanmıştı. İşte bu testlerin yapılması insanın görme, duyma, tat alma, dokunma ve hissetme duyuları ile yapılır. Bu testlerin başarılı olması için bu duyguları geliştirmek esas olmalıdır. İnsanın doğduğu gibi duyularını sabit tutması başarıyı tökezler. Bu amaçla duyularımıza hitap eden her türlü dış etkeni algılama, anlama ve öğrenme çalışmaları, pratikleri yapmalıyız. Müzik dinlemeli, resim çizmeli, müzeler gezmeli, kitap okumalıyız. Değişik yiyecek ve içecekler tatmalı, çevremizdeki her şeye dokunmalı, canlı, cansız varlıkları hissetmeli, onları tüm beden ve duyularımızla algılamaya çalışmalıyız.

4. SFUMATO : Belirsizliği, paradoksu ve kararsızlığı kucaklama arzusu anlamına gelir. Güçleri uyandırıp deneyimleri artırırken ve duyular geliştirilip kesinleştirilirken mutlaka bilinmeyenlerle karşılaşılacaktır. İşte insanın zihnini bu belirsizliklere karşı açık bulundurması yaratıcı potansiyelini serbest bırakmasının tek ve en güçlü gizidir. Gelişen dünyada başarılı olmak için belirsizlikler altında çalışmaya alışmalıyız. Paradoksla karşılaştığımızda sükunetimizi koruyarak etkili ve sağlıklı bir zihne sahip olabiliriz. Kısaca koşulların her gün değiştiği dünyamızda her an bir şeylere şaşırmaya, fazla heyecan göstermemeye ortaya belirginlerden çok belirsizlikler çıkacağına kendimizi hazırlamalı ve alıştırmalıyız.

5. ARTE/SCIENZA : Bilim ve sanat, mantık ve hayal arasındaki dengenin geliştirilmesi, “Bütün Beyin” ile düşünme anlamına gelir. Prensibin özü kişinin beyninin tümünü kullanmasıdır. Hiçbir insan tek bir yeteneği veya birkaç yeteneği olan biri değildir. Her insan doğuştan her türlü yeteneğe sahiptir. Yaşadığı ortam, koşullar, çevresindeki insanlar, kişinin beyninde ilgili bölümlerin gelişmesine neden olur. Fakat asıl olan insanın kendisinin beyninin tümü ile düşünerek tüm yeteneklerini geliştirmesidir. Bunun için günlük yaşamda yaptığımız her şeyi çok yönlü düşünmeliyiz. Onunla ilgili her türlü ince ayrıntıya girmeliyiz. Elimizdeki işi hem bilim hem de sanatsal olarak değerlendirip, bilim ve sanat kurallarına uygun ve aynı zamanda mantık kurallarına uygun ve hayal gücümüzü zorlayıcı şekilde ortaya koymalıyız. Mesela bir at resmi çizeceğimiz zaman hayal gücümüzü çalıştırmalı, mantığımıza uygun çizmeliyiz. Çizerken sanatsal açıdan bakmalı ama bilimsel olarak at anatomisine uygun çizmeliyiz.

6. CORPORALITA : Zerafetin her iki elide aynı şekilde kullanabilmenin fitressin ve dengenin sağlanması anlamına gelir. Kişinin başarılı olması için öncelikle kendisiyle barışık olması gerekir. Bunu sağlayacak bir etkende insanın sağlıklı, zarif ve dengeli bir vücuda sahip olmasıdır. Bunun için kişinin sahip olduğu fiziki yapısını geliştirmesi gerekir. Bunu sağlamak amacıyla kişi; stresten uzak durmalı, zihnini şen tutmalı, dengeli bir beslenme yapmalı, uykusunu düzenli olarak almalı, zerafetine dikkat etmeli ve sağlığını korumalıdır. Kısaca tüm organlarının düzenli ve dengeli çalışmasına dikkat etmeli, organlarının kullanım kapasitelerini devamlı ve metotlu olarak geliştirmektir.

7. CONNESIONE : Bütün olanların ve her şeyin ilişkisini anlamak ve değerlendirmek, sistemli düşünme anlamına gelir. Bu prensip daha önce sayılan altı prensibin sebep ve sonuçlarını ilişkilendirmeyi, bir arada değerlendirmeyi anlatır. Kısaca yaşadığımız her şeyi bir biriyle olan ilişkisini anlama çalışmalı, her şeyi bir arada değerlendirmeliyiz. Bu bölümde anlatılan yedi Da Vinci prensibini hayata uygularken şu sorular sorulmalıdır;

- Doğru soruları soruyormuyum?

