Kitap aile yaşantısını ve insanların mutluluk için aileden beklentilerini, ailenin sahip olması gereken şeref ve onur gibi özelliklerden bahsetmiş, bunları insanların yetiştirilme tarzlarıyla birleştirmiştir.
Özet
Mutlu bir beraberlikleri olan bedia ve Lami’nin arası açılır ve Lami eve uğramaz olur. Bedia bundan dolayı hastalanır ve yataklara düşer.Bedia ve Lami beş sene önce evlenmişler ve Bedia ‘nın ailesiyle beraber yaşamaya başlamışlardır. Evlerinde Bedia’nın babası,Abdullah bey, Gülşen dadı,büyükannesi ve hizmetçileri perver ile birlikte yaşarlar.
Lami artık bu sıkıntılı gördüğü hayattan bıkmış ve gönlünü kaptırdığı Canan ismindeki kadınla yaşamaya başlamıştır. Lami Canan’ın babası gibi gördüğü ve yanında yetiştiği Şakir Beyin yanında yanında çalışır. Şakir bey gün görmüş ve biraz çapkın bir adamdır. Şakir Bey, karısı Reknaz Hanım, kızı Perihan ve damadı Şemsi(aynı zamanda Bedia’nın ağabeyi), oğlu Faik ve Canan’la beraber yaşar.
Bedia hala hasta olmasına rağmen kocasının nasıl olduğunu merak eder ve doğru çalıştıgı yere gider. Lami işte yotur. Lami’nin patronu Şakir Bey le konuşur. Oradan Şakir beylerin evine gider. Lami’nin burada olduğunu öğrenir ve onu beklemeye başlar.Lami geldikten sonra arlarında kötü konuşmalar geçer ve Bedia evi terkeder.Bedia gerçekleri anlamış ve boşanacaklarını öğrenmiştir.
Bedia eve gittiğinde herşeyi babasına anlatır. Artık evlerinde uzun bir bekleyiş başlamıştır. Şemsi eve gelir ve kötü haberler getirir, boşanacakları kesinleşmiştir. Şemsi kız kardeşiyel konuşurken Cananı kendisinin de sevdiğini itiraf eder. Bedia bir kez daha yıkılmıştır. Şemsi ağır hastadır. Hastalığı yine kendini göstermeye başlamıştır.
Bu arada AbdullahBey damadının yanına gider ve olup bitenleri bir kez de ondan dinler. Şemsi hastalığından dolayı yataklara düşer ve bir gün sabaha karşı ölür. Bedia bundan dolayı da Cananı suçlu tutar. Bu sıralarda Bedia hem kardeşinin hem de kocasının üzüntüsünden dolayı harap bir haldedir. Büyükannesi onun bu haline dayanamaz ve onunla konuşur. Konuşmanın sonunda kendisi için değerli olan uğur musakasını ona verir ve bunun ona uğur getireceğini söyler. Bedia almak istemez ama israrına dayanamaz ve onu boynuna takar.
Canan ve Lami evlenmiş yeni bir eve taşınmışlardır. Lami adeta onun kölesi olmuş her istediğini yapar duruma gelmiştir. Canan hala zengin olma hayallerinden vazgeçmez ve kendisinin saraylara laik olduğunu söyler. Lami’yi de bir kaç tatlı söz ve cilveli hareketlerle uyutur.
Bir Lami işyerinde geldiğinde onu bir kadının beklediğini öğrenir, gelen Mühteşar OrhanBeyin eşidir. Lami ‘ye Canan’la Orhan’ın ilişkisi olduğunu söyler ve Canan’ın yazdığı bir kağıdı ona gösterir. Lami beyninden vurulmuşa dönmüştür ama inanmak istemez. Biraz sündükten sonra ev gitmeye karar verir. Ev geldiğinde kapıyı Eleni adındaki hizmetçileri açar ve onu karşılar. Canan yukarı kattadır. Canan la bugün olanları konuşur ama Canan yine onu kandırmış aklındaki şüpheleri silmiştir.
