Kitap O etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap O etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2011 Çarşamba

Oyun - Orhan HANÇERLİOĞLU

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ÖZETİ:

İstanbul’da bir devlet dairesinde çalışmakta olan Halim, büyük kentte memur olmanın kabusunu yaşamak ve iktidarsız biri olarak ailesi tarafından aşağılanmaktansa, kendi yarattığı Krallıkta iktidar olmayı yeğleyen bir rol oynuyor.

Halim, yarattığı Argos Kraliyetinin Kralıdır ve hayatın tek gerçeği, aşkın başlangıcı Eros’u aramaktadır. Bu arayışta çocukluktan beri en iyi arkadaşı olan Ali-Başvezir olarak görev yapıyor.-yardımcı oluyor.

Halim bir gün Ali ile aynı devlet dairesinde çalıştığı işinden çıkıp evine gider, o gün de maaşını almıştır; ancak maaşından beş lira, patronunun çocuğunun sünneti için kesilmiştir. Her zamanki gibi parayı olduğu gibi karısı Nasip’e verir. Nasip paradan beş lira eksik olduğunu anlar ve sorar. Halim durumu açıklayınca Nasip buna çok kızar. Halim tartışmaya girmek istemez ve konuyu uzamadan kapatır. Akşam olur, Halim odasına çekilir ve aniden büyük bir gürültüyle ortaya silahlı askerler ve divan şeklinde bir mekan oluşur. Kral, Halim’in karşısına maaşlarından beşer lira kestiği için patronu getirtilir ve sorguya çekilir. Ceza olarak da kırk sopa kesilir.Sabah olur, Halim karısına akşam işten çıktıktan sonra ablasına uğrayacağını ve bu yüzden geç kalabileceğini söyler. Nasip hemen sebebini sorar, Halim biraz para vermek istediğini söyleyince Nasip buna kızar ve uzun zamandır söylemek istediği bazı şeylerin zamanı geldiğini düşünerek ve isyancı bir tavırla Halim’e karşı çıkar. Halim buna pek aldırış etmez ve konuyu uzatmaktansa susmayı tercih eder. Evden çıkıp işe gider, iş çıkışı her zamanki gibi Ali ile birlikte çıkarlar daha sonra Halim ablasına gitmek üzere ayrılır. Ablası, Halim’e oğlu Rahmi’nin birkaç gündür eve hiç uğramadığını açıkçası fazla umursamasa da bir merak içinde olduğunu söyler. Halim, Rahmi konusu ile ilgileneceğini söyler ve biraz para bıraktıktan sonra ayrılır. Ablasından ayrıldıktan sonra Rahmi’yi aramak üzere onun sürekli katıldığı kahvehaneye gider ve en iyi arkadaşından Rahmi’nin bir kızı sevip kaçırdığını ancak bu kızın bir genelev kadını olarak bilindiğinden dolayı utancından kimseye haber vermeden kaçtığını ve kaldıkları yeri öğrenir. Halim bu olayı duyunca biraz şaşırır ancak ablasına bunu sezdirmemesi gerektiğini de bilir. Ertesi gün tekrar ablasına uğrar ve durumu açıklar ancak kızın durumu hakkında gerçekleri söylemez. Ablası bu olay karşısında sevineceği veya üzüleceği konusunda bir karasızlık içerisindedir. Ancak en azından içi rahatlamıştır. Halim bir gün Rahmi’nin kaldığı yere gider ve durumlarının nasıl olduğunu öğrenir. Endişelenecek bir şey söz konusu olmadığı için onları o arada laf etmeden yalnız bırakır.

Bir gün iş dönüşü Halim eve girdiğinde kızı Ayşe’nin yatakta uzanmış hasta vaziyette olduğunu görür ve hemen hastaneye kaldırır. Hastanede Ayşe’yi muayene eden doktor, Halim’i tanıdığını söyler ancak; Halim çıkaramamıştır. Doktor Hayriye Hanım, Halim’in ve Ali’nin çocukken aynı mahallede oyun oynadıkları arkadaşları olduğunu ve Ali ile olan kötü anısını anlattıktan sonra Halim de hatırlar. Ali olan kötü anısına gelecek olursak; Hayriye çocukken Ali’nin gözüne istemeyerek attığı taş ve bunun sonucu olarak Ali’nin tek gözünün kör olmasıdır. Hayriye, Halim’e Ali’yi sevdiğini ve onunla evlenmek için şu ana kadar evlenmediğini söyledikten sonra Halim’den bu konuyu Ali’ye açmasını ister. Halim, bunun imkansız olduğunu ancak bir kez deneyebileceğini söyler. Halim Ali’ye bu konuyu uygun bir ortam sağlayınca açar ancak Ali bu konu hakkında herhangi bir şey duymak istemediğini anlatır. Bunun üzerine Halim de üstelemek istemez.

Halim dairede personeller arasında en itibarlı ve dürüst olarak bilinenidir. Bir gün Muavin Rıza Bey kendi isteği ile emekliliğe ayrılır ve yerine Halim getirtilir. Halim ve çevresi bu olya çok sevinirler. Çünkü maaşında artış olacaktır ve biraz da olsa rahatlayacaktır. Ancak bu mutlu habere fazla sevinemeden kötü bir haber alır: Ablası kalp krizinden vefat etmiştir. Sebebi ise; oğlu Rahmi’nin evlendiği kızın genelev kadını olduğunu öğrenmesidir. Halim bu olay karşısında elini işten güçten bir müddet çeker, kendini tekrar toparladıktan sonra işe başlamak üzere daireye gider; ancak burda da muavinlikten alındığını öğrenince dünyası başına yıkılır. Artık Halim’in dünyadan fazla bir beklentisi yoktur ve ne yapacağını bilmeyerek evine gider. Evde kimsenin olmadığı bir zamanda mutfağa girerek tüpü açar ve içeriye gaz dolmasını sağlar. Bu sırada da hayatı boyunca yaşadığı ve içine attığı kötü olayları bir bir gözünün önünden geçirir.


