21 Aralık 2011 Çarşamba

Ölü Ozanlar Derneği (N. H. Kleinbaum)

0 yorum | Devamını Oku...
ESERİN ADI : Ölü Ozanlar Derneği
ESERİN YAZARI : N.H. Kleinbaum
ÇEVİRİ : Sızan Cehani Alioğlu
BASKI YILI : 1990
BASILDIĞI YER : Real Yayıncılık/Hürriyet Ofset A.Ş.

ESERİN KISA ÖZETİ

Welton Akademisi bulunduğu bölgenin en disiplinli ve en iyi eğitim veren okullarından biriydi. En ufak disiplinsizlikte bile çok büyük cezalar veriliyordu. Okul tarafından benimsenmiş olan bazı ilkeler vardı. Bu ilkeler disiplin, gelenek, yetkinlik ve onurdu. Okul bu ilkelerden asla vazgeçmiyor, bu ilkelere uymayanlar ise en ağır şekilde cezalandırılıyordu. Her sene açılış törenlerinde bu ilkeler öğrenciler tarafından açıklanıyordu. Bu okul yatılı bir okul olmasından dolayı öğrenciler aralarında çok sıkı arkadaşlıklar kuruyorlar ve her zaman kötü zamanlarında birbirine destek oluyorlardı. Çünkü onlar daha küçük yaşta anne ve babalarından ayrılmış ve böyle disiplinli bir okula gelmiş olmanın sıkıntılarını yaşıyorlardı. Bu sıkıntıların üstesinden birbirlerine verecekleri destek ile gelebileceklerdi. Anne ve babaları için, çocuklarının bu okulda okuması büyük bir gururdu.

O yıl yani 1959 da Welton Akademisi yine görkemli bir açılış yapmış. Ve okula yeni alınan öğrencilerle birlikte eğitim yılına başlamıştı. Welton Akademisine başka bir okuldan transfer olan Todd Anderson çekingen bir çocuk olduğundan dolayı henüz yeni arkadaşları ile tanışmamıştı. Onun kendisine hiç güveni yoktu. Her zaman çok alçak bir sesle konuşuyor ve insanlardan utanıyordu. Oda arkadaşı Neil onunla tanışmış ve onu bu özelliğinden dolayı azarlamıştı. Çünkü yatılı bir okulda eğer içine kapanık olarak davranırsa çok şeyler kaybedeceğini ve bu özelliğinden hemen kurtulmasını gerektiğini söyledi. Neil Toddu diğer arkadaşları ile tanıştırdı. Knox, Charlie, Cameron, Pitts ve Meeks’de onu çok sevmişlerdi. İşte arkadaşlıkları böyle başladı. Hem okulun eski mezunu hem de yeni İngilizce öğretmeni olan Keating’in okula gelmesi ile bu arkadaş grubunu yaşamı değişmeye başladı. Bay Keating’ten etkilenen yedi arkadaş Ölü Ozanlar Derneğini kurdular. Derneğin yeri okulun yakınlarında bir mağaraydı. Çocuklar bu mağarada toplanıp burada ölü ozanların şiirlerini okuyorlar ve adeta bu şiirleri yaşıyorlardı. Burada toplanıp bu şiirleri okumanın asıl amacı ailelerinin baskı ve beklentilerinden bir an için uzaklaşmak ve yaşamın her anının ne kadar önemli olduğunu anımsamaktı.

Bu dernekte toplanıldığında herkes sıra ile şiirler okurdu. Ancak Todd Anderson utangaçlığından dolayı şiir okuyamıyordu. Kısa bir süre sonra o da bu dernek sayesinde utangaçlığını üzerinden atmıştı. Neil’in en büyük isteği bir tiyatro oyununda rol almaktı. Bay Keating’in de yardımıyla bölgede sergilenecek bir tiyatro oyununda baş rolü aldı. Ancak babası kesinlikle bunu istemiyordu. Buna rağmen Neil babasından habersiz olarak Ölü Ozanlar Derneğinde edindiği bir takım düşüncelere dayanarak bu oyunu oynadı. Babası da bu oyuna gitmiş ve Neil’i bu oyunda görünce deli olmuş, çok sinirlenmişti. Neil’in babası tüm olanların suçlusu Bay Keating’i görüyordu. Bu yüzden Neil’i bu okuldan alıp bir askeri okula yazdırmaya karar verdi. Neil ailesinin kendi yolunu kendisinin çizmesine izin vermediği için çok büyük bir sıkıntı ve stres altına girmişti. Bu sıkıntıya fazla dayanamayan Neil bir kurşunla hayatına son verdi. Bunu duyan tüm yakınları yıkılmıştı. Onun arkadaşaları hariç herkes onun ölümü ile ilgili olarak Bay Keating’i suçluyordu. Neil’in arkadaşları ise suçlunun kesinlikle onun babası olduğunu düşünüyorlardı. Bir süre sonra Okul müdürü Nolan’ın Ölü Ozanlar Derneğinden de haberi oldu . ayrıca bu derneğin kurucusunun Bay Keatin olduğunu da öğrendi. Tüm bunları Nolan’a Cameron ispiyonlamıştı. Yani arkadaşlarını ve Bay Keating’i ele vermişti. Buna sebep olarak da okulun sahip olduğu bazı ilkelerin olduğunu ve bu ilkelere ihanet edemeyeceğini söylemişti. Tüm olanlardan sonra Bay Keating’in öğretmenliğine son verilmesi için çalışmalara başlandı. Derneği ilk kuran öğrenci olan Charlie okuldan atılmıştı. Derneğin diğer üyeleri ise Bay Keating’in öğretmenliğine son verilmesi için imza atmaya zorlanmıştı. Todd Anderson buna karşı gelmiş ve kağıdı imzalamamıştı. Bu yüzden okul müdürü tarafından tehdit edilmeye başlandı.

Todd’un çabaları sonuç vermedi ve Keating’in öğretmenliğine son verildi. O okuldan ayrılırken bütün öğrenciler Bay Nolan’nın gözü önünde alkışları ile Bay Keating’e duydukları o büyük sevgiyi gösterdiler.

MUHTEVA BİLGİSİ

a)Eserdeki kişilerin tasviri

Todd Anderson: Ailesinin kendisine fazla önem vermemiş olmasından dolayı içine kapanık olarak yetişmiş bir çocuktu. Ancak bu okulda tanıştığı yeni arkadaşları ve Ölü Ozanlar derneği onu bu özelliğinden kurtarmıştı. Ayrıca Todd Anderson’un en büyük özelliği ise sevdiği ve tanıdığı insanların her zaman arkasında olmasıydı. Arkadaşlarının haksız yere zor duruma düşmemesi için elinden gelen her şeyi yapabilirdi.
Neil: Neil Todd Anderson’nun tam tersine çok aktif ve çok sosyal bir çocuktu. Ayrıca çok da duygusaldı .Herkes tarafından seviliyordu . Ancak babası onun böyle biri olmasını istemiyordu. Sebepsiz yere onun sosyal faaliyetlere katılmasını engelliyordu. Hatta onu hayat yolunu daha şimdiden babası belirlemişti. Babası onun tiyatro oyununda oynamasına izin vermemiş hatta onu okuldan almıştı. Böylece onun ölümüne sebep olan tek kişi babasıydı.

