Kimya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kimya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ekim 2011 Çarşamba

Radyoaktif Maddelerin Özellikleri Ve Çevreye Zararlari

0 yorum | Devamını Oku...

Radyoaktif maddelerin özellikleri ve çevreye zararlari
RADYOAKTIVITE Radyoaktif denilen bazi cisimlerin kendiliklerinden bir parçalanma sonucu fotograf plaklarina etki eden, gazlari iyonlastirip elektrige karsi iletken kilan ve daha bazi olaylara sebep olan çesitli radyasyonlar yayabilme özelliigidir. Bir radyoaktif çekirdegin kendiliginden bir baska çekirdege degismesi olayina dezentegrasyon , yapma olarak bir çekirdekten bir baska çekirdegin elde edilmesi olayina da transmütasyon denir. Fizikokimya bilimleri alaninda modern kesiflerin en önemlisi radyoaktifligin kesfi olmustur. Zira bu kesif; bizzat bu olayin kesfi yaninda, kimyasal element hakkindaki düsüncelerimizi de temelinden degistirmistir. Öte yandan, atomun yapisi hakkindaki simdiki teorilerle izotopluk kavramini ve bazi atomlarin çekirdeklerinin büyük birer enerji kaynagi teskil ettiklerini ve bunlardan ilk faydalanmayi hep bu keske borçluyuz. Radyoaktiflik, henri becquerel tarafindan, 24 subat 1896’da X isinlarinin kesfinden iki ay sonra kesfedilmistir. Bir crookes tüpünden husule gelen katod, pozitif ve röntgen isinlarinin özelliklerinden biri de, flüoresan maddelerin flüoresansina sebep olmalaridir. Iste bu olayin incelenmesidir ki radyoaktifligin kesfine yol açmistir. Ilk röntgen tüpleri antikatotsuzdu. X isinlarinin kaynagi katod isinlarinin gelip çarpmasiyla flüoresan kilinmis olan tüpün çeperinde bulunuyordu. O halde, Röntgen tüpünün cami gibi flüoresan olan, yani sebebi her ne olursa olsun bir dis etkiyle isik verebilen baska cisimlerinde röntgen isinlarini verip vermeyecegi hakli olarak sorulabilirdi. Söhretli Fransiz matematikçisi Henri Poicare, 20 Ocak 1896’da, Fransiz Fen akademisine röntgen tarafindan elde edilen bir klise göstermis ve fluoresan kilinmis bazi cisimlerin X isinlari verip vermediklerinin arastirmasinin enteresan olacagi ifade etmistir. Bunun üzerine bir çok fizikokimyaci durumu incelemege baslamistir. Çinko sülfür, Kalsium sülfür üzerinde yapilan denemeler olumsuz sonuç vermistir. H. Becquerel benzer denemeleri bazilari fluoresan olan uranyum tuzlari üzerine yapmistir. Siyah kagida sarili fotograf caminin siyahladigini görmüstür. Becquerel, sonraki denemelerinde gözlenen olayin fluoresansa bagli olmadigini, tuzun önceden aydinlatilmasina lüzum olmadigi gibi, urainumun fluoresan olan ve olmayan bütün tuzlarinin ayni sekilde etkide bulunduklarini ve metalik uranyumun en fazla aktif oldugunu bulmustur. Becquerel, daha sonra, tam karanlikta bulundurulan Uranyum bileskelerinin siyah kagit arasindan uzun fotograf plaklarina etkide bulunan bazi isinlar yayinladik süre bulmustur. Bu isinlara uranik isinlar denmistir. Bu isinlar, Rötgen ve lenard isinlari gibi ince metalik levhalardan geçer ve gazlari iyonlastirirlar; olay, uranium dahil oldugu bilesige tabi degildir; siddeti, uraniumun mutlak miktariyla orantili olup aydinlatma, isitma gibi dis etkilere de tabi degildir. O halde radyoaktiflik maddenin atomik bir özelliginden ileri gelir. Bequerel’in kesfinden sonra baska cisimlerin de uranium gibi uranik isinlar yayip yaymadiklari arastirilmistir. Fransa’da Pierre ve Marie Sklodowska Curie ve Almanya’da G. Schmidt tarafindan ayni zamanda yapilan arastirmalar sayesinde thoruim tuzlarinin da, uranium tuzlari gibi uranik isinlar verdiklerini bulmuslar. Bu isinlara Becquerel isinlar da denmistir. Becquerel yahut uranik isinlar veren cisimlere radyoaktif cisim; bu isinlar yardimiyla meydana konulan maddenin bu özelligine radyoaktiflik denir. Bu özellige malik olan elementlere radyo element; radyo element; radyoaktiflik özelligi ile ilgili olaylar, metodlar ve araçlari bir arada inceleyen bilim dalina da radyoaktivite adi verilmistir. Bu gün kirktan fazla dogal element bilinmektedir. Bunlarin çogu periyodik sistemin son periyotlarinda yer alan agir elementlerdir. Ileride görülecegi gibi, yapma olarak bir çok radyo element elde edilmistir. RADYOAKTIF MADDELERIN ÖZELLIKLERI Atom çekirdeklerinin bir dis etki olmaksizin kendiliklerinden isima yapmalarina ve bu tür isima yapan atomlara da radyoaktif atom adi verilir. Radyoaktif atomlarin çekirdekleri kararsizdir. Atom çekirdeklerinin kararligi nötron ve proton sayisina baglidir. He, C, N ve O gibi hafif atom çekirdeklerinde nötron sayisi, proton sayisina esittir. Nötron sayisinin proton sayisina orani 1’dir. Bu çekirdekler karalidir. Proton sayisi 2040Ca atomundan fazla olan atomlardan; nötron sayisi proton sayisina esit olan kararli atom çekirdegi yoktur. Bu atom çekirdeklerinde Coulomb itme kuvvetleri, çekirdegin kararliliginin azalmasina sebep olur. Agir elementlere dogu nötron sayisinin proton sayisina orani git gide artar. Kararli olan 80200Hg izotop atomunda n/p orani 1,5’tur. N/p orani 1,5’tan büyük olan çekirdeklerin kararliliklari kaybolur, en son kararli çekirdek 83209Bi’tur. 83209Bi’tan proton sayisi büyük olan atom çekirdekleri kararsizdir. Çekirdekleri kararsiz olan atomlar radyoaktiftirler ve radyoaktif bozunmalar ile karali hale ulasmak isterler. Bu bilgiler isiginda bir atom çekirdeginin radyoaktif özellik göstermesi için uymasi gereken sartlari su sekilde sirayalabiliriz: Çekirdekte bulunan nötron sayisinin proton sayisina oraninin 1,5’tan büyük olmasi, Atom numarasinin 83’ten büyük olmasi. Bununla birlikte atom numaralari küçük olan bütün izotoplarin çekirdekleri kararlidir. Mesela, 6 proton ve 6 nötrona sahip olan 612C izotopu karali olmasina karsin 6 proton 8 nötrona sahip olan 614C izotopu kararsiz yani radyoaktiftir. Görüldügü gibi, radyoaktiflik çekirdek yapisi ile yani çekirdekteki proton ve nötron sayilari ile diger bir deyisle çekirdegin cinsi ile ilgilidir. Yapilan deneyler radyoaktif bir elementin bu özelligini bilesiklerinde de gösterdigi ortaya koymustur. Bir elementin radyoaktif özelligi o elementin kimyasal durumuna bagli degildir. Sicaklik ve basinç gibi dis etkiler de radyoaktif özelligi degistirmez. Bunlara ek olarak radyoaktif özellik maddenin kati, sivi veya gaz halinde bulunmasiyla da ilgili degildir. Kursundan bir kröze içinde bir miktar radyum koyup bir magnetik alana tabi tutulursa radyasyonlar üç gruba ayrilir. Bir kismi hafifçe sola sapar, pozitif yüklüdürler, bunlar iki elementer yüke malik olan helyum çekirdekleridir, bunlara alfa isinlari denir; bir kismi fazlaca saga sapar, negatif elektronlar olup bunlara beta isinlari denir; bir kismi hiç sapmaz, bunlar çok kisa dalga boylu elektromagnetik dalgalar olup bunlara gama isini denir. Radyoaktif maddelerden yayilan alfa beta ve gama isinlari çesitli olaylara sebep olurlar. Mesela; kari, sivi ve gaz halindeki maddeleri iyonlastirirlar. Cam, porselen, fayans gibi maddeler radyoaktif isin temasinda renklenirler. Renklenme isinlarin yollarina karsilik gelen bölgede olur. Radyoaktif isinlar canli hücrelerine etki ederler. Basta kanser olmak üzere birçok hastaliga sebep olurlar. Nesiller boyu kalitsal bozukluklar meydana getirebilir. Simdi bu bozunma türlerini sirasiyla inceleyelim. Alfa Isinlari: Alfa isinlari iki defa pozitif yüklü helium çekirdekleridir. Gerçekten alfa partiküllerinin spetik yükleri bu partikülleri veren radyoaktif cisim ne olursa olsun, daima hidrojeninkinin yarisina esittir. Bu sonuç, ancak alfa taneciklerinin atom agirliginin ikiye esit oldugu yahut, Rutherford’un ilk anda ileriye sürdügü gibi, bunlarin kütlesi 4 olan ve herbiri 2 e yüküne malik atomlardan ibaret oldugu seklinde izah edilebilir. Ramsay 1904’te, Rutherford’un ileri görüsünün tamamiyle yerinde oldugunu genel olarak ispat etmistir. Gayet ince çeperli fakat gazlari geçirmeyen bir cam ampul içerisine radon konmustur; bu ampul de daha büyük, havasi, bosaltilmis ve iki elektrot ihtiva eden bir baska ampul içerisine alinmistir. Bir müddet sonra dis ampulde husule getirilen bie desarjin helium spektrumunu verdigi görülmüstür. Deneme sartlarina göre, bu helium ancak ince kenarli birinci ampulün çeperinden alfa partiküllerinden ileri gelebilirdi. Radonun bozunmasi söyle olmustur. 86Rn 222è84Ra218+ 2He4 Böylece süpheye mahal kalmaksizin alfa partiküllerinin helium çekirdeklerinden ibaret olduklari meydana konulmustur. Alfa isinlari radyoaktif atomdan, bu atoma tabi olarak çok büyük bir hizla yayinlanirlar. Örnegin RaC ‘nin verdigi partiküllerinin hizlari 19220 Km/s’dir. Bir radyoelementin verdigi alfa isinlari genellikle ayni enerjiye maliktirler, yani bunlar monokinetikler veya ayni enerjiyi haiz gruplar olarak kendini gösterirler. Bir isinin husule geldigi andan itibaren durduruldugunda ana kadar bir ortamda aldigi yola, bu isinin ortamdaki yolu denir. Radyoaktif cisimlerin elektrik, isi kimyasal olaylari,esas itibariyle alfa isinlarindan gelir. Bir radyoaktif cismin verdigi alfa partiküllerini saymak suratiyle Avogadro sayisi bulunabilir. Bunun için bir taraftan bir radyoaktif cismin belli bir kütlesinin belli bir zamanda verdigi helium hacmi ölçülür ve buradan 11,2 litredeki helium sayisi hesaplanir. Alfa isinlarinin havadaki yollari ilk hizlarinin küpü ile orantilidir. Bu kanunun geçerli oldugu sinirlar içinde alfa partiküllerinin iyonlastirma gücü, partikülün hizi ile ters orantilidir ve bir alfa partikülünün husule getirdigi iyon sayisi R2/3’le orantilidir; R partikülün yoludur. Radyoaktif cisimlerin elektrik, isi ve kimyasal olaylari, esas itibariyle, alfa isinlarindan gelir. Bir radyoaktif cismin verdigi alfa partiküllerini saymak suretiyle avogadro sayisi bulunabilir. Beta Isinlari: Beta isinlari negatif elektronlardan ibarettirler. Hizlari isik hizina yaklasir, yollari alfa isinlarininkinden daha uzundur. Beta isinlari da iyonlastirici isinlardir. Beta isinlarini primer ve sekonder olmak üzere iki gruba ayirmak mümkündür. Primer beta isinlari çekirdekten gelen isinlardir. Örnegin 83Bi10 beta dezentegrayonu ile 84Po10’a dönüsür: 83Bi210è84Po10+B- Bu dönüsüme çekirdekte bir nötronun bir protona dönüsmesi sonucunda meydana gelir : nèp + B- . Bir radyoelementin verdigi beta isinlari izokinetik degildir. Bunlarin enerjileri en küçük degerden en büyügüne kadar degerler alabilir. Kaba olarak maksimum, maksimal enerjinin üçte birine tekabül eder. Bu sekilde enerjileri kesiksiz bir enerji dagilimi gösteren beta isinlari, primer beta isinlarini teskil eder ve yalniz bunlar çekirdek dezentegrasyonundan gelenlerdir. Bazi atomlarda bunlarin yaninda ayni enerjiye sahip beta isinlari gruplari da yer alir ki bunlara sekonder beta isinlari denir. Beta isinlari çok gericidir, yani yollari çok uzundur. Çogu radyoaktif cisim alfa, beta ve gama isinlarini filtre etmek gerekir. Ama bugün kuvvetli ari beta kaynagi olarak yapma yolla elde edilen Stronsium - 90’dan faydalanilir. Alfa parçaciklarina oranla kütlelerinin çok az, hizlarinin ise çok yüksek olusundan daha fazla nüfuz etme özelligine sahiptirler. 2-3 mm kalinligindaki alüminyum levhadan geçebilirler. Beta parçaciklari elektrik ve manyetik alanda, alfa parçaciklarina göre zit yönde ve kütlesinin çok küçük olmasi nedeniyle daha fazla sapmaya ugrarlar. Beta bozunmasina ugrayan bir atom, çekirdeginden bir elektron firlatir. Firlatilan bu elektron ise çekirdekteki bir nötronun bir protona dönüsmesi sonucunda olusur. Netice itibariyle beta bozunmasina ugrayan elementin atom numarasi 1 artar, kütle numarasi ise degismez. Gama Isinlari: Gama isinlari kisa dalga boylu elektromagnetik radyasyonlardir. Bir çekirdekte alfa yahut beta isinlari meydana geldikten sonra çogu zaman çekirdek uyartilmis hale geçer. Uyartilmis haldeki çekirdegin bir enerji asirisi vardir. Uyartilmis çekirdek normal haline dönüsünde kaybettigi bu enerj, asirisi çekirdekten bir tanecigin firlatilmasi seklinde olmazsa buna bir izomerik geçis denir ve bu sirada gama radyasyonu yayinlanir. Uyartilmishalde uzun süre kalan çekirdek ile normal haldeki çekirdegeler denir.Enerjileri yüksek olan gama isinlari birkaç santimetre kursundan geçer. Örenegin ThC” nün verdigi gama isinlarinin yarilanma kalinligi yani radyasyonlarin siddetinin yariya düsmesi için lüzumlu kalinlik 1,5 cm kursundur Gama isinlari dogrudan dogruya iyonlastirici degildirler, ama meydana getirdikleri elektronlarla bunu yaparlar. Gama isinlarinin etki gücü çok yüksektir. Beta isinlarina göre 100 kat daha fazla nüfuz etme özelligine sahiptirler. Gama isinlari birkaç santimetre kalinligindaki kursundan geçebilir. Gama isinlarini ancak kalin kursun levhalar 2-3 metrelik beton bloklar durdurabilir. Gama isinlari yüksüz olduklarindan elektrik ve manyetik alanda sapma göstermezler. Gama isinlari iyonlastirici degillerdir. Gama parçaciklarinin kütlesi ve yükü sifir kabul edilir. Dolayisiyla gama bozunmasina ugrayan bir elementin atom ve kütle numarasi degismez. Gama isinlari çok yüksek enerjili, elektromanyetik dalgalardir. Genele olarak gama isinlari tek basina meydana gelmez. Bir takim radyoaktif bozunma veya çekirdek tepkimelerinin ardindan meydana gelir. Örnegin alfa ve beta parçaciklari olusturan bazi radyoaktif bozunma tepkimeleri sonucunda çekirdek enerjili halde kalir. Bu yüksek enerjili çekirdek gama isini yayarak daha düsük enerjili çekirdege dönüsür. Sekonder Beta Isinlari: Bazi izomerik geçislerde bazi uyartilmis çekirdekler gama isinlari vermezler, ama enerji asirilari atomun çekirdek disindaki ve çogunlukla K tabakasindan elektron koparip firlatmaya harcanir. Buna iç dönüsüm denir. Çekirdek disi elektronlar belli enerji seviyeli elektronlar oldugundan, bu sekonder beta isinlarinin enerjileride bellidir. Genellikle, izomerik geçis enerjisinin ancak bir kismi iç dönüsüm elektronlari verir. Bir iç dönüsüm elektronun firlatilmasindan sonra bosalan yere üst tabakalardan elektron siçramasi sonucu ya enerji elektronun çiktigi ve geldigi seviyedeki enerji farkina esit enerjili ve elementin karakteristigi olan X isinlari fotonu meydana gelir, ya da bu enerji üst tabakalardaki bir elektronun firlatilmasina harcanir. Böylece isimasiz bir iç dönüsüm olur. Bu