Kitap C etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap C etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Aralık 2011 Salı

Cemile - Sultan Murat (Cengiz Aytmatov)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : CEMİLE – SULTAN MURAT
KİTABIN YAZARI : CENGİZ AYTMATOV
YAYINEVİ : ÖTÜKEN YAYINEVİ
BASIM YILI : 1990

KİTABIN KONUSU

Kitapta iki ayrı hikaye vardır. İlki bir aşk hikayesidir. Aşkı uğruna töreleri çiğneyen bir kadının hikayesi anlatılmaktır. İkinci hikayede ise savaştan dolayı köy ahalisinin çektiği sıkıntılar anlatılmaktadır. Ayrıca hikayenin kahramanının yaşadığı bir aşktan da bahsetmektedir.

KİTABIN ÖZETİ

CEMİLE

Bu hikaye bir Kırgız köyünde, savaş zamanında yaşanan bir aşkı anlatmaktadır. Hikayeyi olayın baş kahramanı Cemile’nin kocası Sadık’ın kardeşi anlatmaktadır. Cemile köyün en güzel kızlarındandır. Güzel vücudu ile bütün gençlerin gözdesidir. Cemile erkek gibi yetiştiğinden, ağzı çok sıkı laf yapan, en zor işlerin üstesinden gelebilen, cesur biridir. Cemile bir at bakıcısının kızı olduğu için çok iyi at kullanmaktadır. Bir ilkbahar günü Sadık Cemile’yi geçememiş, bu O’na pek ağır gelmiş ve bu yüzden Cemile’yi kaçırmıştır. Yani sevişerek evlenmemişlerdir. Savaş başlayınca, ancak dört ay beraber yaşayabilmişler ve Sadık askere alınmıştır.

Uzun süredir savaşta olan kocasından ayrı kalan Cemile’yi yalnız kaldığı için köyün gençlerinin sarkıntılıklarına maruz kalmıştır. Sadık gönderdiği mektuplarda Cemile’ye çok az yer vermektedir. Cemile de kocasının bu yaptığına az da olsa bozulmaktadır. Cemile her gün kayını ile istasyona tahıl taşımaktadır. Onlara yardım için de Danyar adlı adam da katılır. Danyar, cepheden gelmiş bir savaş gazisidir. Tek ayağı topaldır, Cemile gelişen olaylar doğrultusunda Danyar’a aşık olur ve herşeyi göze alarak beraber kaçarlar.

SULTAN MURAT

Hikaye bir Kırgız köyünde, İkinci Dünya Savaşı sıralarında köylünün çektiği sıkıntıları, savaşın zararlarını anlatmaktadır. Sultan Murat’ın babası köyün birçok erkeği gibi savaştadır. Sultan Murat ailenin en büyük oğludur. Savaştan dolayı cephedeki askerlerin yiyecek ihtiyaçları için Sultan Murat ve dört arkadaşı Anatay, Erkinbek, Ergeş, Kubatkul tarlayı atlarla sürmek için okuldan alınırlar. Çünkü beş arkadaş ata binmekte ve tarla işlerinde diğerlerinden daha usta ve daha güçlüdürler. Bu beş arkadaş çok çalışıp tarlayı sürmek için gerekli hazırlıklaı tamamlarlar. Bu arada Sultan Murat da hiç aklından çıkaramadığı okul zamanı aşkı Mırzagül’e onu sevdiğine söyler ve iş başına koşar. Köyden uzaktaki tarlalarda uzun süre eve dönmeyecekleri Aksay’da toprakları beş güçlü atla sürmeye başlarlar. Beş arkadaş günlerini Aksay’da cephedeki askerlerin ihtiyacı için çalışarak geçirirler ve geceleri hepsi bir çadırda yatarlar. Ancak gece hırsızlar dört atı çalarak kaçarlar. Diğer atla da sultan Murat peşlerine düşüp hırsızlara yetişir, fakat silahları ile Sultan Murat’ın atını vurup uzaklaşırlar.

KİTABIN ANA FİKRİ

“Aşkın gözü kördür.” deyimini doğrulayan ilk hikayede gerçek aşıkların hiçbirşeyden korkmadan bütün tehlikeleri ve engelleri göze alabileceği vurgulanmaktadır. İkinci hikayede ise savaştan hiç kimsenin kazançlı çıkamayacağı, hem kazanan hem de kaybeden devletin halkının da çok eziyet çekeceğini belirtmektedir.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Birinci Hikaye

Cemile atlardan çok iyi anlayan bir at bakıcısının kızıdır. Evinin tek çocuğu olduğu için erkek gibi yetişmiştir. Haksızlığa tahammülü olmayan, kimi zaman küfür dahi eden, erkek gibi kuvvetli, çok güzel ve kusursuz vücuduyla tüm gençlerin arzuladığı bir kadındır. Çok serbest ve bağımsız davranışlarıyla dikkatleri üzerine çekmektedir.

Danyar küçük yaşta öksüz kalmış ve sonra an tarafından akrabaları olan Kazakların yanına gitmiş ve uzun yıllar orada kalmıştır. Hayatın acılarını bolca tadan, öksüzlüğün ıstırabını bol bol yaşayan biridir. Çok yerler gezmiş, çobanlık, maden ocaklarında işçilik yapmış ve sonra da askere gitmiştir. Kamburdur ve savaşta sol bacağını sakatlamıştır. İçine kapalı sessiz bir hali vardır.

Köy töreleri ile yetişmiş bir kadın olan Cemile herşeye rağmen – özellikle de askerdeki kocasına- aşık olduğu Danyar’a kaçar, uzaklar giderler ve gerçek aşkın hiçbir kural tanımayacağını gösterirler.

İkinci Hikaye

Sultan Murat onbeş yaşındadır. Yürekli ve akıllı bir delikanlıdır. Mırzagül adında çok güzel gülümsemesi olan, kavak ağacı gibi ince ve uzun, yüzü kar gibi ak, gözleri karanlık gecede yanan dağ ateşinin alevleri gibi parlak olan kıza aşıktır.

Anatay ise onaltı yaşındadır, çok kuvvetlidir, babası savaşta ölmüştür. O da gizli gizli Mırzagül’ü sevmektedir.Erkinbek ailesini en büyük çocuğudur. Çok iyi yürekli ve güvenilirdir.Ergeş onbeş yaşında fikrini açıkça söylemeyi bilen ve tartışmayı seven birisidir.

Kubatkulbatır onbeş yaşındadır. Babası savaşta kahramanca çarpışarak ölmüştür.Tinaliev, bu beş kişilik gurubun yöneticisidir. Onlara ne yapmaları gerektiğini söyler ve öğretir. Eski bir paraşütçü komandodur, köy halkını savaşa destek için hareketlendirir.

Büyük bir hırsla ve başarıyla tarlayı süren bu beş kişilik gurubun atlarını hırsızların çalması bütün çabalarını mahvetmiştir. Tarlayı sürecek atları olmayınca büyük bir üzüntü yaşanır.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitapta yazar olayları sondan anlatmaya başlıyor. İlk hikayede bir tablonun başında eski bir anısını hatırlayıp anlatmaya başlayan yazar, yine tablonun başında hikayeyi bitiriyor. Böyle bir şey beklenmediği için hikayenin sonu okuyucuyu hayal kırıklığına uğratıyor. Hikayelerin sonu çok monoton ve sıradan bitiyor. Özellikle ikinci hikayede son yok. Hikaye çok acyip bir şekilde bitiyor ve hiçbir anlam verilemiyor. Hikayenin sonunda son kelimesi dahi kullanılmamış.

Çok basit bir şekilde anlatılan olaylar, okuyucuya hiçbir yorum yaptıramıyor ve okuyucuyu düşündüremiyor.Çevirmenin yaptığı hatalar akıcılığı mahvediyor.Ne bir Reşat Nuri GÜNTEKİN’in “Çalıkuşu” romanı gibi heyecanlı ve eğlenceli ne de Paulo COELCHO’nun “Simyacı” kitabı kadar düşündürücü. Bu niteliklerde olmayınca kitap çok sıkıcı oluyor.

