21 Kasım 2014 Cuma

Organ Nakli Haftası

0 yorum | Devamını Oku...

​Kişi hayatta iken, serbest iradesi ile tıbben yaşamı sona erdikten sonra doku ve organlarının başka hastaların tedavisi için kullanılmasının izin verilmesine organ bağışı denir.            

Tedavisi mümkün olmayan hastalıklar nedeniyle görev yapamayacak derecede hasar gören organların yerine, canlı veya ölüden alınan yeni, sağlam organın konularak hastanın tedavi edilmesine organ nakli denir.

Organ nakli hayat kurtaran bir operasyondur. Yurdumuzda, yaşayandan veya ölüden organ veya doku alma 29 Mayıs 1979'da çıkarılan 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkındaki Kanun ile düzenlenmiştir. Bu kanuna göre; 

Canılıdan Organ Nakli:

18 yaşını doldurmamış kimseden organ almak yasaktır. Organ verenin yaşamını sona erdirecek veya tehlikeye sokacak organ alınması yasaktır.Sağlıklı ve 18 yaşını doldurmuş kimse, en az iki tanık önünde, yazılı ve imzalı izin belgesi vermesi ve bu izinin doktor tarafından onaylanması durumunda organ bağışı yapabilir. Organ nakli, bu iş için yetiştirilmiş uzman personeli, araç ve gereçleri olan sağlık kurumlarında yapılabilir.

Ölüden organ nakli:

Vericinin tıbbi olarak öldüğü yetkili dört uzman doktor tarafından onaylanmalıdır. Verici sağlığında organ bağışı yapacağını resmi ve yazılı olarak bildirmemişse, ölüm anında yanında bulunan yakınlarından birinin yazılı izniyle organ bağışı yapılabilir.

      Yurdumuzun her yerinde organları işlevini yitirmiş, makinelere bağlı olarak hayatlarını sürdüren çok sayıda hasta vardır. Her yaştan binlerce hasta, organ nakli için sıra beklemektedir. Ülkemizde kalp, böbrek, karaciğer, ilik nakli ve kornea gibi organların nakli başarıyla yapılmaktadır. Yaşayan bir kişiden alınan bir organ bir başka kişiye, bir ölüden alınan organlar ise birçok kişiye hayat      vermektedir.Diyanet işleri başkanlığı organ ve doku naklinin dini yönden bir sakıncası olmadığını açıklamıştır (06/03/1980).Organ naklinin anlamı ve önemini anlatmak, organ naklini yasal ve tıbbı olanaklarla çözmek, organ bekleyen binlerce hastaya derman olabilmek için, 3-9 Kasım tarihleri arasında Organ Nakli Haftası kutlanmaktadır

HAYATA YENİDEN MERHABA DİYEMEZSİNİZ AMA  DEDİRTEBİLİRSİNİZ!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

 
GÖZLERİMİ; gün ışığını, bir bebeğin yüzünü, bir kadının gözlerindeki sevgiyi görmemiş bir adama verin.

KALBİMİ; kendi kalbi ona acı vermekten başka bir şeye yaramayan birine verin.

KANIMI; bir otomobilin enkazı altından çıkarılmış olan gence verin. Verin ki torunlarının oynadığını görene kadar yaşasın.

BÖBREKLERİMİ; haftadan haftaya yaşaması makineye bağlı olan birine verin.

KEMİKLERİMİ; alın ve sakat bir çocuğun yürümesinin yolunu bulun.

Eğer bir şeyleri gömmeniz gerekiyorsa, hatalarımı, kusurlarımı, insanlara olan ön yargılarımı gömün. Günahlarımı şeytana, ruhumu tanrıya verin. Eğer yeri gelirde beni hatırlamak isterseniz, bunu, size ihtiyacı olan birine yardım ederek yapın. Eğer tüm bu isteklerimi yaparsanız sonsuza kadar yaşarım.                                                                                                                                                      ROBERT N.TEST

23 Eylül 2014 Salı

Vakit Sonbahar Vakti, Sonbahar Ekinoksu 23.09.2014

0 yorum | Devamını Oku...