YAZARIN HAYATI : 1916 yılında İstanbul’da doğdu, 1991’de öldü. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirerek Meriç, Karaisalı, Keşan’da kaymakamlık yaptı (1943-1946). İstanbul’da Belediye Müfettişliği, Emniyet Şube Müdürlüğü (1954) görevlerinden sonra İETT Hukuk İşleri Müdürlüğü’nden emekliye ayrıldı (1978). Romanlarında kırsal kesimin sorunlarını ve kent yaşamında insan ilişkilerini, kişilerin psikolojik açmazlarını sergiler. Düşünce akımlarını, düşünce sorunlarını konu edinen, erdem açısından Düşünce Tarihi (1963), başlangıcından bugüne kadar Mutluluk Düşüncesi (1985), başlangıcından bugüne kadar Özgürlük Düşüncesi (1966) gibi yapıtlarını, aynı konularda ansiklopedik çalışmaları izlemiştir.

ÜSLUP ÖZELLİKLERİ:

Eser, çok sade bir dil ile yazılmış. Bazen kişilerin psikolojik açmazlıklarını dile getiren bir anlatım mevcuttur.

KARAKTERLER HAKKINDA BİLGİ:

Halim : Orta yaşlarda, evli ve bir kız çocuğu babasıdır.Sakin ve dürüst bir aile hayatı yaşayan Halim bir devlet dairesinde memur olarak çalışmaktadır.

Nasip : Halim ile evlendikten buyana güzel bir gün görmeyen hayatından şikayetçi,babasının zoruyla evlenmiş bir ev kadınıdır.

Ayşe : 8 yaşında henüz ilkokula giden bir kız çocuğu fakat romanda fazla yer edilmemiştir.

Ali : Halim’in en iyi arakadaşı olan Ali küçüklükten beri yedikleri içtikleri Halim ile ayrı gitmemiştir.

Hayriye : Ali ve Halim küçük yaştayken aynı mahallede oturan Hayriye ile arkadaşlık etmişlerdir.

Rahmi : Halim’in ablasının tek oğludur, fakat annesini yeteri kadar üzmektedir.

Nurten : Rahmi’nin daha sonraları anlaşıp birlikte olduğu karısıdır.

Olasılıksız - Adam Fawer

0 yorum | Devamını Oku...
Adam Fawer’in sürükleyici ve ilginç romanı “Olasılıksız” April Yayıncılık tarafından piyasaya sürüldü. Çok kısa sürede çok satan kitaplar arasında yer bulan ve 475 sayfadan oluşan roman, Şirin Yener tarafından Türkçe’ye kazandırıldı. Kitabının başında “Her an her şey olabilir!” diyor yazar Adam Fawer. “Olasılıksız” Amerikalı yazarın ilk romanı olmasına rağmen büyük başarı gösterdi ve değişik dilerde yayınlandı. Bu kitabı ile 2006 International Thriller Writers Award ödülünü kazanan Fawer’in ikinci romanı “Empati” ise 2008 yılının Nisan ayında piayasaya çıktı.

Tanıtım Yazısından:

Bir sabah, yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı düşünerek uyandınız. Bir saat sonra, onunla sokakta karşılaştınız. Sizce bu sadece bir tesadüf mü, yoksa çok daha farklı bir anlamı olabilir mi? Siz hiç Loto’da büyük ikramiyeyi kazanmadınız. Ama birileri kazanıyor. Hem de sürekli! Onlar sizden daha mı şanslılar?
Şans nedir gerçekten? İçinizde bütün parayı kırmızıya yatırmanız gerektiğini söyleyen bir his var. Bu his bir öngörü müdür? Yoksa daha fazlası mı?

Yolda gidiyorsunuz. Kafanızı çevirip yandaki küçük parkta baktınız ve bir anda bu anı daha önce de yaşamış olduğunuzu hissettiniz. Evet, Deja Vu. Sizce nedir Deja Vu; Geçmiş mi, rüya mi yoksa geleceği mi görüyorsunuz? Eğer siz de kontrolün kimde olduğunu merak ediyorsanız, ‘OlasılıkSız’ tam size göre bir roman…

Onlar Da İnsandı - Cengiz Dağcı

0 yorum | Devamını Oku...
Roman, yazarın kendi köyünde geçmektedir. Bu köy va­sıtasıyla, Kırım’ın Ruslar tarafından nasıl ele geçirildiği, nasıl Ruslaştırıldığı anlatılır. Cengiz Dağcı, Onlar da İnsandı adlı eserinde pek çok milletin bir arada ya­şadığı topraklarda yaşanan eziyetleri ve zulümü anlatılmıştır.

