Kitap S etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap S etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2011 Çarşamba

Savaşçı - Doğan Cüceloğlu

0 yorum | Devamını Oku...
1.KİTABIN KONUSU:

Psikoloji alanında tanınmış bir öğretim görevlisi olan yazarın, bir öğretmen olan Arif Beyin iç çatışmalarına psikolojik yöntemlerle çözüm bulma çabalarını konu alan, çoğunlukla söyleşi şeklinde yazılmış bir kitaptır.

2. KİTABIN ÖZETİ:

Yazar kitabına e.e.cummings’in “Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, Kendin olarak kalabilmek, Dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, Artık hiç bitmez!.. “ sözüyle başlıyor. Kitabın adı olan savaşçı sözü bu anlamda bir savaşçıyı ifade ediyor. Kitabın içerisinde yer alan karakterlerden yazarın kendisi, gerçekte de olduğu gibi algılama, öğrenme, psikoloji ve iletişim konularında uzman ve tanınmış bir öğretim görevlisi; Arif Bey ise mutsuz, kendini aptal gibi hisseden, ne istediğini bilmeyen, yalnız, kendisini kaybolmuş hisseden bir sınıf öğretmeni. İki karakterin tanışmalarından sonra kitap içerisindeki konular yazar ve Arif Bey arasında Arif Bey’in soruları ve yazarın; hayatı, psikolojiyi, toplumu, felsefeyi, iletişim ve insan ilişkilerini konu edinen cevaplarıyla, soru-cevap şeklinde okuyucuya aktarılıyor.

Birinci bölümde arayıştan söz ediliyor. Anlamını yitiren bir yaşamın temel sorununun bireyin varoluşunda sadece kendisi için önemli gördüğü kişiler tarafından tanınmayı, kabul edilmeyi, sevilmeyi, özlenmeyi, değerli bulunup güvenilmeyi istemesi biçiminde yaşaması, kendine özgün bireysel yaşamın olmaması, kendi yaşamının dansını yapamaması olduğu anlatılıyor. Savaşçıdan (Özgün yaşamaya kendini adayan insan) bahsediliyor ve arayışa geçme zamanının geldiği hatırlatılıyor.

İkinci bölümde arayış sonucunda farkına varma ve uyanıştan söz ediliyor. Kişi ancak uyandıktan sonra, daha önce uyuyor olduğunu kavrıyor. Yazar CARL SUNG’ın “Kendi kalbine bakmayanın yaşamı bulanıktır; kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur; içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.” sözüyle uyuyan kişinin uyuduğunu bilmezse gördüğünün rüya olduğunu anlayamayacağını ve farkına varmanın uyanış için ne derece önemli olduğunu vurguluyor.

Peki bundan sonra ne olacaktır. Üçüncü bölümde niyet etmekten ve savaşçının anlamından bahsediliyor. Savaşçının başkası için değil, kendi gönlü, kendi niyetiyle, kendi yaşamı için savaşçı olduğu vurgulanıyor. Niyetin de anlamlı ve coşkulu bir yarın yaşatmak için yapılması, ancak bu yarının “kişisel bütünlük içinde bildiğimizi bilerek, bilmediğimizin farkında olarak, ikisi arasındaki farkın bilincinde gerçeğe sürekli saygılı olarak“ atılabileceği belirtiliyor.

Dördüncü bölümde yarını ancak kişisel bütünlük içinde yaratabileceğimizden ve bütün kötülüklerin anası, bütün yanlışlıkların, geriliklerin kaynağının gerçeğe saygısızlık olduğu Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” sözüyle vurgulanıyor. İlişkilerde tutarlılık ve vicdan konuları işleniyor.

Beşinci bölümde yarını yaratmak için güçlü olmak gerektiğini söylüyor. Bu gücün nereden geleceği sorusuna, “kim olduğunu bil” diyor. “Kişinin gerçek gücü ortada” ve devam ediyor: “nasıl konuşacağını bil; kiminle, neyi, nerede, ne zaman ve nasıl konuşacaksın? En önemlisi niçin konuşacaksın? BİL” diyor.

Altıncı bölümde yaşamdaki sorumluluk ve savaşçının sorumluluğundan bahsediliyor. Yaşam kimin sorumluluğu? diye bir soruya yazar “Kimine göre ana-babanın; kimine göre evlendiği eşinin; kimine göre komşusunun; kimine göre onu çalıştıran şirketin; kimine göre devletin; kimine göreyse yaşamda sorumluluk diye bir şey yoktur.” diyor.

Yedinci bölümde “Şimdi ve şu anı yaşama tembelliği” neden bu kadar yaygın? Neden görmeyiz bize bakan gözleri, neden kırarız gönülleri, neden pişmanlıklar içinde yuvarlanır gideriz? Sorularının yanıtı savaşçının ölüm bilinci içinde irdeleniyor.

Sekizinci bölümde sıradan, kaybolmuş, güçsüz bir insanın dahi savaşçı olabileceği, bunun yolunun da değişim olduğu belirtiliyor. Bu değişimin nasıl olacağı sorusuna “Farkına vararak ve farkına vardığını yaşayarak.” diyor yazar.

Dokuzuncu bölümde bitmemiş işlerle tanışıyoruz. Bitmemiş işler bitmeden gücümüzü kazanamayacağımız; şimdi ve şu anın tembelliğinden kurtulmamız gerektiği anlatılıyor ve örnek olarak onuncu bölümde Don Juan savaşçı olmanın güçlü örneklerini veriyor.

On birinci bölümde Arif Bey’le yazarın son buluşmasında konuşulanlar genel bir gözden geçiriliyor. Arif Bey’in ilk tanışmadaki psikolojik durumu ile en son durumu karşılaştırılıyor. Konuşulanların gözden geçirilmesi yapılırken yazar kitabın bütününü daha sade ve açık bir dille özet şeklinde okuyucuya tekrar veriyor. Bir insanın düşüncelerinin ve yaşamının nasıl değişebileceği konusu Arif Bey’in düşünceleriyle ortaya konuluyor.