- Hatalarımdan ve tecrübelerimden ders alma yeteneğimi nasıl geliştirebilirim, düşünme bağımsızlığımı nasıl geliştirebilirim?

- Yaşım ilerlerken duyularımı keskinleştirmek için planım nedir?

- Yaşamın paradokslarını göğüslemek için yaratıcı gerilimi muhafaza yeteneğimi nasıl geliştirebilirim?

- İşte ve evde bütün beynimle düşünebiliyor muyum?

- Vücut ve zihnin dengesini nasıl geliştirebilirim?

- Yukarıdaki bütün unsurlar nasıl birbirine uyar? Her şey her şeye nasıl bağlanır?

Dünyanın uzmanlaşma ve dallarına ayrılma yolunda hızla ilerlediği bir dönemde, yaratıcının verdiği yaratıcılık özelliklerimizi geliştirerek, yaşamımızı kolaylaştırmaya olan ihtiyacımızı bize sağlayacak Da Vinci ruhunu kullanmak hiçte zor olamayan bir yöntemdir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İkinci bölümde yaratıcılığın geliştirilmesi için uygulanacak yedi prensip anlatılmıştı. Bu son bölümde de örnek olarak kabul edilen, büyük dahinin yine kendi düşüncelerinden ve çalışmalarından yola çıkarak hazırlanmış çizim yapabilmeyi öğretici bir dizi metotlardan bahsedilmektedir. Leonardo, çizimin nasıl görmek gerektiğini öğrenmenin temeli olduğunu vurgular. Ona göre çizmek görüntülemenin ötesinde bir şey olup, yaratmayı ve yaratıcılığı anlamanın anahtarıdır. Buna göre Da Vinci problemlerini daha iyi anlamak, uygulamada zorlukları aşabilmek için çizmeyi öğrenmek, görme ve yaratma yeteneğini bileyecek en iyi yöntemdir.

Lüzumsuz Adam - Sait Faik Abasıyanık

0 yorum | Devamını Oku...
Kitabın Konusu

Mansur Bey adlı,bütün günleri aynı faaliyetler çerçevesinde geçen bir adamın hikayesi anlatılıyor.Hayatındaki sıradanlıklar ve bundan duyduğu zoraki mutluluk en ince ayrıntısına kadar belirtiliyor.Sonunda ise bu hayattan nasıl vazgeçebilirim sorusunu soruyor kendi kendine.

Kitabın Özeti

Haftanın 7 günü aynı şeyleri yapan Mansur Bey her zaman ki gibi kahvesine gider ve kahve sahibi Yahudi bayanla kapuçinolu fransızca sohbetine başlar.Daha sonra kütüphaneye giderek bir Fransızca dergi alır. Çünkü bu dergi yarınki sohbetine yardımcı olacaktır.Öğlene doğru işkembecisine gider ve ekşi ekşi limonlu işkembesini içer Bayram’ın dükkanında. Akşam Fransızca dergisindeki bilmediği kelimeleri tercüme ederken uyuyakalır. Fakat saat 4:30’daki akşam gezintisi için uyanacaktır elbette.Gezinti sırasında akşam olduğunu pastahanesinin perdesi çekilnce anlar.Portakalını alır ve meyhaneden çıkan insanları izlemeye başlar.Daha sonra karşı meyhaneye girer,her zamanki içkisini içer ve her zaman olduğu gibi zurnacı ,zurnasının kamış düdüklerinden birini değiştirirken masasından kalkar.
Yedi seneden beri mahallesinden çıkmayan Hünsar Bey bir gün mahalesinden çıkmaya karar verir.
İstanbulun güzelliği onu büyülemiştir ve aklına ne gelir biliyor musunuz? Dükkanla,evi satıp,gazinodaki alnı dar kızı metres tutup,daha sonra bir Boğaziçi vapuruna binip,Bebek’le Arnavutköy önlerinde oturduğu tabureden kalkıp,kendisini denizin içine bırakıvermek.

Kitabın Anafikri

Her gün aynı şeyleri yapan bir adamın gerçekleştirdiği faaliyetler en ince detayına kadar anlatılıyor.Rutin faaliyetleri gerçekleştirmesine rağmen ,içinde daha değişik şeyler yapma isteğinde olan başka bir insan var ve bu da diğer kişilerle olan ilişkilerinde ve düşüncelerinde açığa çıkıyor.

