Cengiz Aytmatov, dünyanın en önde gelen roman ve öykü yazarlarındandır. Yapıtlarını Rusça veya Kırgızca olarak kaleme alan Aytmatov, roman ve öykülerinde Kırgız halkının yaşamını, kültürel yabancılaşmadan çevre kirliliğine değin pek çok sorunu değişik ve çarpıcı üslûpla kaleme almıştır.
Pek çok ödül ve nişanın sahibi olan Aytmatov, yazarlığın yanında Kırgızistan’ın Lüksemburg Büyük Elçiliği görevini yürütmektedir.
“Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir…gider gelirdi.. Bu yerlerde demiryolunun her iki yanında ıssız, engin, sarı kumlu bozkırların özeği Sarı Özek uzar giderdi. Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenwich meridyeninden başlıyorsa, bu yerlerde de mesafeler demiryoluna göre hesaplanırdı. Trenler ise doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir, gider, gelirdi…”
Aytmatov’un çok tanınan eserlerinden biri olan “Gün Olur Asra Bedel”, diğer adıyla “Gün Uzar Yüzyıl Olur” esas itibarıyla Sovyetler Birliği döneminde yaşanan sosyal ve kültürel sorunların bir öz eleştirisidir. Aytmatov, romanında, geçmişin efsaneleriyle geleceğin bilim kurgusunu harmanladığı çok özel bir teknik uygulamıştır.
Çağdaş romancılığın başyapıtlarından biri olan Gün Olur Yüzyıl Olur, aslında yalın bir kurguya dayalıdır. Uçsuz bucaksız bozkırların kuş uçmaz kervan geçmez köşelerinin birinde, belki ayda bir trenin geçtiği istasyonda görevli iki arkadaştır, Yedigey ve Kazgangap.
Aytmatov romanında, sıradan bir yaşamdan, ulusal ve toplumsal sorunlara gönderme yapar.Yer, Sarı Özek bozkırıdır…Kırgızistan’ın uçsuz bucaksız bozkırlarının birinde Sarı Özek’teki basit ve tekdüze bir yaşamın; demiryolcu Yedigey’in, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri arkadaşı ve en yakın dostu Kazangap’ı, vasiyeti üzerine, atalarından miras kaldığına inandığı ve kutsal bildiği Sarı Özek bölgesinde bir mezarlığa gömmek istemesinin ve bu süreçte yaşadığı çelişkilerin öyküsüdür. Çevre ve kişiler, bize pek yabancı olmayan, Orta Anadolu bozkırlarının ve halkının adeta bir kopyasıdır.
Aytmatov’un yapıtlarında başlangıç, aynı zamanda bitiştir. Başlayan her şey biter, biten her şey de yeni bir başlangıçtır. Zamanın erdiği bozkırlarda, gün, yüzyıl kadar uzun; geçen yüzyıllar ise bugün kadar yakındır aslında. Aytmatov tren raylarının sonsuzluğa uzayıp giden kıvrımları arasında yiyecek arayan bir tilkinin yaşadıklarını adeta empatik yaklaşımla yaşatır bizlere.
Kazgangap, sağlığında, Kırgız efsanelerinin birinde adı geçen Nayman Ana türbesinin yer aldığı Ana Beyit bölgesine gömülmek istediğini söylemiştir.
Her şey, bir devenin sırtında Ana Beyit mezarlığına yol alan cenaze konvoyunun en önünde giden Yedigey’in bilincinde oluşur ve gelişir. Sarı Özek’teki istasyondan kutsal mezarlığa giden cenaze konvoyunun başını çeken Yedigey, can dostu Kazgangap’la yaşadıklarını, bu kısa yolculuk sırasında geri dönüşlerle bilinç üstüne çıkarır. Romanın ilerleyen sayfalarında, anlatılanların, bu yolculuk boyunca tahayyül edilenlerin ürünü olduğu ortaya çıkar. Yedigey, koca ömrü, bir güne hatta saatlere sığdırır; geçmişin, şu anın ve geleceğin aynı şey olduğunu, deve sırtındaki bilinç akışlarında yaşar ve yaşatır.
Gün Olur Yüzyıl Olur, dönemin yönetim anlayışına, Stalin diktatörlüğüne eleştirel bir bakış getirir. Bu eleştirel bakış, devlet kademelerinde görev yapan kişilere olumsuz karakterler çizilmesiyle kendisini gösterir. Roman kahramanlarında Sabitcan, bozkırın karşısında şehri, sıradan Kırgızın karşısında ise yönetime yakın, toplumsal yabancılaşmaya örneği temsil eder. Aytmatov’un yapıtlarında olumsuz kişilerin şahsında, sistemin yozlaşmış uygulamaları, üstü kapalı da olsa acımasızca eleştilir.