Onlar da İnsandı Kahramanları (Kişileri):

Bekir: Romanın başkahramanıdır. Kırk beş yaşlarında bir Kırım köylüsüdür. En önemli özelliği vatanına ve topraklarına düşkünlüğüdür. Biraz saf ve cahil; fakat cesur, azimli bir karakteri vardır. Ruslardan nefret eder.
Esma: Bekir’in eşidir. Kırk yaşlarında bir köylü kadındır. Tarla ve ev işleriyle uğraşır. Zaman zaman otoriter; zaman za­man vatanına bağlı bir tip olarak anlatılır.
Ayşe: Bekir ve Esma’nın 17 yaşındaki kızıdır. Çok güzel, narin bir genç kızdır. Okuma yazma bilen, Rusların fikir ve zulümlerinin farkında olan biridir. Milletine ve topraklarına ai­lesi gibi çok bağlıdır.
Remzi: Ayşe’nin kocasıdır. Çoban Seyd Ali’nin de oğlu­dur. Doğru, dürüst, kuvvetli, yardımsever bir kişidir.
Çoban Seyd Ali: Altmış yaşlarında, orta hâili, ailesine düşkün, dürüst bir kişidir. Az konuşan, yalan söylemekten kaçınan biridir. Çobanlık yapar. Aynı zamanda hasta hayvan­ları da iyileştirir.
Sabri: Seyd Ali’nin oğludur.
Enver: Otuz yaşlarında, cesur, kuvvetli, mağrur bir Ta­tar’dır. Toprağına çok bağlıdır. Aynı zamanda geniş görüşlü, olayları değerlendirebilen bir kişidir.
Çilingir: Romanda hemen her olayda belirir. Köyün önde gelenlerindendir. Ateşli, sabırsız bir kişidir. Topraklarına ve köyüne aşırı bağlıdır. Diğerlerinin aksine Rusların fikirle­rinden haberdardır.
İvan: Romanda kötülüğü temsil eden bir kişidir. Olduk­ça kirli, pis, zalim, korkunç, nankör bir insandır. Bir Rus ola­rak köylüye her türlü zulmü yapar.
Kala Mata: İvan’ın babasıdır. Kirli, ayyaş biridir. Kari Marks’a benzediği için köylüler ‘Kala Mata’ lakabını koymuş­lardır.

Onlar da İnsandı Özeti:

Bekir, adı Macik olan çok sevdiği ineğini yakın köylerden birine götürmüş, oradan geri dönmektedir. Macik, doğum ya­pacağı için çok mutludur.
Bekir’in bir tütün tarlası vardır. Tütünleri toplama za­manıdır. Fakat ailesi üç kişiden ibaret olduğu için işleri yavaş gitmektedir. Bunları düşünerek yürürken bir gün, üstü başı perişan iki Rus’la karşılaşır. Bekir, onlann kendi topraklarını almak için geldiğini zanneder ve çok korkar. Çünkü civar köylerden birine Ruslar gelmiş, Türklerin topraklarını istila et­miştir. Kızı Ayşe’yi bu Ruslarla konuşması için gönderir. İsim­leri İvan ve Kala Mata olan Ruslar iş aramak için köye gelmiş­lerdir.
Bekir, bu iki Rus’a acır ve onlara tarlasında iş, evinde yer verir. Köylü bu durumdan hiç memnun olmaz. Fakat Ruslar sayesinde Bekir’in tarladaki işleri kolaylaşır. Ruslar’ın gelme­siyle evde bazı aksaklıklar de olmaya başlar. Macik çok kötü hastalanır, ancak Seyd Ali sayesinde iyileşebilir. Esma, Be­kir’e Rusları kovmasını, yoksa uğursuzlukların devam edece­ğini söyler.
Bir süre sonra, Bekir’in tarlasında iki Rus görünmeye başlar. Tarlayı ölçmektedirler. Bekir, tarlasını alacaklarından korkar, ne olursa olsun tarlasını Ruslara vermemekte ka­rarlıdır. Bekir, adamların elindeki metreyi görünce onları si­hirbaz zanneder. İki adam, ona Kuşkaya’y* tarlasına devire­ceklerini söyler, o asla inanmaz.
Tütünlerin demet yapılma zamanı gelince köylüler yıllık ihtiyaçları almak için Yalta’ya gitmektedirler. Bekir, yalnız başına gider. Çıfıt Lepik isimli bir Yahudiden gerekenleri alır, Çıfıt Lepik, onu gaza getirerek daha çok mal satar. Oradan ayrılınca uzun zamandır arası açık olan Seyd Ali ile karşılaşır. Araları yumuşar, kucaklaşıp ağlaşırlar.

Bu arada, İvan tarladan dönen Ayşe’ye saldırır, onu dö­ver. Ayşe, korkusundan durumu babasına söyleyemez. Öte­den beri sevdiği Remzi ile evlenmek için annesini ikna eder. Kısa süre sonra da Remzi ile evlenerek onların evine gelin gi­der.
Köyde yol yapımı başlamıştır. Ruslar hırsızlık yapmaya başlar. Bir gün, Seyd Ali’nin küçük oğlu İvan’ı döver. İvan, Bekir’in evine sığınır. Ona masum biri imiş gibi davranır. Be­kir, bir ara dayanamayıp İvan’i döver. İvan kısa bir süre son­ra eve otomobille gelir. Yanında Rus komiseri vardır. Yol ya­pımı devam ettikçe Ruslar yavaş yavaş köye hâkim olmaya başlamışlardır. Ruslar, İvan’a da köyün yönetimini vermişler­dir. İvan, köyde her türlü rezilliği, zulmü yapmaktadır. Ruslar da, köyde Müslümanları yeni yaptıkları hapishaneye atmaya başlamışlardır.
Köyde bir gün deprem olur. Hapishane duvarı yıkılır, Türkler kaçar. Deprem sırasında Bekir’in evinin duvarı da çöker, Kala Mata yıkıntının altında kalarak ölür. Remzi ile Be­kir cesedi gömmek için bir Rus mezarlığına giderler. Yolda bir uçurumun kenarında duran Remzi’ye İvan araba göndererek ölümüne sebep olur.
Bahar geldiğinde köyde yine yol yapımı devam etmekte­dir. Remzi ölmüştür. Ayşe ise hamiledir. Remzi ölünce Be­kir’in evine dönmüştür. Asfalt, köyün içine İyice sokuldukça Ruslar çoğalır. Zamanla yol vasıtasıyla köyde istilalara başlar­lar. Vapurlarla bir sürü Rus köylüsü köye gelir. Pek çok evi ve dükkânı yağma ederler. Köyde hayvanlar, mallar çalınmak­tadır.
Bekir, üzgün üzgün dolaşırken Rusların Kuşkaya’yı dina­mitleyip tarlasına zarar vereceklerini görür. Bekir tarlasını kimseye vermemekte kararlıdır. Rusların ikazına rağmen tar­lasını bırakmaz. Dinamitlenen kayanın parçalarının altında can verir.