Kitaptaki Olayların ve Şahısların Değerlendirmesi

Hünsar Bey: Sakin bir yaşam seven veya başka işlerle uğraşma düşüncesinde olmayan biridir.Detaya inersek işkembe çorbası içmeyi seven,Fransızca’ya meraklı ,tek geliri dükkan kirasından ibaret bir insan…
Bayram : İşkembe dükkanının sahibi.
Salomon : Portakal satıcısı.
Yahudi Kadın : Pastahanenin sahibi .

Yazar Hakkında Bilgi

Sait Faik Abasıyanık

1906- Sait Faik Abasıyanık Adapazarı’nda doğdu.
1912 -1924 İlköğrenimini Adapazarı Rehber-i Terakki Mektebi’nde yaptı.İki yıl Adapazarı İdadisinde okudu.
1925-1928 İstanbul Sultanisinde başladığı orta öğrenimini Bursa Erkek Lisesi’nde bitirdi.Şiir yazmaya yöneldi.
1930-İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde bir süre okudu.İlk yazısı ve hikayesi “Uçurtmalar” yayımlandı.
1931-Babasının isteğini kabul ederek iktisat öğrenimi için isviçre’nin Lozan kentine gitti.Oradan da Fransa’nın Grenoble kentine geçti.
1933-İstanbul’a döndü;bir süre Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi’nde Türkçe öğretmenliği yaptı.
1936-Semaver’I yayımladı.
1938-Marsilya’ya gitti.
1939-Sarnıç ve Şahmerdan’ı yayımladı.Babası öldü.
1940-‘Çelme’ adlı hikayesi yüzünden dava açılarak askeri mahkemede yargılandı ve aklandı.
1944-Medarı Maişet Motoru yayımlandı ve toplatıldı.Hastalandı,siroz tanısı kondu.Bir küskünlük dönemine girdi.Bu dönemde Burgaz Adasında yaşamaya başladı.
1948-Lüzumsuz Adam yayimalndı.Küskünlük dönemi sona erdi.Kent yaşamı ağır basmaya başladı.
1950-Mahalle Kahvesi ve Havada Bulut yayımlandı.Pasaport aldı,pasaportuna “mesleksiz” yazıldı.
1951-Fransa’ya tedavi olamay gitti.Paris,hastane,kaçış.Kumpanya yayımlandı.
1953-Kayıp Aranıyor ve Şimdi Sevişme Vakti yayımlandı.Uluslararası Mark Twain Derneği,yazara onur üyeliği verdi.
1954-Az Şekerli ve Alemdağ’da Var Bir Yılan yayımlandı.11 Mayıs’ta İstanbul’da öldü.
1955-Tüneldeki Çocuk yayımlandı.
1956-Mahkeme Kapısı yayımlandı.
1964-Burgaz Adası’ndaki evi müzeye dönüştürüldü.
1970-1989-Bütün eserlerinin toplu basımı gerçekleştirildi.

Lider ve Demagog - Şevket Süreyya AYDEMİR

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ÖZETİ :

Lider, bir önder şahsiyettir. Demagog ise liderin taklitçisi, siyaset adına oyun bozanlık yapan sahtecisidir. Bu sahtekarlar, eğitimden yoksun yada eğitimi yetersiz ülkelerde hiçbir vicdan sorumluluğu duymadan halk önünde esen rüzgara göre konuşan, kendine geçer akçe saydığı ucuz sloganlarla halk önünde düzenbazlık yapanlardır. Örneğin; bizdeki din ticaretini ustaca yapanlar Demagoglardır. Onlar eyyamcı, günün ve değişen rüzgarların karaktersiz adamlarıdır. Önder şahsiyet olan lider ise kendisine Tanrı’nın sunduğu kabiliyetlerle beraber ömrü boyunca edinilen kültürlerin, yaşanılan tecrülererin bir ürünüdür.

Lider kendini bildiği gibi, hem içinden geldiği toplumu, hemde dünyanın gidişini gerçek durum ve sorunlarıyla bilir. Bu husus onu macera atılımları ve demagojik akımlardan korur. Liderde eylem ve bilgi disiplini vardır. İşte bu disiplin onun karakterini oluşturur. Bu karakter, hem onu güçlendirir hemde inanılan ve önder bir insan yapar.