3.KİTABIN ANA FİKRİ:

Hayat boyu yaptığımız davranışlar hakkında sorduğumuz neden ve niçin sorularını cevaplayabilmenin en önemli şartı kendi benliğimizin ve çevremizin farkına varmaktır.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Yazar kitabına e.e.cummings’in “Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, Kendin olarak kalabilmek, Dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, Artık hiç bitmez!.. “ sözüyle başlıyor. Kitabın adı olan savaşçı sözü bu anlamda bir savaşçıyı ifade ediyor. Kitabın içerisinde yer alan karakterlerden yazarın kendisi, gerçekte de olduğu gibi algılama, öğrenme, psikoloji ve iletişim konularında uzman ve tanınmış bir öğretim görevlisi; Arif Bey ise mutsuz, kendini aptal gibi hisseden, ne istediğini bilmeyen, yalnız, kendisini kaybolmuş hisseden bir sınıf öğretmeni. İki karakterin tanışmalarından sonra kitap içerisindeki konular yazar ve Arif Bey arasında Arif Bey’in soruları ve yazarın; hayatı, psikolojiyi, toplumu, felsefeyi, iletişim ve insan ilişkilerini konu edinen cevaplarıyla, soru-cevap şeklinde okuyucuya aktarılıyor.

5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Benim görüşüme göre ; yazar kitabın psikolojik ve felsefe konulu olmasından dolayı okuyucuya sürükleyici gelmesi amacıyla kitabı söyleşi şeklinde yazmıştır; bu da kitabın benzerlerinden farklı olarak daha çok tercih edilmesine yol açmıştır. Kitap, biz insanların en büyük sorunlarından biri olan yaptığımız işten zevk almamızın nedenlerini araştırmakta ve bunun en büyük nedeninin de olan bitenin hiçbir zaman farkına varamamamızdan kaynaklandığını ileri sürmekte; bu mantık çerçevesinde hayattan zevk almamız için değişik öneriler sunmasının yanı sıra felsefe tarihini de değinmiştir.