sekilde meydana gelen elektronlara auger elektronlari denir. Bunlarin da enerjileri bellidir. Yukaridaki izahlardan anlasilacagi üzere, beta isinlarinin dagilimi çok karisiktir. Kesiksiz bir enerji dagilimi gösteren primer beta isinlari yaninda belli enerjili dönüsüm ve auger elektronlari da bulunur. Pozitron Isimasi: Pozitron isimasinda çekirdekteki bir proton bir nötrona dönüsür. Bu esnada özellikleri elektrona benzeyen fakat pozitif yüklü bir tanecik olusur. Bu tanecigin çekirdekten disari firlatilmasi pozitron isimasidir. Pozitron parçacigi B+ veya +1e0 seklinde sembolize edilir. Pozitron isimasi yapan bir çekirdegin atom numarasi 1 azalir, kütle numarasi ise degismez. RADYASYONUN GENETIK ETKILERI Düsük seviyeli radyasyonun tek belirgin sagliksal etkisi sonraki kusaklarda görülen genetik sakatliklara sebep olmasidir. Genellikle genetik bozukluklar olarak adlandirilan bu sakatliklar, renk körlügünden, mongolizm gibi ciddi hastaliklara kadar çesitlilik gösterir. Bazi kisiler, radyasyonun iki basli çocuklarin dogmasina; insan alti ya da insan üstü canavarlarin ortaya çimasina neden olacagina inanirlar. Durum kesinlikle bu degildir; çünkü insanlik daima dogal radyasyona maruz kalmis olmasina karsin, hiçbir zaman bu tür vakalar görülmemistir. Bazi kisiler de radyasyon kaynakli genetik etkilerin insan soyunu yok edecegine inanirlar. Ancak bu da yanlistir. Yani radyasyonun yol açacagi herhangi bir kötü özellik, sonuçta yok olacaktir. Nükleer endüstrinin genetik etkileri, ancak insanin dogal kaynaklardan aldigi radyasyondan sadece yüzde bir kadar daha fazla radyasyon etkilenimine yol açtigi hatirlandiginda en iyi sekilde anlasilabilir. Dogal radyasyonun da, normal olarak karsilasilan genetik bozuklarin sadece %3’ünden sorumlu oldugu düsünülmektedir. Nükleer gücün genetik etkilerini anlamanin muhtemelen daha kolay bir yolu, geç yasta çocuk sahibi olma durumudur. Geç annelik yasinin Down sendromu, Turner sendromu ve birkaç diger kromozomal düzensizlige yakalanma riskini artirdigi bilinirken, geç babalik yasinin da akondroplazia ve binlerce diger otozomal, baskin hastalik riskini hizla artirdigi bilinmektedir. Sonuçlara, fareler üzerinde yapilan çalismalar ile varilmis olmasi ilginçtir, çünkü insanlar üzerinde genetik bozukluga yol açan, radyasyonla ilgili gerçek bir kanit yoktur. Böyle bir kanit bulabilmek için en iyi yol, atom bombasindan sonra Japonya’da hayatta kalan insanlari gözlemektir, ancak dikkatli olarak yapilan birkaç çalismada, bu insanlarin ilk kusak çocuklarinda asiri miktarda genetik bozukluk görülmemistir. Genetik bozukluga sahip bir çocugu olmasi riskini merak edebilir; bu gebelikten önce maruz kalinan her mrem radyasyon için 40 milyonda bir olasiliktir. Hava kirliliginin ve birçok kimyasal maddenin de genetik bozukluga yol açtigini ifade etmek uygun olacaktir. Kükürt dioksit suda çözündügünde ortaya çikan bisülfatlar ve nitrojen oksitlerde elde edilen nitrosamin ve nitrus asiti de içeren 3500 kimyasal madde hakkinda kesin olamayan bilgi mevcuttur. Kafein ve alkolün genetik bozukluklara yol açtigi bilinir. Bir çalismaya göre 28.35 gram alkol, genetik etki bakimindan 140 mrem’lik radyasyona esittir. Bir fincan kahve de 2.4 mrem’lik doza esittir. Genetik bozukluklara yol açan belki de en önemli insan etkinligi, erkeklerin pantolon giyme gelenegidir. Bu, cinsiyet hücrelerinin isinmasina yol açar ve böylece kendiliginden ortaya çikan mutasyonlarin, yani genetik hastaliklarin baslica kaynaginin olasiligini arttirir. Kaba taslak olarak yapilmis mevcut hesaplamalar, bir miliremlik radyasyonun genetik etkilerinin, bes saat pantolon giymekle ayni oldugunu göstermektedir. Nükleer gücün genetik etkileri ile ilgili can sikici bir nokta da, biz üretilen enerjinin karindan yararlanirken, bedelini gelecek kusaklarin ödeyecegi seklindeki zihniyettir. Bununla birlikte, bu kusagin ve teknolojisinin gelecegi olumsuz yönde etkiledigi daha baska ve çok daha önemli durumlarin varligini da hatirlamaliyiz. Nükleer sanayi ve onun sonraki kusaklara yapacagi genetik etkiler konusunda yapilacak anlamli bir degerlendirmede, gelecek kusaklar için, onlarca milyar dolara, onbinlerce yillik çabaya mal olmus ucuz ve bol bulunur, sonsuz bir enerji kaynagi karsisinda söz konusu olan birkaç genetik bozukluk vakasi ile bunlarla mücadele etmek için bizden onlara kalacak ucuz ve etkin araçlarin karsilastirilmasi, dengeyi saglayacaktir. CANLILARIN RADYOAKTIVITEYE KARSI KORUNMA YÖNTEMLERI Henri Becquerel radyoaktiviteyi bulan kisi olarak ünlüdür. Kendisinin ayri zamanda,radyoaktif maddelerin canlilar için tehlikeli oldugunu da kesfettigini bilen çok azdir. Becquerel, içinde radyum örnegi tasidigi cebinin altinda,dersinin yandigina dikkat etmis. O zamandan beri, radyumun zararli isimalar meydana getirdiginden haberimiz vardir ve hiç kimse cebinde radyum tasimayi aklina getirmez. Isinimlarin tehlikesi çok büyüktür,çünkü etkisi,zarar meydana geldikten bir süre(birkaç yil bile olabilir)sonraya kadar hissedilmez. Atom isimalari nedir?Bu terim parçalanan atomlardan firlatilan hizli taneciklerden olusmus demetler ve enerji dalgalari için kullanilmaktadir. Her atom parçalandigi zaman çekirdeginin bir kismini disari firlatmaktadir. Bir atom ortasindaki,çekirdek adi verilen bir göbekten belirli uzaklikta, bu göbegin çevresinde dönen ve elektron adi verilen küçük taneciklerden yapilmistir. Her elektron negatif elektrik yükü tasimaktadir. Çekirdek, proton ve nötron adi verilen iki cins tanecikten yapilmistir. Protonlar pozitif elektrikle yüklüdür, nötronlar yüksüzdür. Bir radyoaktif atomun çekirdegi hiçbir sebep olmadan parçalanma egilimi gösterir. Parçalandigi zaman proton ve nötron firlatacagini söyleyebiliriz. Gerçekten böyle olur, ama çogunlukla, firlatilan tanecikler alfa ve beta tanecikleridir. Alfa tanecigi iki proton ve iki nötrondan olusmus bir gruptur; içinde proton oldugu için pozitif elektrikle yüklüdür. Beta tanecigi elektronla aynidir. Negatif elektrik yükü tasimaktadir. Çekirdegin çevresinde dönen elektronlardan gelmektedir, ama nötronlardan birinin, bir proton ve elektron haline gelmesini saglayan bir dönüsüm sonunda çekirdekten firlatilmaktadir. Taneciklerin hizi bunlarin enerjisini ve giderek, cisimlere geçme yetenegini belirtir. Alfa ve beta tanecikleri hemen hemen isik hizina yakin bir hizla hareket ederler. Enerji dalgalarina gama isinlari denir ve elektrik yükü tasimazlar. Bütün bu isinlarda ve hareket eden taneciklerde, önemli bir ortak özelik, yollari üzerine rastlayan atomlarin elektronlarini koparma egilimidir. Dönmekte olan elektronlarindan bazilarini kaybedince, bu atomlar, elektrikle yüklü hale gelirler ve ilk hallerindeki atomlardan çok daha fazla ve degisik sekilde kimyasal reaksiyon meydana getirme özelligi kazanir. Belki atom, isimalarina gösterilen canli dokularin harap olmasi bu yüzdendir. Herhangi bir isinimin cisimlere ne kadar geçebilecegi bunun enerjisine baglidir. Çünkü, isinim her bir atoma çarpisinda, bu atomlardan elektron koparmakla enerjisinin bir kismini kaybeder. Alfa tanecikleri havada birkaç santimetre ilerleyince havadaki gaz atomlarindan elektron koparmak yoluyla bütün enerjisini kaybeder. Madenlerde yaklasik olarak milimetrenin binde birkaçindan ve canli dokulardaysa yaklasik olarak yüzde birinden fazla bir derinlige giremez. Bir tek alfa tanecigi milyonlarca atomlardan elektron koparabilir. Beta isinlarinin geçme yetenegi alfa isinlarindan daha fazladir, ama canli dokular içerisinde fazla ileri gidemez. Alfa ve beta isinlari verev cisimler deride isinim verev cisimler deride isinim yaniklarina sebep olabilir. Kazara nefes alma yoluyla yada yutularak vücuda girerlerse, özellikle tehlikeli olurlar, çünkü bu isinimlarin geçme yetenegi küçük olmakla beraber, uzun bir süre boyunca akcigerlerin ve midenin çeperlerinde meydana getirdigi etki çok önemlidir. Gama isinlari alfa ve beta isinlarindan çok daha öldürücüdür; hizli nötronlar da öyledir. Bunun sebebi, menzillerinin hemen hemen sinirsiz olmasidir. Bu isinlar, örnegin , insan vücudunun bir tarafindan öte tarafina yada yüksek enerjili gama isinlari halinde yirmi santimetre kalinliginda kursundan geçebilir. Acaba isinim, hayvan olsun, bitki olsun, canlilara neden zarar verir? Bütün canlilar , canli hücrelerden yapilmistir. Büyüme ve eskiyen hücreleri yenileme her bir hücrenin kendisinin bütünüyle ayni olan iki hücreye bölünme yetenegiyle mümkün olmaktadir. Bu bölünme , hücrenin çekirdegi ve belki bu çekirdekte meydana gelen bir kimyasal ürünle dezoksiribonükleik asit(DNA)meydana gelmektedir. Hücreye hayat veren seyin ne oldugunu daha kimse tam olarak bilmemektedir, ama bunun, hücrenin çekirdegini meydana getiren çok atomlu karmasik moleküllerdeki atomlarin, anlasilmasi güç bir düzenlenmesiyle ilgili oldugu sanilmaktadir. Bölünmenin meydana gelmesi için hücrede normal miktarda DNA bulunmalidir ki yeni hücrelerin her birine normal miktarda DNA gidebilsin. Elektrikle yüklü bir tanecik siradan bir moleküle çarparsa, bunun yapisini altüst eder, çünkü atomlarin bir araya gelmesi elektrikle yüklü taneciklerin çesitli atomlarda ortaklasa bulunmasi ve atomlar arasinda degis tokus edilmesiyle mümkün olmaktadir. Isinimin elektrikle yüklü taneciklerinin, canli hücrenin çekirdegi atomlarin çok karmasik ve çok dengeli olan düzenine ve su gibi olan dis kismina gelisi, nasil oldugu daha tam olarak bilinmemekle beraber, hücrenin hayatini ve yapisini zedeleyen yeni bir düzenlemeye sebep olur. Isinlarin etkiledigi bir hücre hemen ölür, yada isinlarin dozu çok büyük ve etkiledigi süre çok uzun degilse, kendini iyi edebilir. Tek bir hücrenin, yeri doldurulur. Ama, bir hayvanin bölünebilen bütün aktif hücrelerinin çekirdegi,bunlarin bölünmesini engelleyecek kadar zarar görürse, o zaman, yeni hücreler meydana gelemez ve biraz gecikirse de, eninde sonunda hayvanin ölümü gelir. Çok yüksek dereceli isinim bir canliyi hemen öldürebilir, çünkü, hücrelerin kimyasal düzenini bozmakla can alici organlari öylesine kötü bir sekilde zedeler ki, bu organlar görevlerini yapamaz hale gelir bu da ani ölüm demektir. Insan vücudundaki can alici organlarin korunmasi derine geçebilen gama isinlarindan ve nötron isinimlarindan bile kurtulma sansi artirabilir, çünkü ana organlar zarar görmezse vücut fonksiyonlarini yapmaya devam edebilir. Alyuvarlarin üretiminde artmaya sebep olarak vücudun dayanikliligini arttiran dalak özellikle önemli bir organdir. Biraz tuhaf gelir ama, vücuttaki en büyük kemiklerin korunmasi da önemlidir, çünkü vücuttaki hasarlari onaracak olan yeni kan hücreleri bunlarin ilik kisminda meydana gelir. Eger, örnegin sadece bir kalça kemigi korunursa, bu bir tek fabrikanin kan hücreleri üretmeye devam etmesi iyilesme ve yasama sansini önemli derecede artirir. Hücrelerin isimalarin etkisine ugramasiyla ilgili birçok arastirlamalar yapilabilmektedir; ama hala, birçok sey iyice anlasilmis degildir. Eger, hücre olgun bir hücreyse, bunun iyilesme ve bölünerek çogalabilme sansi çok fazladir. Bölünmenin ilk basamaklarinda olan daha genç hücreler isinlara karsi çok duygundur ve ancak hafif dozlardan zarar görmeden kurtulabilir. Çesitli isinlarin etki olanlari hakkinda bildiklerimizle, halki, radyoaktivitenin tehlikelerinden koruyacak güvenlik tedbirlerini bulmak mümkündür. Hiçbir radyoaktif maddenin çiplak elle tutulamayacagi apaçiktir. Cisim, sadece, alfa ve beta isinlari veriyorsa, bunlarla çalisan kimse eldiven giyerek bunlari elleyebilir. Ama gene de radyoaktif tozlarin solunum yoluyla vücuda girmesi tehlikesi vardir. Bunu önlemek için, cisim, üzerinde içini görmek için bir pencere ve kenarlarindaki deliklerde bir çift eldiven bulunan ve eldivenli kutu adi verilen bir kutunun içinde ele alinir. Çalisan kimse, kutunun disindan içeriye erismek için ellerini eldivenlere sokar. Bu sekilde kutu hava sizdirmaz ve radyoaktif madde çalisan kimsenin hiçbir yerine degmeden kullanilabilir. Gama isini veren cisimlerin kursun ve betondan kalin duvarlarin arkasinda saklanmasi gerekir. Bunlarla ancak uzaktan kumandayla çalisabilir. Radyoaktif cisimlerle çalisanlarin koruyucu elbise, eldiven ve ayakkabi giymeleri ve bazen maske takmalari, laboratuardan ayrilirken de bunlari çikartmalari sarttir. Koruyucu elbisenin bir sekli, üzerinde toplanmasi mümkün olan kirleri çikarmak için firçalanabilir sisirilmis, su geçirmez elbisedir. Bu tedbirler kazara çalisan kimsenin üzerine konan radyoaktif tozlarin laboratuarda yemek içmek, makyaj tazelemek yada sigara içmek, tehlikelidir. Isçiler ve laboratuarlar, isinim miktarini düzenle kaybeden ölçü aletleriyle kontrol edilir. Bu kontrol düzenlerinin en basiti, madalya gibi cep üzerine asilan madensel bir kilif içerisindeki bir fotograf filmidir. Film her hafta yikanir ve filmin kararma miktarina bakarak etkisi altinda kaldigi isinim miktari ölçülür. Eger maksimum bir doz bulunursa isçi bir süre isinimlardan uzak durur. Isinimlara karsi korunma, özellikle nükleer reaktörlerin yakininda önemlidir, çünkü buradaki isinim isteyerek meydana getirilmistir ve laboratuvarlardakinden çok daha siddetlidir. Reaktörler kursunla kaplanmis tek parça bir beton duvarla çevrilmistir. Bu biyolojik kalkan en hizli nötronlar ve gama isinlarini bile durduracak sekilde tasarlanmistir. Tabii kontrol çubuklari ve nükleer yakit, ancak uzaktan kumandayla yönetilir. Bu biyolojik kalkandan disariya biraz isinim sizarsa, otomatik monitörler hemen alarm isareti verir. Atmosferi kirletebilecek tozlardan temizlenmesi için, nükleer elektrik santrallerini havalandirma gelen hava süzgeçlerden geçirilir. Günümüzde radyoaktif maddelerden ve radyoaktif hale gelen gereçlerden kurtulma, önemli bir problemdir. Kaynaklar: Prof.Dr Ali Riza Berkem, Çekirdek Kimyasi Istanbul Üniversitesi Yayinlari 1974 Necdet Çelik, Kimya I-Sürat Yayinlari 1997 Bernard I. Cohen, Çok Geç Olmadan 1994 Sir Lowrence Bragg-Sir James Dhadwik Norman Fisher-Sir Harry Melville-Prof.J.Z Young, Bilim Dünyasi-Arkin Kitapevi Hazirlayan: Begüm SAGOCAK, Özel GAYE Lisesi, 10-A sinifi, Mayis 2000

Radyasyon Nedir?

0 yorum | Devamını Oku...