Bay Keating: Her zaman Özgür düşünen ve bu düşüncesini çevresindekilere de yaymak isteyen iyi niyetli bir insandı.

b)Olayın geçtiği yer ve zaman

Bu Hikaye 1959 yılında Vermont kasabasının Issız tepelinden birine kurulmuş olan Welton akademisinde geçiyor.

c)Anafikir

Bu eserin ana fikri; İnsanlar hayatın her anından her saniyesinden özgürce yaşayarak zevk almasını bilmelidirler. Yardımcı fikir ise, insanlar arasında kurulan sağlam arkadaşlıklar onların her türlü zor durumun üstesinden gelmeleri için çok büyük bir fırsattır.

d)Tür Bilgisi

Bu eser bir romandır. Roman, düz yazı biçiminde yazılan ve öyküye göre daha uzun olan bir edebiyat türüdür. Romanın en yaygın ve en kısa tanımlarından birisi budur. Roman, kişi ve olaylar aracılığıyla geçmişin ve bu günün gerçek yaşamını, az ya da çok karmaşık bir örgü içinde anlatan bir edebiyat türü olarak tanımlanır. Bazı tanımlamalara göre ise roman bir düş ürünüdür. Gerçek yaşama uygun olabileceği gibi uygun olmayabilirde; romancı kendi kafasında kurduğu bir dünyayı yansıtabilir. Romanda serüven; gelenek. Görenek ve kişilerin incelenmesi duyguların ve tutkuların çözümlemeleri vardır. Bütün bu tanımlamalar ve nitelemeler çağdaş roman içinde geçerli olmakla birlikte, daha çok 19. yy romanının özelliklerine dayanır.

ESER HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞ

Kleinbaum tarafından yazılan bu eserde arkadaşlığın ne kadar önemli bir kavram olduğu anlatılmakta. Özellikle yatılı okullarda arkadaşlık kavramı daha da büyük bir önem kazanmakta. İnsanlar arasında kurulan sağlam arkadaşlıklar sayesinde her türlü zorluğun üzerinden üstesinden gelinebilir. Bana göre bu kitap tam bizim durumumuza uygun olarak yazılmıştır. Ayrıca sade ve akıcı anlatımı ile her yaştan herkesin özellikle de bizlerin mutlaka okuması gereken bir kitap…

YAZAR HAKKINDA BİLGİ

Ölü Ozanlar Derneği isimli eser N.H.Kleinbaum adındaki Alman yazar tarafından yazılmıştır. N.H. Kleinbaum çok fazla eseri olmadığından dolayı fazla popüler değildir ve hakkında bilgi mevcut değildir. N.H. Kleinbaum’un en önemli eseri Ölü Ozanlar Derneği . Bu kitapta geçen hikaye Robin Williams’ın başrolünü oynadığı filmle yıllarca akıllardan silinmeyecektir.

Ölüm Diyeti (Robin Cook)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : ÖLÜM DİYETİ
KİTABIN YAZARI : ROBİN COOK
YAYINEVİ : ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ
BASIM YILI : 1999

KİTABIN KONUSU

Bir hastahanede ardı ardına gele ölümlerin ortaya çıkarılmasıdır.

KİTABIN ÖZETİ

Dr. Hodges Barlett Kent Hastanesi (BKH)’ ni kurduktan sonra, işletmesini üstlenerek hastaneyi büyük ve tanınan bir kurum haline getirir. Ekonomik sıkıntıların patlak vermesiyle birlikte Barlett ilçesinde bulunan iki özel hastane maddi ihtiyaçları karşılamaktaki güçlüklerden dolayı kapanır. Dr. Hodges de bu ekonomik durumdan etkilenen hastanesini kurtarmak amacıyla ekonomiden anlayan Traynor’ ı yönetim kurulu başkanlığına getirerek kendini emekliye ayırır. Traynor hastaneyi ayakta tutabilmek için bölgenin en önemli sağlık merkezlerinden biri olan Comprehensive Medical Vermont (CMV) ile sağlık antlaşması yapar.

CMV antlaşma gereği BKH’ ye hem hasta hem de doktor yollayarak, karşılığında para ödemeyi taahhüt eder. CMV’ nin asıl amacı BKH’ ye parası ve sosyal güvencesi olmayan hastalarını göndererek, BKH’ yi ekonomik açıdan zor duruma düşürmek ve hastanenin bu güç durumundan yararlanarak yönetimi ele geçirmektir. BKH’ de bir süre sonra hasta ölümlerinde artış görülmeye başlanır. Bu ölümlerin tümü eskiden ciddi bir hastalık geçirmiş ve bu hastalıkla mücadeleyi kazanmış fakat BKH’ ye küçük vakalar için başvurup, tedavi olduktan sonra, hastanede ölenlerden oluşur. Bu olayların hastane üzerindeki etkisi de olumsuz yönde olmaktadır. Otoparkta hemşirelere cinsel taciz yapılıp diğer personelin de malına zarar verilmektedir.

Bu esnada hastanenin kurucusu olan emekli yönetim kurulu başkanı Dr.Hodges olayları inceler ve otoparktaki hemşire saldırılarını gerçekleştiren kişinin yine hastaneden birinin olduğu kanısına vardığını ve ölüm olaylarındaki artışların şüpheli olduğunu aktarır ve aynı günün akşamı öldürülür.

Bu arada kitabın kahramanları Dr. David, karısı Dr. Angela ve kızları Niki CMV’ ye iş başvurusunda bulunarak kabul edilir ve BKH’ ye antlaşma gereği transfer olurlar. Bir süre sonra onlar da kendilerini olayların içinde bulurlar ve şüpheli ölüm olaylarını araştırmaya başlarlar. Ölen Dr. Hodges‘ in evini satın alan çift, onu evinin bodrumunda örülmüş duvarın arkasında ölü bulur. Dr Hodges ile başlayan şüpheli ölümleri araştıran doktorlarda da ölüm vakaları yaşanmaya başlar. Dr. Rendall Portland bu doktorlardan biridir ve tabancasıyla intihar etmiş halde bulunur.

Dr. Angela olayların üzerine bir dedektif tutarak gitmeye devam eder. Dedektif ve Dr. Angela, Dr. Hodges’ in yakınlarıyla konuşarak olayları incelemeye başlar. Bunun üzerine bilinmeyen bir kişi tarafından uyarılar almaya başlar. Bu uyarıdan kısa bir süre sonra Dr. Angela’ da hemşirelere olduğu gibi saldırılıp öldürülmek istenir. Fakat kurtulmayı başarır. Bu olaylardan Dr. David huzursuzdur ve aile içindeki bu huzursuzluk Niki’ nin hastalanmasıyla doruğa ulaşır. Niki ile aynı hastalığa yakalanan arkadaşı bu hastalıktan ölür. Bu arada CMV yönetimi de Dr. David’ i hastalarıyla çok ilgilendiği ve masraflarının çok olmasından dolayı suçlar. Dr. David ise araştırmalarının sonucunu almaya başlar. Yönetim kurulu üyesi Werner Van Slyke ile tanışan Dr. David bu şahıstan şüphelenir ve araştırmalarını onun üzerinde yoğunlaştırır. Werner Van Slyke aslında eski çok iyi bir asker ve nükleer konuda bir uzman, aynı zamanda psikolojik sorunları olan birisidir. Bu araştırmadan rahatsız olan Werner Van Slyke Dr. David‘ in evde bulunmadığı bir esnada evine giderek olay çıkartır. Dr. David ise araştırmalarını derinleştirmiş ve Werner Van Slyke’ ın ölüm olaylarındaki rolünü fark etmiştir. Hastane kayıtlarında satıldığı gösterilen röntgen aletinin kobalt ünitesinin, küçük vakalarla hastaneye yatan hastaların yataklarının altına konularak, yüksek dozda radyasyon almaları ve ölmelerinin nedeni olduğunu kanıtlar. Olayların asıl kaynağının toplantı yapmakta olan yönetim kurulu başkanının oyunu olduğunu, asıl amacının kötü gidişatı körükleyerek, hastanenin CMV’ ye devrini gerçekleştirmek olduğunu anlar. Yönetim kuruluyla yüzleşmek için hastaneye gittiğinde psikolojik sorunları olan Werner’ in kobaltı masanın ortasına koyduğu ve yüksek dozdan bütün yönetim kurulunun etkilendiğini fark eder. Yönetim kurulu üyeleri bir süre sonra ölürken Dr. David ve Angela kızları Niki ile başka bir şehirde mutlu bir hayata başlarlar.