​Ekinoks (gün tün eşitliği ya da ılım olarak da bilinir), Güneş ışınlarının Ekvator'a dik vurması sonucunda aydınlanma çemberinin kutuplardan geçtiği an. Gündüz ile gecenin eşit olması durumudur. Yılda iki kez tekrarlanır - İlkbahar Ekinoksu ve Sonbahar Ekinoksu.

23 Eylül durumu: 
Kuzey ve Güney Yarım Küre, Güneş ışınları öğle vakti Ekvator'a 90°'lik açı ile düşer. Gölge boyu Ekvator'da sıfırdır. Güneş ışınları bu tarihten itibaren Güney Yarım Küre'ye dik düşmeye başlar. Bu tarihten itibaren Güney Yarım Küre'de gündüzler, gecelerden uzun olmaya başlar. Kuzey Yarım Küre'de ise tam tersi olur. Bu tarih Güney Yarım Küre'de İlkbahar, Kuzey Yarım Küre'de Sonbahar başlangıcıdır. Aydınlanma çemberi kutup noktalarına teğet geçer. Bu tarihte Güneş her iki kutup noktasında da görülür. Dünya'da gece ve gündüz birbirine eşit olur. Bu tarih Kuzey Kutup Noktası'nda altı aylık gecenin, Güney Kutup Noktası'nda ise altı aylık gündüzün başlangıcıdır.

21 Mart durumu: 
Kuzey ve Güney Yarım Küre, Güneş ışınları öğle vakti Ekvator'a 90°'lik açı ile düşer. Gölge boyu Ekvator'da sıfırdır. Güneş ışınları bu tarihten itibaren Kuzey Yarım Küre'ye dik düşmeye başlar. Bu tarihten itibaren Güney Yarım Küre'de geceler, gündüzlerden uzun olmaya başlar. Kuzey Yarım Küre'de ise tam tersi olur. Bu tarih Güney Yarım Küre'de Sonbahar, Kuzey Yarım Küre'de İlkbahar başlangıcıdır. Aydınlanma çemberi kutup noktalarına teğet geçer. Bu tarihte Güneş her iki kutup noktasında da görülür. Dünya'da gece ve gündüz süreleri birbirine eşit olur. Bu tarih Güney Kutup Noktası'nda altı aylık gecenin, Kuzey Kutup Noktası'nda ise altı aylık gündüzün başlangıcıdır.

SONBAHAR NEDİR? 
Sonbahar yaz ile kış mevsimleri arasındaki mevsimdir. Kuzey yarım kürede eylül, ekim ve kasım güney yarım kürede ise, mart, nisan ve mayıs aylarına denk gelir sonbaharın belirtileri sonbaharda ağaçların yaprakları sararır ve dökülür sonbaharda, bir kayın türü olan Fagus sylvatica yaprakları Gündüzler kısalır, geceler uzar. güneş, erken batar. Daha az ısı ve ışık verir. Serin, yağmurlu ve rüzgarlı günlerin sayısı artar. Kış mevsiminin habercisidir. Ağaçların yaprakları sararmaya ve dökülmeye başlar. iğne yapraklı ağaçlar Çam, ardıç, zeytin vb. yapraklarını dökerler. Çiçeklerdeki çiçek sayısı azalır. Etraftaki otlar ve çimenler kurur. Göçmen kuşlar Leylek Soğuklar başladığı için kışlık giysiler çıkarılır, kalın ve kapalı giysiler Yağmurluk, bot, şapka, ceket, şemsiye, kazak vb. giyilir.Sonbaharda, ağaçlar sarıyı renk değistiryorlar ve yaprakları kaybediyorlar

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Mastercard ve Visa nedir, farkları nelerdir?

0 yorum | Devamını Oku...


​Çoğunlukla kredi kartlarının sağ al köşesinde  Visa veya Mastercard logosu vardır.  Ve hiç bir zaman Visa veya Mastercard ile fazla alakadar olmadık peki nedir bu şirketler ne iş yaparlar? Aslında genel amaçları aynı dünyada varolan nakit para akışını Banka KartlarıKredi kartlarıÖn ödemeli Kartlar gibi sistemlere taşımaktır. Şuan dünyada hala %85 nakit para kullanılmaktadır.