Yalnız kitaptaki harika tasvirler ortamı insana çok güzel hissettiriyor.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

Kırgız Türk romancısı. Kırgızistan’ın Şeker köyünde doğdu. Cumbul’da Baytar Okulunu (1946) ve Kırgızistan Tarım Enstitüsü’nü bitirdi (1953). Deneme çiftliklerinde çalıştı. Bir müddet Moskova’da Gorki Enstitüsü’nde staj gördü. Moskova Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okudu. 1957 yılında Sovyet Yazarlar Birliği’ne üye kabul edildi. 1963′te Lenin Ödülü’nü aldı. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Kırgızistan’ın bağımsızlığına kavuşmasından sonra ülkesini Lüksemburg’da büyükelçi olarak temsil etti.

Ülkemizde bilinen ve en çok satan kitapları:

Toprak Ana, Elveda Gülsarı, Yıldırım Sesli Manascı, Yüzyüze – Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek, Dişi Kurdun Rüyaları, Cemile – Sultan Murat, Beyaz Gemi, Kızıl Elma – Oğulla Buluşma - Beyaz Yağmur – Asker Çocuğu – Deve Gözü – Cengiz Han’a Küsen Bulut, Kassandra Damgası.

Cinayet Nedeni (Patricia Cornwell)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : Cinayet Nedeni
KİTABIN YAZARI : Patricia CORNWELL
YAYINEVİ VE ADRESİ : Altin Kitaplar Cağaloğlu / İSTANBUL
BASIM TARİHİ : 1999

KİTABIN YAYIM MAKSADI

Terk Edilmiş Bir Tersanede Bir Cinayet Olayı Olmuştur. Bu Cinayetin Nedeni Araştırılmasıyla Bir Grup Siyanist Terörist Açığa Çıkarılarak Yalanmıştır.

KİTABIN ÖZETİ

Yazar kitabı; İleri görüşlü editör olan arkadaşı Susanne Kirk’e hitaben yazmıştır. Yılbaşı gecesi, Virginin’de yıIın son cinayeti işlenmiştir. Adli Tıp Merkezinde çok sevilen araştırmacı gazeteci, dalgıç Ted Eddings’in cesedi Elizabath Nehri’nin soğuk sularında bulunur.

Polis memuru Marinp, kurbanın otopsisi için kurbanın yakın arkadaşı Dr. Kay Scarpetta’ya haber verir. Dr Kay cesedin bulunduğu terk edilmiş tersaneye gittiğinde kapıdan güvenlik görevlilerince engellenmeye çalışılır. Dr.Kay yetkilerini kullanarak, tersanenin kendi bölgesinde olduğundan burada işlenen bir cinayetin kendi sorumluluğunda olduğundan dolayı içeri girmeye başarmıştır. Tersanden sorumlu Albay Green’le görüşerek cesetin bulunduğu yere giderler. Ceset hala suyun altındadır. Çünkü Dr. Kay çıkarılmasını istememiştir, kendiside suya dalıp cesedi orada görmek ister. Böylelikle suya dalmaya başlamıştır. Bu arada FBI’dan dalgıçlar gelmiştir, onlarda Dr.Kay’ın suya dalması için ona yardımcı olurlar. 

Dr. Kay suya dalmıştır, ama hiçbir şey görünmüyordur. Yalnızca bildiği tek bir şey vardır, oda cesedin, su yüzünden aşağı derinliklere kadar uzanan hortumun yanında olduğunudur. Cesedi hortum yardımıyla bulmuştur. Ama görmekte zorluk çekmektedir. Çünkü su o kadar yoğundur ki radyoaktif atıklardan dolayı bataklık gibi olmuştur. Daha sonra diğer dalgıçların da yardımıyla cesedi çıkarmayı başarmıştır. Böylece cesedi daha iyi inceleyebilecektir. Dr. Kay orada raporunu tuttuktan sonra cesedide alarak otopsi için çalıştığı Tiwedear bölge hastanesine götürmüştür. Burada asistanı Danny ile cesedi incelemeye başlamışlardır. Öncelikle dalgıç giysisini incelemişlerdir. Ama herhangi bir teknik problem bulamamışlardır. 

Daha sonra cesedin bütün organlarını incelemişlerdir, boğulma olmamıştır. Hiçbir yerinde yara bere izi yoktur. Bu durumda cesedin kaza sonucu değil öldürüldüğü ihtimali kesinlik kazanmıştır. Dr.Kay cesetten almış olduğu kan örneklerini tahlil için kan merkezine göndermiştir, artık beklemekten başka çaresi kalmamıştır. Akşam olmuştur evine gitmek üzere yola çıkar. Birden cep telefonu çalmıştır, arayan yeğeni Lucy’dir. Lucy FBI’da öğrencidir. Teyzesinin yanına izne gelmiştir. Telefonda teyzesine evde olduğunu söylerek sürpriz yapmıştır. Dr.Kay eve geldiğinde yeğni Lucy ile karşılaştığında çok sevinmiştir. Biraz olsun günün stresinden uzaklaşmıştır. Duş alıp yemek yedikten sonra birlikte sohbet etmişlerdir. Dr. Kay yeğenine olup bitenleri anlatarak durum değerlendirmesi yapmışlardır. Saat artık çok geç olmuştur, öylece koltuk üzerinde uyuyup kalmışlardır. Sabah olup kahvaltı yaptıktan sonra tahlil sonucunu öğrenmek için kan merkezine gideceklerdir. Dışarı çıktıklarında araba lastiklerinin parçalandığını görünce şok olmuşlardır. 

Biraz öylece bekledikten sonra polis memuru Marino’yu arayarak durumu bildirmişlerdir. Memur Marino hemen Dr.Kay’ın evine gelmiş ve araştırma yapmaya başlamıştır. Daha sonra bir telefon daha gelir, telefonda polis merkezinden bir memur Dr.Kay’ın asistanı Danny’inin öldürüldüğü haberini vermiştir. Dr.Kay şok olmuştur ve korkmaya başlamıştır. Daha sonra polis memuru Marino’nun yardımıyla Dr.Kay ve yeğeni Lucy evi terketmişlerdir. Üçü birlikte kan merkezine giderek tahlil sonucunu almışlardır. Aldıkları sonuça fazla şaşırmamışlardır. Kanda aşırı derecede zehir çıkmıştır. Kurban zehirlenerek öldürülmüştür. Danny de aynı kişilerin öldürdüğü olasılığı büyüktür.

Dr. Kay, yeğeni Lucy ve polis memuru Marino bir cafeye giderek durum değerlendirmesi yapmaya başlar. Lucy bir ara tuvalete gider ama geri dönmez Dr. Kay meraklanmaya başlamıştır. Çok geçmeden bir telefon gelir Lucy kaçırılmıştır. Asıl istedikleri kişi Dr. Kay’dır. Dr. Kay’ın yeğenini görebilmesi için terk edilmiş Tersaneye gelmesini isterler. Dr. Kay tek başına Tersaneye gider ama üzerinde mikrofon vardır. Bu şekilde memur Marino onunla irtibat kurarak yerlerini saptayacaktır. Dr. Kay’ı Tersanede çok iyi ararlar ama mikrofonu bulamazlar. Dr. Kay yeğeni Lucy ile görüştürülür ama her ikiside öldürülecektir. Çünkü Lucy’i kaçıranlar bir grup siyonist teröristtir. 

Liderleri olan Handel her şeyi anlatarak Dr. Kay’la yeğenini öldürmek için plan yapar., gazeteci Ted Eddings, yapmakta oldukları nükleer silahı ve dünyaya egemen olma düşüncelerini açığa çıkartmıştır ve tersaneden deliller toplamıştır. Bundan dolayı öldürmüşlerdir. Danny’de bu olaya bulaştığı için öldürürler ve Dr. Kay ve yeğeni Lucy’de öldürmek üzeredirler ama bu arada polis memuru Marino ve arkadaşları baskın yaparak teröristleri ele geçirmeyi başarmışlardır. Böylelikle cinayetin nedeni bulunmuş,teröristler ele geçirilmiş ve Dr. Kay ile yeğeni Lucy kurtarılmışlardır.

