Kitap A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Aralık 2011 Pazartesi

Araba Sevdası (Recaizade Mahmut Ekrem)

0 yorum | Devamını Oku...
Kitabın Adı : Araba Sevdası
Kitabın Yazarı : Recaizade Mahmut EKREM
Yayın Evi – Adresi : İnkılap Kitabevi – Yayın Sanayi
Basım Yılı : -

Kitabın Konusu

Bir görüşte aşık olan Fransız hayranı savurgan bir şahsın, kendi kendine gelin-güvey olarak yaşadıklarını anlatmaktadır.

KİTABIN ÖZETİ

Bihruz Bey zamanındaki İstanbul’da yaşayan, pek şık giyinmesini seven ve validesinin yardımıyla geçinen, kibirli ve kendini dekolte gören, genç bir beydir. Her yıl olduğu gibi, baharın gelmesiyle Bihruz Bey’in de içi hoş olur ve sık sık gezintilere çıkar. Bir gün gelir ve lando diye tabir edilen ve bir o kadar da şık olan sarı renkli at arabasına biner. Arabasından indiğinde güzel bir lando daha gelir ve içerisinden iki hanım iner. Biri Periveş adında güzel, yirmi yaşlarında, sarışın bir hanım ve diğeride Bihruz Bey’in sarışın hanımın hizmetkarı sandığı yaşlıca bir kadındır. Bihruz Bey, blond diye tabir ettiği sarışın hanıma gönlünü kaptırır. Bu hanımların arakalarından yürür ve hanımların bu yere bir sonraki Cuma geleceklerini öğrense de gelecekleri saati öğrenmek nasip olmaz. Bir anda Keyfi Bey’in çıkması ile Periveş hanım hızlıca kaçar ve Bihruz Bey her ne kadar takip etmeye çalışsa da izini kaybeder. O günden sonra bu sarışın güzel, Bihruz Bey’in aklından hiç çıkmaz.

Bihruz Bey sarışın hanım için bir mektup ve alıntı bir şiir yazıp, gönderir. Fakat daha sonra şiirde anlamını bilmediği bir sözcüğün, ona değil de sarışın yerine esmere hitap ettiğini öğrenince kahrolur. Bu sırada borçlarının kabarması üzerine paraya ihtiyaç duymaktatır. Bu yüzden köşkü satmayı düşünse de validesi buna izin vermemektedir. Keyfi Bey ile konuşurken Keyfi Bey’in yalandan söylediği sarışın güzelin (blondun) öldüğü haberini alır. Bunun üzerine Bihruz Bey sanki çok büyük bir aşk yaşamışlar gibi kendini kahreder, günlerce ağlar.

Daha yeni kendine geldiği anda dışarı gezintiye çıkmıştır. Üsküdar vapuruna yaklaşır fakat onu kaçırır. Vapur henüz iskeleden ayrıldığı anda Periveş hanımın vapurda oturduğunu görür. Bir anda büyük bir heyecana kapılır ve sevinçten gözleri ışıldar. Keyfi Bey’in yalanını suratına çarpmak hevesiyle Keyfi Bey’in yanına gider fakat Keyfi Bey ikinci bir yalanla o gördüğü kişinin Periveş hanım olmadığını ve ona çok benzeyen bir çalışanı olduğunu söyler. Bunu üzerine Bihruz Bey tekrar yıkılır. Bu esnada alıcaklılar Bihruz Bey’i sıkıştırmaktadır.

Bihruz Bey’in arabacısı olan Andon bir gün Bihruz Bey’in emri üzerine onu bekler ve Bihruz Bey’in geri dönmemesi üzerine köşke doğru yola koyulur. Bu esnada arabayı çizdirerek ufak bir kaza yapar. Bundan Bihruz Bey’in haberi olmadan kurtulmak amacıyla arabayı tamir fabrikasına götürür. Fabrikasında Bihruz Bey’in arabasını gören Kondaraki, onca uyarılara rağmen Bihruz Bey’in borcunu ödememesi üzerine arabaya ve hayvanlara el koyar. Bunun üzerine Andon çaresiz köşke gider ve olanları Bihruz Bey’e anlatınca işten kovulur. Kondaraki daha sonra Bihruz Bey’e nisbet olurcasına Andon’u işe alır.
Bihruz Bey validesinin isteği üzerine İstanbul’dan ayrılmayı düşünürken bir yıl daha burda geçirmeye karar verir. Bu esnada Müsyü Piyer ara sıra gelmekte ve beraber çalışmaktadırlar. Bir gün Bihruz Bey çarşıda gezerken o sarışını tekrar görür ve blondunun çalışanı olarak sandığından aşık olduğu sarışın kadının mezarını öğrenmek maksadıyla hanımın peşine koyulur. Ara bir sokaktan geçerken nazik bir şekilde durumu izah eder. Sonra da aşık olduğu o sarışın hanımın aslında o çalışan kadın olduğunu ve o gün geldikleri güzel arabayı kiraladıklarını diyer bir tabir ile zengin olmadıklarını öğrenir. Bunun üzerine yalan aşkından dolayı Bihruz Bey bir daha yıkılır. Sarışın hanım da alay ederek yoluna devam eder.

KİTABIN ANAFİKRİ

Bu eserden dış görünüşün insanı yanıltabileceği ve dış görünüşe fazla aldanılmaması gerektiği yargısı çıkarılmaktadır. Bunun yanında insanın olayları kendi istediği gibi agılamayıp gerçeği görmesinin gerektiği, o zamanlarda görülen ve yabancı hayranlığından kaynaklanan Fransızca ile karışık bir dil kullanma durumunun kişilerin anlaşmasında zorluklar yarattığı ve önyargılı davranışların insanı ne derece hataya sürüklediği anlatılmaktadır.

KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Bihruz Bey: Şık görünmeyi seven, valide parasını yiyen tutarsız ve savurgan bir gençtir. İnsanların dış görünümüne önem verir. Kendi kendine gelin ve güvey olur. Olayları işine geldiği şekilde algılar. Umursamaz ve düşüncesiz bir karaktere sahiptir. Gittiği heryerde tanıştığı her insanla Fransızca konuşarak tiraj yapmaya çalışır.

Periveş Hanım (blond): Bihruz Beyin zengin bir hanım sanıp, gönlünü kaptırdığı kişidir. Gerçekte zengin değildir. Alaycı bir karaktere sahiptir. Sarışın, yirmi yaşlarında, orta boylu ve güzel bir kızdır.

Keşfi Bey: Bihruz Bey’e yalan söylemiştir. Şakacı bir yapısı vardır.

Mişel: Bihruz Bey’in hizmetkarıdır. Her zaman kibar görünür ve Bihruz Bey gibi Fransızca ile karışık bir dil konuşur.

Andon: Bihruz Bey’in arabacısıdır. Bihruz Bey’in sarı renkli şık arabasını verilen emirler doğrultusunda kullanır. Bihruz Bey’den oldukça korkar.