Ülkemizde bugün için demagoglar sahnededir. Ancak bunlar yalnız değildir. Halkın sağduyusu ve yetişmekte olan aktif çocuklarımız oyunları bozabilecektir. Bugüne bakıpta ümitsizliğe düşülmemelidir, çünkü ümitsizliğe düşeceğimiz gün, iç ve dış düşmanlarımızın beklediği gündür.

(Makale 30 EYLÜL 1974’de Cumhuriyet Gazetesinde yayımlanmıştır.)

FİKİR ATATÜRKÇÜLÜGÜ VE KELİME ATATÜRKÇÜLÜĞÜ :

Fikirlerin ve doktrinlerin büyük talihsizliği, bir gün gelip kelimeleşmeleridir. İnsanlığa yeni fikirler getiren ve yeni doktrinleri veren düşünür ve önderlerinde bir gün gelip donmuş putlar haline sokulmalarıdır.

Şimdi Türkiyemizde fikirleri ve doktrinleri kelimeleştirme, fikir ve doktrinlerin önderlerini put haline getirmenin büyük gayretleri ile karşı karşıyayız. Bu çabalar ulu önder Atatürk’e yöneliyor. Dikkat etmeliyiz ki Atatürkçü fikirler, kelime Atatürkçülüğüne dönüştürülmeye çalışılıyor. Bilgisizlik, tembellik veya taassup yüzünden ne Atatürk’ü nede Atatürkçülüğü dondurmaya hakkımız yok. Biz asıl Atatürk’e yönelelim. Yalnız sözde kalan şekil ve suret haline getirilmiş Atatürk’e değil hakiki, yaşayan ve uzun süreli ilkeler koyan Atatürk’e…Çünkü hakiki Atatürkçülük; sadece O’nun adını haykırmak değil, Onu anlamak, izah etmek ve savunmaktır.

(Makale 24 OCAK 1962 tarihinde Yön Dergisinde yayımlanmıştır.)

KEMALİZM ORTA MALI DEĞİLDİR :

Ne liberalizm, ne sosyalizm, yalnız Kemalizm diyerek Atatürkçülüğü kendi maksatlarına uygun kullanmak isteyen menfaat gruplarının dikkati çekilerek, Atatürk’ün mirasının ortalık malı olmadığı, Kemalizmin ise bir eskici dükkanından kiralanan, kırk kalıba uydurulmuş bir elbise gibi, her boya, her boyaya uysun diye çekilip çekiştirilecek bir sahipsiz mal olmadığı vurgulanmaktadır.

( Makale 11 NİSAN 1962’de Yön Dergisinde Yayınlanmıştır.)

ARTIK DEVLETÇİLİK YETMEZ :

Türkiye’de devletçilik öldü diyen bir kısım siyasiler ve müteşebbisler; Atatürk’ü devletçiliğe mevbur eden tarihi, siyası, iktisadi zorlukları, yani tek kuruş sermaye yardımı görmeyen 1922-1929 Türkiye’sini bilmiyorlar. Atatürk’ün elinde doğan devletçilik kimlerin elinde ölüyor. Ancak yanlış olan bir husus var; devletçilik ne ölmüş, nede öldürülmüştür. 1945-1950 arasınad ihmal ve inkar 1950-1960 yılları arasında ise soysuzlaştırılmıştır. 27 Mayıs’tan sonrada uyuşturulmuştur. Şimdi ise kansız ve hastadır ama yaşamaktadır

Bu gün için eski devletçilik yetmeyecektir. Her sahayı içine alan özel teşebbüse yer veren, yalnız iktisadi bir devlet işletmeciliğinden çok, milli hayatın içinde sosyal bir düzen olacaktır.

(Makale 12 EYLÜL 1962’de Yön Dergiside Yayımlanmıştır.)

İNKAR EDİLMEK KAHRAMANLARIN KADERİ :

Mustafa Kemal Atatürk dünyaya gelmiş en büyük liderlerden biridir. Bize bıraktığı değerler ve müesseseler sayesinde Cumhuriyeti yaşıyoruz. Cumhuriyeti bize emanet eden bu lidere yapılan saldırılara karşı tek bir vücut halinde; duyarlı ve ilgili olmamız gerekmektedir. En önemli görevimiz budur. Kahramanlar daima yaşatılmalıdır.

(12 NİSAN 1970’de Cumhuriyet Gazetesinde Yayımlanmıştır.)