Cumbadan Rumbaya (Peyami Safa)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : CUMBA’DAN RUMBA’YA
KİTABIN YAZARI : Peyami Safa
YAYINEVİ VE ADRESİ : ÖTÜKEN NEŞRİYAT A.Ş.
BASIM YILI : 1998

KİTABIN KONUSU

Kitap,Cemile adındaki genç ve güzel bir kızın,kötü yaşamından,bir anda Tahsin adındaki zengin bir adama rastlayarak kurtuluşunu ve birbiri ardına gelişen ilginç olayları konu almıştır.

KİTABIN ÖZETİ

Cemile,dikine doğru konuşan,aklına geleni söyleyen ve çok güzel bir kızdır.Bir gün,tramvayda parayı öderken,para üstünü alamazve ağzına geleni söylemeye başlar.O sırada orada bulunan Tahsin Bey,elli yaşında ,kibar kılıklı,duruma el koyarak paranın üstünü Cemile’ye verir ve Cemile ile tanışır.Tahsin Bey,çok zengin bir adamdır.Cemile’nin evine ertesi gün balo biletleri gönderir.Balo Beşiktaş İskele gazinosu’nda olacaktır.Cemile’nin ablası Şahende,uzun boylu,sarışın,yüzünün derisi cigara kağıdı kadarince ve beyaz,boynunun mavi damarları görünen zayıf ve sinirli bir kadındır.Baloya oğlu Altay’I da götürmeyi düşünür.Altay,yedi aylık,emzikli,kundakta birçopcuktur.Cemile,baloya Altay’ın gelmesine sinirlenmektedir;ama Şahendeye anlatamaz.Cemile ile Şahende ,baloya kundaktaki çocuğun gidip gitmeyecegi hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmadıklarından,sağa sola,konu komşuya sorarlar ve tüm mahalleye tartışma konusu yaratırlar.En sonunda,halkın sözünü dinlediğiHacı Kamil Bey’e sorarlar.Hacı Kamil Bey,edebini,terbiyesini,muhafaza etmek şartıyla bakire,seyyide,hamile,emziksiz,evli,bekar,kundakta yahut ihtiyar,genç,çoluk,çocuk,büyük,küçük herkesin gidebileceğini söyler.

Cemile ile Şahende ,eve dönerlerken,evin selamlık tarafına yeni taşınan kiracıları görürler ve Cemile kiracının genç oğlu ile göz göze gelir.’Şirin bir oğlana benziyor!’diye düşünür.

Birkaç gün sonra,Cemile Tahsin Bey’e gitmeye karar verir ve o gün Tahsin Bey’le sinemaya giderler.Cemile Tahsin Bey’in evli olduğunu öğrenir ve Tahsin Bey ,Cemile’yi otomobili ile evine bırakır.

Cemile Tahsin Beyin dediği gibi Taksi’de şöyle dayalı döşeli bir apartmanda metreslik hayatı yaşayacak olursa annesinin yüreğine inecekti.Biliyordu ki bu ev bir yangında yanacak olursa annesini sigortadan alacakları para üstüne mücevherlerin parasını da katarak bir apartman almaya razı etmek daha kolydı.Cemile bundan emindi.Hatta o kadar emindi ki ;bunun için eve ateş vermeyi, annesin mücevherlerini satıp zorla O’nu buradan çıkartmayı düşünüyordu.

Gece yatsı ezanında annesiyle ablası yattıktan sonra Cemile sokağa çıkıp,evin dört tarafını dolaşırken kiracının bölüğündenlamba ışığını gördü ve içeriden genç erkek kahkahaları duydu.Kulağını kanada yaklaştırarak dinledi.Kendisi hakkında Selim,birçok şey anlatıtordu.Cemile,hayatında hiç güzelliğini bu çeşit tarif edene rastgelmemişti.Bir bahanesini bularak o gece Selim’le konuşmayı başardı ve tüm herşeyi anlatarak evi yakmak istediğini söyledi.Selim’den yardım istedi.Ancak Selim,sigortadan para alamayacağını söyleyince ,Cemile vazgeçti.Tahsin Bey’den,balo için aldığı biletlerden birisini Selim’e vererek,baloya gelmesini istedi.

Balo günü gelmişti.Cemile,Tahsin Bey’in aldığı esvabı giyince çok güzel olmuştu.Girişte ve girdikten sonra ,Altay başbelası oldu ve annesi Şahendeyi rezil etti. Baloya selim’de gelmişti.Üzerinde siyaha boyanmış,adi bir elbise vardı.Cemile,Tahsin Bey’iatlatarak Selim’le dans etti.Bunu kıskanan Tahsin Bey,Cemile yokken Selim’e bazı sorular sordu ve aralarında büyük bir tartışma çıktı.Sonuçta Cemile herşeyi ikisinede anlattı.

Cemile ,Tahsin Bey’I bırakarak Selim’le evlenmeyi planladı.Fakat,bir güm Selim’den ,babası Nail Bey’in hapse girdiğini ve beli bir miktar para gerektiğini duyunca,Selim’e parayı bulabileceğini söyledi ve Tahsin Bey’den parayı almaya karşılık ,ailesi ile birlikte Tahsin Bey’in tuttuğu evde kalmayı kabul etti.

Aradan günler geçti.Tahsin Bey,Cemile’ye hiç dokunmaz,O’na kültür hocaları tutar.Cemile,tüm bu hocalara ağzına geleni söyleyerek,onları evden kovar.Bir günTahsin Bey ,Memduh,Lili,Fazlı ve Ayetullah isimlerindeki birilerini eve getirir.Cemile bu kişilerden pek hoşlanmaz.Tahsin Bey, birkaç gün sonra Prensesin davet vereceğini ve oraya davetli olduklarını söyler.Davette birçok ilginç olay birbirini izler.Cemile’nin şiirler okuması,şair diye tanıtılması,Prensesin Cemile ile çok yakın olması…Sonuçta ,Cemile’ye bir telefon gelir.Eski oturduları Karagümrükte yangın çıktığı ve tüm mahallenin evsiz barksız kaldığı haber verilir.Cemile,olaya çok üzülür ve tam şiir okuyacakken ,tüm olyları anlatır;Tahsin Bey’I,Memduğ Bey’I,hayatını,yangını…Bunun üzerine Prenses ve birkaç davetli cemile’ye para yardımında bulunacakları hakkında söz verirler.

Cemile, hemen daveti terk ederek ,karagümrüğe gidip, müjdeyi tüm mahalleye haber verir,cebindeki paralarıda vererek bu gecelik idare etmelerini söyler.

Bu olaydan sonra Thsin Bey,tüm gerçekleri Cemile’ye anlatır.Çok önceden bir kızı olduğunu,trafik kazasında kaybettiğini,şu an evli olmadığını,Cemile’yi kızı gibi ğördüğünü,Şahende’yisevdiğini,Şahende’ninde O’nu sevdiğini,herşeyi…

Ve bir gün selim’in babası Nail Bey,Cemile’yi ziyaret eder ve Selim’in çok ağır hasta olduğunu, bu yüzden doktorun yurtdışına gitmesi gerektiğini söylediklerini;ancak bu şekilde iyileşebileceğini söyler.Tabiki Cemile buna karşı çıkar.

Cemile ,Selim’I kendisinin iyileştirebileceğine inanır ve inandığı gibi de bunu başarır.Sonuçta üç düğün birden olur.Memduh-nahide,Tahsin-Şahende ve Cemile-Selim.Herkes deli Cemile’nin hepsinden akıllı olduğunu o gece öğrenir.

KİTABIN ANAFİKRİ

Kitapta, bu dünyada hiçbirşeyin imkansız olmadığı, birgün biryerlerde çok istediğimiz hayatın bizi beklediği anlatımaktadır.

KİTAPTAKİ ŞAHISLAR

Karagümrüklü cemile:olyların baş kahramanı.

Saraç ibrahim efendi:babası,

Selim:yeni kiracı

Nahide:Selimin eski kızarkadaşı,

Şahende:Cemilenin ablası,

Altay:Şahendenin çocuğu,

Ali:Tahsin beyin şöförü,

Halime:Selim’in yengesi.