Müsyü Piyer: Bihruz Bey’e öğretmenlik yapan, ona kitaplar getirip, okuyan orta halli bir profesördür. Geçimini biraz da Bihruz Bey’in yardımıyla sağlar.

Kondaraki: Araba tamir fabrikasının müdürüdür. Bihruz Bey’in arabasını pek beyenmiş ve göz koymuştur.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitap yazılan ilk realist roman olmasına rağmen okuyucuyu dili yönünden zorlamaktadır. Kitapta yabancı hayranlığı, dış görünüşe önem verme, maddiyatçılık, önyargılı davranma vb. gibi toplumda o zamanlarda sık görünen sorunlar ele alınmıştır.

YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ

Recaizade Mahmut EKREM; “Araba Sevdası” romanıyla Türk roman tarihimizde, romantizmden realizme geçen ilk romancımız ünvanını kazanır. Tanzimat edebiyatımızın en önemli şairleri ve yazarları arasındadır. İsatnbul’da Vaniköy’de doğdu (1 Mart 1847), Takvimhane Nazırı Recai Efendinin oğludur. İlk öğrenmini, zamanın bilim ve sanat adamlarından olan, babasından aldı. Beyzıt Rüştüyesi’nde Harbiye İdadisi’nde okudu. Hariciye nezareti Mektubi Kalemine memur olarak girdi (1862). Fransızcasını iyice geliştirdi. Namık Kemal’le tanıştı; eski şiirden vazgeçip Batı edebiyatına yöneldi. “Tasvir-i Efkar” gazetesine yazmıya başladı. Namık Kemal Avrupa’ya kaçarken gazatenin idaresini ona bıraktı (1867). Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu (1877); Mekteb-i Mülkiye’de, Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) de edebiyat öğretmenliği yaptı (1880-1887) ve Maarif Nazırlığında bulundu (1908). Ayan Meclisi’ne (Senatoya) seçildikten bir süre sonra öldü (31 Ocak); vasiyeti üzerine, Küçüksu’da oğlu Nijad’ın yanına gömüldü (1914).
Reacaizade Mahmut Ekrem; şiir, eleştiri, hatıra, çeviri, inceleme, hikaye, roman, tiyatro alanında 25’i aşkın eser vermiştir. En tanınmışları: Afife Anjelik (piyes, 1870); Yadigar-ı Şebap (Gençlik Hatırası, şiirler, 1872); Atala (çeviri roman, 1872); Vuslat-yahut-süreksiz Sevinç (piyes, 1875); Talim-I Edebiyat (edebiyat bilgileri, 1879); Zemzeme (şiirler, 3 cilt, 1882-85); Takdir-i “Elhan” (eleştiri, 1886); Muhsin Bey (hikaye, 1890); Pejmürde (şiirler, 1893); Şemsa (hikaye, 1893); Araba Sevdası (roman, 1896); Nijat Ekrem (mensur, manzum şiirler, anılar, 1911); Çok Bilen Çok Yanılır (piyes, 1914).

Atatürk’ün Fikir Sofrası (İsmet Bozdağ)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : Atatürk’ün Fikir Sofrası
KİTABIN YAZARI : İsmet BOZDAĞ
YAYINEVİ VE ADRESİ : Tekin Yayınevi
BASIM TARİHİ : 1999 

KİTABIN YAYIM MAKSADI

Atatürk’ün akşam sofrasının temel felsefesi

KİTABIN ÖZETİ

Atatürk de, bildiğimiz bizim gibi bir insandı. Bir çok kişisel özellikleri vardı. İnsan ilişkilerinde nasıl davranırdı? Neyi sever, neye öfkelenir,nasıl düşünürdü? Günlük hayatı nasıldı,kaç saat uyur,kaç saat çalışırdı? Fikirlerini uygularken kullandığı metodlar nelerdi? gibi bir çok sorular aklımıza gelebilir. Bu kitapta da bunların dışında ATATÜRK’ün sofralarından, verdiği eğlencelerinden, toplantılarından bahsedilmiştir.
“Atatürk’ün Sofrası” demek fikir ve kararlarını kesinleştiği an demektir. Atatürk’ün hayatında dinlenme için ayrılmış bir zaman yoktur. Uyumuyorsa, okumuyorsa, yazmıyorsa mutlaka sofrada arkadaşları ile bir şeyler konuşmakta, bir şeyler tartışmakta, haber alıp vermekte, uyguyalayacağı düşüncelerine sosyal taban hazırlamaktadır. Atatürk’ün güçlü bir kişiliği olduğunu hepimiz biliyoruz. O çevresindeki insanların , hatta yakın arkadaşlarının kendi karşısında rahat konuşmadıklarını , fikirlerini açıklamaktan çekindiklerini görüyordu. 

Her şeyi bilmek , her bildiğini değerlendirmek inancında idi. O nedenledir ki konuştuğu insanları rahatlatabilmek , her şeyi konuşabilmek ve çözümlemek için sofrasına çağırırdı. Şu inançtaydı; içki ve dostlukla rahatlamış insanlar , bir süre sonra fikirlerini cesaretle ortaya koyar, bildiklerini , işittiklerini kendi görüşlerine göre değerlendirirlerdi. Bu yüzden Atatürk; bir çok devlet ,memleket, dünya meselelerini zaman zaman sofraya getirmiş , orada konuşulmuş hatta karara bağlamıştır. Devlet ,memleket , dünya olayları Atatürk sofrasının aynasıdır. Fikirler ulusal görüşlere orada dönüşürdü. Örneğin, sofrasındaki en yakın arkadaşlarını çevresinden uzaklaştırır, bakan,başbakan değiştirir ,kadrosunu kurar, kadrosunu tasfiye eder, halkı aydınlatır ve devlet adamlarını uyarırdı.

Bu kitabın genelinde Atatürk’ün sofralarından alıntılar mevcuttur. Bunlardan bazılarına değinecek olursak

TÜRK MİLETİ’NİN ÖYKÜSÜ

Bu bölümde Cumhuriyetin 10. Yılını kutlamak için verilen geceden bahsediliyor. Gecede halkı ile eğleniyor ve onlara öğütler veriyordu. Bir Yüzbaşıya da “Gençlik bilekte değil kafadadır” diyerek büyüklüğünü gösteriyor. Ayrıca yeri geliyor, eğlence yerini meclise çeviriyor. Yaptığı inkılapları anlatıyor. Kırtasiyecilikle boğuştuğumuzu , vatandaşlara babadan oğula sıçrayan bir ideal verdiğimizi ve Yarının Türkiyesi’nin temellerini attığını söylüyor.