Yedigey, can dostu Kazgangap’ın naaşını vefa borcunu ödemek üzere küçük bir cenaze konvoyuyla Ana Beyit’e götürmektedir. Ancak, destan kahramanı Nayman Ana’nın mezarının bulunduğu Ana Beyit’te, Sovyet yönetimince bir uzay üssü kurulmuştur.
Cengiz Aytmatov, romanında “mankurt” kavramını bir sosyoloji terimi yapacak derecede çarpıcı sosyolojik saptama yapar. Mankurt, Aytmatov’dan sonra, geçmişini unutmuş, bedeniyle ve ruhuyla karşı tarafın buyruğu altına girmiş, yeni efendisine yaranmak için kendi değerlerine, ailesine ihanet edenlerin ortak adıdır.
Nayman Ana, mankurt olan oğlunu kurtarmaya çalışan, umut ve korku dolu bir yürekle çalkalanan bir Kırgız anasıdır. Onun mücadelesi, trajediyle bitse de, sonraki yüzyıllarda yaşanacaklara âdeta geçmiş çağlardan, ötelerden bir uyarıdır.
Kırgız ananın trajedisi, bulduğu sandığı bir anda, oğlunun okuyla öldürülmesiyle, efsaneden modern topluma bir projeksiyon tutar. Tarihsel mankurtlaşma, aslında, modern zamanlarda yaşanan mankurtlaşmanın iz düşümüdür âdeta.
Gün Uzar Yüzyıl Olur’da geçmiş ile şu an, gerçekler ile destanlar iç içedir. Juan Juanlar, Sarı Özek bozkırında yaşayan Naymanların topraklarını istilâ eder. Tutsak aldıkları Nayman gençlerinin kafalarına yaş deve derisinden bir başlık geçirirler. Güneş altında kurumaya ve daralmaya başlayan deri, esirlere korkunç acılar verir. Tutsaklar bu işkencenin sonunda ya ölürler ya da mankurtlaşırlar yani belleklerini ve bilinçlerini yitirirler. Juan Juanlar, tutsakların anılarını belleklerinden silmekle, insanlığın bilincini yok etmekle insanlık onurunu ayaklar altına almayı başarmış bir topluluktur.
Mankurtlaşan tutsak artık efendisinden başkasını tanımaz. Ne anasını, ne babasını, ne de bir başka şeyi hatırlar. Ağzı var, dili yoktur artık; isyanı ve itaatsizliği hiç düşünmeyen tek varlıktır yeryüzünde.,
Yedigey’in Kazgangap’ı gömmek istediği yer, Nayman Ana’nın mezarı artık uzay üssüdür. Romanda yerleşik sistemin değerlerini simgeleyen Kazgangap’ın oğlu Sabitcan ise babasının cenazesine dahi zorla gelmiştir; herhangi bir sorun çıkmadan bir an önce törenin bitmesini ve şehre dönmeyi istemektedir.
Üsse yaklaşan cenaze konvoyunu durduran nöbetçiler, buranın askerî bölge olduğunu söyleyerek cenaze konvoyunun Ana Beyit’e girmesine izin vermek istemezler. Tartışma sürerken Nöbetçi subay gelir. Nöbetçi subay Kırgız kökenli bir delikanlıdır. Kendi halkından bir muhatapla karşılaşan Yedigey sorunu çözeceği inancıyla konuyu açıklamaya başlar. Nöbetçi subayın cevabı çok kısa ve çarpıcıdır: “Yoldaş, Rusça konuş” . Yedigey afallayarak niçin Kırgızca konuşmadığını sorar. Kırgız subay görevde olduğunu, görevde iken Kırgızca konuşamayacağı cevabını verir.
Konvoy çaresizlik içinde, kutsal topraklardan uzaklaşır. Yedigey başka bir yerde cenazeyi yaparak gömer; ancak Kırgız geleneklerini, tam olarak bilmeden ve uygulayamadan gömmek onu çok rahatsız etmiştir.