KIYAMET ALAMETLERİ :

Kıyamet dağların, taşların devrilmesi, dünyanın parçalanması demek değildir. Kimi ülkelerde sınıflar dolarken, ders saatlerinde kahvehaneler dolarsa, oralarda kitaplıklar çalışırken bizde boş kalırsa, oralarda kafaların içi olgunlaşırken bizde kafaların dışı saç sakal oyunları ile çirkinleştirilir ve değerli zamanlar yağmaya verilirse işte o zaman kıyamet kopmuştur.

(Makale 03 EYLÜL 1974’te Cumhuriyet Gazetesinde Yayınlanmıştır.)

ARTIK BİRAZ DİSİPLİN :

Demokrasi, bir halk eğitimi işidir. Eğitim eğer yetersiz ise, o rejimde demokrasi adına ya demagog, yada halktan kopmuş laf ebesi politikacılar konuşur.

Ülkenin ürettiği temel ürünlerin dışardan ithal edilmeye başlanması, ihrac edilen mallardan elde edilen gelirlerin petrol ödemelirine harcanması iktisadi tutsaklığın ta kendisidir. Bu olayların düzeltilip, disiplin altına alınması gerekmektedir. Bu da elbet hükümet denilen kuruluşun, her alanda haysiyet ve itibarını kurmak, korumak ve yerleştirmekle olur. Daha önceden gelen aksaklıklar, yetersizlikler olabilir. Ama bunlar ciddi bir devlet anlayışı ve gerçek bir devlet adamlığının “irade “ ve ileri görüşlülüğü ile, elbette ki düzeltilebilir. Bu koşul disiplinle olacaktır.

(Makale 11 KASIM 1974’de Cumhuriyet Gazetesinde Yayınlanmıştır.)

KAPTANLAR KAVGADA :

Devletin yaşantısında itici güç olacak yerde fren olmak durumuna düşülürse o rejimre bir düzensizlik ve şüphe pekala mümkün olacaktır.

Şu an Milli iradeyi temsil eden şahısların kaprisleri, şahsi yetersizlikleri, nazları ve afolunmaz hataları düşündürücüdür. Artık bir Milli seferberlik lazım, milletin duyduğu tedirginliği ortadan kaldırmak gerekmektedir. Buda parlamento sayesinde olacaktır. Parlamentonun içinde bulunanlar kaprislerini bırakmalı, çelişme ve dalaşma yerine sorunlara çözüm bulmalıdırlar.

(Makale 09 ARALIK 1974’de Cumhuriyet Gazetesinde Yayınlanmıştır.)

DOĞUM AĞRISI MI TÜKENİŞ Mİ ?

Milletçe yeniden uyanış, yeniden bir doğuş, yeniden bir düzenleme sağlayacak, laf ebeliği yapmayan, yeni insanlara, gerçek aydınlara gereksinim vardır.

Bugün memleketimizde, kavramlar öyle karışmış, akımlar öyle soysuzlaşmış ve adına politika denilen sefaletle, politikacı denilen şaşırmış insanlar öylesine birbirine girmiş, öylesine itibarsızlaşmışlardır ki, bu durumu Bizans’ın son günlerine benzeten yazarlar bile görülmüştür. İşte bu durum içerisinde;

Milletçe yeniden uyanış, yeniden bir doğuş, yeniden bir düzenleme sağlayacak, laf ebeliği yapmayan, yeni insanlara, gerçek aydınlara gereksinim var.

(Makale 22 MART 1976’da Cumhuriyet Gazetesinde Yayımlanmıştır.)

SONUÇ :

A. KİTABIN ANA FİKRİ :

Yazar Şevket Süreyya AYDEMİR, “Lider ve Demagog” isimli eserinde Türkiye Cumhuriyetinin, kuruluş yıllarından bu yana; büyük önder Atatürk ve Türkiye tarihindeki çatışmaları inceleyip bunlara ışık tutmaya çalışmıştır.

Yazar, eserinde; Türkiye Cumhuriyeti’ni bekleyen tehlikeleri ve tehditleri irdelemiş; zamanın aydınlarına ve gençlerine düşen görevleri açıklamış ve toplumu bu konularda uyarmıştır. Parlamenter sistem içindeki parçalanmaları, ileride kurulabilecek hükümetler açısından çıkabilecek tehlikeleri göz önüne sermiştir. Bunun yanında demokrasi rejimini bekleyen tehkileri de eserinde açıklamıştır.