KİTABIN ANAFİKRİ

Sağlık hizmetlerinin geri plana atılıp,para kazanmanın ön plana çıkmasıdır.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ

DR.HODGES:Barlett Kent Hastahane(BKH)’sinin kurucusudur.

DR.DAVİD:BKH’ye iş başvurusunda bulunmuş,kabul edildikten sonra çalışmaya başlamıştır.Daha sonradan Dr. hodges’in evini satın alırlar

DR.ANGELA:Dr. David’in eşidir.Aynı şekilde BKH’ye transfer olmuştur.

NIKKI:Dr. David ve Dr. Angela’nın kızlarıdır.Hastahanede yakalandığı gizemli hastalıktan dolayı ölür.

WERNER VAN SLYKE: Aslında eski çok iyi bir asker ve nükleer konuda bir uzman, aynı zamanda psikolojik sorunları olan birisidir.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitap akıcı bir dille yazılmış olup,olayların birbiri ardına heyecanlı bir şekilde anlatılması okuyucuyu kitabın başından kalkamaz hale getiriyor.Macera ve cinayet romanlarından hoşlanan her arkadaşımın bunu okumasını tavsiye ederim.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ

1946 ‘da Bellshill’de doğdu.Orta öğrenimini Edinburgh’de tamamladıktan sonra Edinburgh Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı’nı okudu.Evli ve iki çocuk babasıdır.1974’de Parlemento’ya girdi.Parlemento’da değişik görevlerde bulunduktan sonra halen yazarlık hayatına devam etmektedir.

Ölü Canlar (Gogol)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : ÖLÜ CANLAR
KİTABIN YAZARI : Gogol
YAYINEVİ VE ADRESİ : Sosyal Yayınları
BASIM TARİHİ : MART 1983

KİTABIN YAYIM MAKSADI : Roman ( Dünya Klasikleri )

KİTABIN ÖZETİ

Kentinin merkezindeki büyük hana bir yolcu oldukça güzel, küçük, yaylı bir araba ile gelir. İlk etapta bu kimsenin ilgisini çekmez. Gelen şahıs Pavel İvanoviç ÇİÇİKOV’dur. Kendisini danışman, çiftlik sahibi ve iş için yolculuk eden biri olarak tanıtır. Tez elden kentin ileri gelenleriyle tanışır: Vali, polis memuru, yargıç, savcı, çiftlik sahipleri vs. ve gittiği her yerde kendini görgülü bir salon adamı olarak gösterir; konusu ne olursa olsun her konuşmada canlı, ilgi uyandırıcı sözler söyler.

Her gün akşam toplantılarına, yemeklere gider hoş vakit geçirir. Sıra kent dışı ziyaretlere geldiğinde ise işe önce çiftlik sahibi Manilov ile Sobakeviç’ten başlar. Çünkü onlara söz vermiştir. Belki de ÇİÇİKOV’u bu ziyaretlere zorlayan daha temelli, daha ciddi, daha derin nedenler vardır. Önce Manilov’un çiftliğine gider. Manilov ailesi üzerinde çok iyi izlenimler bırakır. Yemekten sonra çalışma odasına geçip iş konularında konuşmaya başlarlar. Çiçikov öncelikle Manilov’a kaç tane kölesi olduğunu, en son sayımı hükümete ne zaman verdiğini, kaç kölenin öldüğü gibi sıradan sorular sorar. Ancak o kadar çok ölen olmuştur ki Manilov bile sayısını kahyadan öğrenir. Ancak Çiçikov bunların listesini isteyince ortalık birden gerginleşir ve Manilov bunu niçin istediğini sorar. Çiçikov ne diyeceğini şaşırır ve ancak “Köylü satın almak istiyorum.” diyebilir. Daha sonra toparlayarak ölmüş olan köleleri almak istediğini söyler. Yani ölmüş ama yaşıyor gibi görünen köylüler.
ÇİÇİKOV uzun tartışmalardan sonra Manilov’a ölmüş köylüler için devlete boşuna vergi ödediğini anımsatarak bunları kendisine satmasını teklif eder. Ancak Manilov aralarındaki dostluğu öne sürerek bu iş için para istemeyeceğini söyler. Anlaşmalar yapılır ve Çiçikov evden ayrılır. Yolda yağmura tutulur ve arabaları devrilir. Ancak kısa sürede toparlanıp yola tekrar koyulurlar. Karşılarına çıkan ilk evin kapısını çalarlar. Ev sahibi onları içeri alır ve ağırlar. Geceyi orada geçirirler. Sabah ev sahibi bayana nerede olduklarını sorar. Anlaşılan yanlış yoldan gitmişlerdir. Geldikleri ev ise çiftlik sahibi bayan Koroboçka’nın evidir. Çiçikov, Manilov’a köylülerle ilgili sorduğu soruları bayan Koroboçka’ya da sorar. Lafı evire çevire ölü köylülerin satışına getirir. Bayan Koroboçka şaşkınlıktan küçük dilini yutar. Ancak Çiçikov, bayan Koroboçka’ya, ölen köylüler için boş yere vergi ödediğini, kendisine yardım etmek için bu masrafları karşılamak için ölü köylüleri almak istediğini söyler. Uzun tartışmalar sonucu Çiçikov, ileride çiftlik ürünlerini alacağı sözünü vererek ölü canlar için anlaşma yapar. Çiçikov çiftlikten ayrılarak meyhaneye gider. Burada Nozdriev ile karşılaşır. Nozdriev ile savcının evinde tanışmıştır. Nozdriev birkaç günlük bir panayırdan döndüğünü ve eve gideceğini söyleyerek Çiçikov’u da evine götürmek ister. Ancak Çiçikov işlerinin çok olduğunu söyleyerek teklifi reddetse de Nozdriev’le başa çıkamaz ve eve giderler. Nozdriev gereğinden fazla konuşan, sürekli kumar oynayan ve olayları abartan bir kişidir. Yemek, içki, sohbet derken konu döner dolaşır Çiçikov’un işlerine, oradan da ölü köylüleri satın almaya gelir. Nozdriev’de diğer çiftlik sahipleri gibi şaşırır. Ancak Nozdriev çok uyanıktır. Onları pahalıya satmaya çalışır. Ancak Çiçikov’un fazla parası olmadığı için uzun uzun pazarlık yaparlar. Nozdriev bu alışverişin sebebini öğrenmek için ısrar eder. Çiçikov ise zengin bir kızla evlenmek istediğini ancak babasının kızı vermesi için üç yüz can kölesi olması gerektiğini bu yüzden de ölü can almak istediğini söyler. Nozdriev her ne kadar inanmasada olay böylece kapanır. Nozdriev, Çiçikov’u iskambil oynamaya davet eder; ancak Çiçikov oynamak istemediğini söyler. Çok ısrar eder ancak sonuç alamaz. Hiç olmazsa dama oynayalım hem damada hile yapma şansım da yok deyince Çiçikov kurtulmak için teklifi kabul eder. Ancak Nozdriev yine hile yapar. Bunun üzerine Çiçikov sinirlenir ve evi terk eder.