Aytmatov, baskıcı bir rejimin yerel ve ulusal değerleri silmeye çalıştığı bir zamanda alegrofik imgelerle ulusal kimliğini örten perdeyi aralamayı bilmiş, toplumsal sorunları ve bu sorunların derin yapılarını zamanın gündemine taşıma olanağını yaratmış ve romanlarıyla insanlığın hizmetine sunmuştur.
Pek çok ödül ve nişanın sahibi olan Aytmatov, yazarlığın yanında Kırgızistan’ın Lüksemburg Büyük Elçiliği görevini yürütmektedir.
“Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir…gider gelirdi.. Bu yerlerde demiryolunun her iki yanında ıssız, engin, sarı kumlu bozkırların özeği Sarı Özek uzar giderdi. Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenwich meridyeninden başlıyorsa, bu yerlerde de mesafeler demiryoluna göre hesaplanırdı. Trenler ise doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir, gider, gelirdi…”
Aytmatov’un çok tanınan eserlerinden biri olan “Gün Olur Asra Bedel”, diğer adıyla “Gün Uzar Yüzyıl Olur” esas itibarıyla Sovyetler Birliği döneminde yaşanan sosyal ve kültürel sorunların bir öz eleştirisidir. Aytmatov, romanında, geçmişin efsaneleriyle geleceğin bilim kurgusunu harmanladığı çok özel bir teknik uygulamıştır.
Çağdaş romancılığın başyapıtlarından biri olan Gün Olur Yüzyıl Olur, aslında yalın bir kurguya dayalıdır. Uçsuz bucaksız bozkırların kuş uçmaz kervan geçmez köşelerinin birinde, belki ayda bir trenin geçtiği istasyonda görevli iki arkadaştır, Yedigey ve Kazgangap.
Aytmatov romanında, sıradan bir yaşamdan, ulusal ve toplumsal sorunlara gönderme yapar.Yer, Sarı Özek bozkırıdır…Kırgızistan’ın uçsuz bucaksız bozkırlarının birinde Sarı Özek’teki basit ve tekdüze bir yaşamın; demiryolcu Yedigey’in, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri arkadaşı ve en yakın dostu Kazangap’ı, vasiyeti üzerine, atalarından miras kaldığına inandığı ve kutsal bildiği Sarı Özek bölgesinde bir mezarlığa gömmek istemesinin ve bu süreçte yaşadığı çelişkilerin öyküsüdür. Çevre ve kişiler, bize pek yabancı olmayan, Orta Anadolu bozkırlarının ve halkının adeta bir kopyasıdır.
Aytmatov’un yapıtlarında başlangıç, aynı zamanda bitiştir. Başlayan her şey biter, biten her şey de yeni bir başlangıçtır. Zamanın erdiği bozkırlarda, gün, yüzyıl kadar uzun; geçen yüzyıllar ise bugün kadar yakındır aslında. Aytmatov tren raylarının sonsuzluğa uzayıp giden kıvrımları arasında yiyecek arayan bir tilkinin yaşadıklarını adeta empatik yaklaşımla yaşatır bizlere.
Kazgangap, sağlığında, Kırgız efsanelerinin birinde adı geçen Nayman Ana türbesinin yer aldığı Ana Beyit bölgesine gömülmek istediğini söylemiştir.
Her şey, bir devenin sırtında Ana Beyit mezarlığına yol alan cenaze konvoyunun en önünde giden Yedigey’in bilincinde oluşur ve gelişir. Sarı Özek’teki istasyondan kutsal mezarlığa giden cenaze konvoyunun başını çeken Yedigey, can dostu Kazgangap’la yaşadıklarını, bu kısa yolculuk sırasında geri dönüşlerle bilinç üstüne çıkarır. Romanın ilerleyen sayfalarında, anlatılanların, bu yolculuk boyunca tahayyül edilenlerin ürünü olduğu ortaya çıkar. Yedigey, koca ömrü, bir güne hatta saatlere sığdırır; geçmişin, şu anın ve geleceğin aynı şey olduğunu, deve sırtındaki bilinç akışlarında yaşar ve yaşatır.
Gün Olur Yüzyıl Olur, dönemin yönetim anlayışına, Stalin diktatörlüğüne eleştirel bir bakış getirir. Bu eleştirel bakış, devlet kademelerinde görev yapan kişilere olumsuz karakterler çizilmesiyle kendisini gösterir. Roman kahramanlarında Sabitcan, bozkırın karşısında şehri, sıradan Kırgızın karşısında ise yönetime yakın, toplumsal yabancılaşmaya örneği temsil eder. Aytmatov’un yapıtlarında olumsuz kişilerin şahsında, sistemin yozlaşmış uygulamaları, üstü kapalı da olsa acımasızca eleştilir.