Mebrüke: Tahsinin kızı.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLERİM

Kitap çok akıcı bir özelliğe sahip,bir kere okumaya başladığınızda bitirene kadar içinizi büyük bir merak sarıyor.ayrıca ben birçok yeni kelime öğrendim bbuda tabiki kitabın iyi bir yanı.Herkese tavsiye ediyorum.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ

Peyami safa,istanbul da 1899 yılında doğdu.Servet’I fünun şairlerinden İsmail Safa’nın oğludur.İki yaşındayken Sivasta sürgünde bulunan babasını kaybetti.Dokuz yaşında iken sağ elinin ekleminde kemik hastalığının başlaması,13 yaşında iken hayatını kazanmak zorunda kalması yüzünden düzenli okul öğrenimi görmedi.

Cadı (Hüseyin Rahmi Gürpınar)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI: CADI
KİTABIN YAZARI: HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR
YAYINEVİ VE ADRESİ: Özgür Yayınları Ankara Cad. 31/2 Cağaloğlu-istanbul.
BASIM YILI: Altıncı Basım/ Ekim 1996

KİTABIN KONUSU

Binnaz Hanım, öldükten sonra dirilerek, ölümünden sonra hemen evlenen kocası Naşit Nefi Efendi’ye yaşamı zehir eder.

KİTABIN ANA FİKRİ

Hüseyin Rahmi’nin, metafizik bir polisiye biçiminde başlayan ,sonunda olayı akılcı bir çözüme bağlayan Cadı romanında, evlilik kurumu kadar, metafizik dünya görüşüde eleştirilmektedir.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Eser batıl şeylere inan ve bir takım fantastik unsurların etkisinde kalan tipleri, ruhçuluk ve bu nedenle ruhçuluğa inan kimselerin geçirdikleri sarsıntıları konu almaktadır.

KİTAP YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

Romanımızda doğalcılığın ve gerçekçiliğin en önemli kavşaklarından biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, sanat yaşamı boyunca hep aklın ve mantığın yanında olmuş; romanlarıyla , öyküleriyle, yazılarıyla, toplumun çağdaşlaşması yolunda. Yobazlığa,gericiliğe,bağnazlığa, sömürücülüğe karşı savaşmıştır. Onu böylesine verimli, çok okunan bir yazar yapan da bu özelliği olmuştur. Hüseyin Rahmi, Türk topllumunun büyük bir dönüşüm sürecine girdiği bir dönemde, yani doğru zamanda ortaya çıkmış bir düşünür-yazardır.
YAPITLARI

Roman: Şık (1889), İffet (1896), Mürebbiye(1899), Bir Muadele-I Sevda (1899), Tesadüf(1900), Nimetşinas (1901), Şipsevdi (1911), Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (1912), Gulyabani (1912), Cadı (1912), Hakka Sığındık (1919), Toraman (1919), Hayattan Sayfalar (1919), Son Arzu (1922), Cehennemlik (1924), Efsuncu Baba (1924), Ben Deli miyim? (1925), Billur Kalp (1926), Tutuşmuş Gönüller (1926), Evlere Şenlik Kynanam Naasıl Kudurdu? (1927), Muhabbet Tılsımı (1928), Mezarından Kalkan Şehit (1929), Kokotlar Mektebi (1929), Şeytan İşi (1933), Utanmaz Adam (1934), Eşkiya İninde (1935), Kesik Baş (1942), Gönül Bir Yeldeğirmenidir Sevda Öğütür (1943), Ölüm Bir Kurtuluş mudur? (1946), Deli Filozof (1964), Acı Gülüş (1967), Namuslu Kokotlar (1973).

Öykü: Kadınlar Vaizi(1920), Meyhanede Hanımlar (1924), Namusla Açlık Meselesi (1933), Katil Buse (1933), İki Hödüğün Seyehati (1933), Tünelden İlk Çıkış (1934), Gönül Ticareti (1939), Melek Sanmıştım Şeytanı (1943), Eti Senin Kemiği Benim (1963).

Oyun: Hazan Bülbülü (1916), Kadın Erkekleşince (1933), İki Damla Yaş (1973), Tokuşan Kafalar (1973).

KİTABIN ÖZETİ

Fikriye Hanım kocasını öldükten sonra, küçük kızıyla birlikte dayısının evine yerleşmiştir. Bu durumdan pek hoşnut olmayan Emine Hanım daha kocasını toprağı bile kurumadan Fikriyeyi başka biriyle birlikte evlendirip başından savamanın planlarını yapmaya koyulmuştur. Bunun için çöpçatan kadınlara bol miktar paralar adadı. Bir gün Fikriye’ye hayırlı bir kısmet bulundu.Görünürde zengin hali vakti yerinde kalem müdürü Naşit Nefi Efendi’nin iki çocuğundan sonra başka bir pürüz görünmüyordu.Ancak Fikriye’nin de küçük kızı olduğu için bu sorun pek önemli değildi.

Aslında daha büyük sorunlar ve pürüzler vardı. Naşit Efendi’nin ilk karısı Binnaz öldükten sonra ruhlar aleminden yalıya ziyaretler yapmaya başladığı rivayet ediliyordu. Buna dair çok kuvetli kanıtlar vardı. Naşit Efendi’nin ikinci karısının esrarlı bir şekilde yalının bahçesinde ölmesi, üçüncü eşininde evi terk etmesi cadı söylentilerini güçlendiriyordu. Emine Hanım bu söylentilere rağmen Fikriye’yi, Naşit Efendi ile evlendirmeye kara vermişti. Hiç bir şeyden haberi olmayan Fikriye dayısını ve yengesinin isteklerine boyun eğdi. Ancak söz kesildikten sonra dedikodular daha yoğunlaştı ve Fikriye cadı olayını duyduktan sonra sözden vazgeçti. Ancak yengesi ve çöpçatan kadın bunların Naşit Efendi’ye atılmış iftiralar olduğunu söyleyerek Fikriye’yi kandırdılar.

Bir gün eve Habibe Hanım adında eski dostlarından eli değnekli,yaşlı bir konuk gelir. Fikriye Hanım’a yapılan bu kötülük karşısında susamıyacağını belirten Habibe hanım Naşit Efendi’nin üçüncü eşinin yanına gidilmesini teklif eder.Teklif Emine Hanım ve çöpçatan kadın tarafındanada onay görür ve ertesi gün hazırlanılır ve Şükriye Hanım’ın evine gidilir.Şükriye Hanım iyi bir eğitim görmüş,kibar,güzel ve okumuş bir hanımdır. Naşit Efendi’nin yalısında geçirdiği günleri kaleme almış, bu konuda bir kitap yazmıştı.Şimdiyse yazdıklarını konuklarına aktarıyordu.

Şükriye Hanım babasının batıl inançların saçmalığı konsunda yaptığı konuşmalardan sonra Naşit Efendi ile evlenmeye karar vermişti.Ancak cadı hakkındaki dedikodular ve ikinci eşin başına gelen esrarlı ölüm onun içindeki korkuyu atamamasına yol açmıştı. Naşit Efendi kibar bir İstanbul beyefendisiydi.Üstelik Şükriye’den de hoşlanmıştı.Ona karşı kibar davranıyordu. YalıRumeli sırtlarındaydı.Yalıda erkek hizmetlilerden başka. Emektar hizmetçi İrfan kadın,Naşit Efendini çocukları Nesip ile Ragibe çocukların bakıcısı Gülendam ve Şükriye Hanım’ın yatalak kaynanası vardı.

Nesip ile Ragibe gayet şımarık çocuklardı üstelik yalıda onlara kimse ses çıkaramıyordu.Şükriye hanım çocukların yanında her zaman türlü türlü yemişlerin, en pahalı şekerlemelerin bulunduğunu farketi.Çocuklara bunların kim tarafından getirildiğini sorduğunda Cadı annemiz karşılığını aldı.Buna şaşıran Şükriye yalıda bu yemişlerin kimin tarafından alındığına dair bir arştırmaya koyuldu.Hiç kimse şekerlemelerin kimin tarafından alındığını bilmiyordu.Sağlıklı bir sonuca ulaşamayan Şükriye’nin, cadı konusundaki şüpheleri biraz daha artı.