ÇİÇİKOV’un aldığı köleler kentte günün konusu olur. Köylülerin başka bir yere götürülüp yerleştirilmesinin karlı bir iş olmadığı üstüne bir çok yorumlar yapılır, bir çok düşünceler, görüşler ileri sürülür. Bu konuşmalardan bir çok kişinin bu sorunla ilgili derin bilgisi olduğu anlaşılır. Kimileri: “Elbette’’ der, “buna bir şey denemez. Güney illerinde toprak iyidir, verimlidir. Ama su olmadı mı, Çiçikov’un köylülerinin elinden ne gelir? Orada hiç akarsu yoktur.’’ “Su olmaması mümkün değil… Önemli değil bu. Fakat yerleştirme işine güvenilmez. Bizim köylülerin ne adam olduğunu bilemezsin. Yeni bir yerde, kulübesi, bahçesi olmadan toprağı sürsün, imkanı yok. İki kere iki dört gibi biliyorum, kaçarlar. Hem öyle kaçarlar ki, izlerini bulana aşk olsun.” “Hayır, afedersiniz ama, ben bunu kabul etmiyorum. Çiçikov’un köylüleri kaçmazlar. Rus köylüsünün her şeye gücü yeter, her iklime alışır. Onu Kamçatka’ya bile gönderseniz bir sıcak eldiven verdiniz mi elini bir oğuşturur, baltayı eline aldığında yeni bir kulübe yapmak için başlar odun kesmeğe.” “Ama önemli bir sorunu gözden kaçırıyorsun. Sen Çiçikov’un köylüleri nasıl adamlardır, orasını düşünmüyorsun. Hiçbir çiftlik sahibi iyi adamını satmaz. Çiçikov’un köylüleri son derece hırsız, sarhoş kimseler olsalar bile kellemi keserim ki tümü de tembel, kırıcı dökücü heriflerdir.” “Ha bunu kabul ederim doğrusu. Kimse iyi adamını satmaz. Çiçikov’un köylüleri de baştan aşağı sarhoştur. Ama şuna dikkat etmeli ki; konunun can alacak noktası da buradadır. Evet şimdi hepsi ahlaksızdır ama yeni topraklarına gittiler mi çok iyi birer uyruk olabilirler. Bunun bir çok örneği var. Hem bugün hem geçmişte.” Devlet fabrikaları müdürü: “Böyle şey olmaz,” diyordu, “Çünkü Çiçikov’un köylülerinin şimdi iki büyük düşmanı olacaktır. Biri küçük Rusya illerinin yakınlığı. Pek iyi bilirsiniz ki orada içki serbestçe satılır. Bana inanın hepsi de on beş gün içinde ayyaş olup çıkarlar. İkinci tehlikede köylülerin göç sırasında serseriliğe alışmaları. Ancak Çiçikov onları sürekli göz hapsinde tutar, demir pençe içine alır, en küçük suçlarına göz yummazsa o başka.”

Çoğu, Çiçikov‘un durumunu iyice anlıyor, bu kadar çok köylünün bir yerden başka bir yere götürülmesindeki zorluğu kavrıyordu. Kimileri, Çiçikov’un köylüleri gibi, netameli insanlar arasında bir ayaklanma çıkması olasılığından çok korktuklarını söylerler. Bunlara emniyet müdürü, bir ayaklanma korkusu olmadığını, komiserin pekala haklarından gelebileceğini söyler. O’na göre komiserin gitmesine bile gerek yoktur. Sadece kasketini yollasa, bu kasket onları yerleştirilecekleri yere kadar götürür. Kimi de, Çiçikov’un köylülerine egemen olan başkaldırma ruhunun kökünden kazınması için başvurulacak çareleri sayıp döktüler. Bu düşünceler çeşit çeşitti. Bir kısmı, son kerte zor ve baskı kullanılması gereğini ileri sürüyor, bir kısmı ise tam tersine merhametli davranmayı öğütlüyordu. Posta müdürü ise Çiçikov’a kutsal bir görev düştüğünü O’nun bir çeşit “baba” yerinde olduğunu, hatta köylülerini eğitimden yararlandırmasını söylüyor bu sırada Lancaster’in önerdiği karşılıklı eğitim sistemini övüyordu.

Artık kentte bu gibi düşünceler yürütülür, böyle şeyler konuşulur. Bir çoğu Çiçikov’a duydukları sevgiden ötürü bazı öğütlerde bulunurlar. Hatta köylülerin Kerson’a kadar rahatça götürülmeleri için kolcu vermeye hazır olduklarını söylerler. Çiçikov bu öğütlere teşekkür eder, gerektiğinde bunlardan yararlanmayı unutmayacağını söyler. Ancak kolcuları kesin olarak reddeder. Kolcuların gereksizliğini, çünkü satın aldığı köylülerin çok sakin insanlar olduğunu yeni bir yere götürülmekten memnun olduklarını, aralarında bir ayaklanma olasılığının bulunmadığını söyler. Bütün bu düşünceler ve öğütler, Çiçikov için çok yararlı sayılabilecek bazı sonuçlar sağlar: Ortalığa O’nun milyoner olduğu üstüne söylentiler yayılır. Kenttekilerin bu söylentilerden sonra O’na olan sevgileri daha da derinleşir.

Kentteki insanların tümü iyi kalpli, konuksever insanlardır. Onlarla birlikte yemek yiyen ya da Whist oynayan biri hemen dostları olup çıkar. Hele bu kişi Çiçikov gibi iyi huylu terbiyeli, kendini sevdirmenin büyük gizini bilen biri olursa. Çiçikov kentte o kadar sevilmiştir ki bir türlü ayrılıp gitmenin yolunu bulamaz. Her zaman “bizimle bir haftacık daha kalın, Pavel İvanoviç” gibi sözlerle karşılaşır. Kısacası kentte el üstünde tutulur. Ama kentin bayanları üzerinde bıraktığı etki çok daha güçlü, çok daha şaşırtıcıdır.

Sonunda Çiçikov da kendisine gösterilen bu ilgiyi fark eder. Bir gün oteline döndüğü zaman masanın üzerinde bir mektup bulur. Mektubunun altında imza falan yoktur. Ne adı, ne soyadı, ne tarih. Yalnız Çiçikov’un kalbi bu mektubun sahibini bulmalı, deniyor okur ve çekmeceye koyar. Biraz sonra Çiçikov’a valinin balosu için bir çağrı mektubu gelir. Bu, il merkezi için olağan bir şeydir. Nerede bir vali varsa, orada mutlaka bir balo vardır. Yoksa soylular valiye karşı duymaları gereken sevgiyi, saygıyı besleyemezler…