Lami’nin Selim ve Ali isminde iki arkadaşı vardır. Lami sık sık Selim’e gider ve ona akıl danışır. Selim ilk başlarda Canan’la evlenmesini de istemez çünkü onun kötü bir kadın olduğunu bilir. Yine her zaman ki gibi Selim’e gider ve ona bu konu hakkındaki görüşlerini sorar. Selim kaçamak cevaplarla onu geçiştirir. Lami ve Canan sık sık dostalarınında katıldığı eğlenceler düzenlerler. Son eğlencede Canan, Lami ile göze göre göre dalga geçmiş ve yanına Orhan Beyi alarak bir süre kalabalıktan uzaklaşmıştır.
Bu yakınlaşmalar herkesin dikkatini çeker. Lami içten içe kahrolsa da belli etmemeye çalışır. Lami Orhan beyin karısından, Orhan Beyin her şeyi öğrendiğini ve ayrılacaklarını öğrenir. Lami’nin şüpheleri yine artmıştır, hizmetçiden bilgi alabileceğini sanarak ona para verir ama hiç bir bilgi alamaz.
Lami kafasında planladığı şeyleri bir türlü hayata geçiremez. Canan hakkında dedikodular çıkamaya başlar. Bu sırada Canan’ın annesi olduğu sonradan öğrenilen birisi çıkar gelir ve onlarla beraber kalmaya başlar. Canan ondan nefret eder ve her zaman ona kötü sözler söyleyerek dışlar.
Her zamanki gibi gece eğlencelerinden birinde değişik konuşmalar geçmeye başlar. Herkes sahip olduğu bir şeyleri satmaya başlamıştır. Lami’nin arkadaşı Ali bunlardan şüphelenir ve Canan ‘a yalnız bulduğu bir odada sorular sormaya başlar ve cevap alamayınca onu kucaklar, bu sırada bunları annesi görür. Odaya döndüklerinde dans etmeye başlarlar. Herkesin neşesi yerindedir.
Bir ara Canan ve Selim ortalıktan kayboldular. Lami bunlardan şüphelendiği için onları takip eder ve onların ilişkilerini öğrenir. Canan ‘ın annesi bozuk Türkçesiyle oğlu gibi sevdiği damadına Canan’la Ali arasında olanları anlatır. Soğukkanlılıkla hareket etmeye söz vererek odaya geri döner. Lami odada biraz kaldıktan sonra Selimle beraber dışarı çıkmak için hareketlenir. Evden biraz uzaklaştıklarında Selim’e hakaret etmeye başlar. Selim her şeyden ona bahseder ve Canan’ın kimlerle ilişkisi olduğunu söyler.
Lami yıkılmış bitkin bir halde ev geri döner. Evdekiler dağılmış ve Canan yatak odasına çıkmıştır. Lami yatak odasına girer girmez Canan’ın üstüne yürür ve onu boğmaya çalışır; ama Canan ondan kurtulur ve uzun tırnaklarıyla onu yaralar. Bu arada Canan’ın annesi ve hizmetçileri kapıyı zorlamaktadırlar.
Lami dayanamaz ve kapıyı açar, Canan’ın annesi içeri girer girmez Canan’ın saçlarından tutarak yatağın demirine vurmaya başlar. Canan kurtulmaya çalışırken yanındaki dolabı üstüne devirir dolapla beraber üzerinde duran lambada düşer ve ortalık karanlık olur. Lami ve hizmetçi yardım bulmak ve polisi çagırmak için dışarı çıkarlar. Onlar hale olayın şokundadırlar. Selim geceden beri eve gitmemiş evin etrafındadır. Lami onuda alarak yatak odasına çıkar ama Canan çoktan ölmüştür.