BİR GÜN ATATÜRK GİZLİCE KÖŞTEN KAÇTI

Bu bölümde gerçekten Florya Köşkü’nden sıkıldığını Atatürk arkadaşı Nuri CONKER’e anlatır.Bir arabayla kaçarlar ve bir çocuk gibi sevinirler. Bu arada askerlere “Merhaba Asker!”deyip, karşılığında topluca “Sağol” dendiğini anlatıyor. Arabayla bir köye giderler ve orada Halil Ağadan ayran içip onu köşke yemeğe davet ederler. Yemekte ise köylünün derdini sorunlarını dinler ve direkt bakanlara ve başbakana emir verir.

MAZARİK’DE BİR AKŞAM

Yine köşkten kaçıp halkın arasına karışmıştı. Sonra Harbiye Öğrencisi iken gelmiş olduğu Mazarik adlı kokteyl ve yemek salonuna geldi. O’nun oraya geldiğini duyan vali, sivil ve resmi polisler otomobillerle gelince Atatürk rahatsızlığını dile getirir ve köşke döner.

YORGO’NUN MEYHANESİ

Öğrencilik yıllarında geldiği yerlerden biriydi burası. Köşkte arkadaşlarıyla otururken akıllarına gelir ve hemen oraya gidip, anılarını tazeleyip dertleşirler. Bir ara halinden sıkılıp “Vatandaş olmak başka bir güzellik yahu.”der.
Bu kitapta değinilen diğer anı başlıkları ise şunlardır;

-ATATÜRK AFERİSTLERLE BOĞUŞUYOR
-BİR ALTIN TABAKA HİKAYESİ
-DOKTOR REŞİT GALİP DEVRİMLER KONUSUNDA ATATÜRK İLE ÇATIŞIYOR.
-MADAM SENYA OLAYI
-ÇALLI İBRAHİM’İN KÜRKÜ
-ATATÜRK İSMET PAŞA İLE ÇATIŞIYOR.
-ATATÜRK’ÜN BEĞENDİĞİ BİR JEST
-YAHYA KEMAL’E VERİLEN SOFRA CEZASI
-DEVLET VE PARTİ
-ATATÜRK’ÜN YAKASINA YAPIŞTIĞI PARTİ
-ÇELİK PALAS’TA BİR AKŞAM
-ANKARA PALAS‘TA DANSLI ÇAY
-AHMET EMİN YALMAN ATATÜRK’ÜN MASASINDA
-ATATÜRK VE REFİK KORALTAY
-ATATÜRK’ÜN FRANSIZ SEFERİ’NE VERDİĞİ DERS
-KOLAĞASI MUSTAFA KEMAL
-ATATÜRK’E SUİKAST İHBARI
-BİR SOFRADA ÜÇ OLAY

Kitapta adı geçen başlıklarda çeşitli yer ve mekanlarda Atatürk’ün yemeklerde, partilerde ve çaylarda aldığı kararlar ve düşünceler işlenmiştir. Ayrıca Atatürk’ün en yakınlarından alınan her bir bilgi aynı olayın görgü tanıkları ile pekiştirilmiş, hafızalardaki yanlışlıklar düzeltilmiş ve gerçeğe en yakın biçime dönüştürülmüştür. Atatürk’ün sofralarının temel felsefesi O’nun şu sözünde yatmaktadır: “HÜKÜMET UYANDI ,HADİ BİZ YATALIM”.

ANAFİKİR

Bizler konuştuğumuz insanları rahatlatabilmek, dertlerine çözüm bulabilmek, onları daha iyi anlayabilmek için en iyi yöntemi seçmeliyiz. Onları yemeğe davet edip, dostluk, içki ve hoşgörü ile rahatlatarak,fikirlerini cesaretle ortaya döktürerek bildiklerini, işittiklerini acılarını ve sevinçlerini paylaşmalıyız. Bu sayede hayatta bakış açımızı genişletmiş oluruz.

Atatürk Olmasaydı (Cemal Kutay)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : Atatürk Olmasaydı
KİTABIN YAZARI : Cemal KUTAY
YAYINEVİ VE ADRESİ : Aksaray Yayıncılık 1.Levent / İSTANBUL
BASIM TARİHİ : 1998

KİTABIN YAYIM MAKSADI

Atatürk’ün Kurduğu Günümüz Türkiye’si İle O Olmasa idi. Türk Milletinin İçinde Bulunabileceği Durum Arasındaki Uçurumu, Ayrımı Ortaya Sermek,

KİTABIN ÖZETİ

Atatürk olmasaydı, Çanakkale Zaferi olmazdı. Çanakkale Zaferi olmasaydı İngiliz, Fransız, Ruslardan oluşan itilaf devletleri, savaşı planladıkları üzere en çok 17 ayda zaferle bitirir. Rus çarlığı haşmetle sürer, İstanbul / Boğazlar Rusların eline geçer, Sevr antlaşmasının şartları gerçek olurdu.
Trablusgarp ve Balkan harpleri yenilgilerinden sonra morali sıfır benliği yok olmuş ezik ve bitik Türklük için destan devri kapanır.

Dünyanın hiçbir esir milletinde emperyalizmin baskısı altında, milli kurtuluş fikri oluşamaz ve hareket gelişemez. Çarlık Rusya yıkılmasaydı Orta Asya ve Kafkasya’daki Türkler kısa süreli de olsa bağımsız devlet kuramazdı.Çanakkale savunması dominyon sömürgelerde bağımsızlık ve haysiyet şuurunu uyandırdı.

Atatürk olmasaydı orduyu politika dışında tutmak mümkün olmazdı. İkinci büyük Millet Meclisinde bu prensip tatbik edildi. Bu durumda olanlar ya asker ya Milletvekili oldular.

Atatürk olmasaydı üzerinde çağın damgası olan hiçbir hareket ve müesseseyi maziden koparıp kuramazdık. Ya hep ya hiç aydınlığını onda bulduk.Milliyetçilik duygusundan yoksun kalmaya devam edecek, eşiğinde olduğumuz ümmetçilik kazanına düşecek, hiçbir zaman sağlam olamamış bir din kardeşliği kisvesi altında ya Arap ya Acem şoven milliyetçiliği potasında kaynayacaktık. Araplaşma – araplaştırma düzeni (URUBE)’nin hammaddesi olacaktık.

Atatürk olmasaydı, Türkiye zamanın şartları içinde Bolşevik rejimini kabul edebilirdi.

Atatürk olmasaydı, kadın hak ve hürriyetleri öteki işlam ülkelerinin şartları içinde kalacaktı.

Atatürk olmasaydı, Devlet, hayat idare-i maslahat (yaşanılan günü kurtarma) Maslahat-amiz illetinden kurtarılamazdı.

Atatürk olmasaydı, Kurtuluş mücadelesi süreci içerisinde gerçek hürriyet ve istiklâllimizi imkansız kılan tatbik, safhasındaki bütün dünyanın Ermenilerle ilgili almış olduğu kararı hak-adalet-tarih hakikatleri içinde lehimize sonuçlanması asla mümkün olmayacaktır.