Öncelikle Gülendam’ın ağzını aradı ancak burdan bir sonuç alamadı.Daha sonra İrfan Kadın’dan bu konuda bir kaç şey öğrenebildi.İrfan Kadın’a göre Binnaz Hanım’ın ruhu yalıyı dolaşıyordu ve çocuklara yemişleri Binnaz’ın ruhu getiriyordu.İrfan Kadın bir kaç kez cadıyı görmüştü. Üstelik ikinci eşin ölümüyle cadının bir ilgisi vardı.İkinci eş çocuklara iyi davranmaması yüzünden cadı tarafından cezalandırılmıştı.İrfan Kadın Şükriye Hanım’a çocuklara iyi davranması konusunda öğüt verdi.

Artık Şükriye’nin cadını varlığı konusunda şüpheleri iyice artmıştı.Bu konuyu kocası Naşit Efendi ile konuştular. Naşit Efendi olaylara mantık çerçevesinde bakıyor, bunların kendilerinin bilmediği görünmez bir düşman tarafından yapıldığını savunuyordu. Ancak her geçen gün cadının varlığı konusunda kanıtlar çoğalıyor.Naşit Efendi cadıyı inkar etsede Şükriye Hanım’ın şüpheleri her geçn gün artıyordu.
Naşit Efendi’den başkasının açmasının imkansız olduğu kasadan Binnaz Hanım’ın mücevherleri alınıp Binnaz Hanım’ın yazısıyla bir not bırakıldıktan sonra Şükriye artık cadının varlığına tammiyle inanmıştı.Artık cadı hakkında ileri geri konuşulmuyor aziz ruh deniliyordu.Ölmekten korkan Şükriye Hanım aziz ruhun adına her gün yasin okuyor Binnaz Hanım’ın adını saygıyla anıyordu. Bu saygılarını göstermek içn yalı halkı Binnaz Hanım’ın kabrini ziyarete karar vermişti.

Hisar mezarlığındaki kabir çevresi kalın parmaklıklı bir kafes içindeydi.Kabirin tek anahtarıda Naşit Efendi’deydi ve kabirin içine hiç bir yabancı giremezdi. Kabir içine girdiklerinde onları mezarın üzerinde kalemle yazılmış mutasavvıfça bir şiir bekliyordu. Bu şiirin dışardan biri tarafından yazılması çok güçtü.Onlar bu şiir hakkında yorum yaparken. Mezarın başında duva okuyan, okul inşatında çalıştığını öğrendikleri bir ırgat başıyla karşılaştılar. Irgat başı duva okumasını sebebini Binnaz Hanım’ın ruhunu görmesine bağlayınca, artık cadını varlığı konusunda şüphe kalmamıştı.Ancak Naşit Efendi neye inanacağını şaşırmış vaziyeteydi.

Sonraki günlerde Naşit Efendi çeketinin cebinde bir not buldu. Not Binnaz Hanım’ın el yazısıyla yazılmıştı.Notun içeriği Binnaz Hanım’ın niye geri geldiği ile ilgili sırlara cevap veriyordu.Daha sonra bir medyuma danışmaya karar verdiler ancak medyum cadının varlığını kabul etmesine rağmen cadının çok güçlü olduğunu.Bu konuda kendisnin yapacak bir şeyiolmadığnı, canlarını seviyorlarsa cadının isteklerini kabul etmelerini söyledi.

Kocasından ayrılıpğ baba evine gitmek isteyen Şükriye’yi babası caydırdı. Yalıya tabancasıyla gelen babası korkmaması gerektiğini ona bugün çocuklardan birini dövmesini cadı gelirse onu vuracağını böylece cadı yalanın biteceğini söyledi.Şükriye babasının dediğini yaptı ve çocukları tokatladı.Şükriye ve babası cadıyı beklemeye başladılar. Kahvelerini içtikten sonra uykuya dalan baba,kız cadının gürültüsüyle uyandılar. Binnaz Hanımın ruhu karşılarındaydı. Babası Ateş etti ama ruha bir şey olmadı, her ikiside bayıldılar.Ayıldıklarında neyseki ufak tefek şeyler dışında pek bir şeyleri yoktu. Cadının varlığını kabulenen baba ve Naşit Efendi Şükriye’nin ayrılma kararına karşı çıkamadılar.

Şükriye kitabını kapatı ve anlatacaklarını bitirdi.Fikriye evlenmekten caydı. Emine Hanım’ın ise buı karar karşısında diyecek pek bir şeyi yoktu. Cadı dedikoduları tüm İstanbul’a yayılınca Naşit Efendi evlenecek bir eş bulamadı.Çocuklarını büyütü evlendirdi.Kendisi de artık daha küçük bir eve yerleşti.

Artık mektuplar ve cadı görünmüyordu. Eve daha sonra bir bir zarf geldi.Mektup eski yalı komşusu Rahmetli Aramdil Hanım’ın büyük oğlu Kadir Beyden geliyordu.Mektup her şeyin iç yüzünü ortaya koyuyordu.Cadı diye bir şey yoktu. Aramdil Hanımla, Binnaz Hanım çok iyi dostular hangisi önce ölürse birbirlerine çocuklarını emanet etmişlerdi.Aramdil Hanım, Binnaz Hanım’a verdiği söz doğrultusunda ,Naşit Efendi’nin evlenmesini engelleyerek çocukları üvey annelerinin şerinden korumak istemişti. Bunun için farketirmeden yalının üstünden kendi yalısına bir kapı,altındanda bir tünel yaptırmıştı. Avrupada heykel tıraşlık eğitimi almış küçük oğlunada Binnaz Hanım’a benzeyen bir kostüm yaptırmıştı.Her şey Kadir Bey’in yalıyı yıktırmasıyla ortaya çıkan geçitler ,annesinin sandığındaki Binnaz Hanım’ın elbisesi ve Aramdil Hanım’ın notlarıyla açıklığa kavuşuyordu.

Cadının omadığı artık kanıtlanmış,bütün gerçekler ortaya çıkmıştı. Naşit Efendi gazetelere gerçeklerle ilgili ilan vermesine rağmen Cadı dedikodularını önleyemedi.Bir daha asla kendine bir eş bulamayan Naşit Efendi ömrünün sonuna kadar yanlız yaşadı.

KİTAPTAKİ KİŞİLER

Naşit Nefi Efendi : Kalem müdürü olarak hali vakti yerinde bir İstanbul beyefendisi.
Binnaz Hanım : Naşit Nefi Efendinin eceliyle ölen ilk eşi. Ruhlar aleminden yalıya ziyaretleri yaptığı sanılan cadı.
Şükriye Hanım : Bir kaza sonucu yalının bahçesinde ölen Naşit Nefi Efendi’nin ikinci eşinden sonraki eşi.
İrfan Kadın :Yalının emektar hizmetçisi.
Gülendam : Çocukların bakıcısı.
Nesip İle Ragibe : Naşit Efendi’nin ilk karısından olan çocukları.
Fikriye Hanım : Naşit Efendini dördüncü eş adayı. Tek çocuklu taze dul.
Emine Hanım : Eşi öldükten sonra evine yerleştiği dayısının eşi.
Aramdi Hanım: Yan yalının sahibi Binnaz’ın ölmeden önceki en iyi arkadaşı.
Kadir Bey : Aramdil Hanım’ın büyük oğlu. Esrarı açıklığa kavuşturan kişi.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitapta metafizik ve karmaşık bir olay üzerinde durulmasına rağmen genelde toplum üzerideki tahliller dikkati çekmekte. Bununla birlikte bu tahliler okuyucuyu esas konudan uzaklaştırıp bu tahlilere yöneltmekte.Bundan dolayı esas olaylar,gerilim,akış bir anda durağanlaşmakta okuyucuyla konu arasındaki etkileşim kesilmektedir.
Kitapta yazar, akılcı çözümün dışına çıkmamış kitabıda akılcı bir çözümle bitirmiştir. Kitap tahlilleri,olayları değerlendirişindeki akılclıkla; getirdiği sosyal,toplumsal,psikoljik eleştirilerle iyi bir eser olarak nitelendirilebilir. Ancak eser konu olarak gerilim tarzında olmasına rağmen bunu için gerekli muhteva,akış ve etkiliyeceliğe sahip değildir. Şuda unutulmamlıdırki tür olarak gerilim tarzı roman dünya edebiyatındaki türdaşlarına nazaran Türk romancılığında gelişmiş bir tarz değildir.