Radyasyon Nedir?
Günlük hayatımızın hemen her alanında, gerek doğal yollardan, gerekse teknolojik gelişmelerin getirdiği kolaylıkların, belki de bir bedeli olarak sürekli radyasyona maruz kalmaktayız. Hiç farkında olmadığımız bir şekilde organlarımız, dokularımız radyasyonla etkileşime girmektedir. Bu etkileşim bazı durumlarda gözle görülür sonuçlar doğururken, bazen de hiç haberimiz olmadan vücudumuzun içinden geçip gitmektedir.
Radyasyon, dalga, parçacık veya foton olarak adlandırılan enerji paketleri ile yayılan enerjidir. Radyasyon, daima doğada var olan ve birlikte yaşadığımız bir olgudur. Radyo ve televizyon iletişimini olanaklı kılan radyodalgaları; tıpta, endüstride kullanılan x-ışınları; güneş ışınları; günlük hayatımızda alışkın olduğumuz radyasyon çeşitleridir.
Radyasyon bir çok insanın düşündüğü gibi 1900’lü yıllarda keşfedilmesi ile ortaya çıkan bir tehlike değildir. Tam aksine ilk çağlardan beri vardır. Ancak, teknolojinin ve sanayileşmenin gelişmesi, uranyum elementinin elde edilmesi ve kullanılması ile radyasyonun etkileri giderek artmıştır.
Radyasyonun Çeşitleri
A.İyonlaştırıcı Radyasyon:İçine girdiği ortama iyonlara ayrıştıran radyasyonlara denir.İyonlaştırıcı radyasyon ikiye ayrılır:
1.Elektromanyetik radyasyonlar:Gama(γ) ve X ışınları elektromanyetik radyasyonlardır. Bunlar yüksek frekanslı görünen ışık ve radyo dalgaları gibi elektromanyetik dalgalardır.bunların dalga boyları çok küçük fakat enerjileri yüksektir.
Gama (γ) Işınları: Manyetik alanda sapmadıkları için belirli bir elektrikle yüklü değillerdir. Gama ışınları elektromanyetik dalgalardan meydana gelmiştir. Radyoaktif bozunmalar ya da nükleer reaksiyonlar sonucu oluşan kararsız atom çekirdeklerinden yayılan bir çeşit elektromanyetik ışınlardır.
X Işınları:Hızlandırılmış yüksek atom numaralı elektronlar, hedef seçilen atomların çekirdeklerine yaklaştıklarında ,frenlemeler olur.Bu frenlemeler sonucu x ışınları oluşur.
2. Parçacıklı Radyasyon:
Alfa (α) Işınları: (+) yüklü parçacıklardan oluşur.Çalışmalar alfa ışınlarının artı yüklü helyum çekirdeklerinden (He++) meydana geldiğini göstermiştir. Bir kağıt parçası veya cildimiz tarafından durdurulabilir.
Beta (β)Işınları: (+) ve (-) elektrik yüklerinden meydana gelmişlerdir. İnce bir su,metal levha yada cam tabakası bu elektronları durdurmak için yeterlidir.
Alfa ve beta ışınları atomun çekirdeğinden kaynaklanan radyoaktif ışınlardır. Her iki ışın da belirli bir kütleye sahiptir. Alfa ve beta ışınları kütleleri ve elektriksel yüklerinden dolayı, X ve gama ışınlarına göre, maddelere daha az nüfuz ederler. Ancak, bu ışınların iyonlaştırıcı etkileri daha fazladır. Nötron ve proton ise kütleleri alfa ışınlarının dörtte biri kadar olan nükleer taneciklerdir. Çeşitli nükleer reaksiyonlar sırasında çekirdekten kopan nötron ve protonlar insan sağlığı için en tehlikeli radyasyonlardır. Özellikle nötron, elektrik yükü olmadığından çok büyük nüfuz etme özelliğine sahiptir. Radyoaktif ışınların insan vücuduna etkisi bu ışınların hareketleriyle ilgilidir.
Serbest Nötronlar: Bunlar radyasyonla oluşan yüksüz parçacıklardır.Bu nedenle her maddeye kolayca girebilirler.Bunların doğrudan iyonlaştırıcı özellikleri yoktur.Ancak bu serbest nötronların,girdikleri maddelerin nötronları ile etkileşimleri sonucu, α β γ ve x ışınları gibi ışınımlar oluştururlar. Bu ışınlar ise etkileşme sonucu girdiği maddenin atomundan koparak iyonlaşmayı gerçekleştirir.
B.İyonlaştırıcı Olmayan Radyasyonlar:
1.Optik Radyasyonlar:
Ultraviyole ışınları: Asıl kaynağı güneştir.UV ışınları güneş tam doğarken bolca yayılmaktadır.UV ışınları beyaz elbise giyilerek engellenebilir.Bazen bu ışınlar kar veya kumdan yansıyarak kar ve güneş körlüğü yapabilir.UV’nin derine inmesi(giriciliği) az olduğu için büyük oranda deri ve gözleri etkilemektedir.Deri kanserlerinin %80’i UV ışınlarından kaynaklanmaktadır.
2.EMR Nitelikli Radyasyonlar:Radyo dalgaları,mikrodalgalar,mobil ve cep telefonları,radyo FM ve TV vericileri, radarlar, trafolar, mikrodalga fırınlar, bilgisayarlar, akım taşıyan kablolar bu gruba girmektedirler.
.
Radyasyonun Canlılara Etkisi
Uzayda saniyede yaklaşık 300.000 km gibi çok yüksek hızlarla hareket eden bu ışınlar kolaylıkla insan vücuduna nüfuz edebilir ve vücudu oluşturan biyolojik hücrelere hasar verebilirler. Ayrıca, bu ışınların hücrelerin kimyasal yapılarını değiştirmeleri de mümkündür. Özellikle elektrik yüklü ışınlar saniyenin binde biri gibi çok kısa süre içinde hücre moleküllerini parçalayıp iyonlarına ayrıştırabilirler. Bununla birlikte, etrafta bulunan diğer hücreleri de fizyolojik görevlerini yapamaz duruma getirebilirler. Bütün bunların sonucunda radyasyona maruz kalan bir hücre ya ölür veya işlevini yitirir. Aslında az sayıda hücrenin ölmesi önemli değildir. Çünkü, normal yaşamda yıpranan hücrelerin ölümü ve yerlerine yenilerin doğması doğaldır. Ancak, yüksek radyasyon sonucu çok sayıda hücrenin aniden ölmesi veya normal çalışmasının bozulması canlının sağlığını önemli ölçüde etkileyecek bir olaydır.
Hayati önemi fazla olan dokularda (kemik iliği, dalak, kan ve üreme hücreleri) radyasyonun etkisi daha erken görülür. Çünkü, bu hücreler daha çabuk çoğaldığından bir hücredeki hasar, sakat doğan yeni hücrelerle çığ gibi büyür. Bu ise uzun bir zaman dilimi içerisinde her an bir tümör olarak sonuçlanabilir. Radyasyonun kanserojen etkisi bu şekilde ortaya çıkmaktaydı.
En büyük tehlike ise hücre çekirdeği içindeki DNA’ların bozulmasıdır. DNA’lardan oluşan kromozomların yapılarının değişmesi, taşıdığı sırların kaybolması ve yeni genetik yapılı hücreler haline dönüşmesi sonucunda ebeveyne benzemeyen yeni bir genotip ortaya çıkar. Bu farklılaşmaya mutasyon adı verilir. Eğer bu durum, bireyin üreme hücrelerinde gerçekleşirse radyasyondan kaynaklanan bu değişiklik gelecek nesillere de aktarılır.
Yüksek dozda radyasyona maruz kalmış bireylerde görülebilecek başlıca hastalıklar şunlardır: Kanda ve kan yapan organlarda tahribat (anemi, lösemi), ciltte ateş yanığını andıran yaralar, gözde katarakt, kısırlık, kanser ve kalıtımsal bozukluklar…
Bir insan vücudunun kısa bir süre belirli bir radyasyon dozuna maruz kalması sonucu görülebilecek rahatsızlıklar ise kişiden kişiye değişebilir. Ancak, bu rahatsızlıkların genel özellikleri şu şekilde özetlenebilir:
50 rem gözlenebilir bir biyolojik etki meydana getiren en küçük radyasyon dozudur. Bu doz kandaki akyuvar sayısında geçici bir değişiklik meydana getirir.
100 – 200 rem arasında radyasyona maruz kalan bir insanda 3 saat içerisinde kusma ile birlikte yorgunluk ve iştahsızlık görülür. Bu tür hastalarda bir kaç hafta içinde iyileşme gözlenir.
300 rem radyasyon dozuna maruz kalan kişilerde 2 saat içinde kusma ve halsizlik başlar. Yaklaşık 2 hafta sonra ise saçlar dökülmeye başlar. Bir ay ile bir yıl arasında bu kişilerin %90’ı iyileşir. Vücut tarafından alınan radyasyon dozunun artmasıyla gözlenen etkiler daha belirgin ve ciddi olmaya başlar.
400 rem radyasyon dozuna maruz kalan kişilerde bir kaç saat içerisinde başlayan bulantı ve kusma dönemini iştahsızlık, halsizlik, ateş ve saç dökülmesi izler. Yaklaşık iki hafta sonra ağızda iltihaplanma görülür, ishal ile birlikte hızlı kilo kaybı başlar. Bu dozda radyasyona maruz kalan fertlerin %50’si 2 ile 4 hafta içinde ölür.
Doz 600 rem’e çıktığında ise ölüm oranı %90’a çıkar. Kalanların iyileşmesi ise çok uzun süren tedaviler gerektirir.
Radyoaktif ışınların zararları yanında bir çok yararları ve kullanım alanları da mevcuttur.

Radyoaktiflik

0 yorum | Devamını Oku...