Atatürk olmasaydı, sanat ve sanatçının değeri bugünkü değerine gelemezdi. Toplum içinde sanatkarı özlenen mevki, makamların üstünde görmek ve bunu tescil ettirmek o günlerde ancak ona has bir özellikti.

Atatürk olmasaydı bizler ve bizden sonrakiler, şahsi tercihini bir tarafa iterek, milleti için değişmesi şart bir çağ sanatı anlayışı adına fedakarlık örneği gösteremezdi.

Atatürk olmasaydı, bizi benliğimize kavuşturan gerçek tarihimizden de cehaleti yenmek için tek dayancımız olan Türk alfabemizden mahrum kalırdık.

Atatürk olmasaydı, bugün ülkemizdeki hümanizm kuruluşları ya hiç olmaz, olsalar bile yasal statüyü koruyamaz, içe açık dışarı kapalı kalmaya mahkum ve mecbur olurduk.
Milletin imkanlarının devlet hayatında daima göz önünde tutulması, lüks- gösteriş-şatafattan uzak, aynı zamanda vakarlı haysiyetli- zevkli, güzel-asil-cazibe olabilme yapısı devlet varlığına hakim onunla beraber gelmiştir.
Osmanlı İmparatorluğunun kaybettiği topraklar üzerinde bağımsız ve manda ferliği kabullenmiş 13 Devlet kurulur. Atatürk sayesinde bunlar ile “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesine uygun olarak dostluklar kuruldu.

Atatürk olmasaydı, yaşanılan şartlar ne olursa olsun, İstiklal ve hürriyet için açıkça ifadesi şart gayeleri devlet literatürüne o sokamazdık.

Atatürk olmasaydı, din ve maneviyatı akıl ve mantıkla böylesine bağdaştıran bir başka insan bulamazdık.

Atatürk olmasaydı, ülkemiz ve milletimiz üzerinde asırlarca oynanmış haksız, ahlaksız senaryoların tortularından kurtulamazdık.

Atatürk olmasaydı, Türk milleti için kusur olarak gösterilen haksız-yersiz-kasıtlı- mantıksız iddia ve kanaatler sonuna kadar yerinde kalacaktı.

Atatürk’ün Avrasya Devleti (İsmet Bozdağ)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : Atatürk’ün Avrasya Devleti
KİTABIN YAZARI : İsmet BOZDAĞ
YAYINEVİ VE ADRESİ : Tekin Yayınevi Tekin Yayın Dağıtım San. Ltd.
BASIM TARİHİ : 1998 

KİTABIN YAYIM MAKSADI

Orta Asya’daki Türki Cumhuriyetlerin tek çatı altında toplanışı.

KİTABIN ÖZETİ

KİTABIN ANA BÖLÜMLERİ

1. Milliyetçilik akımının Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki etkileri
2. Atatürk’ün Avrasya Devletini kurma çalışmaları
3. Türkiye - Sovyet Rusya ilişkileri
4. Sonuç

GİRİŞ

Gazi Mustafa Kemal, daha 1900’lü yılların başında Osmanlı İmparatorluğu 5,5 milyon kilometrekarelik topraklarda hüküm sürerken Balkan savaşı bile olmamışken, Selanik’teki arkadaş toplantılarında Osmanlı Devletinin parçalanacağını söylemiş fakat yerine neyin gelmesi gerektiğini söylememişti. Mustafa Kemal Paşa hiçbir şeyi zamanından önce açıklamamış, zamanı gelmeden oluşmasına girişmemiştir.

MİLLİYETÇİLİK AKIMININ OSMANLI İMPARATORLUĞU ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Osmanlı Devletinden Yunanlılar, Sırplar,Romenler kopmuş Bulgarlar, Ermeniler, Araplar ve Arnavutlar sabırsızlıkla sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Parçalanmak Osmanlı İmparatorluğunun kaçınılmaz sonu idi. Bu son çok uzakta değildi Osmanlı Devleti parçalandıktan sonra bırakacağı siyasi boşluğu ne dolduracaktı ? Mademki çok uluslu devletleri parçalayan milliyetçik akımları olduğuna göre, Osmanlı Devletinin bıraktığı siyasi boşluğu dolduracak toplum Milliyetçilik akımlarından etkilenmeyecek bir toplum olmalıydı. Bu fikir Gazi Mustafa Kemalin beynini yıllarca tırmaladı. Osmanlının bırakacağı boşluğun Anadolu yarımadasından Çin seddine kadar uzanan topraklar üzerinde dil,tarih, kültür birliği ve bütünlüğünü yaşayan toplumların kolayca bir araya gelebileceklerini düşündüğü ve ölümsüz bir devletin bu temeller üzerinde kurulabileceğini fark etti.

ATATÜRK'ÜN AVRASYA DEVLETİNİ KURMA ÇALIŞMALARI

“Dünyada şimdiye kadar başka başka milletlerin birlik kurdukları ve yüzyılları beraberce yaşadıkları görülmüştür. Bizim, kurmak istediğimiz birliğin tarihte geçmişi olan birliklerin en üstünü olmasını isteriz.”

ATATÜRK

Evet! Gazi Mustafa Kemal Paşa “Tarihte görülmüş birliklerin en üstününü” kurmak amacındaydı. Bu fikri vicdanında bir sır gibi saklıyor bütün hareketlerini o noktayı hedefleyerek gerçekleştirmeye çalışıyordu. İşte bu Atatürk’ün gözünde milli misak’tı Ülke Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmış, düşman denize dökülmüş, vatan kurtulmuştu ancak ekonomi ve insan gücüde tükenmişti, bütçe neredeyse yok gibiydi enflasyon %250 ‘idi.
İşte böyle imkansız bir bütçeden 1924 yılında 200.000 TL. Ödenek ayrılmış ve “ Türkiyat Enstitüsü” kurulmuştu.(200.000 TL. 200.000 altının karşılığıdır.)
Mustafa Kemal Paşa yok canından işte bu koşullar içinde “Büyük Türk Devletleri Birliği” hayali uğruna bu ölçüde fedakarlık yapmayı göze alabiliyordu ve hedefine yürümeyi tüm bu fedakarlıkları hovardalık farzedenlere rağmen sürdürüyordu.
Türkistan ve çevresindeki Türk kaynaklı toplumların hareketlerini sürekli izledi ve paralel çalışmalar yaptı.

TÜRKİYE - SOVYET RUSYA İLİŞKİLERİ

Gazi Paşa Büyük Türk Devletleri birliği kurma çalışmalarının gizli kalmasına büyük özen gösteriyordu. Ancak Sovyetler Birliği bu folklör,etnografya,tarih düzeyinde sürdürülen çalışmalardan rahatsız oluyordu, çünkü Türkiye ile bu toplumlar arasında kurulacak ilişkiler yalnızca Sovyetlerin zararına olabilirdi çünkü, Osmanlı Devletinin defteri kapatılmış, onun yerine onun kadar güçlü ve ondan daha uzun ömürlü bir devletin defteri açılmıştı.”Türk Cumhuriyetleri Birliği”.