Savaş ve Barış - Tolstoy

0 yorum | Devamını Oku...
Konusu: 1804’lerde başlayan bu olay Çar Rusya’sının Fransa ile olan savaşlarını ve devamında gelişen olayları anlatıyor.
Ana Fikri: Her zaman kalbimizden gelen ve doğru bulduğumuz sese uymalıyız, çünkü o ses hiçbir zaman yalan söylemez.
Türü: Savaş ve Barış, Rusya-Fransa savaşlarını konu edindiği için tarihî romandır.
Eser Adı ile Muhteva: “Savaş” Rusya ile Fransa arasında geçen mücadeleyi anlatırken, “Barış” ise romanda geçen aşkları anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:
İhtiyar Prens Bezukof uzun zamandan beri hastadır ve ölümle pençeleşmektedir. Bütün çocukları onun öldüğünde mirası nasıl dağıtacağını merak ederler ve ihtiyar adam bütün parasını çok sevdiği oğlu Piyer’e bırakmıştır. Petersburg kibar alemin de pek saygın bir yere sahip olmayan Piyer şimdi el üzerinde tutuluyordu.
Fransa ile yapılacak savaş başlamak üzere idi ve hazırlıklar yapılıyordu. Bu savaşa Andre, Nikola, Denisof ve daha niceleri gidiyordu. Bütün alaylar hazırlandıktan sonra savaş başlar. Uzun uğraşlar sonucu Fransız orduları püskürtülür.
Petersburg kibar aleminin sayılı isimlerinden olan Prens Vasili, güzelliği ile tanınmış kızı Elen’i, zengin olması sebebiyle Piyer ile evlendirmek istiyordu. Bir balodaonları bir araya getiren Vasili daha sonra aralarından çekildi. İlk açılan Prenses Piyer’i öptü ve sonrasında evlendiler.
Fransız’lar bir daha taarruz edeceklerdi. Her şey Osterliç Savaşından bir gün önce hazırlandı. Savaş başladığından bir süre sonra Ruslar büyük kayıplar vermeye başlamışlardı. Sonunda Rusya yenildi, İmparator yaralanmış, Başkumandan vurulmuş, diğerleri ise kaçmışlardı. Prens Andre savaş alanında kalmıştı ve Fransızlar tarafından esir alınmıştı.
Piyer’in kulağına Dolokof’un Elen’i lekelediği gelmişti ve o zamandan beri canı çok sıkkındı. Sofrada hep birlikte oturuyorlarken Dolokof’un elinde bulunan kâğıdı istemiş ve Dolokof’da vermeyince Piyer ona bir düello teklif etmiş, bu düelloda onu yaralamıştı. Dolokof yerde yaralı yatarken onu Nikola almıştı. Bu olaydan sonra Piyer karısı Elen’i terk etti.
Andre’nin evine onun esir düştüğü haberi çoktan gelmişti ve oradakileri çok üzmüştü. Karısı Liza doğum dönemlerine giriyordu. Bir zaman sonra Liza’nın sancıları artmış ve doğurmasının vakti gelmişti. O anda içeriye Andre girdi. Fransızlar onu serbest bırakmışlardı. Liza’yı gördükten sonra dışarı çıkarıldı. Girdiğinde ise bir erkek çocuk dünyaya getirmiş olan Liza ölmüştü.
Çar ile Napolyon arasındaki bağ o kadar güçlenmişti ki artık savaş olmuyor, hatta bazı kesimler Çar’ın kız kardeşlerinin birinin Napolyon ile evleneceği söylentisi bile çıkmıştı.
Piyer Petersburg masonluğunun üyelerinden biri oldu. Mason olduktan sonra karısı Elen’in ondan af dileme niyetinde olduğunu öğrendi. Hatta bununla ilgili bir mason gelerek ona karısını kabul etmesi hakkında nasihatte bulur, eğer karısını kabul etmese bunun masonluğa uymayacağını da söyler. Piyer karşısında herkesin bir ağız birliği etmiş olduğunu anlar ve kabul eder.
Petersbug’da düzenlenen bir baloda Andre Nataşa’yı görür ve çok beğenir. Baloda onunla birkaç kere dans eder. Balodan sonra bile onu unutamamaktadır. Piyer’in cesaretlendirmeleri ile gidip açılmaya karar verir. Önce Nataşa’nın annesine konuyu açar, kadın kabul eder. Daha sonra gidip Nataşa’ya bu konuyu açtığında kız da havalara uçmuştur. Fakat arada tek bir sorun kalmıştır, o da Andre’nin babasının düğünü bir yıl sonra yapma isteğidir. Bu bir yıl boyunca Andre yurt dışında gezmeli ve dolaşmalıdır. Nataşa bu öneriyi kabul eder ve hep onu bekleyeceğini söyler. Andre gitmeden önce gizlice nişanlanırlar.
Andre gezide olduğu sırada Nataşa bir baloya katılır. Orada Prens Vasili’nin işe yaramaz oğlu Anatolu görür. Anatol Nataşa ile tanışmak isteğindedir. Anatol kız kardeşi Elen sayesinde Nataşa ile tanışır. Onunla uzun süre konuşur ve gelecek baloya davet eder. Nataşa konuşmadan sonra fazla ileri gittiğini düşünür ve pişman olur. Daha sonrasında davet edildiği baloya gider. Orada Anatol onu karşılar ve ona onu sevdiğini söyler. Nataşa ona nişanlı olduğunu söylediği halde adam aldırmaz. Nataşa bundan çok etkilenir ve onu sevmeye başlar. Balodan döndükten sonra olayı Sonya’ya anlatır. Sonya o adamdan kimseye hayır gelmeyeceğini, işe yaramazın teki olduğunu anlatmaya çalışsa da Nataşa onu dinlemez ve hatta ona karşı olan hakaretlerinden dolayı bozuşurlar. Sonya zamanla Nataşa’nın Anatol ile kaçma planları yaptığını anlar ve bu konuyu hemen Nataşa’nın amcasına açmaya karar verir. Gece Anatol’a Dolokof yardım ediyordu. Anatol kapıdan girip birkaç adım ilerledi. Fakat karşısına iri bir adam çıktı. Anatol kıvrak bir hareketle onun elinden kurtuldu. Nataşa, Piyer’den Anatol’un evli olduğunu duyunca bu ilişkiye son verdi ve Sonya ile konuşmaya başladılar.
Fransa-Rusya savaşı gene başlamıştı. Bu savaşa Nikola, Andre gibi eski askerlerin yanında yeni olan Piyer de katıldı. Savaşta Fransa ilerliyor ve Lisi-Gori’ye kadar gelmeye başlıyordu. Andre Mari’ye ve ihtiyar prense bir mektup göndererek hemen Moskova’ya gitmelerini söyler.
İhtiyar prens oradan ayrılmadan önce bir felç geçirir. Sağ tarafı tutmamaktadır. Mari hâlâ ona bakmaktadır.İhtiyar prens bu halde bazı şeylerin farkına varmaya başlar. Prenses Mari’ye çok çektirdiğini anlar, sürekli ondan özür diler. Doktor gelip onu muayene ediyordu ve bir gün onu yatağında ölü buldular.
Mari’nin Moskova’ya gitmesine mujikler engel oluyordu. Oradan geçerken bunu gören Nikola Mari’ye yardım ederek onun oradan kurtulmasını sağladı. O anda Mari ile Nikola arasında ilk elektriklenme gerçekleşti.
Fransız orduları Moskova’ya da yaklaşmaya başladılar. Kısa süre sonra Moskova’yı da aldılar. Herkes arabalarıyla gitmekteydi. Arkalarına baktıklarında ise Moskova yanıyordu.Andre bu savaşta çok ağır yaralanmıştı. Rostof ailesi de yüklerini arabalara yüklüyordu. Fakat daha sonra o yüklrin bir kısmını boşaltıp savaş yaralılarını almaya başladılar. Bir köyde mola verdiklerinde yaralılar boşaltıldı ve herkes dinlenmeye çıktı. Nataşa, yaralıların arasında Andre’nin de olduğunu duyunca gözüne uyku girmedi ve gidip ona baktı. Nataşa ondan yaptıklarından dolayı özür diledi ve ona onu sevdiğini söyledi. Andre’nin durumu çok ağırdı. Ateşi düşmüyordu.
Moskova’da kalan Piyer birisine yardım etmeye çalışırken, kendisinin kundakçı olduğunu sanan askerler onu tutuklarlar ve ceza evine koyarlar. Oradan bir grup ile birlikte çıkarılırlar ve bu gruptaki bir kaç insan kurşuna dizilir. Kendisinin kurtulduğuna şaşmaktadır.
Piyer’in karısı Elen anjin sebebiyle ölür. Yine aynı günlerde Nikola’ya bir mektup gelir ve bu Sonya’dandır. Sonya ona aşklarının artık sürmeyeceğini anlatır. Bu mektubu Nikola hemen Mari’ye götürür. Bu mektup sayesinde Nikola-Mari aşkı daha da alevlenir. Mari bundan sonra Andre’nin yanına gitmeye karar verir ve yanında küçük Nikolenka’yı da götürür. İki gün boyunca Andre’nin başından ayrılmadılar. İki gün sonra Andre öldü.
Fransa Moskova’yı ve diğer aldığı yerleri elde tutamadı ve büyük bir ger çekiliş başlar. Bu geri çekiliş esnasında Nataşa’nın henüz on altı yaşındaki kardeşi Petiya kaçanların peşinden kovalarken kafasına kurşun alarak öldü. Rostof’lar bunun acısını da yaşamak zorunda kaldılar.
Nataşa Andre ve Petiya’nın acısın unuttuktan sonra Piyer Mari’nin de yardımıyla Nataşa ile evlendi.
Nikola ile Mari yaklaşık Piyer’lerin evliliğinden bir veya iki yıl sonra evlendiler. Nikola babasının girdiği borçları ve zararların hepsini kapattı. Hem de Mari’nin hiçbir hissesini satmadan.
Nikola ile Mari’nin bir kızları olur. Nataşa ile Piyer’in ise üç kızları ve bir de erkek çocukları olur. Andre’nin oğlu Nikolenka ise Piyer’i babası olarak görüyor ve hep onu örnek alıyordu.

Olay Örgüsü:
- Piyer’in babasının hastalanıp ölmesi.
- Savaş hazırlıklarının yapılması ve savaşın başlaması.
- Piyer ile Elen’in evlenmesi.
- Andre’nin esir düşmesi.
- Piyer’in Dolokof ile düello yapması.
- Andre’nin dönüşü ve Liza’nın ölümü.
- Piyer’in Elen’i tekrar kabul etmesi
- Andre’nin Nataşa’ya aşık olması.
- Nataşa’nın Anatol’a aşık olması.
- Savaşın tekrar başlaması.
- Andre’nin tekrar ortaya çıkması.
- Piyer’in esir düşmesi.
- Andre’nin ölümü.
- Nataşa ile Piyer’in evliliği.
- Nikola ile Mari’nin evlenmesi.