RADYOAKTİFLİK
Radyoaktiflik
Kendiliğinden ışıma yapabilen maddeler radyoaktif maddelerdir. Radyoaktiflik çekirdek yapısıyla ilişkilidir. Radyoaktif bir atom hangi bileşiğin yapısına girerse , o bileşiği radyoaktif yapar.
Radyoaktif maddeler kuvvetli birer enerji kaynağıdır . Radyoaktif elementler bu enerjiyi kendiliklerinden yayınlarlar ve bu olayı hiçbir şekilde durdurmak mümkün değildir.
Atomun çekirdeğinde bulunan temel tanecikler proton ve nötron olup bunlara nükleon adı verilir.
Nükleon = proton & nötron
Radyoaktiflik özelliği ; elementlerin katı , sıvı gaz ya da bileşik halinde olması etkilemez .
Atomun kütlesi çekirdek deki proton ve nötronların kütleleri toplamına eşit olması gerekirken daha küçüktür , bu arada ki kütle farkı ;
E=m . c2 şeklinde enerjiye dönüşür .
Bu enerjiye bağlanma enerjisi denir. Bir atomda nükleon başina düşen baglanma enerjisi ne kadar büyükse , atom o kadar kararli yapida olur.
Bu enerji çekirdekteki nükleonları bir arada tutan enerjidir.
Atom çekirdeğinde kararlılık ya da kararsızlık , proton- nötron sayıları arasındaki ilişki şöyle genellenebilir:
1- Atom numarası 1-20 arasındaki atomların çekirdeklerinde proton sayısı = nötron sayısıdır.
2- Atom numarası 20-83 arasındaki çekirdeklerde nötron sayısı proton sayısından fazladır.
3- Atom numarası 83’ ten büyük olan elementlerin çekirdekleri kararsız olup radyoaktiftir.
4- Atom numarası ve nötron sayısı çift olan atomların , atom numarası ve nötron sayısı tek olan atomlara göre , daha çok sayıda kararlı izotopu vardır.
5- En kararlı çekirdekler , hem nötron hem de proton sayıları çift olanlardır. 0-8-20-28-50-82 proton veya nötron sayısına sahip çekirdekler özellikle kararlıdır. Bu sayılara sihirli sayılar denir.
Radyoaktif Bozunmalar
Atoma dıştan herhangi bir etki olmadan , kendiliğinden bozunarak daha küçük parçalara ayrılması ve bu ayrılma sırasında ışıma yapmasına radyoaktiflik , bu tür ışıma yapan elementlere de radyoaktif atom denir.
Radyoaktif , Şubat 1896’da Henri Becquerel ( Henri Bekerel ) tarafindan , potasyum uranil sülfatin yaydigi işinlarin bazi maddelerden geçip fotograf plagini karartmasiyla keşfedildi.
Radyoaktif elementlerin bileşiklerinde de radyoaktif özelligi aynen görülür. Bu yüzden radyoaktif kimyasal veya fiziksel etkilere ve degişmelere bagli bir özellik degildir. Sadece çekirdek yapisina bagli ve çekirdekte olan bir degişmedir.
Radyoaktif elementler , radyoaktif ışımalar ile kendiliğinden başka kararlı elementlere dönüşür. Atom çekirdeklerinin kararlığı nötron ve proton sayısıyla ilgilidir. Doğada bulunan atomların nötron sayıları , proton sayılarına göre grafiğe geçirildiğinde aşağıdaki grafik elde edilir.
Grafik kararlılık kuşağının dışındaki çekirdekler kararsızdır. Bu elementler radyoaktiftir.
Genel olarak n/p < 1,5 olan çekirdekler kararlı ya da az kararlı , n/p > 1,5 olan çekirdekler kararsızdır.Kararsız çekirdek yapısına sahip olan elementler ,kararlı bir çekirdek yapısına ulaşmak için alfa( ) , beta
( ) ,pozitron ( ) bozunması ve elektron yakalaması şeklinde bozunmaya uğrayarak ışıma yapar. Bu elementlere ışıma yapan anlamında radyoaktif element denir.
Atom çekirdeklerinde nükleon ( temel tanecik) başina düşen baglanma enerjisi o çekirdegin kararliliginin ölçüsüdür. Atom çekirdeklerinde tanecik sayisi arttikça baglanma enerjisi azalir. Çekirdek kararsizligi arttikça radyoaktif olma özelligi artar.
Atomlardaki çekirdek olayları kimyasal olaylardan farklıdır. Radyoaktivite ve çekirdek olayları ile ilgili aşağıdaki sonuçlar çıkarılabilir:
• Radyoaktiflik , dış etkenlere bağlı değildir. Bir atomun radyoaktifliği sıcaklık , basınç , çözünme , kimyasal tepkimeye girme gibi olaylarla değişmez.
• Bir atom radyoaktif ise , o atomun oluşturdugu bileşikler de radyoaktiftir. Kimyasal olaylar radyoaktifligi degiştirmez.
• Radyoaktif olaylarda açığa çıkan ya da gereken enerji kimyasal olaylara göre çok fazladır.
• Radyoaktif atomlar kararlı çekirdeğe dönüşebilmek için çeşitli ışımalar ( Radyoaktif bozunma) yaparlar.
Bozunma Çeşitleri
1-Alfa ( ) Bozunmasi
Atom numarası 83’ ten büyük olan elementler , kararlı bir çekirdek yapısına ulaşmak üzere , atom ve kütle numaralarını azaltarak n/p oranını bire yaklaştırmak isterler. Bunun için alfa bozunmasına uğrayarak
He çekirdeğinden ibaret alfa tanecikleri yayınlamaları gerekir. Bu olaya alfa bozunması denir. Kısaca , atomun yapısından bazı parçaların atılmasıdır.
Bir alfa ışıması yapan elementin atom numarası 2 , kütle numarası 4 azalır.
Örnek1.1 : X izotopu 3 alfa ışıması yaparsa , oluşan elementin atom ve kütle numarası ne olur ?
Çözüm:
3 alfa ışıması ; Atom numarasını 2.3= 6 , kütle numarasını 4.3=12 azaltır. Oluşan yeni elementin atom numarası 84 , kütle numarası 220 ‘dir.
Not: Çekirdek tepkimelerinde tepkimenin her 2 tarafında ki toplam atom numarası ve toplam kütle numarası birbirine eşittir.
Alfa ışınlarının özelikleri:
1- Fotoğraf filmlerine etki ederler.
2- + yüklü oldukları için elektrik ve manyetik alanda - kutup ‘ a doğru saparlar.
3- Karşilaştiklari moleküllerden elektron kopararak , iyonlaşmaya neden olurlar.
4- Giricilikleri çok azdır.
2- Beta ( ) Bozunmasi :
Beta bozunması n/p oranı kararlılık kuşağından daha büyük izotopların uğradığı bozunmadır. Bu tür atomlar kararlı yapıya ulaşmak için nötron sayılarını azaltmak isterler. Beta bozunmasına uğrayan bir elementin çekirdeğinde ki bir tane nötron , bir proton ve bir elektrona dönüşür.
Beta bozunmasına uğrayan atomun atom numarası 1 artarken , kütle numarası değişmez ve uğradığı atomun izobarı oluşur.
Örnek1.2 : X izotopu art arda 4 alfa , 2 beta ışıması yaparsa , oluşan
elementin atom ve kütle no’su ne olur?
Çözüm : 4 alfa ışıması : A.N : 2.4 = 8 azalır. K.N : 4.4 =16 azalır.
2 beta ışıması: A.N : 1.2 = artarken , Kütle numarası değişmez.
Beta Işinlarinin Özellikleri :
1- İyonlaştırma özellikleri azdır.
2- Işik hizina yakin bir hizla hareket ederler.
3- Alfa ışınlarından daha çok , gama ışınlarından daha az giricidirler.
4- Fotoğraf filmine etki ederler.
5- Elektrik ev manyetik alanda negatif yüklü oldukları için pozitif kutupa doğru saparlar. Sapmaları alfa ışınlarından daha fazladır. Çünkü bunların kütleleri daha küçüktür.
3-Gama ( ) Isimasi:
Hiçbir zaman tek başina meydana gelmez. Mutlaka bir bozunmadan sonra meydana gelen işimadir. Bazi atomlar bozunmalar sirasinda enerjisini dişariya veremez , yüksek enerjili durumda kalirlar. Enerjiden kurtulmak için gama işimasi yapip kararli duruma geçer. Gama işimasi sirasinda atomun atom ve kütle numarasinda bir degişiklik olmaz , yeni bir atom meydana gelmez.
Gama Işinlarinin Özellikleri :
1- Alfa ve beta ışınlarından daha fazla giricidir.
2- Yüksüz oldukları için elektrik ve manyetik alanda sapmaya uğramazlar.
3- Kütlesizdirler , fotoğraf filmine etki ederler.
4-Pozitron ( ) Isimasi :
Nötron sayısı proton sayısından az olan radyoaktif atomlar , proton sayılarını azaltmak için çekirdeklerindeki bir protonu nötrona çevirirler. Proton = nötron + pozitron
P = n + e
Pozitron ışıması yapan bir atomun kütle numarası değişmez , atom numarası 1 azalır. Pozitron taneciği , beta taneciğinin yük bakımından tersidir.
5-Nötron ( n ) Firlatilmasi :
Kararsız bir çekirdekten dışarı nötron atılması ile gerçekleşir . Nötron fırlatan bir atomun kütle numarası 1 azalır. Atom numarası değişmez.Atom kendi izotopuna dönüşür. Çok hızlı gerçekleşir, izlenmesi zor bir olaydır. Yapay çekirdek tepkimelerinde gerçekleşir.
6- Elektron Yakalamasi :
Protonu nötronundan çok olan kararsız çekirdekler [ n/p < 1] çekirdeğe en yakın olan 1s orbitalinden 1 elektron yakalayarak protonu nötrona çevirirler. Pozitron yayınlama ile aynı sonucu verir. 1s orbitalinde boşalan elektronun yerini , yüksek enerjili orbitallerdeki elektronlar birer düşerek X ışınları oluşturarak
doldururlar .
Atom numarası 1 azalırken , kütle numarası değişmez. Bu olayda elementin izobarı oluşur.
Örnek 1.3 : Radyoaktif ışınlar ve etkileri ile ilgili aşağıdaki ifadelerden
hangisi yanlıştır ? ( 1992-ÖYS)
A) Pozitron yayan bir atomun atom numarası azalır.
B) Alfa yayan bir atomun kütle numarası değişmez.
C) Alfa ışınları +2 değerlikli taneciklerdir.
D) Beta ışınları -1 yüklü elektronlardır.
E) Gama ışınları yüksüz ve kütlesizdir.
Çözüm : Alfa ışıması gerçekleştiren atomun ; atom numarası 2 , kütle
numarası 4 azalır. (YANIT B )
Fajans Kanunu :
Alfa bozunmasına uğrayan bir element , bozunma sırasında oluşan yeni elemente göre 2 grup önde(sağ) yer alır. Yine beta bozunmasına uğrayan bir element oluşan yeni elemente göre periyodik tabloda 1 grup geride yer alır. Buna fajans kanunu adı verilir.
Örnek 1.4 : 4. Periyot 4A grubunda bulunan Y elementi alfa ve 2 beta
ışıması yapıyor. Oluşan elementin periydik tablodaki grubunu
bulunuz.?
Çözüm : Alfa ışıması yaptı ; 2 geri geldi
Sonuçta yine aynı yerine gelir.
2 Beta ışıması yaptı ; 2 ileri gitti Cevap :4A
Dogal Radyoaktivite :
Kararlı hale gelmek için atomların kendiliğinden ışıma yapmasına doğal radyoaktif element denir. Atom numarası 83-92 arasında ki elementler doğal radyoaktif elementlerdir. Bunun yanında atom numarası 83 ‘den küçük olup doğal radyoaktiflik gösteren elementlerimiz de vardır. ( K , C , Rb )
Bir radyoaktiflik izotop bozunma sonucu başka bir radyoaktif izotopa dönüşür. Buda bir başkasina dönüşür. Bu işlem kararli bir çekirdek oluncaya kadar devam eder , böylece radyoaktif bozunma serileri ortaya çikar. Bu seriler Uranyum ( U) , Toryum ( Th ) , Aktinyum ( Ac) serisi olmak üzere üç türlüdür.
Yapay Radyoaktiflik :
Kararlı ya da kararsız elementlerin alfa , nötron , proton gibi tanecikler ile bombardımanında oluşan yeni elementler de radyoaktiftir. Bombardıman yolu ile elde edilen radyoaktif elementlerin bu özelliğine yapay radyoaktiflik denir.
1934 yılında Madam Curie ‘nin kızı I .Curie ve damadı F. Joliot’un çalışmaları ile hızlanan yapay radyoaktiflik yolu ile birçok yeni element bulunurken teknoloji ve tıbbın gereksinimi olan radyoaktif atomlar yapılmaya başlanmıştır. 400’den fazla radyoaktif izotop yapay olarak elde edilmiştir.
NÜKLEER ÇEKİRDEK TEPKİMELERI VE ATOM ENERJİSİ
Bağlanma enerjisi grafiği incelendiğinde nükleon ( tanecik) başına düşen bağlanma enerjisinin en çok Fe elementlerinde olduğu görülür . Kütle numarası küçük olan atomların kaynaşarak ( Füzyon ) daha büyük kütle numarasındaki atomlara dönüşmesinde ya da kütle numarası 56’dan büyük olan atomların parçalanarak ( Fisyon ) küçük atomlara dönüşmesinde açığa çok yüksek enerji çıkar. Bu enerjiye Nükleer enerji veya ATOM ENERJİSİ denir.
1. FISYON ( Bölünme ) TEPKIMELERI :
Kütle numarası büyük olan atomların hızlandırılmış küçük tanecikler ( nötron ) ile bombardımanı sonucu daha küçük atomlara bölünmesi tepkimeleridir. Atom bombası bu esasa göre yapılmıştır.
2. FÜZYON (Kaynasma ) TEPKIMELERI :
Kütle numarası küçük olan atomların hızlı tanecikler ile bombardımanı sonucu daha büyük çekirdeklerin
oluşmasidir. Açiga çikan enerji Fisyon enerjisinden daha büyüktür. Hidrojen bombasi bu esasa göre yapilir.
Örnek 1.5 : I. Radyum + Oksijen Radyum Oksit
II. Radyum Radan + Helyum
III. Radyum + Hidrojen klorür Radyum klorür + Hidrojen
Tepkimeleriyle ilgili aşagidakilerden hangisi yanliştır ? (1996-ÖSS )
A) I ve III kimyasal tepkimedir.
B) II çekirdek tepkimesidir.
C) I de kütle değişimi önemsizdir.
D) II de kütle değişimi önemsizdir.
E) III de kütle değişimi önemsizdir.
Çözüm: II. Tepkime bir çekirdek tepkimesi olup kütle değişimi önemsizdir
diyemeyiz.
RADYOAKTİF BOZUNMA HIZI , YARILANMA SÜRESİ
Radyoaktif bir elementin herhangi bir anda mevcut olan miktarının yarısının bozunması için geçen süreye yarılanma süresi denir . Yarılanma süresi dış etkenlere bağlı değildir. Bozulan çekirdeğin yapısına bağlıdır.
• Bir elementin izotoplarının yarılanma süreleri farklıdır.
Radyoaktif maddelerin bozunma hızı çekirdeğin kararsızlığına bağlıdır. Birim zamanda bozunma hızı çok olan çekirdekler kararsızdır.
• Radyoaktif bozunma hızı , maddelerdeki radyoaktif atomların sayısı ile doğru orantılıdır.
• Bir izotopun saniyede parçalanma sayısı onun radyoaktiflik şiddetini verir . 1gram radyumun saniyede yaydığı parçacık sayısı radyoaktiflik şiddet birimi olarak kabul edilmiştir.
Radyoaktiflik şiddet birimi 1 Küri ( Curie ) ; saniyede 3,7.10 ( 37 milyar ) bozunmadir. ( 1 Ci ) olarak tanimlanir. ( 1/Ci ) ye Becquerel radyoaktiflik şiddet birimi denir.
Yarılanma süresi radyoaktif maddenin miktarına bağlı değildir. Madde miktarı arttıkça ışıma miktarı artar , yarılanma süresi ( yarı ömür ) değişmez. Yarılanma süresi radyoaktif maddeler için ayırt edici özelliktir.
Yarılanma ile maddenin kütlesi tükenmez.
Radyoaktif maddelerin yarılanma süreleri ile ilgili hesaplamalar için maddenin basınç kütlesi , yarı ömrü , geçen süre , kalan madde miktarı gibi niceliklerin bilinmesi gerekir.
Örnek 1: Yarı ömrü 18 gün olan radyoaktif bir elementin , 72 gün
sonunda % kaçı bozunmadan kalır?
Çözüm 1: Kaç defa yarılandığını bulalım : 72/18= 4 defa yarılanmıştır.
Başlangıç kütlesi 100g alınırsa ;
100 50 25 12.5 6.25 Kalan % 6.25 dir.
Örnek 2 : Radyoaktif bir maddenin 3/4 ‘ünün bozunması için n yıl
geçmiştir. Yarı ömrü kaç yıldır ?
Çözüm 2: Madde miktarı 4g alınırsa ; 3 gramı bozunmuş 1gr kalmıştır.
4 2 1 2 defa yarılanmış , 2 defa yarılanma n yılda
olursa
1 defa yarılanma x dersek x= n/2 yıl olur.
Örnek 3 : Bir radyoaktif izotopun 24 gün sonra başlangiçtaki miktarinin 1
geriye kaldığına göre , bu izotopun yarı ömrü kaç gündür ?
( 1987-ÖYS)
A) 1 / 3 B) 3 C) 8 D) 24 E) 96
Çözüm 3:
Bu izotopun tamamı 8 /8 = 1’dir. 1 / 8 i geriye kaldığına göre ;
1 1 / 2 1/ 4 1 /8 şeklinde 3 kez yarilanmalidir. Geçen süre 24 gün olup ,
yarılanma süresi 24 : 3 = 8 gündür . (YANIT C )
Örnek 4: Bir alfa , iki beta ışıması yapan radyoaktif bir element için ;
I. Kimyasal özelliği değişir.
II. Nötron sayısı 2 azalır.
III. İzotopu oluşur.
İfadelerinden hangileri doğrudur ?
A) Yalnız I B) Yalnız II C) Yalnız III D) I ve II E) II ve III
Çözüm 4; Bir alfa ışımasında atom numarası 2 , kütle numarası 4 azalır.
İki beta ışımasında ise atom numarası 2 artar , kütle numarası
değişmez. Böylece izotopu oluşur.
Örnek 5: Radyoaktif maddelerin yarı ömürleri ile ilgili
I.Madde miktarına bağlıdır.
II.Elementten elemente değişir.
III.Maddenin katı , sıvı ya da gaz halinde bulunmasına bağlıdır.
Yargılarından hangileri doğrudur ?
( 1996 - ÖYS )
A) Yalnız I B) Yalnız II C) Yalnız III D) I ve III E) I , II ve III
Çözüm 5:
Radyoaktif bir elementin yarı ömrü madde miktarına maddenin fiziksel haline bağlı değildir. Her element için farklıdır. ( YANIT B )
Element Proton sayısı Nötron sayısı Nötron / proton
Helyum 2 2 1.00
Karbon 6 6 1.00
Azot 7 7 1.00
Sodyum 11 12 1.09
Alüminyum 13 14 1.07
Potasyum 19 20 1.05
Demir 26 30 1.15
Çinko 30 35 1.17
Sezyum 55 78 1.42
Bizmut 83 126 1.52
Polonyum 84 126 1.50
Radyum 88 138 1.56
Toryum 90 140 1.56
Protaktinyum 91 140 1.53
Uranyum 92 146 1.58
Plütonyum 94 148 1.57
Doğada bulunan bazı elementlerin proton ve nötron sayıları yukarıdaki tabloda verilmiştir.

Radyoaktif Mermi Nedir?

0 yorum | Devamını Oku...

RADYOAKTİF MERMİ NEDİR?
NEDEN KULLANILIR?
Son günlerde Yugoslavya’da sansasyon yaratan ve uzun bir süre dünyayı meşgul eden radyoaktif madde katkılı mermilerle ilgili olarak bilinçli bilinçsiz çok şey yazıldı söylendi.
Bu mermiler neden yapılmakta ve kullanılmaktadır? Bazılarının dediği gibi bunların yapılmasındaki amaç insanları zehirlemek, düşmanları kanser hastası yaparak yok etmek midir? Yoksa teknik nedenler mi vardır?
Her şeyden önce, bu tür mermiler sadece top mermileri olarak imal ediliyorlar. Fakat bunlar sıradan top mermisi olmayıp, sadece tanklara ve zırhlı araçlara karşı kullanılmaktadırlar. Bunların yapılmasındaki amaç, sıcak çatışma sırasında düşman zırhlı araçlarını ve ana muharebe tanklarını ekonomik ve hızlı biçimde yok etmektir. Bunun için bu araçların zırh korumasının saf dışı edilmesi gerekir ki, bunun dünyada iki yolu vardır.
İlki boşluklu imla hakkı yöntemi adı verilen, klasik harp başlığıdır. Bu yöntem 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana kullanılmaktadır. Bu başlıklarda, özel bir geometrik yapıya sahip, konik şekil verilmiş yüksek patlayıcı (TNT, RDX gibi) kullanılır ve harp başlığı ağırlığı 100 ile 4000 gram arasında değişir. Sevk sistemi olarak en yaygın kullanılan sistem roket sistemi olup, yerine göre tank topları da kullanılmaktadır.
Fakat bu tür başlıklar çok etkili olmalarına rağmen pahalı, karmaşık ve çoğu kez seri atışa uygun olmamaktadır. Üstelik bazı durumlarda, özellikle ana muharebe tanklarına yerleştirilen ilave zırh takviyesi ile (reaktif zırh, veya boşluklu zırh, vb) etkileri azaltılabilmektedir. Bu tür tank korumaları ne yazık ki bizim ordumuzda yoktur ve tanklarımız ilave korumaya sahip değildir.
Zırhı etkisiz hale getirmenin diğer bir yolu ise kimyasal enerji yerine kinetik enerjiyi kullanmaktır. Yani üzerinde patlayıcı taşımayan ve tabanca kurşunu gibi yüksek hızla hedefi delen mermi prensibidir. Fakat bunun için gerekli şey, tank zırhı gibi son derece sert bir malzemeyi delebilecek, ondan daha sert bir malzemedir.
İşte bunun için kinetik enerjili mermiler son derece sivri uçlu, çiviye benzer şekilde yapılır ve sertleştirmek için zayıflatılmış (*) uranyum katılır. Amaç, en sert tank çeliğinden bile daha sert bir delici malzemeye sahip olmaktır.
Esasen bu tür mermiler 20 mm gibi çok küçük çaplara bile sahip olabildikleri için, A-10 gibi tank avcısı uçaklarda, Cobra helikopterlerinde vb. de kullanılabilir. Özellikle bu gibi hava araçlarında kullanılan Gatling tipi seri atışlı toplar, hedef aracı dakikada birkaç yüz mermi ile tarayabilmektedir. Gerçekte bu çaptaki mermilerin ana muharebe tanklarının zırhını delmesi hemen hemen imkansızdır ama kinetik enerjileri sayesinde özellikle zırhın iç kısmından parça koparırlar ve bunlar şarapnel şeklinde içerideki tank personelini imha eder veya cephaneyi patlatır.
Yapılan deneyler ve testler, 20 mm. lik Gatling topuyla ateş altında tutulan bir ağır tankın çok kısa sürede kullanılmaz hale gelebildiğini göstermiştir. Bazı deneylerde oluşan yüksek ısı nedeniyle tank deposu veya cephanesi ateş almıştır.
Fakat her şeyin bir bedeli vardır. Bu ekonomik ve pratik mühimmat radyoaktif bir madde olan uranyum içerdiği için kanser tehlikesi yaratır. Fakat burada dikkat edilmesi gereken şey, alınan doz miktarıdır. Günlük hayatta kullanılan bir çok şey (şu an kullandığınız monitör dahil) radyasyon yayar. Önemli olan, kabul edilebilir dozun altında kalmaktır.
Bu mermilerin radyasyon oranı ve tehlike sınırları, radyologların ve fizik uzmanlarının konusudur. Fakat her teknik araçta geçerli olan prensip burada da geçerlidir… Bilinçli ve amaca uygun olarak kullanılmayan her şey amacının dışında etkilere de neden olur ve öldürür. Otomobilinizi kurallara uygun kullanmazsanız ölürsünüz, başkalarını da öldürürsünüz. Önemli olan teknik malzeme her ne ise bilinçli kullanmaktır.
Kısaca, bu mühimmat elle dokunanı birkaç gün içinde kanserden öldürmez ama kullanılan radyoaktif malzeme oranına göre, gereğinden uzun süre etkileşen personel için tehlike yaratacağı kesindir.
Bu süre birkaç hafta veya ay olabilir ve alınan doza, vücut direncine, çevre koşullarına da bağlıdır.
Radyoaktif mühimmat standart bir NATO mühimmatı olup tüm NATO ülkelerinde ve bizde de vardır ve kullanılmaktadır.
Son olarak, uranyumlu çeliğin sadece zırh delici mühimmatta kullanılmadığını, JS-2, T-72 hatta T-80 gibi bazı Sovyet tanklarında ilave zırh koruması olarak kullanıldığını da hatırlatalım. Özellikle 2. Dünya Savaşı nın son dönemlerinde Ruslar, üstün Alman Tiger tanklarının muazzam zırh delici mühimmatına karşı, JS-2 tanklarını büyük miktarda zayıflatılmış uranyum katkılı çelikle kaplama yoluna gittiler. Bunlardaki radyasyon çok fazlaydı ve kullanan tank mürettebatı birkaç ay içinde beyin kanserinden veya kan kanserinden ölüyordu ama amaç vatan savunması olduğu için bu insanlar bilerek bu araçları kullandılar. Bu mürettebata Stalin İntihar Personeli deniyordu ve çoğu ölmeden önce hastanede Stalin tarafından onurlandırılıyordu.
Ruslar uzun süre bu tanklardan yaptılar ve soğuk savaş yıllarında Sovyet İntihar Tankçıları varlıklarını korudu.
(1 (1) Uranyum amaca göre zayıflatılır veya zenginleştirilir. Bu deyim çoğu kez yanlış anlaşıldığı üzere radyoaktivite miktarının azaltılması demek değildir. Zayıflatma yada zenginleştirme deyimi, uranyumun patlayıcı özelliğinin azaltılması yada çoğaltılması anlamında kullanılır. Zayıflatılmış uranyum demek hiç bir koşul altında nükleer bir zincir reaksiyonuna ve nihayet patlamaya geçmeyecek uranyum demektir. Bu bilinen 238 izotopudur. Atom bombasında kullanılan Uranyum 235 izotopu olup, zincir reaksiyonuna uygun olarak zenginleştirilir ve patlamaya elverişli olanına “kritik kütle” adı verilir.