SONUÇ

Selanik günlerinden beri bir sır gibi vicdanında sakladığı bu fikir artık gerçekleşme yoluna girmeliydi. Onun için Türkiyat Enstitüsü yolunu seçmişti.
Türkiyat Enstitüsü harıl harıl çalışıyordu önce “ Türk Dili Encümeni” kuruldu. Dildeki Arapça kökenli sözcükler yerine halkın içinde yaşayan Türkçe sözcüklerin yerleştirilmesi için bir ön çalışma başlatıldı. Eğer bir Türk Dünyası yeniden kurulacaksa, dili Arap ve Fars dilinin egemenliğinden kurtulmalıydı. Atatürk’ün bir diğer hedefi de; tarihti, tıpkı dil encümeni gibi bir tarih encümeni kuruldu. Gazi Paşa Tarih konusunda oldukça titiz davranıyordu. Tebliğlerin hepsini dikkatle okuyup gözden geçiriyor ve bu konuda çalışan yerli yabancı uzmanlara “Türk Tarihinin Anahatları” adını verdiği bir kitabın bölümlerini yazdırıyordu.

Mustafa Kemal tarihin devlet hayatındaki önemini çok iyi bildiği için bir yandan Dil Encümenini kurup ona dili sadeleştirme ve zenginleştirme görevi verirken bir yandan da bir Tarih Encümeni kurup onada Türk Tarihinin Orta Asya Türk Devletlerine kadar uzatılması çalışmalarına başlaması görevini veriyordu. Tüm bunlar “Atatürk’ün Avrasya Devletinin” temelini atan çalışmalar olmuştur. Ne yazık ki bütün bu çalışmalar Atatürk’ün vefatı nedeniyle yavaşlamış yarıda kalmış, hedefine ulaşamamıştır. Tüm bunlar Atatürk’ün geleceği görmedeki ustalığını ve dehasını ortaya koymaktadır.

Ay Battı (John Steinbeck)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : AY BATTI
KİTABIN YAZARI : JOHN STEINBECK
YAYINEVİ : BİLGİ YAYINEVİ
BASIM YILI : 1990

KİTABIN KONUSU

Steinbeck bu romanda değişik bir konuyla çıkıyor karşımıza .Savaşın insanı hem fiziksel hem de ruhsal açıdan nasıl eritip bitirdiğini, tükettiğini büyük bir ustalıkla anlatıyor.Tutsak edenlerle edilenlerin neden savaştığını ne zamana dek savaşacağını kestiremeyen insanların içine düştüğü çıkmazı başka bir deyişle savaştan çok savaşanları insancıl bir yaklaşımla ele alıyor.

KİTABIN ÖZETİ

Bir sabah kasabanın delikanlıları, kasabanın dışındaki Corell’in evindeki
atış yarışmasında toplanmıştı. 400 yıldır barışın olduğu bu kasaba, halkı özgürlüğüne düşkün ve kömür madeniyle geçimini sağladığı şirin bir yerdi.

Herkes kasaba yakınlarına paraşütle inen alman askerlerini görünce şok olur. Corell’in evindeki 12 asker duruma müdahele etmek için kasabaya koşarken pusuya düşerek altısı ölür. Üçü yaralanır ve diğer üçü de kaçar. 250 alman askeri ve 6 subay artık kasabayı ele geçirmiştir. Başlarında Albay Lanser’in bulunduğu birliğin görevi, kömür madenini işletmek ve çıkarılan kömürleri liman vasıtasıyla Almanyanın içlerine yollamaktır. Albay Lanser ve kurmayları (diğer beş subay ) belediye başkanının evine yerleşerek kasabayı kontrole başlar. Bu esnada Corell’in bir hain olduğu anlaşılmış ve kasabalı tarafından dışlanmıştır. Bu işbirlikçi ise Albay Lanser’den belediye başkanı olmayı ister. Ancak Albay bunu kabul etmez. 

Ilk direniş, madende kendisini zorlayan Alman Yüzbaşı Loft’e saldırırken araya giren Teğmen Prackle’I öldüren Alex tarafından olur. Alman X-12 talimnamesine göre derhal mahkeme kurulur ve idam edilir. Halk tarafından çok sevilen alex’in öldürülmesi, düşman askerleri ile halk arasını açar. Madende işler yavaşlar. Baskı bir süre devam eder. Kasabanın gençleri İngiltereye birer birer kaçar. Almanlar bunu engellemek için halkın yiyeceğini karneye bağlar ve çalışmayanların ailesine yiyecek vermez. Halk yalnız yakaladığı askaerleri öldürmeye başlar. İngiliz uçakları köprü ve madenleri bombalamaya devam etmektedir. Belediye başkanının ahçısı Annie vasıtası ile öldürülen Alex’in evinde dul karısının yardımıyla belediye başkanı kaçan gençlerle buluşur ve onlardan yardım isteklerinin iletilmesini ve İngiliz’lerden patlayıcı maddeler yollamasını ister. Halkını düşünen belediye başkanı direnmesini kırmamaktadır.

Bir sabah küçük paraşütlerle mavi kaplı küçük paketler atılır. Çok akıllıca dizayn edilmiş bu paketlerin içinde çok lezzetli bir parça çikolata, küçük dinamit ve bir de bu dinamitin nasıl kullanılacağını anlatan sarı bir kağıt bulunmaktadır.Çocuklar bu kutuları hızla bulup çikolataları yedikten sonra dinamitleri anne ve babasına götürürler. Askerler durdurmak için ne kadar çabalasalarda başarılı olamazlar. Belediye başkanı ve sadık arkadaşı Dr. Winter’dan askerlere yardımcı olması istenir. Buna karşılık çok sert bir konuşma yapan Belediye Başkanı ve Dr. Winter mahkemeye verilir. Albay Lanser son kez yanlarına giderek ikna etmeye çalışırken dışarıdan patlama sesleri hala gelmektedir.

KİTABIN ANA FİKRİ

İnsanların özgürlüğünü silah zoruyla elinden alınamayacağını ve savaşın iki taraf için de büyük bir kayıp olduğunu kitabın ana fikri olarak kabul edebiliriz.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ

Belediye Başkanı Orden: Babası gibi kendiside yıllrdır belediye başkanlığı yapıyordu. Kalın, gür bıyıklı, beyaz saçlı biridir. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Albay Lanser: Orta yaşlı, kır saçlı, sert bakışlı ve yorgun görünüşlü, dik ve geniş omuzlu bir subaydır. İşgal birliklerinin komutanıdır.

Dr. Winter: Kasabanın doktoru ve tarihçisidir. Kendi halinde, iyi yürekli,sakallı, güngörmüş, kasabanın ileri gelen insanlarındandır.