Şahısların Değerlendirilmesi:
Piyer: İri yapılı, cesur bir adamdır, fakat biraz çekingendir. Babası Prens Bezukof’un nikahsız bir kadından olma çocuğudur. İlk olarak Elen’i sevmekteydi fakat daha sonra Nataşa’ya değişik duygular hissetmeye başlamıştır. Fakat Andre’den dolayı ona açılamamaktadır. Karısının ölümünden sonra ona daha da aşık olmaya başlamıştır.Andre öldüğünde evlenmişlerdir.
Andre: Kısa boylu cesur ve akıllı bir askerdir. Prenses Liza ile evlidir. Karısı doğururken öldükten sonra Nataşa’ya açılmaya karar vermiştir. Son savaşta ağır yaralanması sebebiyle hayatını kaybetmiştir. Arkasında yetim bir çocuk bırakmıştır. Piyer’in iyi bir dostudur.
Nikola: Çok büyük bir vatanseverdir. Ailesine çok düşkün, hep onların dediğinin olmasını isteyen bir karakterdir. Hatta bu sebepten dolayı, biraz da çıkan aksiliklerden dolayı sevdiği kızı, Sonya’yı terk etmiştir. Daha sonra gölünü Prenses Mari’ye kaptırıp onunla evlenmiştir.Savaşa askerlik yapmaya gitmiştir.
Nataşa: Yaşadıklarından çok çabuk etkilenen bir kızdır. Aşk bakımından kararları çok değişmektedir. Önce Boris’e gönlünü kaptırır, daha sonra Andre’ye, sonrasında Anatol’a ve sonra tekrar Andre’ye dönmüştü, fakat Andre aynı günlerde ölür. Bunun etkisini üzerinden attığında Piyer’le evlenmiş ve mutlu bir yaşam sürmüşler.
Sonya: Fakir ama çok güzel bir kızdır. Kuzeni Nikola’yı sevmektedir ve aşkı karşılıksız değildir, fakat bir süre sonra ona bir mektup yazarak ayrılmıştır. Nikola, Mari ile evlendiğinde Mari’den nefret etmeye başlmıştır.
Mari: Biraz çirkindir, fakat vefalı bir insandır. Babasının ona o kadar çektirmesine rağmen onu ölümüne kadar yalnız bırakmamıştır. Nikola’yı sevmektedir.
Elen: Çok güzel, fakat az huysuzdur. Erkeklerin hepsi ona hayrandır. O yaşadığı yanlış bir şeyden dolayı Piyer’le kısa süreliğine bozuşur. Daha sonrasında anjinden ölür.
Liza: Andre’nin eşidir ve ona çok bağlıdır. Çok güzel bir kadındır ve bir o kadar da güzel huyludur. Doğum yaparken ölmektedir.
Denisof: Oldukça cana yakın ve samimi bir insandır. Nataşa’yı sevmektedir, fakat Nataşa ona yüz vermeyince vazgeçer.
Dolokof: Denisof’un tam tersine bir adamdır. Bir zamanlar Piyer’in arkadaşı idi, fakat Piyer’in karısı Elen’i lekelemesi sebebiyle Piyer onu arkadaşlıktan siler. Daha sonra Sonya’ya bir evlilik teklifinde bulunur fakat Sonya onu kabul etmeyince vazgeçer.

Zaman:
Bu olay 1804’lerde başlamıştır. Fransa-Rusya savaşları dönemini anlatmaktadır.
Mekân:
Olayın geçtiği veya söz edilen belirli bir yer yoktur; birkaç yer mevcuttur. Bunlar Lisi-Gori, Moskova ve St. Petersburg’dur.
Dil, Üslûp ve Anlatım: Yazar akıcı ve sade bir dil kullanmıştır. Bu doğrultuda anlatımda açık ve akıcıdır. Yer yer süslü anlatımlara yer verilmiştir. Fakat geneli sade bir şekilde yazılmıştır.

Sahnenin Dışındakiler - Ahmet Hamdi Tanpınar

0 yorum | Devamını Oku...
Kurtuluş Savaşı zamanı İstanbul’unu, ana kahraman aracılığıyla yansıtan, siyasi konuların fazlaca yer aldığı bir romanıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar‘ aittir Romanın başlığı, (Sahnenin Dışındakiler) İstanbul; sahnenin içi ise Kurtuluş Savaşının yaşandığı Anadolu’dur.

Sahnenin Dışındakiler Kahramanları (Kişileri):

Sabiha: Sabiha, modernleşmekte olan Türk kadınını simgeler. Eserde kadın hakları konusundaki mücadelesiyle dikkat çeker. Tiyatro ile ilgilenmektedir. Romanın sonunda sahneye çıkan ilk Türk kadını olur.
Cemal: Eserin başkahramanıdır. Üniversite öğrencisi olan bu gencin gözüyle İstanbul’un işgal yılları anlatılmaktadır. Cemal, eserin diğer önemli kahramanı Sabiha’yı sevmektedir.

Süleyman Bey: Sabiha’nın babasıdır. Arzu ve istekleri uğruna bütün servetini ve yakınlarını feda etmiş, Rusların İstanbul’a açtığı eğlence merkezlerine dadanmış bir kahramandır.
İhsan: Avrupa’da eğitim görmüş, kültürlü ve çevresinde etkin bir insandır. Tarih öğretmenliği yapar. Asıl etkin rolü, İstanbul’da Millî Mücadeleyi planlayanlardan olmasıdır.
Diğer Kahramanlar: Nasır Paşa, Kudret Bey, Muhlis Bey, Muhtar, Tevfik Bey…


Sahnenin Dışındakiler Özeti:

Roman, 1920 yılından itibaren başlamaktadır. Cemal, üniversite eğitimi görmek için İstanbul’a gelmiştir, yakın akrabası olan Behçet Bey’in evine gidecektir. Yolda çocukluğunu yaşadığı şehrin, altı yıl içinde çok değiştiğini fark eder. İşgal altında olan şehrin her tarafında, İngiliz, Fransız ve İtalyan askerleri vardır. Cemal, birçok tarihî yapının yıkılmış olduğunu görür ve çok üzülür. Mahallesini çok merak ettiği için önce oradaki evlerini görmeye karar verir. Elagöz Mehmet Efendi Mahallesi’ne geldiğinde eski günlerini hatırlar. Altı yıl öncesindeki geçmişine döner. O dönemde Vefa Lisesi’nde okumaktadır. Komşularının kızı olan Sabiha’yı içten içe sevmektedir. Sabiha, ailesindeki sorunlar nedeniyle hassas bir kızdır. Sabiha’nın babası, karısına ait tüm mirası, zevki ve eğlencesi için tüketmiş, sorumsuz bir kişidir. Dolayısıyla, babası annesinin hayatını mahvetmiştir. Sabiha, bu durumdan çok etkilenmektedir. O günlerde, Ce-mal’in hayatında önemli bir değişiklik olur. İhsan, Avrupa’dan döner. İhsanla sık sık görüşmeye başlar. İhsan’la, edebiyat, sanat ve tarihle ilgili sohbetler eder. İhsan, bir süre sonra okulda onların derslerine de girmeye başlar. Cemal, kültürü, bilgisi sebebiyle İhsan’a hayrandır. Türkçülük akımı, Osmanlı Devletinin o zamanki durumu, ülkenin geleceği gibi konularda İhsan, Cemal’in fikirlerini etkilemektedir. Bir süre sonra, mahallede bir gelişme daha olur. Mahallenin eski sakinlerinden Kudret Bey’in İtalya’daki konsolosluk görevine devlet son verir. Kısa süre sonra da, Kudret Bey, mahalleye döner. Kudret Bey, bundan sonra Sabiha ve Cemal’in hayatında etkin bir rol oynamaya başlar. Sabiha, bu günlerde kadın meselesi üzerinde düşünmekte ve Batılı kadınlar gibi özgür olmak istemektedir. Bu düşüncelerinde İhsan’ın rolü büyüktür. Cemal, İhsan’la Sabiha arasındaki yakınlıktan rahatsız olmaktadır. Sabiha’yı çok sevdiği İhsan’dan kıskanmaktadır. Kudret Bey bundan sonra Cemal’in yakınlık duyduğu en önemli kişi olur. Uzun uzun onun fikirlerinden bahsedilir. Mutsuz bir evlilik yaşamış olan Kudret Bey modern, ecnebi bir kadınla evlenmek istemektedir. Buna evlilik işleriyle uğraşan Sakine Hanım aracı olur. Fakat Kudret Bey, hüsrana uğrar, tanıştığı kadını beğenmez. Bu günlerde, Sabiha, yeni tanıştığı Matmazel Coroline’in kadın haklan ile ilgili fikirlerinden etkilenmektedir. Babası Süleyman, çok serbest yaşayan bir insan olmasına rağmen kızı Sabiha’yı bu yüzden sokak ortasında döver. Sabiha’nın aklından bu Batılı fikirleri atmasını ister. Bu arada İhsan, o dönemin en etkin siyasi oluşumlarından İttihat ve Terakki partisiyle İlişki kurar. İhsan, Sa-biha ve Cemal’in fikirlerinin oturduğu yıllardır bu yıllar. Sabi-ha aktörlük ve tiyatro İle ilgilenmeye başlar. O esnada, Cemal’in babasının tayini Anadolu’ya çıkar. Cemal, Sabiha’dan ayrılmak zorunda kalır.
Cemal, bugünleri hatırladıktan sonra mahallesinde hep Sabiha’yı arar. Sabiha’yı altı yıldır, İstanbul’dan ayrıldığından bu yana, görmemiştir. Sabiha’dan haber alacağını umarak İhsan’ın evine gider. İhsan çok değişmiştir. İhsan’ın evinde Muhsin Bey ve birkaç kişi vardır. İttihat ve Terakki cemiyeti yanlıları ile padişah taraftarları arasında tartışma ortamının içinde bulur kendini. Cemal, İhsan’ın Millî Mücadele yanlısı olduğunu görür. Cemal, İhsan’dan beklediği yakınlığı göremez. İhsan ve Muhsin Bey, hemen ona görev verirler. Tevfik Bey’e gidecektir. Ona İhsan’ın evinde gördüklerini nakledecektir. Cemal, oradan Tevfik Beyin yalısına geçer. Tevfik Bey onu gördüğüne çok sevinir. Tevfik Bey’den Sabiha’nın hâlini öğrenir. Sabiha, Muhtar isimli acayip bir adamla evlenmiştir. Muhtar, kirli idlerle uğraşan, uçarı, ahlaksız bir insandır. Cemal, Sabiha’nın mutlu olmadığını düşünür. Ona acır. Sabiha’yı bulmaya kesin karar verir. Aynı akşam, Tevfik Bey’le Boğaz’da sal sefası yaparlar. Boğaz’da gezen düşman askerlerine kızarlar ve Tevfik Bey onları Türk musikisini dinlemek zorunda bırakır.
Ertesi gün, Cemal Tevfik Bey’in yalısından ayrılır. Sami Bey’in evine gider. Sami Bey Millî Mücadeleyi organize eden önemli kişilerdendir. Ona İhsan’ın notunu iletir. Cemal, İstanbul’a gelir gelmez bu karışık işlerin içinde bulmuştur kendini. Emrivaki görevler verilmiştir. Cemal, bu çevreden kaçmak ister. Fakat olaylar, buna engel olur. Aynı gün, İhsan’la Tepe-başı’na çıkarlar. Cemal, İstanbul’un ne kadar değiştiğini daha iyi anlar. Her yeri Ruslar sarmıştır. İhsan’la böyle bir Rus lokantasında otururlar. İhsan ona bir başka görev verir. Nasır Paşa ile ilişki kuracaktır. Onun hatıralarını yazacaktır. Cemal, bu hatıraları yazdığında devleti sömürenler, düşmanla iş birliği yapanlar büyük darbe alacaktır.
Nasır Paşa, oldukça kibar, altmış yaşına rağmen dinç bir insandır. Nasır Paşa, Cemal’e güvenir ve kâtipliğini kabul eder. Cemal, burada pek çok kişi ile tanışır. Bu arada Kudret Bey’le karşılaşır. Cemal, Kudret Bey’den Sabiha ile ilgili birçok şey öğrenir. Evlendiği kişi Muhtar’ın oldukça zengin olduğunu söyler Kudret Bey. Sabiha ile Muhtar’ı tanıştıran kişi de Kudret Bey’dir. Fakat Muhtar, şimdi bir Rus kadını ile yaşamaktadır. Aynı gün İhsan’a gelişmelerden haber verir. Gece, Madam Elekciyan’ın pansiyonuna gider. Muhlis Bey de burada kaldığı için yabancılık çekmez. Ertesi gün, akrabası Behçet Bey’in evine gider. Cemal, yolda, İstanbul’un içten içe kaynadığına şahit olur. Herkesin savaş nedeniyle zihinleri gergindir. Her an, yeni bir haber insanları sarsmaktadır. Şehrin manzarası büsbütün değişmiştir. Savaşın yenilgi ile sonuçlanması üzerine pek çok kavim İstanbul’a doluşmuştur. Bu insanlar için İstanbul bir eğlence merkezidir. Oysa asıl halk, savaş yüzünden kan ağlamaktadır.
Cemal, her zaman Sabiha’yı aramaktadır. Ancak bir süre Sabiha’yı göremez. Fakat kocası Muhtar’la karşılaşır. Muhtar’ın ve Sabiha’nın babası Süleyman Bey’in yaşantısı son derece iğrenç gelir Cemal’e. Bu arada Cemal’le Nasır Pa-îjii’nın ilişkileri devam etmektedir. Fakat olay gittikçe tehlikeli bir hâl alır ve yazılanlar bazı kesimleri rahatsız eder. Cemal, Nasır Paşa’nın yanına gider. Nasır Paşanın morali çok bozuk-lur. Cemal’le beraber geçmişine ait tüm belge ve fotoğrafları ynkar. Bir şeylerden korkar gibidir. Ertesi gün, Köprü’de Cemal’in hiç beklemediği bir olay gerçekleşir. Sabiha’yı görür. Snbiha, Cemal’in İstanbul’a geldiğini önceden öğrenmiştir. Fakat Muhtar’dan korktuğu için gelmemiştir. Sabiha, Cemal’i bulacağına söz verir ve kaçarcasına uzaklaşır.