Kış gelince, Esma ve Ayşe, Seyd Ali’nin evine taşınırlar. Ayşe’nin doğum vakti yaklaşmıştır. Köyde Lenin’in ve komi-nizmin propagandaları yapılmaya başlanır. Türkler Rusların bu anlattıklarından hiçbir şey anlamaz.
Köyün etrafı Ruslarca çevrilmiştir, pek çok Türk öldürül­müş, büyük kısmı da hapse atılacaktır. Böyle bir ortamda do­ğum yapan Ayşe çocuğunu Çilingir’in Selim’e teslim eder.
Köyde tüm Türkler sürüleceği için toplanır. Enver, boyun eğmeyince öldürülür. Kızıltaş’a Ruslar yerleşmiştir. Ruslar çok memnundur. Roman yazarın diliyle şu cümlelerle son bulur:
“Evet onlar da insanlar… Pavlenkolar, İvanlar, Kostüyükler, Vasil Dimitrouiçler, Stepanlar belki bunu gülünç göre­cekler; ama nasıl görürlerse görsünler ben eserimi tekrar sa­kin bir dua ile bitirmek istiyorum.
Romanımı kapatırken, ‘Tanrı’m’ diyorum, onlarda insan, acı onlara… Kendileri gibi başkalarının da insan olduklarına inandır onları…”

Osmancık - Tarık Buğra

0 yorum | Devamını Oku...
ROMANIN ÖZETİ:
Osman Gazi Hân, ölüm döşeğinde; Allah’tan mehil istiyor, Bursa’nın fetih müjdesini alabilmek için. O, tâ bahardan badem ağaçlarının çiçeğe durduğu günden seçmiştir ölümü: “Oğul, ben öldüğüm vakit, beni Bursa’da şu gümüşlü kubbenin altına koy!” Osman gazi’nin, oğlu Orhan Bey’ e vasiyetidir bu.
Bu, O’nun soy sop ülküsü yaptığı rüyasının gerçekleşmesi demektir. Ancak, o zaman gülümseyerek “hoş geldin, hoşnutluk getirdin” diyebilecektir ölüme.
Son göçe, tek başına çıkılan yolculuğa hazırlanan Osman Gazi Hân, şimdi, hayatı boyunca dinlediklerini, gördüklerini, deliliklerini, durulup arınışını, büyük yörüngeye oturuşunu; yerleri, halleri, kişileri ve büyük ülküsünün adım adım gerçekleşmesini hatırlamamaktadır. O, şimdi Uludağ’dan da büyük bir hatıralar dağıdır:
Osmancık’ın çocukluğu, herhangi bir çocukluktan farksızdır. Gençliği de öyle… Ele avuca sığmaz; nerede çalgı, orada kalgı günleri. Gücünün, kuvvetinin sahibi değildir; aksine gücü kuvveti, onun sahibidir. Kılıçta ve yayda üstünleştikçe değil meydan okumaya, bir yan bakışa bile katlanamaz olur. Gururu için yaşamaktadır.
Babası Ertuğrul Bey, bir müddet Osmancık’ı takip eder, öğütler verir. Fakat sonradan onu kendi haline bırakır. Öteki oğlu Gündüz Bey’ e önem vermeğe başlar. Osmancık, ağasını kıskanacak yerde rahatlamış ve mutlu olmuştur. Azâd edilmiş sayar kendini ve keyfince yaşamaya başlar. Tâ ki Şeyh Ede Balı ile tanışıncaya kadar.
Domaniç temmuzlarından birinde, Sivrikaya’ da Osmancık, Ede Balı ile karşılaşır. Gökte ay ve yıldızlar… Osmancık, yıldızlara bakarak “dünya ne kadar büyük!” diyor. Osmancık’ı gizliden gizliye takip eden Ede Balı: Dünya’yı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüz oğul! Hırsımız, sabırsızlığımız, bencilliğimiz. Önce bu yüzden küçülüyor sonra da Dünya’yı çok büyük görüyoruz, der ve ilave eder: dünya bir ömür için, bir TEK İNSAN için büyüktür. Bir soy için değil; bir soyun benimseyeceği, bir soya benimsetilecek bir amaç, bir inanç, bir ülkü için değil!
Osmancık’ın kafası ve ruhu altüst olmuştur. Öfkelenir, Ede Balı’ ya saygıda kusur eder. Ertuğrul Gazi, oğluna “Ede Balı’ ya sakın karşı gelme; bana karşı gel, ona gelme. Ede Balı soyumuzun ışığıdır” diye tembih eder.
Osmancık, Ede Balı’nın tekkesine gittiği bir gün Malhun Hâtun’u görür ve ona âşık olur. Töresince istetir. Ede Balı kızını vermez: Halleri müsavi değil, diye…
Bundan sonra Osmancık için değişim ve arayış dönemi başlar.