Yüzbaşı Loft: Askerlik hayranı olan ve askerliği canlılar içindeki en gelişmiş evre olarak gören ve bütün kadınların üniformaya vurgun olduğunu düşünen bilgili bir subaydır.

Annie: Belediye Başkanının ahçısıdır. Kırk beş yaşlarında, biraz aksi bir kadındır.

George Corell: kasabaya çok yararı olmuş önde gelen bir tüccardır. Sonradan almanlarla işbirliği yaparak onlara istihbarat sağladığıu anlaşılan menfaatçi bir haindir.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitap çok açık bir dille yazılmış olup, cümleler basittir. Ama çok sürükleyici bir eserdir. Bütün arkadaşlarıma tavsiye ederim. Kitaptaki askerlik mesleğiyle ilgili bazı taktikler ileride bize yardımcı olabilir.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

1902 yılında doğdu. Küçük yaşlarda çiftçilik yaptı. 27 yaşında ilk romanı “Altın Kadeh” i yazdı. John Steinbeck’in yapıtları, imgelereden bolca yararlanan, sanatsal yapıtlar olmaktan çok yüzyılın başında önemli toplumsal değişimler yaşanan topraklarda, toplumsal gerçekliğin ayrıntılı bir gözleme dayanan gerçekçi yansıtılışıdır. 1968 yılında öldü.

ÖNEMLİ ESERLERİ

Gazap Üzümleri, Fareler ve İnsanlar, Sardalya Sokağı, Cennetin Yolu, Bitmeyen Kavga.

Aşina Yüzler (Samet Ağaoğlu)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : AŞİNA YÜZLER
KİTABIN YAZARI : SAMET AĞAOĞLU
YAYINEVİ : AĞAOĞLU YAYINEVİ
BASIM YILI : EKİM 1965

KİTABIN KONUSU

Yazar kitabında 1920 ile 1950 yılları arasındaki siyasetçileri eleştirmekle beraber kitapta kendi görüşlerini doğrularını ve yanlışlarını açık bir dille anlatmıştır. Yazar Cumhuriyet yılları Türkiye’sinde insanların hayat anlayışlarını siyasetle birleştirip, anlattığı kişilerin isimlerini vermeden kitabına kahraman olarak geçirmiştir.

KİTABIN ÖZETİ

Yazar romanında Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren 1920’li yıllardan 1950’li yıllara kadarki insanların “ kim bu bir iki üç adam? İsimleri önemli değil, sadece kudret sahipleri o kadar!” cümlesinde belirtiği gibi bu dönemin insanlarını bir şair bir hikayeci ve bir çok siyaset adamı çatısı altında koca bir imparatorluğun yıkılışından sonra temelleri atılan Cumhuriyet Türkiyesindeki insanların hayat anlayışlarını tasvir etmeye çalışmış. Aklımıza belki koca bir topluluğun bir şair bir hikayeci ve birçok siyaset adamından mı teşekkül olduğu sorusu gelebilir. Burada yazar bu açık kapıyı da “Devrin bütün öteki tanınmışları, büyüklüğü, küçüklüğü bilerek, bilmeyerek onların taklitçileri” diyerek kapatmaya çalışmıştır.

Yazar romanına başlarken bir şair olarak Nurullah ATAÇ’I aklı ile kalbi durmadan değişen, birinin güzel dediğine ötekini çirkin damgasını yapıştırdığı kuvvetli hislerinin ve engin zekasının çarpışmasından doğmuş çeşitli acıları bazen gerçekten insanların insafsız olduğu kadar kuvvetli keskin ironisi ile örmesini bilen bir adam olarak tasvir etmiştir.

Hikayeci olan Ahmet Hamdi TANPINAR’I da İran minyatürlerinin ağaçlıklarına benzeyen Rıfkı Melül’e benzetmiştir. Tanpınar’ın eserlerini sanat istidadının yarattığı acemi fakat güzel bir ses olarak tanımlamış, incelendikce Türk Dilinin büyük eserlerine ilham kaynağı olabilecek nitelikte görmüştür.

Yazar daha öncede belirttiğimiz gibi bir şair bir hikayeciyi Nurullah ATAÇ ve Ahmet Hamdi TANPINAR’I temsil etmiştir. Birçok politikacıyı da önce yüz ifadelerini, görünüşlerini ve bir o kadar da karekterlerinin romana has bir üslup ile izah ederek politika adına giriştikleri bir çok tecrübe ve deneyleri, bunun yanında yapılan bir çok hataları ilişkilendirmeye çalışmıştır. Yazar, eserinde politika hakkındaki görüşlerine de oldukça sık yer vermiştir. Bu dönem tarihine damgasını vuran birçok siyasetçi ve hatta perde arkasındaki birçok kişinin siyasete gerçekten hakim olan kişilerden ziyade kendilerinin dizginlenemeyen başakalarını hayran bırakma, kendi isimlerinin tarihin sayfasında daima kalıcı olamsı için çalışan insanlar olarak anlatmaya çalışmıştır. Bunu da eserinde bilgi , sanat ve askerliğin daha derin ve yürünmesi güç vadilere benzetmiş, bunlardan daha kolay ve kestirme olan politikayı da şahısların bu emellerini gerçekleştirebilecekleri en süratli vasıtaya benzetmiştir. Yazara göre, politikanın istediği sadece çevikliktir. Burada çeviklikten kastedilen değişen durumlarda en uygun söz ve davranışın söylenebilmesi için gereken çevikliktir. Hatta yazar, politikayı hayatın kıskançlık, dalkavukluk, yüze gülme, arkadan hançerleme, iftira, hıyanet, vefasızlık olguları kazanında kaynamaktan ibaret olarak görmüştür. Yazarın yunan felsefesinide incelediğini bazı noktalarda Sokrat ve Eflatundan da örnekler vererek istenilen ideali ifade etmeye çalışmasından anlıyoruz.

Yazarın eserinde anlattığı siyasetçiler ve gelişen olayların “milli şef” olarak adlandırdığımız Ismet İNÖNÜ ve Demokrat Parti arasında kendi kişilik ve karakterlerini arayan siyaset adamlarının hataları ve yanlışları ile politikaya bir bakış açısı kazandırmıştır.

Bu dönem ve siyasetçilerin özelliklerini de yeni kurulan Cumhuriyet Türkiyesi’nin temellerinin yeni yeni oturması ve insanlarında bu belirsizlikten sıyrılırken sergiledikleri davranışları; siyasetçi, romancı ve şair üçlemesi ile açıklamaya çalışmıştır.