Canan (Peyami Safa)

0 yorum | Devamını Oku...
Konu

Kitap aile yaşantısını ve insanların mutluluk için aileden beklentilerini, ailenin sahip olması gereken şeref ve onur gibi özelliklerden bahsetmiş, bunları insanların yetiştirilme tarzlarıyla birleştirmiştir.


Özet

Mutlu bir beraberlikleri olan bedia ve Lami’nin arası açılır ve Lami eve uğramaz olur. Bedia bundan dolayı hastalanır ve yataklara düşer.Bedia ve Lami beş sene önce evlenmişler ve Bedia ‘nın ailesiyle beraber yaşamaya başlamışlardır. Evlerinde Bedia’nın babası,Abdullah bey, Gülşen dadı,büyükannesi ve hizmetçileri perver ile birlikte yaşarlar.

Lami artık bu sıkıntılı gördüğü hayattan bıkmış ve gönlünü kaptırdığı Canan ismindeki kadınla yaşamaya başlamıştır. Lami Canan’ın babası gibi gördüğü ve yanında yetiştiği Şakir Beyin yanında yanında çalışır. Şakir bey gün görmüş ve biraz çapkın bir adamdır. Şakir Bey, karısı Reknaz Hanım, kızı Perihan ve damadı Şemsi(aynı zamanda Bedia’nın ağabeyi), oğlu Faik ve Canan’la beraber yaşar.

Bedia hala hasta olmasına rağmen kocasının nasıl olduğunu merak eder ve doğru çalıştıgı yere gider. Lami işte yotur. Lami’nin patronu Şakir Bey le konuşur. Oradan Şakir beylerin evine gider. Lami’nin burada olduğunu öğrenir ve onu beklemeye başlar.Lami geldikten sonra arlarında kötü konuşmalar geçer ve Bedia evi terkeder.Bedia gerçekleri anlamış ve boşanacaklarını öğrenmiştir.

Bedia eve gittiğinde herşeyi babasına anlatır. Artık evlerinde uzun bir bekleyiş başlamıştır. Şemsi eve gelir ve kötü haberler getirir, boşanacakları kesinleşmiştir. Şemsi kız kardeşiyel konuşurken Cananı kendisinin de sevdiğini itiraf eder. Bedia bir kez daha yıkılmıştır. Şemsi ağır hastadır. Hastalığı yine kendini göstermeye başlamıştır.

Bu arada AbdullahBey damadının yanına gider ve olup bitenleri bir kez de ondan dinler. Şemsi hastalığından dolayı yataklara düşer ve bir gün sabaha karşı ölür. Bedia bundan dolayı da Cananı suçlu tutar. Bu sıralarda Bedia hem kardeşinin hem de kocasının üzüntüsünden dolayı harap bir haldedir. Büyükannesi onun bu haline dayanamaz ve onunla konuşur. Konuşmanın sonunda kendisi için değerli olan uğur musakasını ona verir ve bunun ona uğur getireceğini söyler. Bedia almak istemez ama israrına dayanamaz ve onu boynuna takar.

Canan ve Lami evlenmiş yeni bir eve taşınmışlardır. Lami adeta onun kölesi olmuş her istediğini yapar duruma gelmiştir. Canan hala zengin olma hayallerinden vazgeçmez ve kendisinin saraylara laik olduğunu söyler. Lami’yi de bir kaç tatlı söz ve cilveli hareketlerle uyutur.

Bir Lami işyerinde geldiğinde onu bir kadının beklediğini öğrenir, gelen Mühteşar OrhanBeyin eşidir. Lami ‘ye Canan’la Orhan’ın ilişkisi olduğunu söyler ve Canan’ın yazdığı bir kağıdı ona gösterir. Lami beyninden vurulmuşa dönmüştür ama inanmak istemez. Biraz sündükten sonra ev gitmeye karar verir. Ev geldiğinde kapıyı Eleni adındaki hizmetçileri açar ve onu karşılar. Canan yukarı kattadır. Canan la bugün olanları konuşur ama Canan yine onu kandırmış aklındaki şüpheleri silmiştir.

Lami’nin Selim ve Ali isminde iki arkadaşı vardır. Lami sık sık Selim’e gider ve ona akıl danışır. Selim ilk başlarda Canan’la evlenmesini de istemez çünkü onun kötü bir kadın olduğunu bilir. Yine her zaman ki gibi Selim’e gider ve ona bu konu hakkındaki görüşlerini sorar. Selim kaçamak cevaplarla onu geçiştirir. Lami ve Canan sık sık dostalarınında katıldığı eğlenceler düzenlerler. Son eğlencede Canan, Lami ile göze göre göre dalga geçmiş ve yanına Orhan Beyi alarak bir süre kalabalıktan uzaklaşmıştır.

Bu yakınlaşmalar herkesin dikkatini çeker. Lami içten içe kahrolsa da belli etmemeye çalışır. Lami Orhan beyin karısından, Orhan Beyin her şeyi öğrendiğini ve ayrılacaklarını öğrenir. Lami’nin şüpheleri yine artmıştır, hizmetçiden bilgi alabileceğini sanarak ona para verir ama hiç bir bilgi alamaz.

Lami kafasında planladığı şeyleri bir türlü hayata geçiremez. Canan hakkında dedikodular çıkamaya başlar. Bu sırada Canan’ın annesi olduğu sonradan öğrenilen birisi çıkar gelir ve onlarla beraber kalmaya başlar. Canan ondan nefret eder ve her zaman ona kötü sözler söyleyerek dışlar.

Her zamanki gibi gece eğlencelerinden birinde değişik konuşmalar geçmeye başlar. Herkes sahip olduğu bir şeyleri satmaya başlamıştır. Lami’nin arkadaşı Ali bunlardan şüphelenir ve Canan ‘a yalnız bulduğu bir odada sorular sormaya başlar ve cevap alamayınca onu kucaklar, bu sırada bunları annesi görür. Odaya döndüklerinde dans etmeye başlarlar. Herkesin neşesi yerindedir.

Bir ara Canan ve Selim ortalıktan kayboldular. Lami bunlardan şüphelendiği için onları takip eder ve onların ilişkilerini öğrenir. Canan ‘ın annesi bozuk Türkçesiyle oğlu gibi sevdiği damadına Canan’la Ali arasında olanları anlatır. Soğukkanlılıkla hareket etmeye söz vererek odaya geri döner. Lami odada biraz kaldıktan sonra Selimle beraber dışarı çıkmak için hareketlenir. Evden biraz uzaklaştıklarında Selim’e hakaret etmeye başlar. Selim her şeyden ona bahseder ve Canan’ın kimlerle ilişkisi olduğunu söyler.

Lami yıkılmış bitkin bir halde ev geri döner. Evdekiler dağılmış ve Canan yatak odasına çıkmıştır. Lami yatak odasına girer girmez Canan’ın üstüne yürür ve onu boğmaya çalışır; ama Canan ondan kurtulur ve uzun tırnaklarıyla onu yaralar. Bu arada Canan’ın annesi ve hizmetçileri kapıyı zorlamaktadırlar.

Lami dayanamaz ve kapıyı açar, Canan’ın annesi içeri girer girmez Canan’ın saçlarından tutarak yatağın demirine vurmaya başlar. Canan kurtulmaya çalışırken yanındaki dolabı üstüne devirir dolapla beraber üzerinde duran lambada düşer ve ortalık karanlık olur. Lami ve hizmetçi yardım bulmak ve polisi çagırmak için dışarı çıkarlar. Onlar hale olayın şokundadırlar. Selim geceden beri eve gitmemiş evin etrafındadır. Lami onuda alarak yatak odasına çıkar ama Canan çoktan ölmüştür.

Canan ‘ın ailesi ve aşıkları gözyaşlarına boğulur, Lami de ise hem hüzün hem sevinç vardır. Lami olanların şokundan kurtulmak ve geceyi geçirmek için yakınlarda oturan teyzesine gider. Lami orada bir kaç gün dinlendikten sonra Selim’e gider ve onunla Bedia hakkında konuşurlar. Lami Bedia’ya ya gitmeye karar verir ama bu cesareti kendinde bulamaz. Bir kaç gün geçtikten sonra Lami Bediaların yalısına gider. Yalıda çok değişiklik vardır eskisi gibi bakımlı bir bahçesi ve boyalı duvarları yoktur. Kapıyı çaldığında onu dadı karşılar.