Çözeltilerin Buhar Basınçları (Raoult Yasası) Kaynama Sıcaklıkları Ve Damıtma

0 yorum | Devamını Oku...

ÇÖZELTİLERİN BUHAR BASINÇLARI (RAOULT YASASI) KAYNAMA SICAKLIKLARI ve DAMITMA
Herhangi bir çözeltide buhar basıncı bileşenlerin buhar basınçları toplamına eşittir.Gerek buhar fazında ve gerekse sıvı fazda ideal bir karışım özelliği gösteren sistemlerde kısmi buhar basınçları, Dalton’un kısmi basınçlar yasası ve RAOULT YASASI ile hesaplanabilir.
Örneğin havası boşaltılmış bir kap içinde iki bileşenli bir sıvı-sıvı karışımı alalım.Sıvı-buhar dengesi kurulduğunda buhar fazındaki mol kesirleri y1 ve y2, sıvı fazdaki mol kesirleri ise x1 ve x2 olsun.Buhar fazının ideal gaz gibi davrandığını düşünerek, bu fazdaki mol kesirleri ile toplam basıncın çarpımından Dalton yasasına göre kısmi buhar basınçları (10.8.1) ve (10.8.2) denklemleriyle hesaplanır.Çözeltinin toplam buhar basıncı ise, kısmı basınçların toplamı olarak yine Dalton yasasına göre
p=p1 + p2 (10.8.5)
şeklinde hesaplanır.
Fazlar Yasalar Derişimler Kısmı basınçlar 3+
6
Buhar
Fazı Dalton
Yasası y1 p1=py1 (10.8.1)
y2 p2=py2 (10.8.2)
Sıvı
Fazı Raoult
Yasası x1 p1=p01 x1 (10.8.3)
x1 p2=p02 x2 (10.8.4)
Aynı kısmi buhar basınçları sıvı fazın bileşimine bağlı olarak da hesaplanabilir.François RAOULT’un 1886 yılında ortaya koyduğu ve kendi adıyla anılan RAOULT yasasına göre,sıvı fazdaki bileşenlerin kısmi buhar basınçları;o bileşenlerin aynı sıcaklık ve saf haldeki buhar basınçlarıyla sıvı fazdaki mol kesirlerinin çarpımı olarak (10.8.3) ve (10.8.4) denklemlerinden hesaplanabilir.Her iki yoldan bulunan kısmi basınçlar aynı değeri vereceğinden Dalton ve RAOULT denklemlerinin birbirine eşitlenmesiyle sıvı fazın bileşimi buhar fazının bileşimine,
py1=p01 x1=p1 (10.8.6)
py2=p02 x2=p2 (10.8.7)
eşitlikleriyle bağlanır.Eğer, sıvı fazın bileşimi belli ise buhar fazının bileşimi veya buhar fazının bileşimi belli ise sıvı fazın bileşimi bu denklemlerden bulunur.
Dalton yasasına göre (10.8.5) eşitliğinde verilen toplam basınç bağıntısında kısmi basınçlar yerine RAOULT yasasından değerleri yazılırsa, x1 + x2=1 olduğundan
p=p01 x1 + p02 x2 (10.8.8)
p=p01(1-x2 )+ p02 x2 (10.8.9)
p=p01 +(p02 – p01) x2 (10.8.10)
eşitliği elde edilir.Bu eşitlik;kayması p01, eğimi ise (p02 – p01) olan ve toplam basıncının 2. bileşenin mol kesri ile değişimini veren bir doğru denklemidir.Diğer yandan,RAOULT yasasına göre yazılan kısmi basınçlar da eğimi p01 ve p02 olan, kısmi basınçları çözeltideki mol kesirlerine bağlanan ve merkezden geçen doğru denklemleridir.Bu denklemlerin sabit sıcaklıktaki doğruları şekil 10.8.2‘de görülmektedir.Eğer, toplam basınç, y2=p02 x2 /p bağıntısından hesaplanabilen buhar fazının bileşimine karşı grafiğe geçirilirse şekil 10.8.2’de görülen eğri elde edilir.Bu, p=f (x2,y2) diyagramı şekil 8.8.1’de görülen aygıt yardımıyla belirlenebilir.Buhar fazının bileşimine göre çizilen toplam basınç eğrisi, sıvı fazın bileşimine göre çizilen toplam basınç eğrisinin altından gider.İki eğri arasında doygun sıvı ile doygun buhardan oluşan heterojen bir karışım vardır.Alttaki eğri doygun buharı,üstteki doğru ise doygun sıvıyı simgeleyen noktaların geometrik yerleridir.Şekil 10.8.2’den görüleceği üzere 2. bileşeni mol kesrinin 0.35 olduğu bir sıvı karışımın dengede olduğu buharda 2. bileşenin mol kesri 0.50’dir.Öyleyse, karışım üzerindeki buhar alınıp yoğunlaştırılsa mol kesri 0.35 olan ilk sıvı karışımdan 2. bileşence zengin ve mol kesri 0.50 olan yeni bir sıvı karışımı elde edilecektir.Aynı sıcaklıktaki bu yeni sıvı karışımda buharı ile dengeye getirilirse yine mol kesri 0.50 olan bu 2. sıvı faza göre daha zengin ve mol kesri 0.63 olan bir buhar fazı elde edilecektir.Benzer işlemler ardarda sürdürülerek saf haldeki 2. bileşene şekil 10.8.2’deki basamaklarla ulaşılır.Buhar fazın 2.bileşence sıvı faza göre daha zengin olması;2.bileşenin daha uçucu olmasından kaynaklanmaktadır.Aynı sıcaklıkta saf haldeki buhar basıncı diğerine göre büyük olan bileşen daha uçucudur.
Uçuculuk farkına dayanılarak ardarda işlemlerle karışımdaki bileşenlerin birbirinden ayrılması sürecine damıtma (destilasyon) adı verilir.
Sabit basınç altında görülen aygıt ile çeşitli bileşimde karışımların kaynama sıcaklıkları ve bu sıcaklıklarda sıvı faz ile dengede olan buhar fazının bileşimi belirlenebilir.Kaynama sıcaklığının sıvı ve buhar fazın bileşimine bağlılığı şekil 10.8.4’te görülmektedir.Buhar basıncı ile kaynama sıcaklığı ters yönde değiştiğinden şekil 10.8.2’deki grafik ile şekil 10.8.4’teki grafik birbirinin tersi şeklinde görülmektedir.
Kaynama sıcaklığı bileşim diyagramında doygun sıvı ve doygun buhar bileşimine göre çizilen grafiklerden her ikisi de eğridir.Eğrilerin arasında doygun sıvı ve buhardan oluşan heterojen bir karışım vardır.Şekil 10.8.4’ten görüldüğü gibi 2. bileşenin mol kesrinin 0.25 olduğu bir sıvı karışımın dengede olduğu buhar fazında 2. bileşenin mol kesri 0.50’dir.Buradan da buhar fazının uçucu, yani kayma noktası düşük olan bileşence daha zengin olduğu görülmektedir.Bu buharın yoğunlaştırılmasıyla elde edilecek sıvının buharlaştırılmasından uçucu olan 2.bileşence daha da zengin bir buhar fazı elde edilecektir.Bu işlemlere ardarda devam edildiğinde bileşenler birbirinden ayrılabileceklerdir.Bu tür ayırma işlemine damıtma dendiği az yukarıda söylenmiştir.Damıtma hesaplamaları genellikle kaynama sıcaklığı-bileşim hal diyagramı yardımıyla yapılır.Tüm karışımlar için bu tür diyagramlar denel yoldan belirlenir.
Şekil 10.8.4 incelendiğinde kaynama süresince damıtma balonundaki sıvı gitgide uçucu olmayan yani yüksek sıcaklıkta kaynayan bileşence zenginleşeceğinden kaynama sıcaklığı sürekli yükselecektir.Uçucu bileşen buhar fazına daha fazla geçecek ve bu fazın yoğunlaştırılması ile elde edilen ve damıtılan sıvı (destilat) adı verilen karışımda daha fazla bulunacaktır.Uygulamada damıtılan sıvıya üst ürün, balonda geri kalana ise alt ürün denir.
Endüstride, karışımları şekil 10.8.3’te görülen basit bir damıtma aygıtı ile damıtmak imkansızdır.Bu tür basit damıtma sistemleriyle sıvı uçucu olmayan katkı maddelerinden kurtarılarak damıtık su eldesinde olduğu gibi saflaştırılır.Teknikte karışımlar ayrımsal (fraksiyonlu) damıtma kolonları kullanılarak birbirlerinden ayrılırlar.Şimdi bu konuyla ilgili bazı sorular çözelim:
SORU-1
Sıcaklıkları 300 C olan saf eter ve saf asetonun buhar basınçları sırayla 646 mmHg ve 283 mmHg olarak verilmektedir.Sıvı fazda eterin mol kesri 0.5 ise;
a) Herbir bileşenin kısmi basıncını,
b) Toplam basıncı,
c) Buhar fazının bileşimini bulunuz.
Çözüm:
a)Etil eteri 1, asetonu ise 2 ile indisleyerek hesaplamaları yapalım:
p1=0.50 x (646 mmHg) =323 mmHg
p2=0.50 x (283 mmHg) =142 mmHg
b)p=p1+p2=323 mmHg +142 mmHg =465 mmHg
c)y1=p1/p =323 mmHg /465 mmHg =0.70
y2=p2/p =142 mmHg /465 mmHg =0.30
SORU-2
İdeal karışım oluşturdukları düşünülen heptan ve oktanın 400 C’de saf haldeki buhar basınçları sırayla 0.121 atm ve 0.041 atm’dir.Aynı sıcaklıkta 1 mol heptan ile 4 mol oktan karıştırıldığında toplam buhar basıncı ne olur?
Çözüm:
p=(1/5)x(0.121 atm)+(4/5)x(0.041 atm)=0.057 atm olur.
SORU-3
Sıcaklık 300 K iken 1 ve 2 sıvılarının saf haldeki buhar basınçları sırayla 200 mmHg ve 500 mmHg’dır.Aynı sıcaklıkta karışımın toplam buhar basıncı 350 mmHg olduğuna göre sıvı ve buhar fazının bileşimlerine hesaplayınız.
Çözüm:
Denklem (10.8.10) ve denklem (10.8.7)’den sırayla sıvı ve buhar fazın bileşimleri aşağıdaki gibi hesaplanır:
350 mmHg =200 mmHg + {(500-200) mmHg} x2
x2=0.5; x1=1-x2=1-0.5=0.5
y1=p1/p=x1 p01/p=0.50 x (200 mmHg)/350 mmHg
y1=0.28; y2=1-y2=1-0.28=0.78
RAOULT YASASINDAN SAPMALAR
Tüm çözeltiler ideal olmadığından RAOULT yasasına uymazlar.Bazı çözeltiler RAOULT yasasından artı bazıları ise eksi sapmalar gösterirler.İdeal çözeltilerde, karışan A-B molekülleri arasındaki etkileşme, A-A molekülleri ve B-B molekülleri arasındaki etkileşmenin hemen hemen aynısıdır.Bu yüzden karışma sırasında sistem ile ortam arasında ısı alışverişi ve hacim değişimi gözlenmez.Kısaca, oluşumu sırasında ısı alışverişi ve hacim değişimi gözlenmeyen karışımlara ideal çözeltiler denir.
RAOULT yasasından artı sapma; karışımdaki A-A ve B-B molekülleri arasındaki çekme kuvvetinin, A-B molekülleri arasındaki çekme kuvvetinden daha büyük olmasından yani A ve B moleküllerinin birbirini itmesinden kaynaklanır.Bu tür çözeltiler hazırlanırken dışarıdan ısı alınır.Yani karışma endotermiktir.Eğer A-B molekülleri arasındaki çekme kuvveti, A-A ve B-B molekülleri arasındaki çekme kuvvetinden daha büyükse RAOULT yasasından eksi sapma olur.Böylece bileşenlerin buhar fazına geçmesi engellenen bu çözeltilerin çoğu hazırlanırken dışarıya ısı salınır yani karışma ekzotermiktir.Artı sapmadaki kısmi buhar basınçları ve toplam basınç RAOULT yasasından hesaplanan değerlerden daha büyük olduğu halde eksi sapmadakiler daha küçüktür.
RAOULT yasasından sapmanın büyüklüğü, A-B molekülleri arasındaki etkileşmenin, A-A ve B-B molekülleri arasındaki etkileşmelerden olan farkına bağlıdır.Bu farka göre, şekil 10.9.12de görülen basınç-bileşim ve sıcaklık-bileşim eğrilerine uyan ikili karışımlar oluşmaktadır.
Büyük bir derişim aralığında RAOULT yasasından sapma gözlendiği halde seyreltik çözeltilerde şekil 10.9.1’de görüldüğü gibi karışımlar ideal davranırlar ve kısmi basınç eğrileri RAOULT kısmi basınç doğruları ile çakışırlar.Bu bölgeler faz diyagramlarında ‘R’ harfi ile belirtilmişlerdir.
RAOULT yasasından artı ve eksi sapma genellikle 2 gruba ayrılabilir.Birincisi sapmaların az olduğu ikincisi ise çok olduğu sistemler içindir.Şekil 10.9.1’deki eğri sistemlerini sırayla incelemeye çalışalım.
a)RAOULT yasasından az miktarda artı sapma gösteren ikili bir sıvı-sıvı karışımın basınç-bileşim ve sıcaklık-bileşim eğrileri çizilmiştir.Doygun sıvı ve buhar eğrileri arasında bu 2 fazdan oluşan heterojen sistem vardır.Bu türden sistemler RAOULT yasasına uyan karışımlar gibi irdelenip damıtılabilir.Bu grafiklerin RAOULT yasasına uyanlardan tek görünüş farkı, toplam basınç sıvı fazın bileşimi grafiğinin bir doğru yerine bir eğri olmasıdır.Az uçucu olan bir bileşene uçucu bir bileşen eklendiğinde oluşan karışımın kaynama noktası düştüğü halde, ters işlem yapıldığında oluşan karışımın kaynama noktası yükselir.
b)RAOULT yasasından az miktarda eksi sapma gösteren ikili bir sıvı-sıvı karışımının basınç-bileşim ve sıcaklık-bileşim eğrileri çizilmiştir.RAOULT yasasına uyan karışımlara uygulanan damıtma işlemi bu karışımlara da uygulanabilir.Gerek bu tür ve gerekse (a) türü karışımların bileşenleri ayrımsal damıtma ile birbirlerinden ayrılabilirler.
c)RAOULT yasasından çok şiddetli artı sapma gösteren bu tür karışımlarda; toplam buhar basıncı bir maximumdan, kaynama sıcaklığı ise bir minimumdan geçer.Bileşim konları aynı olan ve şekil 10.9.1’de A ile simgelenen bu tür sistemlere azeotropik karışım denir.Azeotropik karışımlarda buhar fazının bileşimi sıvı fazın bileşimi ile aynıdır.Bu yüzden azeotropik karışımlar saf bir madde gibi kaynadığından damıtma ile bileşenlerine ayrılamazlar.Yalnızca sistem üzerine uygulanan basınç değiştirilerek azeotropik karışımın bileşimi değiştirilebilir veya bu karışım ortadan kaldırılabilir.
ç)RAOULT yasasından çok şiddetli eksi sapma gösteren bu karışımlarda;toplam buhar basıncı bileşim eğrisi bir minimumdan kaynama sıcaklığı bileşim eğrisi ise bir maximumdan geçer.Bileşen konları aynı olan ve ‘A’ ile simgelenen bu noktalardaki sistemlere azeotropik karışım denir.Yalnız burada maximum kaynama sıcaklığı gösteren bir azeotropik karışım vardır.Azeotropik noktadaki karışım saf bir madde gibi kaynar ve sıvı fazın bileşimi ile buhar fazın bileşimi aynı olduğundan damıtma ile bileşenlerine ayrılamaz.