Yine tekkeye misafir olduğu bir gün, rüyasında Ede Balı’nın göğsünden çıkan bir ayın kendi göğsüne girdiğini, sonra bir çınar ağacı şeklinde dünyaya dal budak saldığını görür. Dört yana rahmet ve nur yağdıran bir çınar ağacıdır. Rüyanın tabirine göre, bu ay Malhun Hâtun, bu çınar ağacı ise Osmancık’ın kuracağı devlettir.
Osmancık artık değişmektedir. Kılıcını, yayını, topuzunu kendisi için değil, soyu sopu için, soyunun amacı için kullanmaktadır. Sonunda Ede Balı kızını Osmancık’a verir. Sade bir törenle evlenirler. Osmancık, artık yaşlanmış ola babası Ertuğrul Gazi’nin yerine Bey seçilir.
Osman Bey, ilk iş olarak civardaki Türk boylarını birleştirir. Kendi buyruğunda ve hepsinin rızalarını alarak… Domaniç ve civarı dar gelmeye başlamıştır. Her gün yeni topraklar alınır, kaleler düşürülür yeni gelenler, tâ Orta Asya’dan ve daha yakın yerlerden gelenler, bu topraklara yerleştirilir. Savaş, akın, ganimetin paylaşılması, yerleşme biçimi, doğumlar, evlenmeler, dostluk ve düşmanlıklar her şey bir düzene bağlanmıştır. Herkes nefsini ve bencilliğini yok etmiştir; başkalarını, soylarının geleceğini düşünmektedirler.
Pazar yerlerinin emniyeti sağlanmıştır. Yöredeki herkes ( Rumlar dahil; Osman Bey’ e tâbi olan herkes ) hayatından, ırzından, malından emindir.
Bu günlerde Osman Bey’ in anası Cankız, ardından da 90 yaşındaki Ertuğrul Gazi vefat ederler. Orhan dünyaya gelir.
Bütün bu olup bitenler sırasında Osman Bey’ in önemli meselelerinden birisi amcası Dündar Bey’ dir. Dündar Bey, ağabeyi Ertuğrul Gazi’den sonra Beyliğin kendisinin hakkı olduğunu düşünüyor, Osman Bey’ i kıskanıyor ve bozgunculuk ediyordu. Osman Bey, saygısını bir an bile ihmal etmeden, amcasını uyarıyordu. Hatta bir gün Dündar Bey’ e:
Elin öperim amuca, dizin öperim amuca. De ki davarın güdeyim, odunun kırayım amuca. Amma ko ki Beyliğime eller taş atsın ki Beyliğimi korumam zor olmasın. Ben bunda akıl isterim, rey isterim, ışık isterim.Yanılırsam doğruyu isterim. Ben bunda takaza istemem, dokunç istemem, kakınç istemem demiştir. Dündar Bey aldırmaz, bildiğince devam eder. Düşman üstüne ılgar eden savaşçıları geri çağırır. Osman Bey, bir yay darbesiyle amcası Dündar Bey’ i düşürür.
Osman Bey’ in ikinci oğlu Alaeddin dünyaya gelir. Mihail Kosses Müslüman olur. Töreye bağlılık şuuru, zayıfa yardım fazileti, din uğrunda göz kırpmadan ölüme gitme heyecanı Mihail’ i Abdullah yapmıştır.

İnegöl, Yarhisar, Aydos, Bilecik, İznik kaleleri alınır.
Zaman, geçip gitmektedir; Osman Bey’ e rağmen… Alaeddin bile at bitmektedir artık. Orhan Bey, Yarhisar tekfürünün kızı Holofira ile evlenir. Holofira’nın rızası, arzusu, isteği ve aşkı ile… Osman Bey, gelininin adını Nilüfer olarak değiştirir. Müslüman olan Nilüfer, Osman Bey’ e torunlar, Orhan Bey’ e oğullar verecektir; Murad’ ı verecektir…
Selçuklu Sultanı, bir fermanla Osman Bey’ in hanlığını tebasına duyurur. Artık Cuma namazlarında hutbe Osman Han adına okunmaktadır.
Şeyh Ede Balı rahmet-i rahmân’a kavuşur.
Orhan yavaş yavaş pişmekte, olgunlaşmaktadır. Hem gazada hem yönetimde. Osman Gazi Hân’ın etrafı boşalıyor. Baba dostları, yola beraber çıktığı yoldaşları birer birer âhirete intikal ediyorlar. Malhun Hâtun da vefat ediyor.
Osman Gazi Hân, hasta yatağında, iki aydır yatmaktadır. Kulakları nal seslerinde, Bursa’nın fetih müjdesini bekliyor. Derken ,müjdelerin hası, nal sesleri… Sungur dışarı fırlıyor ve göz açıp kapayıncaya kadar da geri dönüyor. Nefes nefesedir: Gözün aydın Hânım! Bursa bizimdir!

Osmancık, Osman Bey, Osman gazi Hân; babası Ertuğrul Gazi’ye, şeyhi ve kayınpederi Ede Balı’ ya, kendinden önce giden baba dostlarına, yoldaşlarına ve Zümrüdü Ankası Malhun Hâtun’a mülâki olmak için gözlerini yumuyor. Mesut ve huzurlu…
ÂLAMLERİMİZDEN SEFER EYLER OSMAN GAZİ HÂN; BİR GARİP YOLCU GİBİ…