Mastercard Nedir?

1966 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde kurulmuş finans şirketidir. Mastercard bankalar ve tüketicilerinin kart,kredikartı ile ödeme sistemlerini sağlamaktadır. Ödeme sistemleri arasında Mastercard lider konumdadır. Ve yapmış olduğu sponsorluklarla isminden sıkça söz ettirmektedir.

Visa Nedir?

2004 yılında Visa Europe kurulmuş olsada kökenleri çok eskiye dayanmaktadır. Visa Banka Kartları, Kredi Kartları, Ön Ödemeli kartların ödeme sistemini sağlar ve avrupa başta olmak üzere 36 ülkede Visa kartlarıyla ödeme yapabilmenizi sağlayan kuruluştur. Genel merkezi İngiltere'de bulunmaktadır. Ve Visa 4000′den fazla Avrupa bankalarının, ödeme sağlayıcılarının üyesi olduğu bankalar birliğidir.

Visa, Mastercard arasında ne fark vardır?

Visa ve Mastercard ödeme sistemleri konusunda uzmanlaşmış birbirine rakip iki firmadır. Ve aralarında kullanıcı anlamında bir fark bulunmamaktadır. Farkı sadece bankalar yapmış oldukları anlaşmalarla operasyonel olarak farketmektedir. Aslında siz tüm harcamalarınızı bankanızla muhattap olursunuz, bankanız visa veya mastercard altyapısı kullandığı için bankanız visa veya mastercard ile muhattap olur.

Yurtdışında bazen farklı banka pos cihazlarından alışveriş yapmak durumunda kalabilirsiniz. Bu tür durumlarda visa veya mastercard devreye girer ve size rahat bir alışveriş imkanı sunar. Visa ve Mastercard geçmeyen yerler çok nadirdir ve çok az kişi bununla ilgili şikayette bulunmuştur. Eğer çok ücra noktalara seyehat ediyorsanız cebinizde hem Visa, hem Mastercard olmasında fayda var.

Ülkemizde ortakpos cihazlarının kullanımı ile artık tek pos cihazından tüm banka kartlarını kullanabiliyoruz. Ve herhangi bir ayrım sıkıntısı yaşanmamaktadır. Fakat, fanatikleşerek Mastercard logosu sarı kırmızı olduğu için Galatasaray'lı, Visa logosu sarı lacivert olduğu için Fenerbahçe'li taraftarlar tarafından talep görmektedir.


16 Temmuz 2014 Çarşamba

400 Sene Sonrasına Mektup

0 yorum | Devamını Oku...


Bir Mimar Sinan eseri olan Şehzadebaşı Cami´nin 1990´li yıllarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat mühendisi, caminin restorasyonu sırasında yaşadıkları bir olayı tv´de şöyle anlatmıştı.

Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşaat edildiğini öğrenmiştik fakat taş kemer inşası ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık. Sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalıp çakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş söküp yapım teknikleri ile ilgili notlar alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık.

Kalıbı yaptık.

Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık.

Şişenin içinde dürülmüş beyaz bir kâğıt vardı. Şişeyi açıp kâğıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu:

"Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum."

Koca Sinan mektubunda böyle başladıktan sonra o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolu´nun neresinden getirttiklerini söyleyerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir biçimde kemerin inşasını anlatıyordu.

Bu mektup bir inşanın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kâğıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir. Şüphesiz bu yüksek bilgiler de o koca mimarin erişilmez özelliklerindendir. Ancak erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olan 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.

Beğen ve daha çok kişinin okuması için paylaş.a

21 Şubat 2014 Cuma

Eskiden Ev Adabı Vardı, Depresyon eve giremezdi

0 yorum | Devamını Oku...


Yaşlı kadın, usulca odasından çıktı. Salondan torunu ile gelinin sesleri geliyordu:

"-Oğlum, sofra hazır, çorbanı koydum; haydi gel de soğutmadan ye!.."