Yedigey, can dostu Kazgangap’ın naaşını vefa borcunu ödemek üzere küçük bir cenaze konvoyuyla Ana Beyit’e götürmektedir. Ancak, destan kahramanı Nayman Ana’nın mezarının bulunduğu Ana Beyit’te, Sovyet yönetimince bir uzay üssü kurulmuştur.
Cengiz Aytmatov, romanında “mankurt” kavramını bir sosyoloji terimi yapacak derecede çarpıcı sosyolojik saptama yapar. Mankurt, Aytmatov’dan sonra, geçmişini unutmuş, bedeniyle ve ruhuyla karşı tarafın buyruğu altına girmiş, yeni efendisine yaranmak için kendi değerlerine, ailesine ihanet edenlerin ortak adıdır.
Nayman Ana, mankurt olan oğlunu kurtarmaya çalışan, umut ve korku dolu bir yürekle çalkalanan bir Kırgız anasıdır. Onun mücadelesi, trajediyle bitse de, sonraki yüzyıllarda yaşanacaklara âdeta geçmiş çağlardan, ötelerden bir uyarıdır.
Kırgız ananın trajedisi, bulduğu sandığı bir anda, oğlunun okuyla öldürülmesiyle, efsaneden modern topluma bir projeksiyon tutar. Tarihsel mankurtlaşma, aslında, modern zamanlarda yaşanan mankurtlaşmanın iz düşümüdür âdeta.
Gün Uzar Yüzyıl Olur’da geçmiş ile şu an, gerçekler ile destanlar iç içedir. Juan Juanlar, Sarı Özek bozkırında yaşayan Naymanların topraklarını istilâ eder. Tutsak aldıkları Nayman gençlerinin kafalarına yaş deve derisinden bir başlık geçirirler. Güneş altında kurumaya ve daralmaya başlayan deri, esirlere korkunç acılar verir. Tutsaklar bu işkencenin sonunda ya ölürler ya da mankurtlaşırlar yani belleklerini ve bilinçlerini yitirirler. Juan Juanlar, tutsakların anılarını belleklerinden silmekle, insanlığın bilincini yok etmekle insanlık onurunu ayaklar altına almayı başarmış bir topluluktur.
Mankurtlaşan tutsak artık efendisinden başkasını tanımaz. Ne anasını, ne babasını, ne de bir başka şeyi hatırlar. Ağzı var, dili yoktur artık; isyanı ve itaatsizliği hiç düşünmeyen tek varlıktır yeryüzünde.,
Yedigey’in Kazgangap’ı gömmek istediği yer, Nayman Ana’nın mezarı artık uzay üssüdür. Romanda yerleşik sistemin değerlerini simgeleyen Kazgangap’ın oğlu Sabitcan ise babasının cenazesine dahi zorla gelmiştir; herhangi bir sorun çıkmadan bir an önce törenin bitmesini ve şehre dönmeyi istemektedir.
Üsse yaklaşan cenaze konvoyunu durduran nöbetçiler, buranın askerî bölge olduğunu söyleyerek cenaze konvoyunun Ana Beyit’e girmesine izin vermek istemezler. Tartışma sürerken Nöbetçi subay gelir. Nöbetçi subay Kırgız kökenli bir delikanlıdır. Kendi halkından bir muhatapla karşılaşan Yedigey sorunu çözeceği inancıyla konuyu açıklamaya başlar. Nöbetçi subayın cevabı çok kısa ve çarpıcıdır: “Yoldaş, Rusça konuş” . Yedigey afallayarak niçin Kırgızca konuşmadığını sorar. Kırgız subay görevde olduğunu, görevde iken Kırgızca konuşamayacağı cevabını verir.
Konvoy çaresizlik içinde, kutsal topraklardan uzaklaşır. Yedigey başka bir yerde cenazeyi yaparak gömer; ancak Kırgız geleneklerini, tam olarak bilmeden ve uygulayamadan gömmek onu çok rahatsız etmiştir.
Aytmatov, baskıcı bir rejimin yerel ve ulusal değerleri silmeye çalıştığı bir zamanda alegrofik imgelerle ulusal kimliğini örten perdeyi aralamayı bilmiş, toplumsal sorunları ve bu sorunların derin yapılarını zamanın gündemine taşıma olanağını yaratmış ve romanlarıyla insanlığın hizmetine sunmuştur.