TAHLİL
ROMAN KİŞİLERİ:
Osman Bey: Osmanlı Devleti’nin kurucusu. Bileği ve yüreği kuvvetli, âdil, nefsini yenmiş; kendini, soyuna ve soyunun ülküsüne adamış; dindar, neyzen, cömert, ahlaklı, dünya malına kayıtsız, yoksul, ataya ve anaya son derce saygılı, eşi bulunmaz baba;vefalı, muhabbetli, karısına deliler gibi aşık bir koca… Osmancık, Osman Bey, Osman Gazi Hân Uludağ’dan da büyük bir hatıralar dağı… Ve Hâdis-i Şerif’in sıfatlandırdığı gibi: Tam bir garip yolcu.
Şeyh Ede Balı: Osmancık’ın kayınpederi. Devletin mimarı. Allah aşkı ve Kur’an adaletini temsil eden büyük mürebbi.
Malhun Hâtun: Ede Balı’nın kızı, Osman Bey’ in hanımı, Zümrüdü Ankası… Güzelliği, hanımlığı, anneliği ile bir timsal.
Orhan Bey: Osman Gazi Hân’ın büyük oğlu. Babası ve dedesi Ede Balı’nın manevi mirasçısı. Bursa fatihi.
Nilüfer: Asıl adı Holofira. Osman Gazi’nin “Nilüferleri pek andırır” dediği bir Rum kızı. Orhan Bey’ in hanımı. Aşkı ve İslamı seçmiş ve buna layık olmuş bir güzeller güzeli.
Ertuğrul Bey: Osman Gazi Hân’ın babası. Osman’ı yetiştiren adam. Orta Asya’yı, Söğüd’ e şahsında ve şahsiyetinde taşıyan insan.
Ve diğerleri;
Cankız (Osman Gazi’nin annesi), Dündar Bey (Osman Gazi’nin amcası), Mihail Koses (sonradan Müslüman ve Abdullah olan bir Rum),Osman Gazi ve Ertuğrul Bey’ in silah ve gönül dostları; Sungur, Akça Koca, Gazi Rahman, Derviş Uruz, Şeyh Mahmud, Ak Temür…

ROMAN MEKANI:
Romanın büyük bölümü Osmancık’ın çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği Söğüt’te ve Domaniç’te geçmektedir.Buraları aynı zamanda Beyliğin ilk merkezidir. Beyliğin büyümesi ve buna bağlı olarak Beyliğin merkezinin değişmesi ile romanda mekan sürekli değişmektedir.
ROMAN ZAMANI:
Romanda olay süresi Osman Bey’ in yaşamı boyunca geçen süreyi kapsamaktadır. Romanda Osman Bey’ in doğumu ve ölümü ilgili tam bir bilgi olmadığından geçen süre bilinmemektedir.
ROMANDA OLAY:
Roman, Osman Bey’ in yaşadıklarını, gördüklerini anlatmaktadır. Dünyaya sımsıkı bağlı olan bir insanın dünyada garip bir yolcu haline gelmesini anlatmaktadır. Cîhan devletini kuran irâde, şuûr ve karakteri anlatmaktadır.
ROMANDA ÜSLÛP:
Yazar romanda çok sade bir dil kullanmış, anlaşılmayan kelimelerden kaçınmıştır. Romanda yöresel ağzı bozmaması kullanılan sade dili bozmamış aksine romana akıcılık kazandırmaktadır. Ayrıca Şeyh Ede Balı gibi büyük bir şeyhin o insanı alıp başka dünyalara götüren sözleri insanı kitaba iyice bağlamaktadır.
ROMANIN ANAFİKRİNİN TESPİTİ:
Yazar, tarih boyunca görülmemiş bir devleti yani Osmanlı gibi bir cihan devletini kuran irâdeyi, bu irâdenin yaşadıklarını ve bu irâdeyi yetiştiren insanları anlatmıştır.

YAZARLA İLGİLİ KISA BİLGİ:
Tarık Buğra (Akşehir 1918 – İstanbul 26 Şubat 1994). İlk ve orta tahsilini Akşehir’de tamamladı. Konya lisesini bitirdi. Çeşitli aralıklarla İstanbul Üniversitesi Tıp, Hukuk ve Edebiyat Fakültelerinde ikişer üçer yıl okuyup sonra vazgeçti. Akşehir’de çıkardığı Nasrettin Hoca gazetesi ile gazeteciliğe başladı. İstanbul’a gelince Milliyet, Yeni İstanbul, Haber ve Tercüman gazetelerinde fıkralar yazdı, sanat sayfaları düzenledi, Haftalık Yol dergisini çıkardı. “Oğlumuz” hikayesi ile Cumhuriyet gazetesinin hikaye yarışmasında ikincilik kazandı. Çınaraltı dergisinde hikayeler yayınladı. Sonra roman yazmaya başladı. Sanat eseri için her türlü basmakalıbı reddeden, hür ve bağımsız bir sanat anlayışını benimsedi. Güzel Türkçesi, derin tipleri, şiirli üslubuyla Türk tiyatro ve roman yazarlarının başında yer aldı.

Oliver TWİST - Charles Dickens

0 yorum | Devamını Oku...
1.kitabın konusu : bir yetimhanede dünyaya gelen olıver twıst’ın hayatı anlatılmaktadır.