Salonun en kuytu yerine geçti, yerde kendine ait köyden getirdiği minderin üzerine oturdu. Çocuk, babaannesini görünce:

"-Babaanneciğim, gel beraber yiyelim!.." dedi.
Yaşlı kadın mânidâr bir şekilde iç çektikten sonra:

"-Evin erkeği gelmeden akşam sofrasına oturulmaz. Hele babanız gelsin, beraberce yeriz inşaâllah!" dedi.

Evin gelini:

"-Aman anneciğim, eskidenmiş onlar!.. Şimdi acıkan yemek sofrasına oturur, o da gelince yer." dedi. Yaşlı kadın:

"-Kızım, nasıl insanların bir edebi, hayâsı, iffeti varsa, evlerin de iffeti ve edebi vardır."

Torunu dayanamayarak alaycı bir tavırla söze karıştı:
"-Yaa babaanne, neymiş bu evlerin iffeti... Anlat bakalım, merak ettim!.." dedi.

Yaşlı kadın söze başladı:
"-Biz küçükken annelerimizden önce babalarımızın karşısında edepli oturmayı öğrenirdik. Evde babamız, annemiz varken ayağımız uzatıp oturmaz, büyüklerimiz konuşurken söz hakkı verilmedikçe söze dâhil olmazdık. Büyüklerimiz odaya girdiğinde hemen toparlanır, kalkıp onlara oturmaları için yer verirdik. Aslâ babamız sofraya oturmadan sofraya el uzatmazdık.

Babamız gelir, «Besmele» çeker, «Haydi buyurun.» derdi. Huzurla hepimiz başlardık yemeğe... Sonunda da sofra duâsını kardeşlerimiz aramızda sıra ile okurduk. Hiç âilece yenen yemek kadar lezzetli yemek olur mu? Bu sofranın edebidir, yavrum!.."

Torunu:
"-Bu kadar baskı karşısında depresyona girmez miydiniz babaanneciğim!" dedi.

"-Hayır, yavrum bizim zamanımızda saygı olduğu için sevgi hep bâkî kalırdı. Sevgi var oldukça da hiç depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli, uykular dinlendiriciydi. Biliyor musun? Ben depresyon kelimesini ilk defa burada duydum, hattâ köyümüzde bir tane akıldan mahrum birisi vardı, «Deli İbram» derlerdi. Vallahi, o bile o kadar mutluydu ki, anlatamam. Akşama kadar sokakta çocuklarla oynar, acıkınca bir kapıyı tıklatır; «Aba acıktım, aba su ver!» derdi. Hangi kapıyı çalsa, boş çevrilmezdi. Berber saçları uzadıkça tıraş eder, hamamcı arada yıkardı. Cumaları esnaf elinden tutar, namaza bile götürürlerdi. Yani hiç kimse onu dışlamazdı..
Şimdi hiçbir şeye saygı kalmadı. Bak evlere bile saygı yok bu şehirde! Herkes akşam olduğu hâlde perdelerini örtmemiş, bütün evlerin içi görünüyor, ama kimse utanmıyor. Biz daha hava kararmaya başlamadan kalın perdelerimizi çeker, ondan sonra evin ışıklarını yakardık. Hattâ perde kapalıyken üzerimizi değiştirmeye edep eder; ışığı söndürür, yere çömelir öyle üzerimizi değiştirirdik. Gölgemizin bile dışarıdan görünebileceğini düşününce yüzümüz kızarırdı."

Bu sırada gelini, oturduğu yerden kalktı, mahcup bir edâ ile salonun perdelerini çekti.

"-«Evin edebi, önce perdesinin çekilip çekilmediğinden belli olur.» derdi büyüklerimiz...