Çiçikov’un baloya gelişi büyük mutluluk uyandırır. Bütün gözler O’na çevrilir ve herkes O’nun yanına toplanır. Çiçikov herkese mutluluk ve neşe getirir. Herkese, her sorulana yanıt yetiştirir, içinde bir rahatlık, alışık olduğu üzere yandan, sağdan, soldan selam verir, herkesi büyüler. Bayanlar yerini alır almaz “Acaba yüzlerinden, gözlerinden mektubu yazanın kim olduğunu anlayabilir miyim? diyerek onları süzmeye başlar. Ancak hiçbirinde böyle bir yüz ifadesi yoktur. Çiçikov O’nu bulmaya kararlıdır. Bayanlarla sohbeti koyulaştırır. Ancak tam o sırada, kötü bir sürpriz; Nozdriev salona girer. Çiçikov’un çok aptal bir insan olduğunu çünkü ölü can aldığını haykırır. Önce insanlar pek aldırış etmezler. Ancak bu hikaye kulaktan kulağa yayıldıkça insanlar itibar etmeye başlarlar. Olay o kadar yayılır ki herkes Çiçikov’un valinin kızını kaçırmak için bunu yaptığını düşünmeye başlarlar. Ancak her iki olay arasında hiçbir bağlantı kuramazlar. Sonunda kentte iki parti kurulur. Erkekler partisi ve kadınlar partisi. Erkekler, sadece ölü canlarla; kadınlar ise sadece valinin kızının kaçırılmasıyla ilgilenirler. Kısacası bütün kent olayı çözmek için seferber olur. Bu arada Çiçikov hasta olduğu için evden dışarı çıkamaz ve olaylardan haberdar olamamıştır. Dışarı çıktığında ise bütün insanların ona karşı tavırları değişmiştir. Kısa sürede olayları öğrenir. Buna canı sıkılır ve kenti terk eder …

Çiçikov; küçük yaşta annesini kaybetmiştir. Babası ise onu, bakması için yaşlı bir akrabasına bırakır. Çiçikov okula başlar ancak dersleri iyi değildir. Babasının ona bıraktığı tek şey ise hayatta her şeyin para olduğu felsefesidir. Okulda öğretmeninin prensiplerini takip ederek ona göre davranır ve onun gözüne girer, derslerini düzeltir, okulunu başarı ile bitirir. Artık bir delikanlı olmuştur. Tek amacı vardır artık: Çok çile çekse de zengin olmak. Elindeki diploması ile ancak devlet dairesinde memurluk yapar. Burada müdürü onu hiç sevmemektedir. Ancak bir yolunu bulup evde kalmış kızı ile diyaloğa geçer, sık sık evlerine gidip gelmeye başlar. İşler ilerleyince müdüre “baba” bile demeye başlar. Bu arada müdürü onu kullanmaya başlamıştır. Bir süre sonra boşalan bir zabıt katipliğine getirilir. Ancak emeline ulaşmıştır. Atamadan sonra müdürün evine gitmemeye ve ona “baba” dememeye başlar.

Zamanla tüm ilişkisini keser. Rüşvet almaya başlar, para biriktirir, hayatını bir düzene sokar. Ancak bir süre sonra çok sert, rüşvetin ve her türlü haksızlığın, düzensizliğin amansız düşmanı yeni bir müdür gelir. Memurların çoğu işten atılır. Evleri hazineye mal edilir. Çiçikov ise bir türlü kendini müdüre sevdiremez. Yeni alınan memurlar çeşitli dolaplar çevirerek müdüre doğru görünerek onlara güvenmesini sağlarlar. Ancak yeni çete eskisine rahmet okutacak bir niteliktedir. Artık hırsızlık ve rüşvet büsbütün alıp yürümüştür. Ancak Çiçikov kendisini bir türlü kabul ettiremez. Yenilip kaybederek işten ayrılır. Bir süre sonra çok istediği gümrüklerde bir iş bulur. Burada kaçakçılara kök söktürür. Rüşvete aman vermez. En küçük bir rüşveti bile kabul etmez. Bu haliyle de yönetimin gözüne girer ve yükselir. Kaçakçılarla savaşması için gerekli yetkileri kendisine verirler. Artık önünde bir engel kalmamıştır. Kaçakçılardan inanılmaz paralar alır ve servetine servet katar. Ancak Çiçikov’un kaçakçılarla ilişkisini idareye haber verirler. Nazik tavırlar ve konuşmasını bilmesi, el-etek öpmesi ve para gücü sayesinde kendini savunur ve yakasını mahkemeden kurtarır. Artık bir işi yoktur. Yeniden yoksulluk günlerine döner ama inancını kaybetmez.

O günlerde kahyalık adi görülen bir işti. Küçük memurlar bile hor görürdü. Bir gün Çiçikov birkaç yüz kölenin rehin işlemi ile uğraşmak görevini alır. Çiftlik sahibinin işleri çok kötü gitmektedir. Hükümetten borç para almak çok zordur. Çiçikov, çiftlik sahibinin vekili olarak maliyeye başvurur. Çiçikov, memura kölelerden yarısının öldüğünü, bunun sorun yaratıp yaratmayacağını sorar. Memur ise; eğer ölenlerin adının listede sağ olarak gösterilmişse sakıncası olmadığını nasılsa ölenlerin yerine yenilerinin doğduğunu söyler. Bu sözler kafasında inanılmaz fikirler oluşturur. Yeni nüfus sayımından önce ölü can satın alırsa borç ödeme sandığı bu ölenler karşılığında adam başına iki yüz ruble borç para verebilecektir. Çiçikov planını uygulamaya koyar ve oturacak bir yer arıyormuş gibi görünerek Rusya’nın çeşitli yerlerini gezmeye başlar. Tanıştığı insanlarla büyük dostluklar kurar. Böylece yardımlarını kazanır.

Çiçikov günler sonra Rusya’nın uçsuz bucaksız topraklarında dolaşırken cennet bahçelerini andıran çiftlikten gözünü alamaz ve çiftlik sahibi ile tanışmak için evine gider. Çiftlik sahibi Tientietnikov’dur. Okulu bitirdikten sonra bir süre memurluk yapar, müdürünün üstlerine farklı, astlarına farklı davranışı onu çileden çıkarır ve dayanamayıp ona hakaretlerde bulunur. Böylece işine son verilir. Tekrar çiftliğine dönerek aldığı eğitimle köylüsünü eğitip daha fazla verim elde etmek için çabalar. Köylüsüne toprak vererek hem kendisi için hem de çiftlik için çalışmasını sağlar. Onlara mümkün olduğunca iyi davranır, daha fazla boş zaman sağlar. Ancak gün geçtikçe verimin düştüğünü, köylünün davranışının değiştiğini fark eder. Zamanla iyice sıkılır. Her şeyden elini eteğini çeker. İşte tam bu sırada Çiçikov’la tanışır ve bir süre kendisiyle kalmasını ister. Çiçikov bunu kabul ederek tez elden çevre çiftlikleri gezerek çiftlik sahipleri ile tanışır. Ölü canlar satın alır. Tek hayali bir çiftlik sahibi olmaktır. Gittiği yerlerde çiftlik sahiplerinin eğitimli ve işten anlayan insanlar oldukları gözünden kaçmaz. Söylenenleri bir bir aklında tutar bu konular üzerinde geceler süren tartışmalara girer. Konuşmaların çoğu Köylünün eğitilmesi ve bilimsel yöntemlerle tarımın geliştirilmesi üzerinedir.

İflasın eşiğine gelmiş bir çiftlik sahibi çiftliğini satmak ister. Çiçikov’un ise o kadar parası yoktur. Çiftlik sahiplerinden biri borç para vermeyi kabul eder ve Çiçikov çiftliği satın alır. Ancak paranın yarısını verir. Geri kalanını da ileri bir zamanda ödemek koşuluyla bırakır.

Bu arada Çiçikov ölü can almaya devam eder. Ancak bunları yaşıyor gibi göstermeyi de unutmaz. Çiçikov bu yolculuktan çok karlı çıkmıştır. 300 bin Ruble kadar para biriktirmiştir. Ancak yaptığı kanunsuz işler maliye memurlarına, valiye ve hatta prense kadar gitmiştir. Prens tarafından hapse atılır. Arkadaşı Murazov ona yardım edeceğini söyler ancak bunun karşılığı olarak bütün kötü alışkanlıklarından vazgeçmesini ister. Çiçikov isteği kabul eder. Prens ise hiç istemediği halde Murakov’u kıramaz ve Çiçikov’u serbest bırakır. Ancak tüm ülkeyi saran bir hastalık gibi rüşvet, ahlaksızlık ve dolandırıcılık almış başını gitmiştir.