Gerek (c) gerek (ç) azeotropik sistemleri damıtıldıklarında bileşenlerden biri ile azeotropik karışım ayrılır.Kısaca azeotropik karışım veren sistemlerin bileşenlerini damıtma ile birbirinden ayırmak olanaksızdır.Hangi bileşimden damıtma başlarsa başlasın yalnızca o bileşime yakın bileşen ile azeotropik karışım birbirinden ayrılır.Şekil 10.9.1’deki (c) ve (ç) eğrilerinde bu durum basamaklarla gösterilmiştir.
Azeotropik bileşim veren karışımlar oldukça fazladır.Örneğin 1000 C’de kaynayan su ve 78.30 C’de kaynayan etil alkol kütlece %40 su içerecek şekilde karıştırıldığında 78.170 C’de minimum kaynama sıcaklığı veren bir azeotropik karışım elde edilir.Normal kaynama noktası –800 C olan HCl ile normal kaynama noktası 1000 C olan su kütlece %20.22 HCl içerecek şekilde karıştırılırlarsa 108.60 C ‘de max. kaynama sıcaklığı veren bir karışım elde edilir.Birinci örnekte RAOULT yasasından artı sapma, ikincisinde ise eksi sapma söz konusudur.Artı sapmada toplam buhar basıncı yükseleceğinden kaynama noktası düşerken, eksi sapmada toplam buhar basıncı düşeceğinden kaynama noktası yükselir.Özetle, azeotropik karışımlar sıvı ve buhar fazlarının bileşimleri aynı iki fazla ve ikinci bileşenli sistemler olup, damıtılamazlar.
ÇÖZÜNENİN UÇUCU OLMADIĞI ÇÖZELTİLERDE BUHAR BASINCI DÜŞMESİ
Çözünenin oldukça az olduğu seyreltik çözeltiler RAOULT yasasına uyarlar.Benzer şekilde uçucu olmayan katıların çözünmesiyle elde edilen seyreltik çözeltiler de RAOULT yasasına uyarlar.Çözünenin buhar basıncı hemen hemen sıfıra yakın olduğundan, çözeltinin p toplam buhar basıncı yalnızca çözücünün p1 kısmi buhar basıncına eşit olur.Bu yüzden de çözeltinin buhar basıncı saf çözücünün buhar basıncına göre daha düşük olur.Şekil 10.10.1’de, sırayla barometre (a), barometre boşluğuna konulan çok az miktarda saf çözücü olarak su (b) ve yine barometre boşluğuna konulan aynı miktardaki sakkaroz çözeltisi (c) görülmektedir.Barometrelerden okunan basınçlar sırayla (a) h1 mmHg ,(b) h2 mmHg ve (c) h3 mmHg olmaktadır.Buna göre h1>h2>h3 eşitsizliği görülmektedir.Kısaca barometre boşluğuna konulan saf çözücünün basıncı daha fazla olduğundan aynı boşluğa aynı miktarda konulan çözeltiye göre barometredeki civa yüksekliğini daha çok düşürür.Saf çözücü ile çözeltideki moleküllerin görünüşü şekil 10.10.2’de verilmiştir.
Çözücüyü 1, çözüneni de 2 ile indislediğimizde çözeltinin p toplam buhar basıncı, yalnızca çözelti üzerinde saf çözücünün p1 kısmi buhar basıncına eşit olacağından;
p=p1 =p01 x1 =p1 (1-x2) (10.10.1)
x2 =(p01- p1) /p01 =p/ p01 (10.10.2)
bağıntıları yazılabilir.Öyleyse, uçucu olmayan bir çözünen ile hazırlanan çözeltideki, p basınç düşmesinin saf haldeki çözücünün p01 buhar basıncına oranlanmasıyla tanımlanan, p/p01 bağıl buhar basıncı düşmesi çözünenin x2 mol kesrine eşittir.Bu tanım, RAOULT yasasının bir başka söylenişidir.
Saf çözücü ile çözelti arasındaki p/p01 bağıl basınç düşmesi ölçülerek, çözücünün M1 mol kütlesi ve g1 kütlesi bilindiğinden;
(g2/ M2)/{(g1/M1)+(g2/M2)}=p/p01 (10.10.3)
bağıntısından çözünenin M2 mol kütlesi belirlenebilir.Bu yola RAOULT yasası ile mol kütlesi belirlenmesi yöntemi denir.
Çözünen partiküllerin derişimine fakat doğasına bağlı olmayan çözelti özelliklerine koligatif özellikler adı verilir.Koligatif özellikler, yalnızca çözeltide bulunan ayrı ayrı taneciklerin derişimine bağlı olup; taneciklerin molekül, anyon veya katyon gibi farklı olan doğasından bağımsızdırlar.Örneğin 1 molal sakkaroz çözeltisi ile 1 molal üre çözeltisinin çözücü aynı olmak koşuluyla kaynama noktası yükselmeleri ve donma noktası düşmeleri aynı olduğu halde, 1 molal NaCl çözeltisinde bu değerler diğerlerinin 2 katıdır.Çünkü, NaCl çözeltisinin 1 molu içerisinde 1 mol Na ve 1 mol Cl iyonu olmak üzere toplam 2 mol tanecik vardır.Yalnızca tanecik sayısına bağlı olan koligatif özellikler için 1 m NaCl çözeltisi 2 m sakkaroz veya 2 m üre çözeltisinin etkisini gösterir.Eğer 1 m CaCl2, 1 m FeCl3 ve 1 m Al3(SO4)3 çözeltilerini göz önüne alırsak, 1 m üre ve sakkaroz gibi moleküler çözeltilerin göstermiş olduğu koligatif özelliklerin sırayla 3,4 ve 5 katını gösterirler.Üre ve sakkaroz moleküler olarak çözündüğünden 1 molu çözeltiye daima 6.02 x 1023 tanecik verir.Oysa 1 mol NaCl çözeltiye 2 x 6.02 x 1023 tanecik verir.
SORU-1
Suyun 200 C’deki buhar basıncı 17.54 mmHg’dir.114 gr sakkaroz 1000gr suda çözündüğünde buhar basıncı 0.092 mmHg kadar düşmektedir.Sakkarozun mol kütlesini hesaplayınız.
ÇÖZÜM:
(114 gr /M2)/{(1000 gr /18 gr mol-1)+(114 gr/M2)}=0.092 mmHg/17.54 mmHg
M2=340 gr mol-1, (Gerçek değer M2=342 gr mol-1)
SORU-2
Elementel analizi %94.34 C ve %5.66 H olan bir organik bileşiğin 0.5455 gramı 25 gr CCl4 içinde çözülerek hazırlanan çözeltinin 100 C’deki buhar basıncı 83.923 mmHg’dır.Aynı sıcaklıkta saf CCl4’ün buhar basıncı 85.513 mmHg olduğuna göre alınan organik bileşiğin mol kütlesini ve molekül formülünü bulunuz.
ÇÖZÜM:
Nicel analiz sonuçlarından CxHY şeklinde simgelenen organik bileşiğin içindeki atomların oranı:
x:y=(94.34 gr/12 gr mol-1)5.66 gr/1 gr mol-1)=7.86:5.66
=(7.86/5.66)5.86/5.86)=1.4:1=14:10
olduğundan en basit formül C14H10 ve mol kütlesi 178 gr m-1 olur.Aynı bileşiğin mol kütlesi, CCl4’ün mol kütlesi 154 gr mol-1 olduğuna göre (10.10.1) eşitliğinden
83.923 mmHg={(25 gr/154 gr mol-1)/(25 gr/154 gr mol-1)+(0.5455 gr/M2)}x (85.513 mmHg)
M2=177.1 gr mol-1 olarak hesaplanır.Böylece molekül formülünün C14H10 olduğu kesinleşir.
SORU-3
Suyun 500 C’deki buhar basıncı 0.122 atm’dir.Aynı sıcaklıkta uçucu olmayan bir bileşenin 1.00 m sulu çözeltisinin buhar basıncını hesaplayınız.
ÇÖZÜM:
Çözeltinin derişiminin 1.00 m olması 100 gr suda 1 mol uçucu olmayan bileşenin çözünmesi demektir.Buna göre çözeltinin buhar basıncı (10.10.1) denkleminden hesaplanır:
p=p1=p01 x1=(0.122 atm) x (1000 gr/ 18 gr mol-1)/{(1000 gr/18 gr mol-1)+(1 mol)}
p=(0.122 atm) x 0.982=0.120 atm
BUHAR BASINCI DÜŞMESİNİN YOL AÇTIĞI DİĞER OLAYLAR:ÇÖZELTİLERİN KAYNAMA ve DONMA NOKTALARI
Uçucu olmayan çözünen ile hazırlanan bir çözeltinin buhar basıncının saf çözücünün buhar basıncına göre düşük olması; çözeltinin kaynama noktasının yükselmesine, donma noktası düşmesine ve ozmoz olayına yol açar.Uçucu olmayan çözünenden dolayı çözeltinin saf çözücüye göre buhar basıncı düşmesini ölçmek oldukça güçtür.Buna rağmen, çözeltinin saf çözücüye göre kaynama noktasının yükselmesi, donma noktası düşmesi ve çözeltinin ozmatik basıncı büyük bir duyarlılıkla ölçülür.
Buhar basıncı, üzerindeki atm.basıncına eşit olana dek ısıtılan bir sıvı kaynamaya başlar.1 atm. basınç altındaki kaynama sıcaklığına normal kaynama sıcaklığı denir.Uçucu olmayan bileşen çözeltinin buhar basıncını düşürdüğünden çözelti saf çözücünün standart kaynama sıcaklığına gelindiğinde henüz kaynamaz.Çözeltinin buhar basıncını 1 atm.’ye çıkararak kaynatmak için sıcaklığını daha da yükseltmek gerekir.Böylece, uçucu olmayan çözünen içeren çözeltinin kaynama sıcaklığı saf çözücünün kaynama sıcaklığından daha yüksek olur.Bu kaynama noktası yükselmesi çözeltinin derişimi ile doğru orantılı olarak artar.Bu kural yalnızca seyreltik ve ideal çözeltiler için geçerlidir.
Isıtılan saf çözücü içinde şekil 10.10.2’den görüldüğü gibi buhar fazına geçmesi olası çözücü moleküllerinin sayısı, çözeltideki çözücü molekülleri sayısına göre daha fazladır.Bundan dolayı sıcaklık yükseldikçe saf çözücünün buhar basıncı, çözeltinin buhar basıncına göre atm. basıncına daha düşük sıcaklıkta ulaşır ve kaynamaya başlar.Çözeltinin kaynaması için sıcaklığı yükseltilerek basıncının atm. basıncına eşit olması sağlanır.Çözücü ve çözeltinin buharlaşması şematik olarak şekil 10.11.1’de görülmektedir
Saf çözücü ve çözeltinin donması şekil 10.11.2’de şematik olarak verilmektedir.Saf çözücü molekülleri katı fazı oluşturmak üzere, çözeltideki çözücü moleküllerine göre daha kolay istiflenecek, daha yüksek sıcaklıkta donacaktır.Uçucu olmayan çözünen molekülleri çözücünün saf katısını oluşturmasını bir ölçüde engellediklerinden, donmanın olabilmesi için çözeltinin daha çok soğutulması gerekmektedir.Böylece donma noktası düşecektir.
Bu olgu saf çözücü ve çözelti için çizilen buhar basıncı eğrileri yardımıyla şekil 10.11.3’te gösterilmiştir.Uçucu olmayan çözünenin derişimine bağlı olarak, çözeltinin buhar basıncı saf çözücünün buhar basıncının altından gider.Kaynama noktası yükselmesi bu iki eğri arasındaki Tk yer değiştirmesine eşit olup, verilen bir çözücü için aynı tanecik derişimindeki tüm çözeltiler için aynıdır.
Kaynama noktası yükselmesine ilişkin sorunlarda derişim için mol kesrinden çok molalite kullanılır.Örneğin m sulu çözeltisinin kaynama noktası suyun kaynama noktasından 0.5120 C daha yüksektir.Bir molal çözeltinin kaynama noktası yükselmesine alınan çözücü için Kk molal kaynama noktası yükselmesi sabiti (ebüliyoskopi sabiti) denir.Bu sabitler farklı çözücüler için çizelge 10.11.1’de verilmiştir.Derişimi 0.5 molal olan bir çözeltinin kaynama noktası yükselmesi, molal sabitin yarısına eşittir.Öyleyse bir çözeltinin Tk kaynama noktası yükselmesi Kk sabiti ile çözünenin m2 molalitesinin çarpımına eşit olarak Tk =Kk m2 (10.11.1)
Bağıntısıyla verilir.Gerçekte bu yaklaşık bir bağıntıdır.Molalite ile mol kesri arasında; mol kesri ifadesinin paydasında çözünenin mol sayısını çözücünün mol sayısı yanında seyreltik çözeltiler için ihmal ederek bulunan x2=n2/n1=(g2/M2)/(g1/M1) bağıntısının, m2=(g2/M2)(1000/g1) molalite bağıntısına oranlanmasıyla,
m2(1000/M1)x2 (10.11.2)
eşitliği elde edilir.Buna göre molalite mol kesriyle doğru orantılı olarak değişmektedir.
1 atm. basınç altında maddelerin katı-sıvı dinamik denge sıcaklığına normal donma noktası veya normal erime noktası adı verilir.Çözeltinin donma sıcaklığı saf çözücünün donma sıcaklığına göre daha düşüktür.Çözücü aynı kalmak koşuluyla molalitesi aynı olan tüm moleküler çözünen madde çözeltilerinin Td donma noktası düşmeleri birbirine eşittir.1 molal çözeltinin donma noktası düşmesine alınan çözücü için, Kd molal donma noktası düşmesi sabiti (kriyoskopi sabiti), denir.Bu sabitler farklı çözücüler için çizelge 10.11.1’de verilmiştir.Kd sabiti ile çözünenin m2 molalitesinin çarpımına eşit olarak Td donma noktası düşmesi
Td=Kd m2 (10.11.3) bağıntısı ile verilir.Öyleyse, donma noktası düşmesi molalite ile doğru orantılı olarak yalnızca seyreltik ve ideal çözeltiler için geçerlidir.Çözünen ile çözücünün katı çözelti verdiği sistemler için bu bağıntı geçerli değildir.Bu bağıntıdaki m2 yerine (10.11.2)den x2 mol kesrine bağlı olan ifade yazılarak da Td donma noktası düşmesi hesaplanabilir.
Çizelge 10.11.1
Molal Kaynama Noktası Yükselmesi ve Donma Noktası Düşmesi Sabitleri
Çözücü Kaynama Noktası Kk/K mol-1 kg Donma Noktası/0C Kd/K mol-1 kg
Asetik Asit 118.1 3.07 16.5 -3.90
Benzen 80.1 2.53 5.5 -5.12
Kafur - - 179.0 -39.7
CCl4 76.8 5.02 -22.8 -29.8
Kloroform 61.2 3.63 -63.5 -4.68
Etil Alkol 78.4 1.22 -114.6 -1.99
Naftalin - - 80.2 -6.80
Su 100.0 0.512 0.0 -1.86
Kaynama noktası yükselmesi ölçülerek mol kütlesi belirlenmesi yöntemine ebüliyoskopi, donma noktası düşmesi ölçülerek mol kütlesi belirlenmesi yöntemine ise kriyoskopi denir.Bu yüzden yukarıda belirttiğim gibi Kk ve Kd sabitleri sırayla ebüliyoskopi ve kriyoskopi sabiti olarak da anılırlar.Tk ve Td molaliteyle doğru orantılı olduğundan ve Kk ve Kd sabitleri de kullanılan çözücüler için belli olduğundan, m2 =(g2/M2)(1000/g1) bağıntısındaki g2 ve g1 tartılarak çözünenin M2 mol kütlesi hesaplanır.
Suyun atm. basıncı altındaki katı-sıvı dengesi olan donma noktasının kendi buhar basıncı altındaki katı-sıvı buhar dengesi olan üçlü noktadan 0.010 C düşük olmasının 0.0750 C suda çözünen alanın kriyoskopik etkisinden kaynaklanır.Geriye kalan 0.025 ise sıvılar kesiminde de değindiğimiz gibi sıvı-katı denge sıcaklığı üzerine 1 atm’lik basıncın etkisinden kaynaklanmaktadır.

Radyoaktivite

0 yorum | Devamını Oku...