Şevket Süreyya AYDEMİR’e göre gerçek aydın; hem bilginin ve fikrin bayrağını yüceltir, hem de çağdaşlık ve milliyetçiliğin tohumlarını ülkemizde filizlendirebilir.

B. KİTABIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER :

Eser; yeni nesile Cumhuriyet ve demokrasiye kasteden tehlikeleri ve kurtuluş yollarını göstermektedir. Bu anlamda yeni nesile görevi hatırlatılmakta ve bu konuda ayrıntılı bilgi verilmektedir.

C. KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER :

Kitap, yazarın 1960 ve 1970’li yıllar arasındaki dönemden günümüzü görebilmesi, geçmişten bu güne tehditleri ortaya koyması açısından ilginçtir. TSK.personeline tavsiye edilebileceği değerlendirilmektedir.

Leyla ile Mecnun - Faruk Nafis Çamlıbel

0 yorum | Devamını Oku...
Kitabın Adı:Leyla ile Mecnun
Kitabın Yazarı: Fuzuli , Faruk Nafis Çamlıbel

Kitabın Konusu: Edebiyatımızda sık sık ele alınan Leyla ile Mecnun Hikâyesi, birçok divan şairi tarafından mesnevi olarak yazılmıştır. Fuzuli, Ali Şir Nevai gibi divan şairlerinin ardından en son olarak Sezai Karakoç tarafından ele alınan hikâye kahramanları ve olayları şiirlerde fazlaca işlenmektedir. Faruk Nafiz de ele aldığımız eserlerinde hikâyenin motiflerini şiirlerinde kullanır. Çağdaş bir halk şairi hüviyeti içinde hikâyeyi yeniden yorumlar. O,

Kitabın Özeti:
Leyla’sı olsa, olmasa, Mecnun olur gönül
Buldu Mevlâsı’nı Leyla’da zaman imreleri
mısralarını dile getirir. Hikâyenin her iki aşk unsurunu da işlemiş olur. Beşeri bir aşk olarak başlayan daha sonra ilâhî aşka dönüşen hikâyenin tamamı hakkında bilgi sahibi olabilmemiz hâlinde şairin bu aşk klâsiğini ne kadar güzel işlediğini, güncelleştirdiğini görmek mümkündür. Hikâyenin kısa bir hatırlatmasını yapmak istersek,şunları yazabiliriz: “Leylâ ile Kays daha okuldayken birbirlerini sevmeye başlamışlardır. Kısa zamanda bir aşk hâlini alan bu sevgi, çevrede dile düşünce, Leylâ okuldan alınır. Böylece Kays’ın aşkına, bir de ayrılık acısı eklenmiştir. Bu onun Mecnun olup çöllere düşmesine sebep olur. Kays, babasının öğütlerine aldırmamış; hattâ dertten kurtulması için Kâbe’ye götürüldüğü zaman, Allah’a yalvarırken, derdinin artması yolunda dilekte bulunur. Kays’a verilmeyen Leylâ, başka biriyle evlendirilir. Ama Kays’ın sevgisiyle kendisine el sürdürmez. Çölde, kuşlar ve geyiklerle arkadaşlık eden Mecnun, sanki dünya ile ilgisini kesmiştir; Leylâ’nın hayali ile öylesine başbaşa kalmıştır ki, bir ara kendisini görmeye gelen Leylâ’yı bile tanımaz, ona “Leylâ benim içimdedir, sen kimsin?” der. Bir süre sonra Leylâ ölür, Mecnun da onun mezarı başında Allah’tan ölüm diler.” Şair Faruk Nafiz, hikâyenin ayrıntılarına kadar derinleşen telmihleriyle
mısralarına yeni anlamlar katar, kendisini büyük aşkların şairi olarak gösterir. Leyla’yı aramak için çöllere düşen Mecnun, bir avcının tuzağına yakalanmış mahzun bir ceylanı kıyafetlerine karşılık kurtarır. Bu durum şairin mısralarına, “Leylâ ovasının hüzün ve hicran taşıyan sürmeli ceylanları” şeklinde yansır.
Gül ile bülbülün aşkını, Leyla ile Mecnun’un aşkına yönlendiren şair, “Verdi gönlüm nice Mecnun’lara Leylâ adını” mısrasıyla hikâyeyi bir kez daha ölümsüzleştirir.

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top