Canan ‘ın ailesi ve aşıkları gözyaşlarına boğulur, Lami de ise hem hüzün hem sevinç vardır. Lami olanların şokundan kurtulmak ve geceyi geçirmek için yakınlarda oturan teyzesine gider. Lami orada bir kaç gün dinlendikten sonra Selim’e gider ve onunla Bedia hakkında konuşurlar. Lami Bedia’ya ya gitmeye karar verir ama bu cesareti kendinde bulamaz. Bir kaç gün geçtikten sonra Lami Bediaların yalısına gider. Yalıda çok değişiklik vardır eskisi gibi bakımlı bir bahçesi ve boyalı duvarları yoktur. Kapıyı çaldığında onu dadı karşılar.
Dadı ilk önce onu tanıyamaz kendini tanıttıktan sonra dadı beklemesi gerektiğini ve hanıma haber vereceğini söyler. Lami beklemeye başlar. Bu geçen zaman içinde Abdullah Bey hastalanmış ve yatağa düşmüştür. Sonunda Bedia gelir ama ikisi de birbirleriyle konuşmaya cesaret edemez.
Sonunda Lami sessizliği bozar ve her şeyi ona anlatmaya başlar, Lami yaşadığı cehennem hayatını ve hatalarını ona anlatır. Dadı her zaman ki gibi onlara sütlü kahvelerini getirir. Eski günlerdeki gibi yeni bir güne başlanmış ve huzurlu hayat geri dönülmüştür.
Ana Fikir
Aile yaşantısındaki huzursuzluk ve kötü sonuçları. Eş seçiminin önemi.
Şahıslar ve Olaylar
Kitapta ana karakterler: Lami, Canan, Bedia’dır. Olaylar en çok bunları etkilemiştir. Olayların gelişme seviyesi günümüzde olduğu gibidir. İlk başta kötüler galibiyetiyle başlamış ama iyilerin galibiyetiyle sona ermiştir. Olaylarda eş seçiminin önemi ve aile ahlak yapısı işlenmiştir.
Yazar Hakkında Bilgi
PEYAMİ SAFA
İstanbul’da doğmuştur (1899). Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa’nın oğludur. Sivas’a sürgüne gönderilen babasının orada ölmesi üzerine iki yaşında yetim kalmış (1901), bu yüzden “Yetim-i Safa” adıyla anılmıştır. Babasız büyümenin acılarının yanısıra, sekiz dokuz yaşlarında yakalandığı bir kemik hastalığı dolayısıyla 17 yaşına kadar, bu hastalığın fiziksel ve ruhsal bunalımlarını yaşamıştır. Sonradan bu günlerini ünlü Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanında dile getirmiştir.
Hastalık ve savaşın yol açtığı maddî sıkıntılar dolayısıyla öğrenimini sürdürememiş, o sıralar Maarif Nazırı olan Recaizade Ekrem Bey, bu görevinden ayrılınca onu Galatasaray Lisesi’nde okutma vaadini yerine getirememiş, Peyami safa da hayatını kazanmak ve annesine bakmak için Vefa İdadisi’ndeki öğrenimini yarıda bırakmıştır.
Keaton Matbaası’nda bir süre çalışan Peyami Safa, açılan sınavı kazanarak Posta - Telgraf Nezareti’ne girmiş, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar orada çalışmıştır (1914). Daha sonra Boğaziçi’ndeki Rehber-i İttihat Mektebi’nde öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Dört yıl çalıştığı bu okulda, hem öğretmiş, hem de kendi çabasıyla Fransızcasını ilerletmiştir.
Daha sonra ağabeyi İlhami Safa’nın isteğine uyarak öğretmenlikten ayrılmış (1918) ve birlikte çıkardıkları 20. Asır adlı akşam gazetesinde “Asrın Hikâyeleri” başlığı altında yazdığı öykülerle gazetecilik yaşamına başlamıştır. İmzasız yazdığı bu öykülerin tutulması üzerine adını kullanmaya başlayan Peyami Safa, daha sonra Son Telgraf gazetesinde yazmış (1921), oradan da Tasvir-i Efkâr’a geçmiştir. Daha sonra Cumhuriyet gazetesine geçmiş, 1940 yılına kadar bu gazetede fıkra ve makalelerinin yanısıra roman da tefrika etmiştir.