Genel vali tüm memurları toplantıya çağırarak bu durumu gündeme getirir. Tüm insanların bu alışkanlıklardan vazgeçmesini, aksi taktirde bir çok kişinin işten atılacağını ve durumun Çar’a bildirileceğini söyler. Vali sözlerini şöyle bitirir. “Sahteciliğin hiçbir ceza, önlem ve yaptırım ile ortadan kaldırılamayacağını bilirim. Çünkü sahteciliğin kökleri ruhumuzun ta derinliklerine kadar sokulmuş ve rüşvet alma, olağan bir hak durumuna girmiştir. Düşman karşısında nasıl silaha sarılmışsak, namussuzluk ve sahteciliğe karşı da ayaklanmamız gerektiğini herkes anlamadıkça kötülükleri ortadan kaldırmamıza olanak yoktur …”

Eğer Çiçikov’un kişiliğinin ahlak yönü sorulursa; erdemli ve kusursuz bir kahraman olmadığı açıkça anlaşılır. Ancak O “İşini Bilen” biri diyebiliriz. Kolay yoldan mal edinme ve kazanç hırsı çoğu kişiye göre kusurdur ve saygıdeğer işlerden sayılmaz.

Ömer’in Çocukluğu - Muallim Naci

0 yorum | Devamını Oku...
Ömer’in Çocukluğu Kitap Özeti
Kitabın Adı : Ömer’in Çocukluğu
Yazarı : Muallim Naci
Türk edebiyatının önemli ve yenilikçi isimlerinden biri olan Muallim Naci’nin çocukluk hâtıralarından oluşan “Ömer’in Çocukluğu” isimli eserinde yazar, kendine özgü çocuk dünyasını, mahallesini, arkadaşlarını, ailesini, hocalarını bize anlatıyor. Ama bu anlatımı öyle güzel bir üslûpla yapıyor ki zaman zaman Ömer’le ağlıyor, bazen de Ömer’le eğleniyoruz ve yaşadıklarıyla heyecanlanıyoruz. Yazarın dili o kadar tatlı ve cazip ki, o dönemden bu yana çocukluğun tadının hiç değişmediğini fark ediyoruz sayfalar arasında dolaşırken.

“Ömer’in Çocukluğu” çocuk edebiyatımızın, hâtıra edebiyatımızın muhteşem ve unutulmaz bir örneğidir. Bu eseri okuyup da sevmeyen yok gibi. Büyüklere de hitap ediyor çünkü, küçüklere de. Muallim Naci’nin en yaygın eseridir “Ömer’in Çocukluğu”. Zira birebir yaşanmış olayları aktarmakta, yaşanmış küçüklük hâtıralarını dile getirmektedir. Yazarın son derece canlı, çarpıcı ve lirik bir üslûp ile anlattığı olaylar zinciri, biz büyükleri de çocukluk yıllarımıza götürmektedir. Eserde, medeniyetimizin temel taşlarından olan mahallenin kendisine has dünyasını, okulda geçen serüven dolu günleri, yazarın babasının ölümü dolayısıyla ailesinin yaşadığı üzüntüyü, ağabeysinin bir anlamda ona öğretmenlik yapmasını ve tabiatıyla yaramazlıklarını okurken kimi zaman eğleniyor, kimi zaman da hüzünleniyoruz.Muallim Naci, bütün bu yaşanmışlıkları öylesine hoş ve ilgi çekici bir dille anlatıyor ki, o dönemden bu yana çocukluğun tadının değişmediğini anlıyoruz. Yani çocuk her zaman çocuktur. “Ömer’in Çocukluğu”, ya da hepimizin çocukluğu…

Oyun - Orhan HANÇERLİOĞLU

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ÖZETİ:

İstanbul’da bir devlet dairesinde çalışmakta olan Halim, büyük kentte memur olmanın kabusunu yaşamak ve iktidarsız biri olarak ailesi tarafından aşağılanmaktansa, kendi yarattığı Krallıkta iktidar olmayı yeğleyen bir rol oynuyor.

Halim, yarattığı Argos Kraliyetinin Kralıdır ve hayatın tek gerçeği, aşkın başlangıcı Eros’u aramaktadır. Bu arayışta çocukluktan beri en iyi arkadaşı olan Ali-Başvezir olarak görev yapıyor.-yardımcı oluyor.

Halim bir gün Ali ile aynı devlet dairesinde çalıştığı işinden çıkıp evine gider, o gün de maaşını almıştır; ancak maaşından beş lira, patronunun çocuğunun sünneti için kesilmiştir. Her zamanki gibi parayı olduğu gibi karısı Nasip’e verir. Nasip paradan beş lira eksik olduğunu anlar ve sorar. Halim durumu açıklayınca Nasip buna çok kızar. Halim tartışmaya girmek istemez ve konuyu uzamadan kapatır. Akşam olur, Halim odasına çekilir ve aniden büyük bir gürültüyle ortaya silahlı askerler ve divan şeklinde bir mekan oluşur. Kral, Halim’in karşısına maaşlarından beşer lira kestiği için patronu getirtilir ve sorguya çekilir. Ceza olarak da kırk sopa kesilir.Sabah olur, Halim karısına akşam işten çıktıktan sonra ablasına uğrayacağını ve bu yüzden geç kalabileceğini söyler. Nasip hemen sebebini sorar, Halim biraz para vermek istediğini söyleyince Nasip buna kızar ve uzun zamandır söylemek istediği bazı şeylerin zamanı geldiğini düşünerek ve isyancı bir tavırla Halim’e karşı çıkar. Halim buna pek aldırış etmez ve konuyu uzatmaktansa susmayı tercih eder. Evden çıkıp işe gider, iş çıkışı her zamanki gibi Ali ile birlikte çıkarlar daha sonra Halim ablasına gitmek üzere ayrılır. Ablası, Halim’e oğlu Rahmi’nin birkaç gündür eve hiç uğramadığını açıkçası fazla umursamasa da bir merak içinde olduğunu söyler. Halim, Rahmi konusu ile ilgileneceğini söyler ve biraz para bıraktıktan sonra ayrılır. Ablasından ayrıldıktan sonra Rahmi’yi aramak üzere onun sürekli katıldığı kahvehaneye gider ve en iyi arkadaşından Rahmi’nin bir kızı sevip kaçırdığını ancak bu kızın bir genelev kadını olarak bilindiğinden dolayı utancından kimseye haber vermeden kaçtığını ve kaldıkları yeri öğrenir. Halim bu olayı duyunca biraz şaşırır ancak ablasına bunu sezdirmemesi gerektiğini de bilir. Ertesi gün tekrar ablasına uğrar ve durumu açıklar ancak kızın durumu hakkında gerçekleri söylemez. Ablası bu olay karşısında sevineceği veya üzüleceği konusunda bir karasızlık içerisindedir. Ancak en azından içi rahatlamıştır. Halim bir gün Rahmi’nin kaldığı yere gider ve durumlarının nasıl olduğunu öğrenir. Endişelenecek bir şey söz konusu olmadığı için onları o arada laf etmeden yalnız bırakır.