Bir akşam, Cemal pansiyonda iken Sabiha gelir. Korku içindedir. Muhtar’in kendisinin peşinde olduğunu söyler. Sa-biha’nın içkiye alışmış olduğunu ve çok değiştiğini fark eder. Sabiha, ağlamaya başlar. Hayat onu çok yıpratmıştır. Sabiha sürekli: Ah bir karar verebilsem!’ demektedir. Sabah uyandığında, Sabiha çoktan gitmiştir. Bir sabah, Cemal, kapısında bir zarf görür. Üzerinde Sabiha’nın resmi vardır. Altında ‘Sahneye çıkacak ilk Türk kadını’ yazılıdır. Cemal, Sabiha’nın karar veremediği şeyin bu olduğunu anlar. Bu konuyu öğrenmek için, Muhlis Bey’in yanına gider. Orada, daha kötü bir haber alır. Nasır Paşa öldürülmüştür. Şüpheli olarak da İhsan tutuklanmıştır. Roman, bu karışıklık içinde kötümser bir sonla biter.’Sahnenin Dışı’ da Anadolu gibi zor durumdadır.

Safahat - Mehmet Akif Ersoy

0 yorum | Devamını Oku...
Kitabın Adı : Safahat
Kitabın Yazarı : Mehmet Akif Ersoy
Kitabın yayın evi : İnkılap Kitabevi, 1999

Kitabın Özeti

Mehmet Akif, hem bir şair, hem bir yazar; hem de hatiptir.Bir taraftan Sırat-ı Müstakim ve Sebilü’r-Reşad’daki makaleleri, şiirleri, çevirileriyle, diğer taraftan vaazlarıyla halkı toparlanmaya ve düşmana karşı birlik olmaya çağırmıştır.Birinci dünya savaşı sırasında Osmanlı devletinin ve Arapların toparlanması, birlik olması için çok gayret etti.Kurtuluş savaşı sırasında Kuva-yı Milliye’den yana yazılar yazdı.Bu esnada Anadolu’ya geçerek Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Burdur Milletvekili olarak görev yaptı.

Bu arada Konya ayaklanmasını önlemek ve halka öğüt vermek için Konya’ya gönderildi. Oradan Kastamonu’ya geçti, Nasrullah Camisi’nde Sevr Antlaşması’nın iç yüzünü, Kurtuluş Savaşı’nın niteliğini anlatan coşkulu bir vaaz verdi, bu vaaz Diyarbakır’da basılarak bütün vilayetlere ve cephelere dağıtıldı.Mehmet Akif milletini ve dinin seven, insanlara karşı merhametli davranan, şair tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan meşhur bit Türk şairdir. İstiklal Marşı şairi olması bakımından da ‘’Milli Şair’’ ismini almıştır. Şairin en büyük eseri safahat genel adı altında toplanan 7 kitaptan oluşmuştur. Şair bu eserinde halka seslenmiş, yalın ve halkın anlayabileceği bir dili tercih etmiştir.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Yazarı Hakkında Bilgi

İstiklâl Marşı şâiri. Asıl adı Mehmet Ragif olan Mehmet Akif 1873 yılında İstanbul’da doğdu. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tâhir Efendidir. İlk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasının vefâtı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâtı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı.

1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedârı M. Emin Beyin kızı İsmet Hanımla evlendi. Âkif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908'de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar. Bu târihten itibaren şiirlerini Sırât-ı Müstakîm’de yayınlanır. Mehmed Âkif milletini ve dînini seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip, şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şâiridir. İstiklâl Marşı şâiri olması bakımından da “Millî Şâir” ismini almıştır.

Sol Ayağım - Christy Brown

0 yorum | Devamını Oku...
Chrısty yirmi üç kardeşli ailenin bir çocuğudur. Chrısty dört aylıktan sonra farklı gelişmeler göstermiştir.Boynu hep arkaya düşüyor,bilekleri geriye kayıyordu.Bu sorunları ailesi kendileri çözmeye çalıştılar. Ama başarılı olamadılar. Chrısty bir yaşına geldiğinde doktora gittiler.Doktorlar çocuğun beyinsel özürlü olduğunu söylediler.Ailesi çocuklarının özürlü olduğunu kabul etmek istemiyordu.Beş yaşına kadar Chrısty hep böyle yaşadı.