1960′lı yıllara kadar bir çok gazete ve dergide yazan Peyami Safa 27 Mayıs’tan sonra Son Havadis gazetesinde yazmaya başlamıştır (1961). Aynı yıl Erzurum’da yedek subaylığını yapmakta olan oğlu Merve’nin ölümü üzerine büyük bir sarsıntı geçiren Peyami Safa, iki üç ay sonra İstanbul’da ölmüştür (15 Haziran 1961).
Yazarın Yaşamı
Yazın yaşamına 20. Asır’daki öyküleriyle başlayan Peyami Safa, tam 43 yıl, hemen hiç ara vermeden Türkiye’de yayımlanan hemen tüm gazete ve dergilerde çeşitli zamanlarda fıkra, makele ve romanlarını yayımlamış, son derece verimli bir yazar olmuştur.
Kendi kendini yetiştirmiş bir kişi olan Peyami Safa, çağın düşünce akımlarıyla ilgilenmiş, siyasal sorunlar karşısında tavır almış, bu yüzden Türk basınında derin izler bırakan polemiklere girişmiştir. Bunlar arasında en ünlüleri Nâzım Hikmet, Nurullah Ataç, Sabiha ve Zekeriya Sertel ve Aziz Nesin’le yaptığı kalem kavgalarıdır.
İlk uzun öyküsü Gençliğimiz’i 1922 yılında Peyami Safa, para kazanmak amacıyla yazdığı kimi yapıtlarında, ilk defa ağabeyi İlhami Safa’nın takma ad olarak kullandığı annesinin Server Bedi adını benimsemiş, bu takma adla 80′e yakın ün vermiştir. Bunlar arasında en sevilenler Cingöz Recai macera romanları ile Cumbadan Rumba’ya adlı romanı olmuştur.
Peyami Safa, Türk kültür yaşamında yayımlandığı yıllarda hayli etkili olmuş Hafta, Kültür Haftası (1936 - 21 sayı) ve Türk Düşüncesi (1953 - 1960, 63 sayı) dergilerini çıkarmıştır.
Asıl ününü romancı olarak yapan Peyami Safa, bazı uzun öyküleri ile de dikkati çekmiş, yazar Batılı kaynakların bir “Zalim” olarak tanıttıkları hun hükümdarı Atilla’yı aklamak amacıyla aynı adda bir de tarihsel roman yazmıştır.
Yapıtları:
Öykü:
Gençliğimiz (1922), Siyah Beyaz Hikâyeler (1923), İstanbul Hikâyeleri (1923), Aşk Oyunları (1924), Süngülerin Gölgesinde (1924), Ateşböcekleri (1925).
Roman:
Mahşer (1924), Bir Akşamdı (1924), Sözde (1925), Canan (1925), Şimşek (1928), 9. Hariciye Koğuşu (1931), Atilla (1931), Fatih - Harbiye (1931), Bir Tereddüt Romanı (1933), Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949), Yalnızız (1951), Biz İnsanlar (1947).
Oyun:
Gün Doğuyor (1937).
Düşünsel Yapıtları:
Zavallı Celal Nuri Bey (1914), Büyük Avrupa Anketi (1938), Türk Inkılâbına Bakışlar (1938), Felsefî Buhran (1939), Millet ve İnsan (1943), Mahutlar (1959), Sosyalizm (1961), Mistisizm (1962), Nasyonalizm (1962), Doğu - Batı Sentezi (1963), Nasyonalizm - Sosyalizm - Mistisizm (1968), Osmanlıca - Türkçe - Uydurmaca (1970). Ötüken Yayınevi 1966 yılından bu yana Peyami Safa’nın toplu yapıtlarını yayımlamaktadır.
Kaynak: Bu okuduğunuz içerik internet üzerinden derlenmiştir. Sitemizde yer alan içerikler özgün içerik değildir. Bu içerik sizin içeriğinizse iletişim seçeneklerinden bize ulaşıp atıfta bulunabilirsiniz.
0 yorum:
Yorum Gönder