Dadı ilk önce onu tanıyamaz kendini tanıttıktan sonra dadı beklemesi gerektiğini ve hanıma haber vereceğini söyler. Lami beklemeye başlar. Bu geçen zaman içinde Abdullah Bey hastalanmış ve yatağa düşmüştür. Sonunda Bedia gelir ama ikisi de birbirleriyle konuşmaya cesaret edemez.

Sonunda Lami sessizliği bozar ve her şeyi ona anlatmaya başlar, Lami yaşadığı cehennem hayatını ve hatalarını ona anlatır. Dadı her zaman ki gibi onlara sütlü kahvelerini getirir. Eski günlerdeki gibi yeni bir güne başlanmış ve huzurlu hayat geri dönülmüştür.

Ana Fikir

Aile yaşantısındaki huzursuzluk ve kötü sonuçları. Eş seçiminin önemi.

Şahıslar ve Olaylar

Kitapta ana karakterler: Lami, Canan, Bedia’dır. Olaylar en çok bunları etkilemiştir. Olayların gelişme seviyesi günümüzde olduğu gibidir. İlk başta kötüler galibiyetiyle başlamış ama iyilerin galibiyetiyle sona ermiştir. Olaylarda eş seçiminin önemi ve aile ahlak yapısı işlenmiştir.

Yazar Hakkında Bilgi

PEYAMİ SAFA

İstanbul’da doğmuştur (1899). Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa’nın oğludur. Sivas’a sürgüne gönderilen babasının orada ölmesi üzerine iki yaşında yetim kalmış (1901), bu yüzden “Yetim-i Safa” adıyla anılmıştır. Babasız büyümenin acılarının yanısıra, sekiz dokuz yaşlarında yakalandığı bir kemik hastalığı dolayısıyla 17 yaşına kadar, bu hastalığın fiziksel ve ruhsal bunalımlarını yaşamıştır. Sonradan bu günlerini ünlü Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanında dile getirmiştir.

Hastalık ve savaşın yol açtığı maddî sıkıntılar dolayısıyla öğrenimini sürdürememiş, o sıralar Maarif Nazırı olan Recaizade Ekrem Bey, bu görevinden ayrılınca onu Galatasaray Lisesi’nde okutma vaadini yerine getirememiş, Peyami safa da hayatını kazanmak ve annesine bakmak için Vefa İdadisi’ndeki öğrenimini yarıda bırakmıştır. 

Keaton Matbaası’nda bir süre çalışan Peyami Safa, açılan sınavı kazanarak Posta - Telgraf Nezareti’ne girmiş, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar orada çalışmıştır (1914). Daha sonra Boğaziçi’ndeki Rehber-i İttihat Mektebi’nde öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Dört yıl çalıştığı bu okulda, hem öğretmiş, hem de kendi çabasıyla Fransızcasını ilerletmiştir.

Daha sonra ağabeyi İlhami Safa’nın isteğine uyarak öğretmenlikten ayrılmış (1918) ve birlikte çıkardıkları 20. Asır adlı akşam gazetesinde “Asrın Hikâyeleri” başlığı altında yazdığı öykülerle gazetecilik yaşamına başlamıştır. İmzasız yazdığı bu öykülerin tutulması üzerine adını kullanmaya başlayan Peyami Safa, daha sonra Son Telgraf gazetesinde yazmış (1921), oradan da Tasvir-i Efkâr’a geçmiştir. Daha sonra Cumhuriyet gazetesine geçmiş, 1940 yılına kadar bu gazetede fıkra ve makalelerinin yanısıra roman da tefrika etmiştir.

1960′lı yıllara kadar bir çok gazete ve dergide yazan Peyami Safa 27 Mayıs’tan sonra Son Havadis gazetesinde yazmaya başlamıştır (1961). Aynı yıl Erzurum’da yedek subaylığını yapmakta olan oğlu Merve’nin ölümü üzerine büyük bir sarsıntı geçiren Peyami Safa, iki üç ay sonra İstanbul’da ölmüştür (15 Haziran 1961).

Yazarın Yaşamı 

Yazın yaşamına 20. Asır’daki öyküleriyle başlayan Peyami Safa, tam 43 yıl, hemen hiç ara vermeden Türkiye’de yayımlanan hemen tüm gazete ve dergilerde çeşitli zamanlarda fıkra, makele ve romanlarını yayımlamış, son derece verimli bir yazar olmuştur. 

Kendi kendini yetiştirmiş bir kişi olan Peyami Safa, çağın düşünce akımlarıyla ilgilenmiş, siyasal sorunlar karşısında tavır almış, bu yüzden Türk basınında derin izler bırakan polemiklere girişmiştir. Bunlar arasında en ünlüleri Nâzım Hikmet, Nurullah Ataç, Sabiha ve Zekeriya Sertel ve Aziz Nesin’le yaptığı kalem kavgalarıdır. 

İlk uzun öyküsü Gençliğimiz’i 1922 yılında Peyami Safa, para kazanmak amacıyla yazdığı kimi yapıtlarında, ilk defa ağabeyi İlhami Safa’nın takma ad olarak kullandığı annesinin Server Bedi adını benimsemiş, bu takma adla 80′e yakın ün vermiştir. Bunlar arasında en sevilenler Cingöz Recai macera romanları ile Cumbadan Rumba’ya adlı romanı olmuştur.

Peyami Safa, Türk kültür yaşamında yayımlandığı yıllarda hayli etkili olmuş Hafta, Kültür Haftası (1936 - 21 sayı) ve Türk Düşüncesi (1953 - 1960, 63 sayı) dergilerini çıkarmıştır.

Asıl ününü romancı olarak yapan Peyami Safa, bazı uzun öyküleri ile de dikkati çekmiş, yazar Batılı kaynakların bir “Zalim” olarak tanıttıkları hun hükümdarı Atilla’yı aklamak amacıyla aynı adda bir de tarihsel roman yazmıştır.

Yapıtları:

Öykü: 


Gençliğimiz (1922), Siyah Beyaz Hikâyeler (1923), İstanbul Hikâyeleri (1923), Aşk Oyunları (1924), Süngülerin Gölgesinde (1924), Ateşböcekleri (1925).

Roman: 

Mahşer (1924), Bir Akşamdı (1924), Sözde (1925), Canan (1925), Şimşek (1928), 9. Hariciye Koğuşu (1931), Atilla (1931), Fatih - Harbiye (1931), Bir Tereddüt Romanı (1933), Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949), Yalnızız (1951), Biz İnsanlar (1947).

Oyun: 

Gün Doğuyor (1937).

Düşünsel Yapıtları: 

Zavallı Celal Nuri Bey (1914), Büyük Avrupa Anketi (1938), Türk Inkılâbına Bakışlar (1938), Felsefî Buhran (1939), Millet ve İnsan (1943), Mahutlar (1959), Sosyalizm (1961), Mistisizm (1962), Nasyonalizm (1962), Doğu - Batı Sentezi (1963), Nasyonalizm - Sosyalizm - Mistisizm (1968), Osmanlıca - Türkçe - Uydurmaca (1970). Ötüken Yayınevi 1966 yılından bu yana Peyami Safa’nın toplu yapıtlarını yayımlamaktadır.

CEZMİ - NAMIK KEMAL

0 yorum | Devamını Oku...
Konu

Kitapta genç, cesur, vatanını ve milletini herşeyden daha çok seven bir yiğidin devleti için yaptıkları ve savaştaki kahramanlıklar anlatılıyor.

Özet

Cezmi yiğit bir sipahi olduğu kadar, bilgin bir şairdir de Yakışıklıdır. Ciritte, atlı sporda ustadır. Roman İstanbul’da başlar.
XVI. yüzyıl içinde Avrupalılar, Amerika’nın hemen her tarafına sokularak, o zamana kadar kayıplarda kalmış ve hiç işlenmemiş olan bu yeni dünyanın her çeşit faydalı hazinelerinden hisse almaya başladılar.