KİTABIN ANA FİKRİ

Hiçbir zaman kendi kötü emellerimiz için bir insanı veya birini etkileyecek bir nesneyi- bir devletin ileri gelen politikacısı olsak bile – kullanmamalıyız. Bu bizim o an yararımıza olabilir fakat, ileride bizden götürebileceklerini de düşünmemiz gerekmektedir.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ

Nurullah ATAÇ, Ahmet Hamdi TANPINAR ve ismi açıklanmayan siyasetçiler romanımızın kahramanıdır. Bunların karakter analizini yaparken romansı bir hava içinde, genelde tasvire dayanan, yüz şekillerini, görünüşünü ve fiziki özelliklerini açıklamaya çalışmıştır.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Yazarın Aşina Yüzler adlı eserinde karekterlerin ismini açıklamadan olayları anlatmış olması ve Osmalıca türkçesinden alıntı bir sürü kelimeleri kullanması kitabın akıcılık etkisini azaltır.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

1909’da Karabağ’da doğdu. 1932’de Ankara Hukuk Mektebi’ni bitirdikten sonra doktorasını Fransa’da tamamladı. 1946’da Ticaret Bakanlığı’ndaki görevinden istifa ederek girdiği Demokrat Parti’de hızla yükselerek, partinin önde gelen yöneticilerinden biri oldu. 1950’de Manisa milletvekili olarak Meclis’e giren Ağaoğlu, bu görevini 27 Mayıs 1960 askerî darbesine kadar sürdürdü. Çeşitli bakanlıkların yanısıra, başbakan yardımcılığı da yaptı. Yassıada mahkemeleri tarafından yargılandı ve ömür boyu hapse mahkûm edildi. Ekim 1964’de özel afla salıverilen Samet Ağaoğlu anılarını Aşina Yüzler (1965), Arkadaşım Menderes (1968) ve Marmara’da Bir Ada (1972) adlı kitaplarda topladı. Üniversite yıllarında yazmaya başladığı öyküleri Varlık ve Yücel dergilerinde yayımlandı. Yine bu yıllarda Ahmet Muhip Dranas ve Behçet Kemal Çağlar’la birlikte Hep Gençlik adlı bir dergi çıkardı. Daha sonra öykülerini Strasburg Hatıraları (1945), Zürriyet (1950), Öğretmen Gafur (1953), Büyük Aile (1957), Hücredeki Adam (1964) ve Katırın Ölümü (1965) adlı kitaplarda topladı. Demokrat Parti’nin Doğuş ve Yükseliş Sebepleri / Bir Soru adlı kitabı hem bir anı, hem de Demokrat Parti üzerine bir tahlil denemesidir. Samet Ağaoğlu 1982’de İstanbul’da öldü. Ölümünden sonra bulunan 14 defter ve yüzlerce sayfadan oluşan günlüğü Cemil Koçak tarafından yayına hazırlandı ve 1992’de İletişim Yayınları tarafından Siyasi Günlük / Demokrat Parti’nin Kuruluşu adıyla yayımlandı.

Yazdığı Eserler : Babamın Arkadaşları, Siyasi Günlük/Demokrat Parti`nin Kuruluşu

Annem ve Hayatın Anlamı - Irvin Yalom

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ÖZETİ

“Nietzche Ağladığında” ve “Aşkın Celladı” gibi ülkemizde de çok satan ve tanınmış kitapların yazarı Irvin Yalom, bu kitabında psikoterapi ve uygulamaları üzerinde durmuştur. Gündelik hayatta bizlere uzak bir terim olan psikoterapiyi bizlere daha yakından tanıtmak için Yalom kitabında, yaşanmış hikayelere yer vermiştir. Bu hikayelerde kendimizi ve geçmişimizi sorgulamamız da isteniyor. Aslında bu da kitabın temel amacını özetliyor.

Kitap; birbirinden bağımsız gibi görünen ama gizli bir bağla bağlanan altı hikayeden oluşmuştur. Bu hikayelerin dördü yazar Irvın Yalom’ un hastalarının, diğer ikisi de yakın arkadaşı Dr. Steve Lash’ in hastalarının öykülerinden oluşuyor.

Birinci hikaye olan “Annem ve Hayatın Anlamı”, yazar Irvın Yalom’ un kendi kabuslarının ve ölmüş üvey annesiyle yüzleşmesini anlatıyor. Aslında yazar burada hasta olarak kendini görüyor ve kendi kendine tedavi uygulama yöntemini deniyor. Hayatının her anında hiç de hoş hatırlamadığı annesiyle olan ilişkisindeki pişmanlıkların su üstüne çıkması ve bu ilişkideki suçun kendisinde de olmasından duyduğu pişmanlıkların önüne geçmek için geçmişe yaptığı yolculuk anlatılmış. Aslında bu hikaye bizlere kişinin kendi kendisine de psikoterapi uygulayabileceğinin iyi bir göstergesidir.

İkinci hikaye, yazarın ölümcül bir kanser hastalığına yakalanmasına rağmen hayattan kopmayan, çevresine umut dağıtmayı sürdüren Paula adlı hastasıyla ilgili. Yazar, Paula ile olan ilişkisini, doktor-hasta ilişkisinin çok üzerinde görüyor. Paula; yazarımızın hem hastası, hem grup tedavi yönteminde yardımcısı hem de yakın bir sırdaşı görevlerini üstleniyor. Ölümcül bir hastalığa yakalanmasına rağmen, yaşama sevinci ve çevreye yaydığı enerjisi, Dr. Yalom’ un Paula’ ya hayran olmasının sebeplerini özetliyor. Hayatının kalan kısmını kendisi gibi kanserli hastalarla geçirmeye adayan Paula’ nın ölümüne kadar olan zamandaki Dr. Yalom ile olan yakın ilişkisinin de özeti veriliyor.

Kitapta yoğun işlerinden dolayı Paula’ ya yeterli zaman ayıramayan Dr.Yalom’ un, hastasının ölümünden sonraki düşünceleri ve onun işlerini devam ettirmesi de anlatılmış.

Üçüncü hikaye ise farklı sorunlar taşıyan hastaların biraraya gelerek, Dr.Yalom tarafından oluşturdukları psikoterapi grubunun işleyişi ve çözümler üretmesi ile ilgili. Her biri umutsuz gibi görünen hastaların tedavisinde yine kendilerini kullanarak çözüm aramak yöntemini, Dr. Yalom bu grupta başarıyla uyguluyor. Tekerlekli sandalye ile yaşamak zorunda olan ve bundan ötürü içine kapanık ve hayata küsmüş Maglonia, kas hastalığından dolayı yatağa bağlı Martin, intihar girişiminden dolayı yarı felçli Dorothy, anoreksik hastalığına yakalanmış iki bayan Rosa ve Carol; grubun üyelerini oluşturmaktadır. Grup üyelerinin birbirlerine kısa sürede kaynaşmaları; tedavi süreçlerini de etkilemiş, sonuçları daha kısa sürede ve daha olumlu sonuçlandırmıştır.