Evler, kocaman duvarlarla çevrilmiş avluların içinde olduğu hâlde hiç kimse iç çamaşırlarını ulu orta asmazdı, ev ahâlisinden bile edep ederlerdi. Ben daha küçükken giydiğim şalvarı en ön ipe asmışım, hemen anam gelip; «Kız, baban bugün avluya çıktı, senin şalvarın asılı idi, utancımdan yerin dibine girdim. Bir daha öyle ortaya asma, çamaşırların en arkasındaki ipe as!.. Üstüne uzun bir tülbent ört, sonra mandalla... Altında ne olduğu görünmesin!.. İffetimiz, edebimiz bir giderse, ortada îmanımız kalmaz!..» dedi. Tabiî ben 12 yaşlarındaydım, annem bunları bana söylerken ben yerin dibine girdim. Şimdi öyle mi? Geçende bir nefes alayım diye balkona çıktım, karşı komşu, bütün çamaşırları asmış uluorta, ben utancımdan hemen içeri girdim.

Bugün yemekler dışarıda yeniyor, «göz hakkı» oluyor, kimse umursamıyor. Çarşı pazardan alınanlar şeffaf poşetlerde eve geliyor; alan var, alamayan var. Göz hakkı, kıskançlık oluyor bu yenenlerde... Hiç şifâ olur mu yavrum? Bizim Peygamberimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem, «Yemeğinizin kokusu ile komşunuza eza etmeyiniz.» buyuruyor. Bugün kokuyla, gösterişle çevredekilere hep ezâ veriliyor. Tabiî ki yenilenler içinize sıkıntı veriyor. Sonra da «depresyon» diye diye doktorlara gidiliyor.

Evin bir edebi daha vardır ki, en önemlisi de budur herhalde... Evin içinde yaşananlar, aslâ dışarıda anlatılmaz; yenenler, içilenler, muhabbetleşmeler, kavgalar... Bu da evin iffetinden sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı. Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla çözülürdü. Zaten Peygamberimiz de özellikle karı-koca arasında olanların etrafa yayılmasının ne büyük bir günah olduğunu hep hadislerinde anlatıyor, değil mi Leylâcım!.." dedi gelinine... Leylâ mahcup bir şekilde:
"-Evet anneciğim." diyebildi.

Torunu:

"-Babaanneciğim, şimdi facebook diye bir şey var; insanlar gittikleri lokantalarda yedileri şeylerin fotoğrafını çekip binlerce kişiye gösteriyorlar!.."

"-Aayy ne ayıp... İnsan hiç yediğini söyler mi?"

"-Âh anneciğim, her hâllerinin fotoğrafları var. Gezdikleri yerlerin, yedikleri yiyecek-içeceklerin, aldıkları eşyâ ve kıyâfetlerin, hattâ beylerinin aldığı çiçekleri üzerinde yazdıkları notlarla paylaşıyor insanlar..."

"-Yavruuum, sen neler diyorsun? Kıyamet koptu kopacak desene... Evler çırılçıplak kaldı desene..." dedi gözyaşları içinde anlatmaya devam etti:

"-Biz beylerimizle yan yana yürümeye ar edinirdik; dul kalanlar var, evlenemeyenler var. Onların gönül yaralarına tuz basmayalım diye, beylerimizin bir adım gerisinden yürürdük... Şimdi kavgalar ortada, sevmeler ortada... Tabiî ki, hiç mahremiyet kalmayınca samimiyet de kalmıyor. Evin bereketi, büyüklere saygıdadır. Evin iffeti, örtülen perdedir. Sevginin iffeti, gizliliktedir. Gözün iffeti, göz kapaklarındadır. Bedenin iffeti, tesettürdedir. Utanma, hayâ, îmandan bir şûbedir. Bakın size, benim annemin anlattığı bir hikâyeyi anlatayım. Hikâye dedimse, adı hikâye... Aslında bir hadîs, hadîs-i kudsî hem de... Yani mânâsını Allâh'ın Peygamber Efendimize haber verdiği, sözlerini ise Peygamberimizin kendi sözleriyle ifade ettiği bir hadis...