Bir gün iş dönüşü Halim eve girdiğinde kızı Ayşe’nin yatakta uzanmış hasta vaziyette olduğunu görür ve hemen hastaneye kaldırır. Hastanede Ayşe’yi muayene eden doktor, Halim’i tanıdığını söyler ancak; Halim çıkaramamıştır. Doktor Hayriye Hanım, Halim’in ve Ali’nin çocukken aynı mahallede oyun oynadıkları arkadaşları olduğunu ve Ali ile olan kötü anısını anlattıktan sonra Halim de hatırlar. Ali olan kötü anısına gelecek olursak; Hayriye çocukken Ali’nin gözüne istemeyerek attığı taş ve bunun sonucu olarak Ali’nin tek gözünün kör olmasıdır. Hayriye, Halim’e Ali’yi sevdiğini ve onunla evlenmek için şu ana kadar evlenmediğini söyledikten sonra Halim’den bu konuyu Ali’ye açmasını ister. Halim, bunun imkansız olduğunu ancak bir kez deneyebileceğini söyler. Halim Ali’ye bu konuyu uygun bir ortam sağlayınca açar ancak Ali bu konu hakkında herhangi bir şey duymak istemediğini anlatır. Bunun üzerine Halim de üstelemek istemez.

Halim dairede personeller arasında en itibarlı ve dürüst olarak bilinenidir. Bir gün Muavin Rıza Bey kendi isteği ile emekliliğe ayrılır ve yerine Halim getirtilir. Halim ve çevresi bu olya çok sevinirler. Çünkü maaşında artış olacaktır ve biraz da olsa rahatlayacaktır. Ancak bu mutlu habere fazla sevinemeden kötü bir haber alır: Ablası kalp krizinden vefat etmiştir. Sebebi ise; oğlu Rahmi’nin evlendiği kızın genelev kadını olduğunu öğrenmesidir. Halim bu olay karşısında elini işten güçten bir müddet çeker, kendini tekrar toparladıktan sonra işe başlamak üzere daireye gider; ancak burda da muavinlikten alındığını öğrenince dünyası başına yıkılır. Artık Halim’in dünyadan fazla bir beklentisi yoktur ve ne yapacağını bilmeyerek evine gider. Evde kimsenin olmadığı bir zamanda mutfağa girerek tüpü açar ve içeriye gaz dolmasını sağlar. Bu sırada da hayatı boyunca yaşadığı ve içine attığı kötü olayları bir bir gözünün önünden geçirir.


YAZARIN HAYATI : 1916 yılında İstanbul’da doğdu, 1991’de öldü. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirerek Meriç, Karaisalı, Keşan’da kaymakamlık yaptı (1943-1946). İstanbul’da Belediye Müfettişliği, Emniyet Şube Müdürlüğü (1954) görevlerinden sonra İETT Hukuk İşleri Müdürlüğü’nden emekliye ayrıldı (1978). Romanlarında kırsal kesimin sorunlarını ve kent yaşamında insan ilişkilerini, kişilerin psikolojik açmazlarını sergiler. Düşünce akımlarını, düşünce sorunlarını konu edinen, erdem açısından Düşünce Tarihi (1963), başlangıcından bugüne kadar Mutluluk Düşüncesi (1985), başlangıcından bugüne kadar Özgürlük Düşüncesi (1966) gibi yapıtlarını, aynı konularda ansiklopedik çalışmaları izlemiştir.

ÜSLUP ÖZELLİKLERİ:

Eser, çok sade bir dil ile yazılmış. Bazen kişilerin psikolojik açmazlıklarını dile getiren bir anlatım mevcuttur.

KARAKTERLER HAKKINDA BİLGİ:

Halim : Orta yaşlarda, evli ve bir kız çocuğu babasıdır.Sakin ve dürüst bir aile hayatı yaşayan Halim bir devlet dairesinde memur olarak çalışmaktadır.

Nasip : Halim ile evlendikten buyana güzel bir gün görmeyen hayatından şikayetçi,babasının zoruyla evlenmiş bir ev kadınıdır.

Ayşe : 8 yaşında henüz ilkokula giden bir kız çocuğu fakat romanda fazla yer edilmemiştir.

Ali : Halim’in en iyi arakadaşı olan Ali küçüklükten beri yedikleri içtikleri Halim ile ayrı gitmemiştir.

Hayriye : Ali ve Halim küçük yaştayken aynı mahallede oturan Hayriye ile arkadaşlık etmişlerdir.

Rahmi : Halim’in ablasının tek oğludur, fakat annesini yeteri kadar üzmektedir.

Nurten : Rahmi’nin daha sonraları anlaşıp birlikte olduğu karısıdır.

Olasılıksız - Adam Fawer

0 yorum | Devamını Oku...
Adam Fawer’in sürükleyici ve ilginç romanı “Olasılıksız” April Yayıncılık tarafından piyasaya sürüldü. Çok kısa sürede çok satan kitaplar arasında yer bulan ve 475 sayfadan oluşan roman, Şirin Yener tarafından Türkçe’ye kazandırıldı. Kitabının başında “Her an her şey olabilir!” diyor yazar Adam Fawer. “Olasılıksız” Amerikalı yazarın ilk romanı olmasına rağmen büyük başarı gösterdi ve değişik dilerde yayınlandı. Bu kitabı ile 2006 International Thriller Writers Award ödülünü kazanan Fawer’in ikinci romanı “Empati” ise 2008 yılının Nisan ayında piayasaya çıktı.

Tanıtım Yazısından:

Bir sabah, yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı düşünerek uyandınız. Bir saat sonra, onunla sokakta karşılaştınız. Sizce bu sadece bir tesadüf mü, yoksa çok daha farklı bir anlamı olabilir mi? Siz hiç Loto’da büyük ikramiyeyi kazanmadınız. Ama birileri kazanıyor. Hem de sürekli! Onlar sizden daha mı şanslılar?
Şans nedir gerçekten? İçinizde bütün parayı kırmızıya yatırmanız gerektiğini söyleyen bir his var. Bu his bir öngörü müdür? Yoksa daha fazlası mı?

Yolda gidiyorsunuz. Kafanızı çevirip yandaki küçük parkta baktınız ve bir anda bu anı daha önce de yaşamış olduğunuzu hissettiniz. Evet, Deja Vu. Sizce nedir Deja Vu; Geçmiş mi, rüya mi yoksa geleceği mi görüyorsunuz? Eğer siz de kontrolün kimde olduğunu merak ediyorsanız, ‘OlasılıkSız’ tam size göre bir roman…

Onlar Da İnsandı - Cengiz Dağcı

0 yorum | Devamını Oku...
Roman, yazarın kendi köyünde geçmektedir. Bu köy va­sıtasıyla, Kırım’ın Ruslar tarafından nasıl ele geçirildiği, nasıl Ruslaştırıldığı anlatılır. Cengiz Dağcı, Onlar da İnsandı adlı eserinde pek çok milletin bir arada ya­şadığı topraklarda yaşanan eziyetleri ve zulümü anlatılmıştır.