XVI. Yüzyılın üstünlükleri sadece bunlardan da ibaret değildir. Yine bu yüzyıl içinde, Büyük Türk Hakanı ve Türk Orduları Başkomutanı Kanuni Sultan Sülayman I. Şanlı bayrağımızı, şafaklar içinde doğmuş bir hilal gibi, Viyana’larda, Tebriz’lerde, İspanya ve Hindistan’larda dolaştırarak dünyanın doğusunda, batısında şanla, şerefle dalgalandırıyordu.

Kanuni’nin ölümünden sonra başa Yavuz Sultan Selim geçmişti. Bunun üzerine İran Safevi Devleti, Türk milletiyle savaş alanında boy ölçüşmeyi kolay sanıyor; birtakım boş hayallere kapılmaktan kendilerini alamıyorlardı. İşte o arzuların, o huyların sonucuydu ki, Safevi Devletiyle Osmanlı Devleti birbirine harp ilan etti.

Devrin sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa, bu savaşı faydasız görüyor ve yapılmasını istemiyordu. Daha sonraları devletçe kararlaştırılan İran seferi ve savaşın başlaması, tecavüzün önce düşman tarafından yapıldığı düşüncesine dayandı. Ve şuarada burada başlayan Gürcü isyanlarının bastırılacağı söylentisi ortaya atılarak, ordu Üsküdar’a çekildi.

Cezmi ise, yüzünde zeka ışıkları, parlayan mert tavırları ve göz alıcı gençliği ile koca bir ordunun içinde en seçkin bir yaratık sayılacak kadar herkesin takdir ve iltifat bakışlarını üzerine çekip duruyordu.



İran Hükümeti, Türk ordusunun İstanbul’dan hareketini haber alır almaz, Tokmak Han’I Gürcistan Muhafızlığına tayin eylediği gibi, Tebriz’deki askerine de, Allah Kuli Han komutusunda, Van üzerinden Anadolu!ya hücum emrini vermişti. İki ordu Çıldır sahrasında karşılaştı.

Osmanlı ordusunun başında Derviş Bey bulunuyordu. Derviş Paşa, genç bir kahraman, usta bir binici olduğu kadar da yaradılıştan çok heyecanlı ve hiddetli bir zattı; en küçük bir şeyden hemen parlayıverirdi. Düşmanla karşılaştıkları zaman, kükremiş bir aslan kesildi. Düşman kendilerinden kat kat fazlaydı;fakat o, aradaki bu sayı farkına hiç önem vermedi; bayrağı altında bulunan üç dört yüz yiğitle koca bir ordunun ta kalbine, en can alacak yerine saldırmakta bir an bilr tereddüt etmedi.

Düşmanın kimini yerlere seriyor, kimini çil yavrusu gibi darmadağın ediyordu. Fakat ne çare ki saflarımız gittikçe seyrekleşiyordu. Buna karşılık düşman askeri ise, mütemadiyen takviye aldığı için, azalmak şöyle dursun, bilakis gittikçe çoğalıyordu. İranlılar hücumlarıyla nihayet birliğimizi kuşatmaya muvaffak oldular ve bir hayli askerimizi de şehit ettiler.Derviş Paşa bu elverişsiz şartlar altında yılmıyor, yanında sağ kalan bir avuç kahramanla göğüs göğüse, kılıç kılıca bir boğuşma ile düşmanı saatlerce hırpalıyor, hırpalıyordu.

Nihayet Tokmak Han tarafından üzerlerine dolgun mevcutlu bir süvari alayıdaha sevk edildi. Bu taze kuvvet, şiddetli bir saldırışla Paşa’nın yanında bulunanlardan otuz kadar kahramanı şehit ettikten sonra, topuz ve kılıç darbeleriyle kendisini de atından düşürdüler.

Genç ve kahraman Türk komutanı yaya kaldığı halde, tek başına koca bir alayla bir hayli zaman başa çıktı; birbiri ardına üzerine saldıran üç iranlıyı birer kılıçta ikiye böldü. İranlılar, şiddetli bir hücum ile Paşa’nın sağ tarafında bulunan birkaç süvarimizi de şehit ettikten sonra, bir okla paşa’nın atını öldürdüler; ikinci bir oklada kendisini yaraladılar.

Cezmi bulunduğu yerden paşa’nın düştüğü tehlikeyi görünce, gözlerini kan bürüdü; tüyleri diken diken oldu. Adeta kendinden geçmiş denilecek heybetli bir tavırla :

Paşa yerlerde yatıyor! Dinini, milletini, devletini seven arkamdan gelsin!…

Diyerek kılıcını ağzına, kargısını aline aldı. Ferhat Paşa’nın yadigarı olan küheylanın dizginini boynuna attı, başını düşman üzerine çevirdi ve düşmana hücum etti. Yanında bulunanlar da kendisiyle birlikte ileri atılmakta bir an bile tereddüt etmediler; komutanlarını kurtarmak için belki rüzgarla yarışabilecek kadar hızlı koştuğu için,Paşa’nın etrafını sarmış bulunan düşman askerlerine herkesten önce o yetişti; birbiri ardınca birkaç düşmanı tepeliyerek paşa’nın hemen yanına vardı ve yere indi.

Paşa’yı kendi atına bindirdi. Saygı ile üzengisini öptüğü sırada öteki arkadaşları da yanlarına geldiler. Atını Paşa’ya verdiği için yaya kalan Cezmi de ani bir hareketle bir İran süvarisinin dizginine sarıldı. Fevkalade bir ustalıkla adamı öldürerek altındaki ata atladı ve savaşan arkadaşlarını arasına karıştı.

Aradan biraz zaman geçmişti ki, düşman saflarının arkasında siyah bir duman belirdi. Tam o sırada bizim askerlerin arkasında da kızıl bir toz bulutu kalktı. Öyle ki, bulutun büyüklüğüne ve dehşetine bakılsa, yerler gökler birbirinin üzerine yığılmış geliyor sanılırdı. Ordumuza taze kan geliyordu.

Özdemiroğlu Osman Paşa kuvvetleri biçare askerlerimizin yardımına koşuyordu. Bu kuvvetler düşmanın üzerine yağmur yağarcasına kurşun yağdırıyorlardı. Fakat o devrin silahları sudan etkilendikleri için, yağmurun şiddetiyle, on-oniki dakika içinde bütün bütün kullanılamaz hale gelmiş ve iş yine kılıca dayanmıştı. O devirde ateşli silahları en iyi kullanan Türklerdi. Türklerin ellerindeki ateşli silahler işlemez hale gelince İranlılar çoğunluklarına güvendiler; ordumuza hücum etmeye başladılar.

Deviş Paşa çadırına çekilince, Cezmi de hemen savaşa katıldı. Gösterdiği kahramanlık ve ustalığa yalnız bizimkiler değil, karşı tarafın kahraman kişilerini bile hayran bıraktı. At, silah kullanmakta öyle harikalar gösterdi ki, komutanı Osman Paşa gibi vazifesinden başka birşeyi gözü görmeyen olanca dikketiyle savaşı idare etmekte olan ciddi bir askeri bile vaik vakit adeta tertibatını unutturacak kadar hayranlıkla kendisini seyretmek zorunda bıraktı.İranlılar, hava iyice kararınca tabana kuvvet kaçtılar.

Savaştan sonra Osman paşa, Derviş Paşa’nın yanına giderek durum değerlendirmesi yaptılar. Cezmi’nin kahramanlıklarından bahsettiler ve Cezmi’yi yanlarına çağırttırarak onu ödüllendirdiler.

Cezmi’nin savaşta tanıştığı Adil Giray ve kardeşi Gazi Giray bu savaşta esir düşmüşlerdir ve İran sarayına götürülürler. Burada Perihan ve Şehriyar Adil Giray’a aşık olurlar. Sünni mezhebinde olan Perihan, seviştiği Adil Giray’la, Osmanlı ordusunun da yardımını alarak İran saltanatını ele geçirmek amacındadır. Bunu Şehriyar haber alır; taraflar kanlı bir boğuşmaya tutuşurlar. Şehriyar, Perihan ve Adil Giray ölürler. Cezmi yaralanır ve derviş kılığına girerek güçlükle vatanına döner.

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top