Dördüncü hikaye; çok sevdiği ağabeyini ilk gençlik yıllarındaki bir araba kazasında yitirmiş ve daha sonrada beyin kanserine yakalanmış kocasının ölümünü yaşamakta olan, duygusal olarak kenetlenmiş Irene ve Dr. Yalom’ un yas terapisi ile ilgili çalışmalarını konu ediyor. “Yas Terapisinde Yedi İleri Ders” adlı hikayede Dr. Yalom, Irene’ nin rüyalarından hareketle tedavi yöntemi seçiyor. Periyodlar halindeki seanslarda Irene’nin rüyalarındaki ve gerçek hayattaki iyileşme belirtileri tedavinin de asıl amacına ulaştığını gösteriyor.

Son iki hikaye Dr. Yalom’ un arkadaşı Dr. Lash ve hastaları ile ilgili. “Çifte Açıklama” adlı hikayede, Dr. Lash’ in hastaları ile olan diyaloglarını kasetlere alması ve bunları hastalarına dinleterek onların da seanslar hakkındaki görüşleri ile ilgili yaptığı çalışmalar konu edilmiş. Fakat bu kasetlerin birinde önceden kaydettiği ve silmeyi unuttuğu kendi yorumlarını, hastasının dinlemesi ve tedavi sürecinde meydana gelen mevcut değişmelerin seanslara da yansıması anlatılıyor. İçine kapanık hastasının bu yorumlardan sonra; yorumlara yönelik davranması, olayları irdelemesi ve kendi kendine güven kazanması anlatılıyor.

Yedinci ve son hikaye olan “Macar Kedinin Laneti” adlı hikayede Dr. Lash’ in; sürekli kabuslar gören hastasının tedavisinde ilerleme kaydetmek istemesi ve kendisinin de onun gibi davranışlar içerisine girmesi konu edilmiş. Bu yöntemin sonuçlarının hastaya yararı olmasıyla birlikte, Dr. Lash’ in bazı geçmiş olaylarla da yüzleşmesini sağlamıştır. Bir psikologun bile bazı sorunlar karşısında ne yapacağının bilememesi ve yardım istemesinin normal olduğu vurgulanıyor.

“Annem ve Hayatın Anlamı”, ölüm ve insanın daha anlamlı yaşamak için verdiği kişisel mücadeleler üzerine derin gözlemler içeren bir kitap. Terapi kelimesinden korkulmaması gerektiği mesajını iletmeye çalışılıyor. Her şeyin birinci kuralının inanmak ve sevmek olduğunu bizlere bir daha hatırlatıyor.

Ataçağ Özeti Cem KAPYALI

0 yorum | Devamını Oku...
1. ROMANIN KONUSU:

Kitapta, birçok sorunlarla karşılaştığımız günümüz Türkiyesi ile Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde ve Cumhuriyet’in başlarında canla başla mücadele etmiş olan genç Türkiye arasında bir karşılaştırma yapılmaktadır.

2. ROMANIN ÖZETİ:

Ataçağ, Can Kapyalı’nın 1905 ile 1938 yılları arasına koymuş olduğu addır. Gerçekten de bu dönem, Anadolu’nun bağrında doğan yeni bir çağdır. Artık “Hasta Adam” olarak kabul edilen; Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine yepyeni, çağdaş bir cumhuriyet kurulmuştur.

Cem Kapyalı, bu kitapta olaylara farklı bir gözle bakıyor. Özellikle günümüz insanının dünyaya bakış açısı ile Kurtuluş Savaşı’nı destanlaştıran genç kuşak arasında bir değerlendirme yapıyor.

Osmanlı İmparatorluğu Mustafa Kemal Ataürk’ün; yetişme evresinde artık yitirilmiş bir devlettir. Büyük devletler (İngiltere, Fransa, Rusya) bu pastayı paylaşma planlarıyla yıllarca süren savaşlarla önce Macaristan’ı elimizden almışlar, daha sonra da çeşitli dalavereler ve propagandalarla 600 yıllık imparatorluğun göz bebeği Balkanların bağısız hale gelmiş Balkan devletleri tarafından ist6ila edilmesine göz yummuşlardır.

I.Dünya Savaşı yılları imparatorluğa son darbenin vurulduğu dönemdir. Tabi ki; Enver Paşa ve kurmayları İmparatorluğu birçok hayalle de olsa geri almayı amaçlıyordu. Bu uğurda Sarıkamış’da ve Suriye, Irak,Suveyş ve Yemen’de daha bıyığı terlememiş genç delikanlılar şehit oldu. Mustafa Kemal Bey’in Ataçağ’ı başlattığı Çanakkale Zaferi’yle tüm dünyaya tekrar Türk’ün azim ve kararını gördü.

Kurtuluş Savaşı; işgalci İtilaf Devletleri’nin doyumsuz isteklerinden ve Türk milletinin boyunduruk altına girmek istememesinden doğdu. Türk insanı, büyük bir çaba ve önderinin yol göstericiliğiyle bu ateş çemberinden 1923 yılında; hem özgürlüğünü tüm dünyaya ilan ettiği Lozan Antlaşması’nı, hem de yepyeni, çağdaş bir cumhuriyeti doğurdu.

Yıl 1996, kitabın yazıldığı tarih; Türk insanı Atalarının bıraktığı azmi ve kararlılığı kaybetmek üzere. Ama halen Türk Ordusu’nun önderliğinde bir çağ devam etmekte: O da ATAÇAĞ…

3. ROMANIN ANAFİKRİ:

Geçmişimize bakarak öncelikle sistemimizi tekrar gözden geçirmeli ve yeni oluşumlarla, yeni anlayışlarla yepyeni bir demokrasi anlayışı oluşturmalıyız. Yani Atatürk’ün bize 1938’de bırakmış olduğu çalışkanlık meşalesini tekrar yakmalı ve bu meşaleyle yeni ufukları aydınlatmalıyız.

4. ROMANIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:

Can Kapyalı, 1929 yılında İstanbul’da doğdu. Babası bir subaydı. Ankara Üniversitesi Dil-tarih-coğrafya bölümünü bitiren Can Kapyalı birçok tiyatro eseri sundu. 1996 yılında babasına ve ailesine ithafen Ataçağ adlı kitabını yazdı. Halen Ankara’da oturmakta olan Can Kapyalı evli ve iki çocuk babasıdır.

5. ROMAN HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Yazarın biz gençleri etkilemeyi bir uslupla kitabı kaleme alması beni çok etkiledi. Özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında dedelerimizin çektikleri acıları okumak beni heyecanlandırdı. Bir anda Atatürk’ün yanında olmayı arzuladım. O’nun emir subayı olarak bu tarihe mal olmuş savaşa katılmak benim tüm düşünce dünyamı değiştirebilirdi. Savaşların içinde yoğrulmuş bir milletin, torunu olan bizler geçmişimize daha çok önem vermeliyiz. Tarihimize sırt çevirmeyerek onu okumalı, ondan ders almalı ve gelecek kuşaklara güçlü, gelişmiş bir devlet bırakmak için çalışmalıyız.

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top