2.kitabın özeti : olıver twıst bir yetımhanede dünyaya gelir. yetimhane müdürü bay bumble, ona adını koyar. çocukluğunu bayan mann’ın yanında geçirir. 11 yaşındayken bay sowerbery’nin yanına evlatlık verilir.bay sowerbery cenaze işleriyle uğraşan biridir. olıver burada kendini mutlu hissetmez ve evden kaçar. yedi günlük yorucu bir yolculuktan sonra londra’ya gelir. aç ve yorgun olan olıver londra’da jack dawkıns ile tanışır.jack olıver’a yardım eder. kalması için onu kendi kaldığı yere getirir.burada fagın ve arkadaşlarıyla tanışır. bu olıver’ın hayatındaki dönüm noktasıdır. farkında olmadan hırsız çetesinin içinde kendisini bulmuştur. bir gün dawkıns hırsızlık yaparken oliver paniğe kapılır.kaçmaya başlar. mendilinin çalındığını anlayan brownlow olıver’dan şüphelenir ve onu yakalar. olıver bütün hayatını brownlow’a anlatır. brownlow ona acıyıp ailesini bulabilmesi için yardım edeceğine söz verir. olıver’ın dürüst biri olup olmadığını anlamak için brownlow onu bir kitapçıya yüklü bir parayla kitap almak için göndererir. yolda fagın’ın arkadaşı olan william sıkes onu kaçırır ve fagın’e getirir. fagın, olıver’ı tamamen ele geçirebilmek için suç işlemesi gerektiğini bilmektedir. bunun için wıllıam’ın yapacağı bir soyguna olıver’ın da katılmasını ister. hırsızlığın yapıldığı gece olıver pencereden içeri girerken evin hizmetçisi tarafından vurulur. wıllıam ve arkadaşları kaçmaya başlar. olıver’ı evın yakınlarındaki bir hendeğe bırakıp oradan uzaklaşırlar. olıver iki gün sonra kendine geldiğinde, yarı baygın şekilde en yakındaki eve gider. burası iki gün önce soyulan evdir. ev halkı dr losborn’u çağırır. dr losborn olıver’ın hayat hikayesini dinler ve ona yardım etmek için eli,nden geleni yapar. yaptığı araştırmalar sonucu olıver’ın asil birinin oğlu olduğunu ve kendisine büyük bir mirasın kaldığını öğrenir. olıver için bütün kötü günler geride kalmıştır. artık herşey yoluna girmiştir. mutlu bir hayat onu beklemektedir.

3.kitabı ana fikri : hayat ne kadar zor olursa olsun; inandıktan ve hayata dört elle sarıldıktan sonra aşılmayacak engel yoktur. bugün olmazsa da yarın herşey yoluna girecektir.

4.kitaptaki olaylar ve şahısların değerlendirilmesi : olaylar victorıa dönemi ingiltere’sinde geçmektedir.
olıver, kitabın baş kahramanıdır. olaylar karşısında her zaman kişiliğini korumuştur.
bay bumble, yetimhane müdürüdür. kendi çıkarları için herşeyi yapan biridir.
doktor losborn, iyi kalpli, yarımsever biridir.

5.kitap hakkında şahsi görüşler: 19. yy ingiltere’sindeki toplumsal çatışma çarpıcı bir şekilde anlatılmaktadır. kitap tefrikalar halinde yayınlanıp biraraya toplandığından olayalar arasında kopukluk vardır.

6.kitabı yazarı hakkında kısa bilgi :
charles dickens 7 şubat 1812 tarihinde portsmouth ‘da doğdu. 9 haziran 1970’de grad’s hıll’de öldü.vıctorıa döneminin en büyük ingiliz yazarlarındandır.romanlarında sanayi devrimi sırasında geniş kitlelerin çektiği acıları ve yoksullukları gerçekçi bir bakışla anlatmıştır.başlıca eserleri: olıver twıst, antikacı dükkanı, dombay ve oğlu,oyunlar ve şiirler, büyük ümitler’dir.

Osmanlıların Stratejik Sorunları (Mehmet Tanju Akad)

0 yorum | Devamını Oku...
Kitabın adı : Osmanlıların stratejik sorunları
Kitabın yazarı : Mehmet Tanju Akad
Kitabın yayın evi : Kastaş Yatınları Cağaloğlu/İstanbul
Basım yılı : 1995

Kitabın Konusu

Türklerin Anadolu'ya gelişlerinden itibaren Hıristiyan Dünyasının tepkileri; Haçlı Seferleri, Arap ve Yunanlıların tutumları; balkanlarda gelişmeler, Anadolu'nun direnişi;Kapıkulularının yarattığı dengeler; İmparatorluğun önce doğu ile batı ( Akdeniz Dunyası Ve İran), sonrada Ortadoğu;Karadeniz ve Hint Okyanusundan gelen dalgalar arasında yaşadığı gerilimler ve nihayet çöküşün öyküsü anlatılmaktadır.

Kitabın Özeti

Osmanlı kültüründeki medrese unsuru İslamın skolastik yorumu olan Gazali felsefesini benimseyerek yaratıcı düşünceyi yok ediyordu. Yerleşik Osmanlılar göçebe Türklerden açıkça nefret etmişlerdi. Okumuşların da yabancılaşması ne kadar gerçekse geniş kesimlerin tutucu eğilimleri ve genel ataletleri de okadar gerçektir.

Yahudiler II.Bayezit zamanında kitap basma izni aldılar ama Türkçe; Arapça kitap çıkarmaları yasaktı. Yayın hakkı ermenilere 1567, Rumlara 1627, Türklere ise 1727 de verildi ki en büyük kısıltmalar Türkler üzerindeydi. İbrahim Mütefferika sadece 17 kitap bastıktan sonra matbaası kapatıldı ve 42 yıl kaoalı kaldı.Ilk Rum gazetesi 1790, Sırp gazetesi 1791 se yayınlandı.

Osmanlılar 14. Ve 15. Yy.da Timur hariç bütün hasımlarıyla kolayca başa çıkabilmişlerdir. Bizansın güç kaynakları kurumuş. Balkan Feodalleri zayıf kalmış,orta Avrupa devletleri ise yeterli bir güç oluşturamamışlardır. Haçlı ittifaklarının sevk ettikleri ordular ise Niğbolu ve Barna da olduğu gibi perişan edilmişlerdi. Rusya ise henüz bir güç olarak gözükmemişlerdi. Osmanlılar II. Padişah Orhan döneminde Rumeli Ye geçmişler III. Pdişah Murat döneminde ise merkezi kurumları pekiştirmeye yönelmişlerse merkezleşme ve boğazlar sorununu gerçek anlamıyla çözen Fatih Sultan Mehmet’ti. Bütün bu gelişmeler içerisinde ciddi stratejik tercihlerle karşı karşıya kalan ilk padişah Yıldırım Beyazıt idi. Beyazıt’ın istihbaratı o kadar zayıftı ki sözde kendi egemenliği altındaki topraklarda Timur’un nerede olduğu hakkında en ufak bir fikri olmadan dönüp durmuş. Ordusunu yolda perişan etmiştir. Timur Bayezıtın Türk halkının kimliğini neredeyse Rum kimliğine büründürdüğü için kınamıştı. Bayezıt gerçekten giderek daha heterojen hale gelen bir devletin başında, giderek Sırp karısının ve Hıristiyan danışmanların etkisine girmekteydi. Ankara savaşını izleyen fetret devrinde ilerde yaşanacak anarşinin ip uçları bulunabilir.