Tepki veremiyor,konuşamıyor,yürüyemiyordu.Derken Chrısty bir akşam herkes evde otururken ders yapan kardeşi Mona’nın elinden sol ayağıyla kalemi aldı ve karalama yapmaya başladı.Ailesi ve kendisi de bu harekete şaşırmıştı.Annesi Chrısty’le ilgileniyor ve ona alfabe öğretiyordu.Bir gün eve grip olan kardeşi Mona’yı tedaviye mahalle doktoru gelmişti . Chrısty’ni yazı yazarken görmüş ve oldukça şaşırmıştı.Sol ayağı Chrısty’nin herşeyiydi.Her ihtiyacını onunla karşılıyordu. Chrısty’nin bir arabası vardı.Bununla kardeşleriyle beraber dışarı çıkabiliyordu.Bir gün arabası kırıldı ve Chrısty sürekli evde oturmaya başlamıştı.Chrısty artık sürekli düşünüyor ve kendi halinden nefret ediyordu; dış görüntüsünden ve insanların ona bakışlarından. Chrısty oniki yaşına geldiğinde annesi birdaha doğum yaptı ve onun için hastanedeydi. Chrısty’e bakmak için eve bir kız geliyordu .Chrısty kıza aşık oldu.Kız Chrısty’ni sakinleştiriyor ve çevresiyle ilişkisini kolaylaştırıyordu.Ayrıca resim yapma hobisini kazandırmıştı.Fakat Chrısty onbeşine geldiğinde caddelerindeki Jenny’e aşık oldu.Fakat Jenny,Chrısty’le ilgilenmiyordu . Chrısty bunun görüntüsünden dolayı olduğunu biliyordu.

Chrısty her geçen gün daha da içine kapandı.Kardeşleri evleniyor ve çocukları oluyordu.O ailesinden uzaklaştığını hissediyordu.On yedi yaşındaydı ve artık sürekli resim yapmaktan sıkılmıştı.O yüzden küçük hikayeler yazıyordu.Bir gün ailesi Chrısty’ni zar zor bulduğu parayla seyahate gönderdi.Bu seyahatte Chrısty gibi özürlü çocuklar vardı.Chrısty burada kendisi gibi insanlarla vakit geçirdi.Kiliselere gidip iyileşmesi için dualar etti.Chrısty burada kendisine güven duymaya başladı.Bir haftalık seyahatten sonra eve geldiğinde yine eski Chrıstyndi.Yine kendi halini düşünüyordu.Yine böyle bir gündü eve bir adam geldi.Bu küçükken Chrısty’ni görüp sol ayağını kullanmasından çok etkilenen doktordu.Chrısty’ne yardım edebileceğini fakat tedaviye cevap verebileceğini anlamak için onu Londraya göndermek istemişti.

Chrısty ve ailesi bu beklenmedik olay karşısında oldukça sevinmiş ve Chrısty düzelebileceğini öğrenince kendisine özgüveni gelmişti.Ama önce Londraya gidildi . Chrısty’nin tedaviye yanıt verebileceği anlaşıldı.Chrısty geri döndü ve fizik tedavisine başladı.Artık hergün kliniğe tedaviye gidiyordu.Chrısty’nin homurdanmaları bir süre sonra konuşmaya çevrildi .Artık konuşabiliyordu.Chrısty kendi hayat hikayesini yazmaya başlamıştı.Kitabı yazarken doktorundan yardım alıyordu.Çünkü o da oyunlar yazıyordu.Doktoru Chrısty’nin daha iyi bir şekilde yazabilmesi için bir hoca tutmuştu.Chrısty kitabının yarısını bitirmişti.Doktoru beyinsel özürlüler semineri olacağını ve Chrısty’nin kitabını burada okumasını istedi. Chrısty’de kabul etti.Chrısty seminerde yazdıklarını okudu.O gecede ailesi,doktorları ve izleyen seyirciler Chrısty’le gurur duydular.

Serçekuş - Cahit Zarifoğlu

0 yorum | Devamını Oku...
“Serçekuş” çağdaş bir masal. Çocuk gibi düşünen, etrafına çocuk gibi bakan bir serçenin avcı ile başlayan macerası. “Serçekuş”un en belirgin özelliği anlatımındaki şiirselliği olarak belirir. Her yaştan okurun zevkle okuyabileceği bir kitap. Bu yönüyle “Serçekuş” çocuk edebiyatımızın klasikleri arasında önemli bir yere sahip bulunuyor.

Kitap Özeti:
Serçekuş’u bir gelincik tarlasının n içindeki yuvasında yaşar. Güneş doğmadan kalkar ve sabahın bütün güzelliklerine tanık olur. Güneşin doğuşuyla birlikte avlanmak için yuvasından çıkar. Gölbaşı Gölü’ne gelen avcıları görür. Daha sonra Kocabağ Köyü’ne doğru yol alır. Oralarda karnını doyurmaya çalışır. Orada köylüleri izler. Akabinde koruluklar arasında gezinmeye başlar. Aklına birtakım sorular gelir. Güneş vücudunu ısıttığı için onu soba gibi düşünür. Güneşi tabiatın efendisi olarak görür. Daha sonra güneşe de hakim olan bir varlığın olduğunu düşünmeye başlar. Uçarken yükselmeye başlar. Artık o kadar yükselmiştir ki her şeyin küçük olduğunu görür ve nefes almakta da zorlanmaya başlayınca geri alçalır.
Avcılardan uzak durmaya çalışır. Nedenini bilmediği bir korku içinde dağlara doğru kaçar. Kaderinden kaçmaya çalışır. Bir gün konduğu bir dalda bir avcı tarafından görülür. Avcı tüfeğini ona yöneltir. Serçekuş çok korkar. Avcıyla arasında birtakım konuşma geçer. Giderek avcıya yaklaşmaya başlar. Bu cesaretiyle ölümün korkulacak bir şey olmadığını gösterir. Avcının kendisini, Serçekuş’un yerine koyduğunu ve kendisinin de insan olsaydı neler yapabileceğini düşünür.Serçekuş’u “avcının kendisini öldürmemesini bir gün ona yardım edebileceğini söyler.” ,avcı buna çok güler. Bir kuşun ona nasıl yardım edebileceğini merak eder ve şu soruyu sorar: “Ben ölüyor olsam, Azrail başımda olsa nasıl yardım edebilirsin?” Bunun üzerine Serçekuş ölümün, Azrail’in nasıl olduğunu düşünmeye başlar. Ölümün yeni bir hayat olduğunu, Azrail’inde insanları öldüren avcı olduğunu düşünür. Avcıya biraz daha yaklaşır ve omzuna konar. Sonunda avcıyı ikna eder ve kendisini öldürmesini önler. Yine bir gün avcı avlanırken, vurduğu ördeği gölden almak için göle dalar. Birden bataklığa saplandığını fark eder. Avcı çok telaşlanır. Yavaş yavaş batmaya başlar ve aklına Serçekuş’un söyledikleri gelir. Serçekuş ona çamura gömülürse kurtarabileceğini söylemişti. Batmasına az kalmıştı ki Serçekuş başında görünür. Serçekuş avcıya yardım ederek onu kurtarır. Avcının kendisine yaptığı iyiliğe bu şekilde karşılık verir. Sonunda da Serçekuş barış güvercini gibi uçup gider.