RADYOAKTİVİTE
Radyoaktif denilen bazı cisimlerin kendiliklerinden bir parçalanma sonucu fotoğraf plaklarına etki eden, gazları iyonlaştırıp elektriğe karşı iletken kılan ve daha bazı olaylara sebep olan çeşitli radyasyonlar yayabilme özelliiğidir. Bir radyoaktif çekirdeğin kendiliğinden bir başka çekirdeğe değişmesi olayına dezentegrasyon , yapma olarak bir çekirdekten bir başka çekirdeğin elde edilmesi olayına da transmütasyon denir.
Fizikokimya bilimleri alanında modern keşiflerin en önemlisi radyoaktifliğin keşfi olmuştur. Zira bu keşif; bizzat bu olayın keşfi yanında, kimyasal element hakkındaki düşüncelerimizi de temelinden değiştirmiştir. Öte yandan, atomun yapısı hakkındaki şimdiki teorilerle izotopluk kavramını ve bazı atomların çekirdeklerinin büyük birer enerji kaynağı teşkil ettiklerini ve bunlardan ilk faydalanmayı hep bu keşke borçluyuz.
Radyoaktiflik, henri becquerel tarafından, 24 şubat 1896’da X ışınlarının keşfinden iki ay sonra keşfedilmiştir.
Bir crookes tüpünden husule gelen katod, pozitif ve röntgen ışınlarının özelliklerinden biri de, flüoresan maddelerin flüoresansına sebep olmalarıdır. İşte bu olayın incelenmesidir ki radyoaktifliğin keşfine yol açmıştır. İlk röntgen tüpleri antikatotsuzdu. X ışınlarının kaynağı katod ışınlarının gelip çarpmasıyla flüoresan kılınmış olan tüpün çeperinde bulunuyordu. O halde, Röntgen tüpünün camı gibi flüoresan olan, yani sebebi her ne olursa olsun bir dış etkiyle ışık verebilen başka cisimlerinde röntgen ışınlarını verip vermeyeceği haklı olarak sorulabilirdi. Şöhretli Fransız matematikçisi Henri Poicare, 20 Ocak 1896’da, Fransız Fen akademisine röntgen tarafından elde edilen bir klişe göstermiş ve fluoresan kılınmış bazı cisimlerin X ışınları verip vermediklerinin araştırmasının enteresan olacağı ifade etmiştir. Bunun üzerine bir çok fizikokimyacı durumu incelemeğe başlamıştır. Çinko sülfür, Kalsium sülfür üzerinde yapılan denemeler olumsuz sonuç vermiştir. H. Becquerel benzer denemeleri bazıları fluoresan olan uranyum tuzları üzerine yapmıştır. Siyah kağıda sarılı fotoğraf camının siyahladığını görmüştür. Becquerel, sonraki denemelerinde gözlenen olayın fluoresansa bağlı olmadığını, tuzun önceden aydınlatılmasına lüzum olmadığı gibi, urainumun fluoresan olan ve olmayan bütün tuzlarının aynı şekilde etkide bulunduklarını ve metalik uranyumun en fazla aktif olduğunu bulmuştur. Becquerel, daha sonra, tam karanlıkta bulundurulan Uranyum bileşkelerinin siyah kağıt arasından uzun fotoğraf plaklarına etkide bulunan bazı ışınlar yayınladık süre bulmuştur. Bu ışınlara uranik ışınlar denmiştir.
Bu ışınlar, Rötgen ve lenard ışınları gibi ince metalik levhalardan geçer ve gazları iyonlaştırırlar; olay, uranium dahil olduğu bileşiğe tabi değildir; şiddeti, uraniumun mutlak miktarıyla orantılı olup aydınlatma, ısıtma gibi dış etkilere de tabi değildir. O halde radyoaktiflik maddenin atomik bir özelliğinden ileri gelir. Bequerel’in keşfinden sonra başka cisimlerin de uranium gibi uranik ışınlar yayıp yaymadıkları araştırılmıştır. Fransa’da Pierre ve Marie Sklodowska Curie ve Almanya’da G. Schmidt tarafından aynı zamanda yapılan araştırmalar sayesinde thoruim tuzlarının da, uranium tuzları gibi uranik ışınlar verdiklerini bulmuşlar. Bu ışınlara Becquerel ışınlar da denmiştir. Becquerel yahut uranik ışınlar veren cisimlere radyoaktif cisim; bu ışınlar yardımıyla meydana konulan maddenin bu özelliğine radyoaktiflik denir. Bu özelliğe malik olan elementlere radyo element; radyo element; radyoaktiflik özelliği ile ilgili olaylar, metodlar ve araçları bir arada inceleyen bilim dalına da radyoaktivite adı verilmiştir.
Bu gün kırktan fazla doğal element bilinmektedir. Bunların çoğu periyodik sistemin son periyotlarında yer alan ağır elementlerdir. İleride görüleceği gibi, yapma olarak bir çok radyo element elde edilmiştir.
RADYOAKTİF MADDELERİN ÖZELLİKLERİ
Atom çekirdeklerinin bir dış etki olmaksızın kendiliklerinden ışıma yapmalarına ve bu tür ışıma yapan atomlara da radyoaktif atom adı verilir. Radyoaktif atomların çekirdekleri kararsızdır.
Atom çekirdeklerinin kararlığı nötron ve proton sayısına bağlıdır. He, C, N ve O gibi hafif atom çekirdeklerinde nötron sayısı, proton sayısına eşittir. Nötron sayısının proton sayısına oranı 1’dir. Bu çekirdekler karalıdır. Proton sayısı 2040Ca atomundan fazla olan atomlardan; nötron sayısı proton sayısına eşit olan kararlı atom çekirdeği yoktur. Bu atom çekirdeklerinde Coulomb itme kuvvetleri, çekirdeğin kararlılığının azalmasına sebep olur. Ağır elementlere doğu nötron sayısının proton sayısına oranı git gide artar.
Kararlı olan 80200Hg izotop atomunda n/p oranı 1,5’tur. N/p oranı 1,5’tan büyük olan çekirdeklerin kararlılıkları kaybolur, en son kararlı çekirdek 83209Bi’tur. 83209Bi’tan proton sayısı büyük olan atom çekirdekleri kararsızdır. Çekirdekleri kararsız olan atomlar radyoaktiftirler ve radyoaktif bozunmalar ile karalı hale ulaşmak isterler.
Bu bilgiler ışığında bir atom çekirdeğinin radyoaktif özellik göstermesi için uyması gereken şartları şu şekilde sırayalabiliriz:
Çekirdekte bulunan nötron sayısının proton sayısına oranının 1,5’tan büyük olması,
Atom numarasının 83’ten büyük olması.
Bununla birlikte atom numaraları küçük olan bütün izotopların çekirdekleri kararlıdır.
Mesela, 6 proton ve 6 nötrona sahip olan 612C izotopu karalı olmasına karşın 6 proton 8 nötrona sahip olan 614C izotopu kararsız yani radyoaktiftir. Görüldüğü gibi, radyoaktiflik çekirdek yapısı ile yani çekirdekteki proton ve nötron sayıları ile diğer bir deyişle çekirdeğin cinsi ile ilgilidir.
Yapılan deneyler radyoaktif bir elementin bu özelliğini bileşiklerinde de gösterdiği ortaya koymuştur. Bir elementin radyoaktif özelliği o elementin kimyasal durumuna bağlı değildir. Sıcaklık ve basınç gibi dış etkiler de radyoaktif özelliği değiştirmez. Bunlara ek olarak radyoaktif özellik maddenin katı, sıvı veya gaz halinde bulunmasıyla da ilgili değildir.
Kurşundan bir kröze içinde bir miktar radyum koyup bir mağnetik alana tabi tutulursa radyasyonlar üç gruba ayrılır. Bir kısmı hafifçe sola sapar, pozitif yüklüdürler, bunlar iki elementer yüke malik olan helyum çekirdekleridir, bunlara alfa ışınları denir; bir kısmı fazlaca sağa sapar, negatif elektronlar olup bunlara beta ışınları denir; bir kısmı hiç sapmaz, bunlar çok kısa dalga boylu elektromağnetik dalgalar olup bunlara gama ışını denir.
Radyoaktif maddelerden yayılan alfa beta ve gama ışınları çeşitli olaylara sebep olurlar. Mesela; karı, sıvı ve gaz halindeki maddeleri iyonlaştırırlar. Cam, porselen, fayans gibi maddeler radyoaktif ışın temasında renklenirler. Renklenme ışınların yollarına karşılık gelen bölgede olur.
Radyoaktif ışınlar canlı hücrelerine etki ederler. Başta kanser olmak üzere birçok hastalığa sebep olurlar. Nesiller boyu kalıtsal bozukluklar meydana getirebilir. Şimdi bu bozunma türlerini sırasıyla inceleyelim.
Alfa Işınları: Alfa ışınları iki defa pozitif yüklü helium çekirdekleridir. Gerçekten alfa partiküllerinin spetik yükleri bu partikülleri veren radyoaktif cisim ne olursa olsun, daima hidrojeninkinin yarısına eşittir. Bu sonuç, ancak alfa taneciklerinin atom ağırlığının ikiye eşit olduğu yahut, Rutherford’un ilk anda ileriye sürdüğü gibi, bunların kütlesi 4 olan ve herbiri 2 e yüküne malik atomlardan ibaret olduğu şeklinde izah edilebilir. Ramsay 1904’te, Rutherford’un ileri görüşünün tamamiyle yerinde olduğunu genel olarak ispat etmiştir. Gayet ince çeperli fakat gazları geçirmeyen bir cam ampul içerisine radon konmuştur; bu ampul de daha büyük, havası, boşaltılmış ve iki elektrot ihtiva eden bir başka ampul içerisine alınmıştır.
Bir müddet sonra dış ampulde husule getirilen bie deşarjın helium spektrumunu verdiği görülmüştür. Deneme şartlarına göre, bu helium ancak ince kenarlı birinci ampulün çeperinden alfa partiküllerinden ileri gelebilirdi. Radonun bozunması şöyle olmuştur.
86Rn 222è84Ra218+ 2He4
Böylece şüpheye mahal kalmaksızın alfa partiküllerinin helium çekirdeklerinden ibaret oldukları meydana konulmuştur.
Alfa ışınları radyoaktif atomdan, bu atoma tabi olarak çok büyük bir hızla yayınlanırlar. Örneğin RaC ‘nin verdiği partiküllerinin hızları 19220 Km/s’dir.
Bir radyoelementin verdiği alfa ışınları genellikle aynı enerjiye maliktirler, yani bunlar monokinetikler veya aynı enerjiyi haiz gruplar olarak kendini gösterirler. Bir ışının husule geldiği andan itibaren durdurulduğunda ana kadar bir ortamda aldığı yola, bu ışının ortamdaki yolu denir. Radyoaktif cisimlerin elektrik, ısı kimyasal olayları,esas itibariyle alfa ışınlarından gelir. Bir radyoaktif cismin verdiği alfa partiküllerini saymak suratiyle Avogadro sayısı bulunabilir. Bunun için bir taraftan bir radyoaktif cismin belli bir kütlesinin belli bir zamanda verdiği helium hacmi ölçülür ve buradan 11,2 litredeki helium sayısı hesaplanır. Alfa ışınlarının havadaki yolları ilk hızlarının küpü ile orantılıdır. Bu kanunun geçerli olduğu sınırlar içinde alfa partiküllerinin iyonlaştırma gücü, partikülün hızı ile ters orantılıdır ve bir alfa partikülünün husule getirdiği iyon sayısı R2/3’le orantılıdır; R partikülün yoludur. Radyoaktif cisimlerin elektrik, ısı ve kimyasal olayları, esas itibariyle, alfa ışınlarından gelir. Bir radyoaktif cismin verdiği alfa partiküllerini saymak suretiyle avogadro sayısı bulunabilir.
Beta Işınları: Beta ışınları negatif elektronlardan ibarettirler. Hızları ışık hızına yaklaşır, yolları alfa ışınlarınınkinden daha uzundur. Beta ışınları da iyonlaştırıcı ışınlardır. Beta ışınlarını primer ve sekonder olmak üzere iki gruba ayırmak mümkündür. Primer beta ışınları çekirdekten gelen ışınlardır. Örneğin 83Bi10 beta dezentegrayonu ile 84Po10’a dönüşür:
83Bi210è84Po10+B-
Bu dönüşüme çekirdekte bir nötronun bir protona dönüşmesi sonucunda meydana gelir : nèp + B- . Bir radyoelementin verdiği beta ışınları izokinetik değildir. Bunların enerjileri en küçük değerden en büyüğüne kadar değerler alabilir. Kaba olarak maksimum, maksimal enerjinin üçte birine tekabül eder. Bu şekilde enerjileri kesiksiz bir enerji dağılımı gösteren beta ışınları, primer beta ışınlarını teşkil eder ve yalnız bunlar çekirdek dezentegrasyonundan gelenlerdir. Bazı atomlarda bunların yanında aynı enerjiye sahip beta ışınları grupları da yer alır ki bunlara sekonder beta ışınları denir.
Beta ışınları çok gericidir, yani yolları çok uzundur. Çoğu radyoaktif cisim alfa, beta ve gama ışınlarını filtre etmek gerekir. Ama bugün kuvvetli arı beta kaynağı olarak yapma yolla elde edilen Stronsium - 90’dan faydalanılır. Alfa parçacıklarına oranla kütlelerinin çok az, hızlarının ise çok yüksek oluşundan daha fazla nüfuz etme özelliğine sahiptirler. 2-3 mm kalınlığındaki alüminyum levhadan geçebilirler. Beta parçacıkları elektrik ve manyetik alanda, alfa parçacıklarına göre zıt yönde ve kütlesinin çok küçük olması nedeniyle daha fazla sapmaya uğrarlar.
Beta bozunmasına uğrayan bir atom, çekirdeğinden bir elektron fırlatır. Fırlatılan bu elektron ise çekirdekteki bir nötronun bir protona dönüşmesi sonucunda oluşur.
Netice itibariyle beta bozunmasına uğrayan elementin atom numarası 1 artar, kütle numarası ise değişmez.
Gama Işınları: Gama ışınları kısa dalga boylu elektromağnetik radyasyonlardır. Bir çekirdekte alfa yahut beta ışınları meydana geldikten sonra çoğu zaman çekirdek uyartılmış hale geçer. Uyartılmış haldeki çekirdeğin bir enerji aşırısı vardır. Uyartılmış çekirdek normal haline dönüşünde kaybettiği bu enerj, aşırısı çekirdekten bir taneciğin fırlatılması şeklinde olmazsa buna bir izomerik geçiş denir ve bu sırada gama radyasyonu yayınlanır.
Uyartılmışhalde uzun süre kalan çekirdek ile normal haldeki çekirdeğeler denir.Enerjileri yüksek olan gama ışınları birkaç santimetre kurşundan geçer. Öreneğin ThC” nün verdiği gama ışınlarının yarılanma kalınlığı yani radyasyonların şiddetinin yarıya düşmesi için lüzumlu kalınlık 1,5 cm kurşundur
Gama ışınları doğrudan doğruya iyonlaştırıcı değildirler, ama meydana getirdikleri elektronlarla bunu yaparlar. Gama ışınlarının etki gücü çok yüksektir. Beta ışınlarına göre 100 kat daha fazla nüfuz etme özelliğine sahiptirler. Gama ışınları birkaç santimetre kalınlığındaki kurşundan geçebilir.
Gama ışınlarını ancak kalın kurşun levhalar 2-3 metrelik beton bloklar durdurabilir. Gama ışınları yüksüz olduklarından elektrik ve manyetik alanda sapma göstermezler. Gama ışınları iyonlaştırıcı değillerdir.
Gama parçacıklarının kütlesi ve yükü sıfır kabul edilir. Dolayısıyla gama bozunmasına uğrayan bir elementin atom ve kütle numarası değişmez.
Gama ışınları çok yüksek enerjili, elektromanyetik dalgalardır. Genele olarak gama ışınları tek başına meydana gelmez. Bir takım radyoaktif bozunma veya çekirdek tepkimelerinin ardından meydana gelir. Örneğin alfa ve beta parçacıkları oluşturan bazı radyoaktif bozunma tepkimeleri sonucunda çekirdek enerjili halde kalır. Bu yüksek enerjili çekirdek gama ışını yayarak daha düşük enerjili çekirdeğe dönüşür.
Sekonder Beta Işınları: Bazı izomerik geçişlerde bazı uyartılmış çekirdekler gama ışınları vermezler, ama enerji aşırıları atomun çekirdek dışındaki ve çoğunlukla K tabakasından
elektron koparıp fırlatmaya harcanır. Buna iç dönüşüm denir. Çekirdek dışı elektronlar belli enerji seviyeli elektronlar olduğundan, bu sekonder beta ışınlarının enerjileride bellidir. Genellikle, izomerik geçiş enerjisinin ancak bir kısmı iç dönüşüm elektronları verir. Bir iç dönüşüm elektronun fırlatılmasından sonra boşalan yere üst tabakalardan elektron sıçraması sonucu ya enerji elektronun çıktığı ve geldiği seviyedeki enerji farkına eşit enerjili ve elementin karakteristiği olan X ışınları fotonu meydana gelir, ya da bu enerji üst tabakalardaki bir elektronun fırlatılmasına harcanır. Böylece ışımasız bir iç dönüşüm olur. Bu şekilde meydana gelen elektronlara auger elektronları denir. Bunların da enerjileri bellidir.