Fatih iyi bir eğitim almış, Yunan ve Latin klasiklerinin hiç değilse bazılarına aşina olmuş tek sultandır. İstanbul'un fethinden sonraki durum bir çok bakımdan Doğu İmparatorlunu n yeniden kuruluşunu ve kurucusu büyük Justinyanus devrini hatırlatıyordu. Ortodoks Hıristiyanlığın Batı Roma üzerindeki nüfuzu, hakları ve iddiası tekrar doğmuş, Ortodoksların katolik Hıristiyanlığına karşı müdafaa Müslümanların sorumluluğuna geçmişti. Fatih gibi bir şahsiyet devletin idari yapısını sağlamlaştırmak ve daha istikrarlı bir toplumun temellerini atmaya çalıştı. Fatih kardeş katliamı fermanını yayımladı. Böylece tahta çıkarak olan sultan yıllar sürecek olan taht kavgalarından kurtuluyor ama tahtında köleleri ve kapıkulları ile baş başa kalıyor. Onların oyuncağı olmaktan kurtulamıyordu. Bursa ve İstanbul kardeşlerin ve kardeş çocuklarının mezarları ile dolarken Sultanlar kendilerini destekleyecek bir zadegan sınıfına mahrum kalıyorlardı. Fatih aileyi tasviye ederek bu gelenekler de bağını koparıyor ve mutlakıyetçiliği güçlendiriyordu. Uzun dönemde vahim sonuçlar uyandıracak ikinci uygulaması ise Hıristiyanların konumunu ayrı kiliselere dayanarak “millet” sistemi içerisinde kurumsallaştırılmasıydı. Çok uluslu bir imparatorluğun tüm dinleri hoşgörü ile karşılamasıyla Hıristiyan nüfusunun enerjisini imparatorluk için kullanabilecekti. Fakat kiliseler zaman içerisinde Rusya başta olmak üzere imparatorluğun düşmanları ile birleşti. Merkezleşme için yeni gelenekler yaratmaya mecburdu ve bunu söz konusu şekilde yaptı. Machiaveli ”savaş sanatı” isimli eserinde; “birdevletin varlığı ordusunun mükemmelliğe dayanıyorsa politik durumlar askeri örgütün en iyi şekilde organize edilmelidir”.

Ülke cephe örgütü tarafından yöneltiliyor.merkezde ikinci derecede bir vekiller heyeti kalıyordu.hiç bir büyük yerleşik toplumda savaş örgütü bu derecede hakim bir toplumsal konuma sahip olmamıştır. 1596da Osmanlılar Haçovada batılılara karşı son büyük meydan muharebesini kazandılar. 1759 dan sonra (müttefikler sayesinde yürütüle Kırım savaşı sayılmazsa) 1897 Yunan harbine kadar hiçbir savaşı kazanamadılar.

Yeniçeriler devlet içinde devlet olunca eğitim ve disiplinin ön şartı olan askeri itaat düzeni ortadan kalktı.tımarlar ve eyalet askerleri ise daimi profesyonel birliklerin yerini tutamadı.yavuz ve Kanuni güçbela yeniçerilerle başa çıktılar ama bir çok ödün vererek onların ahlak yapısını büsbütün bozdular(fatih’in de yeniçerilerin kendisini tanımaları için rüşvet verdiği biliniyor). Yavuz döneminde Suriye Osmanlı idari sistemine alınmış fakat Mısır her zaman belli bir özerkliğe sahip olmuştur. Askerlik tarihi bilgisi Osmanlılarda hiçbir zaman sistemleşmezken Avrupalılar 16.yy a Büyük Roma komutanlarının seferlerini ezbere biliyorlar ve analiz ediyorlardı.

Osmanlılar Türk terimini kaba ve cahil bir insan için kullanırlardı.onlara göre Türk kelimesi sadece Türkistan halkına ve Horasan çöllerinde durgun bir hayat yaşayan başıboş sürülere yöneliktir. İmparatorluğun bütün halkı Osmanlı İsmiyle çağrılır ve Avrupalıların kendilerine nden Türk dediğini anlayamazlardı. Bu kelimeyi en ağır bir hakaret saydıkları için imparatorluktaki yabancılar kimseye Türk diye hitap etmezlerdi. Ş.mardin’ e göre; Türk sözü aşiretten olmak anlamına geldiği için kötüleyici bir anlam taşıyordu.

Büyün büyük devletler denizciliği ekonomik vestratejik öneminden dolayı desteklerken Osmanlı devletinin bunu yapmamasının iki temel nedeni vardır. Ekonomik olaylara salt mali açıdan bakmak; askeri açıdan da donanmayı kara ordusunun yakın sulardaki uzantısı olarak görmek. Kadırgalardan daha suratli olan kalyonlar hasımlarını açık denizlerde affetmiyorlardı.okyanus dalgalarına dayanıklı olmayan bu gemileri top ateşleri ile perişan ediyorlardı. Osmanlının büyük ve ağır top merakıda açık ve dalgalı denizlerde avantaj sağlamıyordu.

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top