Bu hadîs-i kudsîye göre:
"Allah Teâlâ, Âdem aleyhisselâm'ı yarattığı vakit Cebrâil aleyhisselâm ona üç hediye getirdi: İlim, hayâ, akıl. Ona dedi ki: «Ya Âdem!.. Bunlardan dilediğini seç!..»
Âdem aleyhisselâm aklı tercih etti. Cibrîl aleyhisselâm hayâ ve ilme, makamlarına dönmelerini emretti. Hayâ ve ilim dediler ki:

"-Biz, âlem-i ervâhta (ruhlar âleminde) hep beraber idik. Birbirimizden aslâ ayrılmayız. Ruhlar cesetlere girdikten sonra da aynı şekildedir. Ve akıl nerede olursa, biz ona tâbî oluruz.
Cibrîl aleyhisselâm da öyle ise yerlerinize yerleşin!.." diye emretmekle akıl dimağda, ilim kalpte, hayâ da gözde yerleşti."
İşte bu hadîs-i kudsîde de anlatıldığı gibi, hayânın makamı gözdür. Bu yüzden hem gözümüzü korumak önemlidir, hem de göze hitâp eden şeyleri kontrol altında tutmak..."

Gelini:
"-Haklısın anneciğim, biz iffetimizi kaybettikçe buhranlarımız arttı." dedi.

Torunu kaşığı sessizce bırakıp:
"-Ben babam gelince yemeğe başlayacağım, anneciğim!" dedi.
Babaanne de söylediklerinin evlatları üzerindeki tesirini görünce sessiz bir şekilde Allâh'a hamd etti.

13 Şubat 2014 Perşembe

Kola nerede işe yarar?

0 yorum | Devamını Oku...


Her yerde kolanın zararları ile ilgili yazıları okuyorsunuz. Kolanın kullanılabileceğimiz faydası var?
Ama insanlar üzerinde değil.


... Koca bir parça biftegi kolaya yatırın. 2 gün sonra kaybolduğunu göreceksiniz.

... Tuvalete bir kutu kolayı dökün, bir saat kalsın sonra sifonu cektiginizde yüzeyde herhangi bir leke kalmadıgını göreceksiniz.

.... Arabanızın tamponundaki pasları kola ile kolaylıkla çıkarabilirsiniz.

.... Aynı islemi pillerin uçlarındaki paslanmadada uyguluyabilrisiniz.

.... Dolap sürgüleriniz çalışmıyorsa kola ile inceltebilrisiniz.

.... Elbisenizde çıkmayan leke varsa üzülmeyin kola dökün ve deterjanla yıkayın, tertemiz olacaktır.

.... Kola üreticileri tasıyıcı kamyonlarının motorlarını temizlemek için 20yıldır kola surubu kullanmaktadırlar.

Burada anlatılanlara inanmadıysanız denemesi bir kola parasıdır.

Peki nedir bu kolanın bu kadar etkileyici temizliklerde bile kullanılabilmesinin sebebi ?

Kolanın ortalama pH degeri 3'4 tür.

Bu asidi de disleri ve kemikleri eritmek için yeterli , temizliklerde bu kadar etkili olmasının sebebi budur.

Aslına bakarsanız Kola ile dünyada kimsenin tavsiye etmeyecegi KARBONDİOKSİT içiyoruz. Hani şu dışarı atmak için devamlı nefes alıp verdigimiz atmak için ugraştıgımız KARBONDİOKSİT… 2001 yılında Delhi üniversitesinde kim daha fazla kola içecek diye bir yarışma yapıldıgında, 8 Litre kola içerek kazanan ve 10 dakika onra herkesin gözleri önünde ölen kişinin haberini duymuşsunuzdur.

Neden öldü ?

Çünkü çok fazla KARBONDİOKSİT almıştı ve kanında yeterince oksijen yoktu.

Başka bir örnek ; Kırılmış dişinizi bir şişe kolanın içine koyun ve 10gün sonra bakın… Diş 10günde büyük oranda erir. Halbuki dişler ve kemikler ölümden sonra bile en fazla dayanan organlarımızdır. Bir kola içerek migdenize dişlerinize ve kemiklerinize ne yaptığınızı bir düşünün.

Karar sizin!

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top