Salur Kazan’ın Evi Yağmalanması - Dede Korkut Hikayeleri

0 yorum | Devamını Oku...
Dede Korkut hikayeleri arasında yer alan Salur Kazan’ın Evi Yağmalanması, bir şölen sırasında sarhoş olan Salur Kazan ava gitmek istemesiyle başlar. Dayısının karşı çıkmasına rağmen, oğlu Uruz’u çadırını koruması için bırakıp ava gider. Salur Kazan’ın yokluğunu fırsat bilen düşmanları evini basar, ailesinden olmayan Saru Kulmaş adlı kişi çadırı savunurken, Karaçuk Çoban’ın iki kardeşi de koyunlarını savunurken ölür, karısı Burla, oğlu Uruz ve annesi tutsak edilir. Av sırasında kötü bir düş gören Salur Kazan, kardeşi Kara Göne’ye başvurur, ancak Kara Göne karamsar sanrılarıyla Salur Kazan’ın korkusunu arttırır. Salur Kazan avı bırakıp çadırına döner, olanları görür ve ailesini aramaya başlar.

Hikayede Dede Korkut’un diğer hikayelerinde de olduğu gibi dönemin göçebe Türk kültürünün öykünün tamamında çok belirgin olduğu görülebilir. Hikayenin karşılaştırmalı yapısı, barışçı aile kültürü ile savaşçı toplumsal eğilimler arasındaki zıtlaşmaları gösterir. Toplum genelinde savaşçı özelliğiyle saygı gören Salur Kazan’ın savaşçılığının yansıması olan av merakı ile aile içinde felakete sebep olması, toplumsal düzeyde kültürle aile düzeyinde kültürün tam anlamıyla örtüşmediğini bize göstermektedir.

Sodom Ve Gomore (Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI: Sodom Ve Gomore

YAZARI: Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

KİTABIN KONUSU:

İstanbul’un işgali ve İstanbul halkının işgale karşı gösterdiği tepkiler

KİTABIN ÖZETİ:

Birinci Dünya Savaşı henüz sona ermiştir. Osmanlı İmparatorluğu da bu felaketten payını almış ve ülkenin her yeri kargaşa içindedir. 1921’lerin İstanbul’u, İngilizler şehri işgal etmiş ve saray buna sessiz kalmıştır. İstanbul, Anadolu’dan kopuk ayrı bir dünya gibidir, tıpkı Sodom ve Gomore gibi. Tanrının lanetlediği şehirlerden ikisidir. İstanbul kızları İngiliz subaylarıyla beraber olmaktan gayet mutludurlar. Leyla’da bunlardan biridir. Bu nazik kızlarımız Kuvayi Milliyetçileri yabani dağ insanı olarak görmekte, hatta tiksinmektedirler. Leyla’ ya âşık olan Necdet ise bağımsızlıktan umudunu kesmiş, olaylara sadece seyirci kalmıştır. Sevdiği kızın işgalci subaylarla olan yakınlığını görür fakat görmezden gelir, hatta o da bu subayların çevresinde oluşan yüksek sosyeteye katılır. Oysa Necdet’in arkadaşı Cemil bir şeyler yapmak gerektiğini düşünür ve Kuvayi Milliyecilere katılır ve sonunda şehit olur. Fakat o değeri bilinmez insanlardandır, vatan o ve onun gibilerinin kanlarıyla hayat bulmuştur. Vatanın ayakları aslında bağımsızlık savaşında ayaklarını yitiren gazilerimizindir. Onlar her bir uzuvunu kaybederken vatan yeniden el ayak sahibi olmuştur.
İstanbul’un bu şaşalı hayatı çok kısa sürer. Ezilmiş Anadolu insanının özlediği gün gelir. Bir gece Kuvayi Milliyeciler karanlığın içine akın eden ışık hizmeleri gibi akın ederler şehre.
Leyla, o eski hayatlarının mahvettiği için bu büyük savaşçıları nefretle karşılar. Necdet ise artık bu İngilizler tarafından kullanılmış vatanperverlik duygusundan yoksun kızdan soğumuştur.
Leyla dudaklarını Necdet’in dudaklarına uzatır. Necdet onu kucaklar ve bir köşeye bırakır. Dudaklarında bir kimyevi maddenin “rujun” yavan tadıyla bağımsız İstanbul’a katılır.
KİTABIN ANA FİKRİ:

İnsanlar zorda kaldıkları an her türlü şekle bürünebilir, hatta en samimi olduğu kişilere bile kazık atabilir.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

İnsanlar zorda kaldıkları an her türlü şekle bürünebilir, hatta en samimi olduğu kişilere bile kazık atabilir.
Necdet: Kendine güveni olmayan birisi ve küçük kırılganlıkları ve vazgeçemediği rahatlığı onu yurt savunması gibi bir şereften yoksun bırakıyor.
Leyla: Bakımlı, ince yapılı, dikkati çeken güzel bir İstanbul kızıdır. Fakat ailesi gibi vatan duygularından yoksun, sosyeteyi seven, hovarda bir kızdır. Hayatı yalancı bir cennetten farksız yaşamak isteyen bir kişidir.
Cemil: Vatansever biri, vatanının köle oluşuna katlanamayacak derecede onurlu, güçlü, iri yapılı bir Türk’tür.

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top