Yukarıdaki izahlardan anlaşılacağı üzere, beta ışınlarının dağılımı çok karışıktır. Kesiksiz bir enerji dağılımı gösteren primer beta ışınları yanında belli enerjili dönüşüm ve auger elektronları da bulunur.
Pozitron Işıması: Pozitron ışımasında çekirdekteki bir proton bir nötrona dönüşür. Bu esnada özellikleri elektrona benzeyen fakat pozitif yüklü bir tanecik oluşur. Bu taneciğin çekirdekten dışarı fırlatılması pozitron ışımasıdır. Pozitron parçacığı B+ veya +1e0 şeklinde sembolize edilir. Pozitron ışıması yapan bir çekirdeğin atom numarası 1 azalır, kütle numarası ise değişmez.
RADYASYONUN GENETİK ETKİLERİ
Düşük seviyeli radyasyonun tek belirgin sağlıksal etkisi sonraki kuşaklarda görülen genetik sakatlıklara sebep olmasıdır. Genellikle genetik bozukluklar olarak adlandırılan bu sakatlıklar, renk körlüğünden, mongolizm gibi ciddi hastalıklara kadar çeşitlilik gösterir. Bazı kişiler, radyasyonun iki başlı çocukların doğmasına; insan altı ya da insan üstü canavarların ortaya çımasına neden olacağına inanırlar. Durum kesinlikle bu değildir; çünkü insanlık daima doğal radyasyona maruz kalmış olmasına karşın, hiçbir zaman bu tür vakalar görülmemiştir.
Bazı kişiler de radyasyon kaynaklı genetik etkilerin insan soyunu yok edeceğine inanırlar. Ancak bu da yanlıştır. Yani radyasyonun yol açacağı herhangi bir kötü özellik, sonuçta yok olacaktır. Nükleer endüstrinin genetik etkileri, ancak insanın doğal kaynaklardan aldığı radyasyondan sadece yüzde bir kadar daha fazla radyasyon etkilenimine yol açtığı hatırlandığında en iyi şekilde anlaşılabilir. Doğal radyasyonun da, normal olarak karşılaşılan genetik bozukların sadece %3’ünden sorumlu olduğu düşünülmektedir. Nükleer gücün genetik etkilerini anlamanın muhtemelen daha kolay bir yolu, geç yaşta çocuk sahibi olma durumudur. Geç annelik yaşının Down sendromu, Turner sendromu ve birkaç diğer kromozomal düzensizliğe yakalanma riskini artırdığı bilinirken, geç babalık yaşının da akondroplazia ve binlerce diğer otozomal, baskın hastalık riskini hızla artırdığı bilinmektedir. Sonuçlara, fareler üzerinde yapılan çalışmalar ile varılmış olması ilginçtir, çünkü insanlar üzerinde genetik bozukluğa yol açan, radyasyonla ilgili gerçek bir kanıt yoktur. Böyle bir kanıt bulabilmek için en iyi yol, atom bombasından sonra Japonya’da hayatta kalan insanları gözlemektir, ancak dikkatli olarak yapılan birkaç çalışmada, bu insanların ilk kuşak çocuklarında aşırı miktarda genetik bozukluk görülmemiştir.
Genetik bozukluğa sahip bir çocuğu olması riskini merak edebilir; bu gebelikten önce maruz kalınan her mrem radyasyon için 40 milyonda bir olasılıktır.
Hava kirliliğinin ve birçok kimyasal maddenin de genetik bozukluğa yol açtığını ifade etmek uygun olacaktır. Kükürt dioksit suda çözündüğünde ortaya çıkan bisülfatlar ve nitrojen oksitlerde elde edilen nitrosamin ve nitrus asiti de içeren 3500 kimyasal madde hakkında kesin olamayan bilgi mevcuttur. Kafein ve alkolün genetik bozukluklara yol açtığı bilinir. Bir çalışmaya göre 28.35 gram alkol, genetik etki bakımından 140 mrem’lik radyasyona eşittir. Bir fincan kahve de 2.4 mrem’lik doza eşittir. Genetik bozukluklara yol açan belki de en önemli insan etkinliği, erkeklerin pantolon giyme geleneğidir. Bu, cinsiyet hücrelerinin ısınmasına yol açar ve böylece kendiliğinden ortaya çıkan mutasyonların, yani genetik hastalıkların başlıca kaynağının olasılığını arttırır. Kaba taslak olarak yapılmış mevcut hesaplamalar, bir miliremlik radyasyonun genetik etkilerinin, beş saat pantolon giymekle aynı olduğunu göstermektedir.
Nükleer gücün genetik etkileri ile ilgili can sıkıcı bir nokta da, biz üretilen enerjinin karından yararlanırken, bedelini gelecek kuşakların ödeyeceği şeklindeki zihniyettir. Bununla birlikte, bu kuşağın ve teknolojisinin geleceği olumsuz yönde etkilediği daha başka ve çok daha önemli durumların varlığını da hatırlamalıyız. Nükleer sanayi ve onun sonraki kuşaklara yapacağı genetik etkiler konusunda yapılacak anlamlı bir değerlendirmede, gelecek kuşaklar için, onlarca milyar dolara, onbinlerce yıllık çabaya mal olmuş ucuz ve bol bulunur, sonsuz bir enerji kaynağı karşısında söz konusu olan birkaç genetik bozukluk vakası ile bunlarla mücadele etmek için bizden onlara kalacak ucuz ve etkin araçların karşılaştırılması, dengeyi sağlayacaktır.
CANLILARIN RADYOAKTİVİTEYE KARŞI KORUNMA YÖNTEMLERİ
Henri Becquerel radyoaktiviteyi bulan kişi olarak ünlüdür. Kendisinin ayrı zamanda,radyoaktif maddelerin canlılar için tehlikeli olduğunu da keşfettiğini bilen çok azdır. Becquerel, içinde radyum örneği taşıdığı cebinin altında,dersinin yandığına dikkat etmiş. O zamandan beri, radyumun zararlı ışımalar meydana getirdiğinden haberimiz vardır ve hiç kimse cebinde radyum taşımayı aklına getirmez. Işınımların tehlikesi çok büyüktür,çünkü etkisi,zarar meydana geldikten bir süre(birkaç yıl bile olabilir)sonraya kadar hissedilmez.
Atom ışımaları nedir?Bu terim parçalanan atomlardan fırlatılan hızlı taneciklerden oluşmuş demetler ve enerji dalgaları için kullanılmaktadır. Her atom parçalandığı zaman çekirdeğinin bir kısmını dışarı fırlatmaktadır. Bir atom ortasındaki,çekirdek adı verilen bir göbekten belirli uzaklıkta, bu göbeğin çevresinde dönen ve elektron adı verilen küçük taneciklerden yapılmıştır. Her elektron negatif elektrik yükü taşımaktadır. Çekirdek, proton ve nötron adı verilen iki cins tanecikten yapılmıştır. Protonlar pozitif elektrikle yüklüdür, nötronlar yüksüzdür. Bir radyoaktif atomun çekirdeği hiçbir sebep olmadan parçalanma eğilimi gösterir. Parçalandığı zaman proton ve nötron fırlatacağını söyleyebiliriz. Gerçekten böyle olur, ama çoğunlukla, fırlatılan tanecikler alfa ve beta tanecikleridir. Alfa taneciği iki proton ve iki nötrondan oluşmuş bir gruptur; içinde proton olduğu için pozitif elektrikle yüklüdür. Beta taneciği elektronla aynıdır. Negatif elektrik yükü taşımaktadır. Çekirdeğin çevresinde dönen elektronlardan gelmektedir, ama nötronlardan birinin, bir proton ve elektron haline gelmesini sağlayan bir dönüşüm sonunda çekirdekten fırlatılmaktadır. Taneciklerin hızı bunların enerjisini ve giderek, cisimlere geçme yeteneğini belirtir. Alfa ve beta tanecikleri hemen hemen ışık hızına yakın bir hızla hareket ederler. Enerji dalgalarına gama ışınları denir ve elektrik yükü taşımazlar. Bütün bu ışınlarda ve hareket eden taneciklerde, önemli bir ortak özelik, yolları üzerine rastlayan atomların elektronlarını koparma eğilimidir. Dönmekte olan elektronlarından bazılarını kaybedince, bu atomlar, elektrikle yüklü hale gelirler ve ilk hallerindeki atomlardan çok daha fazla ve değişik şekilde kimyasal reaksiyon meydana getirme özelliği kazanır. Belki atom, ışımalarına gösterilen canlı dokuların harap olması bu yüzdendir. Herhangi bir ışınımın cisimlere ne kadar geçebileceği bunun enerjisine bağlıdır. Çünkü, ışınım her bir atoma çarpışında, bu atomlardan elektron koparmakla enerjisinin bir kısmını kaybeder. Alfa tanecikleri havada birkaç santimetre ilerleyince havadaki gaz atomlarından elektron koparmak yoluyla bütün enerjisini kaybeder. Madenlerde yaklaşık olarak milimetrenin binde birkaçından ve canlı dokulardaysa yaklaşık olarak yüzde birinden fazla bir derinliğe giremez. Bir tek alfa taneciği milyonlarca atomlardan elektron koparabilir. Beta ışınlarının geçme yeteneği alfa ışınlarından daha fazladır, ama canlı dokular içerisinde fazla ileri gidemez. Alfa ve beta ışınları verev cisimler deride ışınım verev cisimler deride ışınım yanıklarına sebep olabilir. Kazara nefes alma yoluyla yada yutularak vücuda girerlerse, özellikle tehlikeli olurlar, çünkü bu ışınımların geçme yeteneği küçük olmakla beraber, uzun bir süre boyunca akciğerlerin ve midenin çeperlerinde meydana getirdiği etki çok önemlidir. Gama ışınları alfa ve beta ışınlarından çok daha öldürücüdür; hızlı nötronlar da öyledir. Bunun sebebi, menzillerinin hemen hemen sınırsız olmasıdır. Bu ışınlar, örneğin , insan vücudunun bir tarafından öte tarafına yada yüksek enerjili gama ışınları halinde yirmi santimetre kalınlığında kurşundan geçebilir. Acaba ışınım, hayvan olsun, bitki olsun, canlılara neden zarar verir? Bütün canlılar , canlı hücrelerden yapılmıştır. Büyüme ve eskiyen hücreleri yenileme her bir hücrenin kendisinin bütünüyle aynı olan iki hücreye bölünme yeteneğiyle mümkün olmaktadır. Bu bölünme , hücrenin çekirdeği ve belki bu çekirdekte meydana gelen bir kimyasal ürünle dezoksiribonükleik asit(DNA)meydana gelmektedir. Hücreye hayat veren şeyin ne olduğunu daha kimse tam olarak bilmemektedir, ama bunun, hücrenin çekirdeğini meydana getiren çok atomlu karmaşık moleküllerdeki atomların, anlaşılması güç bir düzenlenmesiyle ilgili olduğu sanılmaktadır. Bölünmenin meydana gelmesi için hücrede normal miktarda DNA bulunmalıdır ki yeni hücrelerin her birine normal miktarda DNA gidebilsin. Elektrikle yüklü bir tanecik sıradan bir moleküle çarparsa, bunun yapısını altüst eder, çünkü atomların bir araya gelmesi elektrikle yüklü taneciklerin çeşitli atomlarda ortaklaşa bulunması ve atomlar arasında değiş tokuş edilmesiyle mümkün olmaktadır. Işınımın elektrikle yüklü taneciklerinin, canlı hücrenin çekirdeği atomların çok karmaşık ve çok dengeli olan düzenine ve su gibi olan dış kısmına gelişi, nasıl olduğu daha tam olarak bilinmemekle beraber, hücrenin hayatını ve yapısını zedeleyen yeni bir düzenlemeye sebep olur. Işınların etkilediği bir hücre hemen ölür, yada ışınların dozu çok büyük ve etkilediği süre çok uzun
değilse, kendini iyi edebilir. Tek bir hücrenin, yeri doldurulur. Ama, bir hayvanın bölünebilen bütün aktif hücrelerinin çekirdeği,bunların bölünmesini engelleyecek kadar zarar görürse, o zaman, yeni hücreler meydana gelemez ve biraz gecikirse de, eninde sonunda hayvanın ölümü gelir. Çok yüksek dereceli ışınım bir canlıyı hemen öldürebilir, çünkü, hücrelerin kimyasal düzenini bozmakla can alıcı organları öylesine kötü bir şekilde zedeler ki, bu organlar görevlerini yapamaz hale gelir bu da ani ölüm demektir. İnsan vücudundaki can alıcı organların korunması derine geçebilen gama ışınlarından ve nötron ışınımlarından bile kurtulma şansı artırabilir, çünkü ana organlar zarar görmezse vücut fonksiyonlarını yapmaya devam edebilir. Alyuvarların üretiminde artmaya sebep olarak vücudun dayanıklılığını arttıran dalak özellikle önemli bir organdır. Biraz tuhaf gelir ama, vücuttaki en büyük kemiklerin korunması da önemlidir, çünkü vücuttaki hasarları onaracak olan yeni kan hücreleri bunların ilik kısmında meydana gelir. Eğer, örneğin sadece bir kalça kemiği korunursa, bu bir tek fabrikanın kan hücreleri üretmeye devam etmesi iyileşme ve yaşama şansını önemli derecede artırır. Hücrelerin ışımaların etkisine uğramasıyla ilgili birçok araştırlamalar yapılabilmektedir; ama hala, birçok şey iyice anlaşılmış değildir. Eğer, hücre olgun bir hücreyse, bunun iyileşme ve bölünerek çoğalabilme şansı çok fazladır. Bölünmenin ilk basamaklarında olan daha genç hücreler ışınlara karşı çok duygundur ve ancak hafif dozlardan zarar görmeden kurtulabilir. Çeşitli ışınların etki olanları hakkında bildiklerimizle, halkı, radyoaktivitenin tehlikelerinden koruyacak güvenlik tedbirlerini bulmak mümkündür. Hiçbir radyoaktif maddenin çıplak elle tutulamayacağı apaçıktır. Cisim, sadece, alfa ve beta ışınları veriyorsa, bunlarla çalışan kimse eldiven giyerek bunları elleyebilir. Ama gene de radyoaktif tozların solunum yoluyla vücuda girmesi tehlikesi vardır. Bunu önlemek için, cisim, üzerinde içini görmek için bir pencere ve kenarlarındaki deliklerde bir çift eldiven bulunan ve eldivenli kutu adı verilen bir kutunun içinde ele alınır. Çalışan kimse, kutunun dışından içeriye erişmek için ellerini eldivenlere sokar. Bu şekilde kutu hava sızdırmaz ve radyoaktif madde çalışan kimsenin hiçbir yerine değmeden kullanılabilir. Gama ışını veren cisimlerin kurşun ve betondan kalın duvarların arkasında saklanması gerekir. Bunlarla ancak uzaktan kumandayla çalışabilir. Radyoaktif cisimlerle çalışanların koruyucu elbise, eldiven ve ayakkabı giymeleri ve bazen maske takmaları, laboratuardan ayrılırken de bunları çıkartmaları şarttır. Koruyucu elbisenin bir şekli, üzerinde toplanması mümkün olan kirleri çıkarmak için fırçalanabilir şişirilmiş, su geçirmez elbisedir. Bu tedbirler kazara çalışan kimsenin üzerine konan radyoaktif tozların laboratuarda yemek içmek, makyaj tazelemek yada sigara içmek, tehlikelidir. İşçiler ve laboratuarlar, ışınım miktarını düzenle kaybeden ölçü aletleriyle kontrol edilir. Bu kontrol düzenlerinin en basiti, madalya gibi cep üzerine asılan madensel bir kılıf içerisindeki bir fotoğraf filmidir. Film her hafta yıkanır ve filmin kararma miktarına bakarak etkisi altında kaldığı ışınım miktarı ölçülür. Eğer maksimum bir doz bulunursa işçi bir süre ışınımlardan uzak durur. Işınımlara karşı korunma, özellikle nükleer reaktörlerin yakınında önemlidir, çünkü buradaki ışınım isteyerek meydana getirilmiştir ve laboratuvarlardakinden çok daha şiddetlidir. Reaktörler kurşunla kaplanmış tek parça bir beton duvarla çevrilmiştir. Bu biyolojik kalkan en hızlı nötronlar ve gama ışınlarını bile durduracak şekilde tasarlanmıştır. Tabii kontrol çubukları ve nükleer yakıt, ancak uzaktan kumandayla yönetilir. Bu biyolojik kalkandan dışarıya biraz ışınım sızarsa, otomatik monitörler hemen alarm işareti verir. Atmosferi kirletebilecek tozlardan temizlenmesi için, nükleer elektrik santrallerini havalandırma gelen hava süzgeçlerden geçirilir. Günümüzde radyoaktif maddelerden ve radyoaktif hale gelen gereçlerden kurtulma, önemli bir problemdir.
Kaynaklar:
Prof.Dr Ali Rıza Berkem, Çekirdek Kimyası İstanbul Üniversitesi Yayınları 1974
Necdet Çelik, Kimya I-Sürat Yayınları 1997
Bernard I. Cohen, Çok Geç Olmadan 1994
Sir Lowrence Bragg-Sir James Dhadwik Norman Fisher-Sir Harry Melville-Prof.J.Z Young, Bilim Dünyası-Arkın Kitapevi
Hazırlayan: Begüm SAĞOCAK, Özel GAYE Lisesi, 10-A sınıfı, Mayıs 2000
www.kimyaokulu.com

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top