Onlar da İnsandı Kahramanları (Kişileri):

Bekir: Romanın başkahramanıdır. Kırk beş yaşlarında bir Kırım köylüsüdür. En önemli özelliği vatanına ve topraklarına düşkünlüğüdür. Biraz saf ve cahil; fakat cesur, azimli bir karakteri vardır. Ruslardan nefret eder.
Esma: Bekir’in eşidir. Kırk yaşlarında bir köylü kadındır. Tarla ve ev işleriyle uğraşır. Zaman zaman otoriter; zaman za­man vatanına bağlı bir tip olarak anlatılır.
Ayşe: Bekir ve Esma’nın 17 yaşındaki kızıdır. Çok güzel, narin bir genç kızdır. Okuma yazma bilen, Rusların fikir ve zulümlerinin farkında olan biridir. Milletine ve topraklarına ai­lesi gibi çok bağlıdır.
Remzi: Ayşe’nin kocasıdır. Çoban Seyd Ali’nin de oğlu­dur. Doğru, dürüst, kuvvetli, yardımsever bir kişidir.
Çoban Seyd Ali: Altmış yaşlarında, orta hâili, ailesine düşkün, dürüst bir kişidir. Az konuşan, yalan söylemekten kaçınan biridir. Çobanlık yapar. Aynı zamanda hasta hayvan­ları da iyileştirir.
Sabri: Seyd Ali’nin oğludur.
Enver: Otuz yaşlarında, cesur, kuvvetli, mağrur bir Ta­tar’dır. Toprağına çok bağlıdır. Aynı zamanda geniş görüşlü, olayları değerlendirebilen bir kişidir.
Çilingir: Romanda hemen her olayda belirir. Köyün önde gelenlerindendir. Ateşli, sabırsız bir kişidir. Topraklarına ve köyüne aşırı bağlıdır. Diğerlerinin aksine Rusların fikirle­rinden haberdardır.
İvan: Romanda kötülüğü temsil eden bir kişidir. Olduk­ça kirli, pis, zalim, korkunç, nankör bir insandır. Bir Rus ola­rak köylüye her türlü zulmü yapar.
Kala Mata: İvan’ın babasıdır. Kirli, ayyaş biridir. Kari Marks’a benzediği için köylüler ‘Kala Mata’ lakabını koymuş­lardır.

Onlar da İnsandı Özeti:

Bekir, adı Macik olan çok sevdiği ineğini yakın köylerden birine götürmüş, oradan geri dönmektedir. Macik, doğum ya­pacağı için çok mutludur.
Bekir’in bir tütün tarlası vardır. Tütünleri toplama za­manıdır. Fakat ailesi üç kişiden ibaret olduğu için işleri yavaş gitmektedir. Bunları düşünerek yürürken bir gün, üstü başı perişan iki Rus’la karşılaşır. Bekir, onlann kendi topraklarını almak için geldiğini zanneder ve çok korkar. Çünkü civar köylerden birine Ruslar gelmiş, Türklerin topraklarını istila et­miştir. Kızı Ayşe’yi bu Ruslarla konuşması için gönderir. İsim­leri İvan ve Kala Mata olan Ruslar iş aramak için köye gelmiş­lerdir.
Bekir, bu iki Rus’a acır ve onlara tarlasında iş, evinde yer verir. Köylü bu durumdan hiç memnun olmaz. Fakat Ruslar sayesinde Bekir’in tarladaki işleri kolaylaşır. Ruslar’ın gelme­siyle evde bazı aksaklıklar de olmaya başlar. Macik çok kötü hastalanır, ancak Seyd Ali sayesinde iyileşebilir. Esma, Be­kir’e Rusları kovmasını, yoksa uğursuzlukların devam edece­ğini söyler.
Bir süre sonra, Bekir’in tarlasında iki Rus görünmeye başlar. Tarlayı ölçmektedirler. Bekir, tarlasını alacaklarından korkar, ne olursa olsun tarlasını Ruslara vermemekte ka­rarlıdır. Bekir, adamların elindeki metreyi görünce onları si­hirbaz zanneder. İki adam, ona Kuşkaya’y* tarlasına devire­ceklerini söyler, o asla inanmaz.
Tütünlerin demet yapılma zamanı gelince köylüler yıllık ihtiyaçları almak için Yalta’ya gitmektedirler. Bekir, yalnız başına gider. Çıfıt Lepik isimli bir Yahudiden gerekenleri alır, Çıfıt Lepik, onu gaza getirerek daha çok mal satar. Oradan ayrılınca uzun zamandır arası açık olan Seyd Ali ile karşılaşır. Araları yumuşar, kucaklaşıp ağlaşırlar.

Bu arada, İvan tarladan dönen Ayşe’ye saldırır, onu dö­ver. Ayşe, korkusundan durumu babasına söyleyemez. Öte­den beri sevdiği Remzi ile evlenmek için annesini ikna eder. Kısa süre sonra da Remzi ile evlenerek onların evine gelin gi­der.
Köyde yol yapımı başlamıştır. Ruslar hırsızlık yapmaya başlar. Bir gün, Seyd Ali’nin küçük oğlu İvan’ı döver. İvan, Bekir’in evine sığınır. Ona masum biri imiş gibi davranır. Be­kir, bir ara dayanamayıp İvan’i döver. İvan kısa bir süre son­ra eve otomobille gelir. Yanında Rus komiseri vardır. Yol ya­pımı devam ettikçe Ruslar yavaş yavaş köye hâkim olmaya başlamışlardır. Ruslar, İvan’a da köyün yönetimini vermişler­dir. İvan, köyde her türlü rezilliği, zulmü yapmaktadır. Ruslar da, köyde Müslümanları yeni yaptıkları hapishaneye atmaya başlamışlardır.
Köyde bir gün deprem olur. Hapishane duvarı yıkılır, Türkler kaçar. Deprem sırasında Bekir’in evinin duvarı da çöker, Kala Mata yıkıntının altında kalarak ölür. Remzi ile Be­kir cesedi gömmek için bir Rus mezarlığına giderler. Yolda bir uçurumun kenarında duran Remzi’ye İvan araba göndererek ölümüne sebep olur.
Bahar geldiğinde köyde yine yol yapımı devam etmekte­dir. Remzi ölmüştür. Ayşe ise hamiledir. Remzi ölünce Be­kir’in evine dönmüştür. Asfalt, köyün içine İyice sokuldukça Ruslar çoğalır. Zamanla yol vasıtasıyla köyde istilalara başlar­lar. Vapurlarla bir sürü Rus köylüsü köye gelir. Pek çok evi ve dükkânı yağma ederler. Köyde hayvanlar, mallar çalınmak­tadır.
Bekir, üzgün üzgün dolaşırken Rusların Kuşkaya’yı dina­mitleyip tarlasına zarar vereceklerini görür. Bekir tarlasını kimseye vermemekte kararlıdır. Rusların ikazına rağmen tar­lasını bırakmaz. Dinamitlenen kayanın parçalarının altında can verir.

Kış gelince, Esma ve Ayşe, Seyd Ali’nin evine taşınırlar. Ayşe’nin doğum vakti yaklaşmıştır. Köyde Lenin’in ve komi-nizmin propagandaları yapılmaya başlanır. Türkler Rusların bu anlattıklarından hiçbir şey anlamaz.
Köyün etrafı Ruslarca çevrilmiştir, pek çok Türk öldürül­müş, büyük kısmı da hapse atılacaktır. Böyle bir ortamda do­ğum yapan Ayşe çocuğunu Çilingir’in Selim’e teslim eder.
Köyde tüm Türkler sürüleceği için toplanır. Enver, boyun eğmeyince öldürülür. Kızıltaş’a Ruslar yerleşmiştir. Ruslar çok memnundur. Roman yazarın diliyle şu cümlelerle son bulur:
“Evet onlar da insanlar… Pavlenkolar, İvanlar, Kostüyükler, Vasil Dimitrouiçler, Stepanlar belki bunu gülünç göre­cekler; ama nasıl görürlerse görsünler ben eserimi tekrar sa­kin bir dua ile bitirmek istiyorum.
Romanımı kapatırken, ‘Tanrı’m’ diyorum, onlarda insan, acı onlara… Kendileri gibi başkalarının da insan olduklarına inandır onları…”

Osmancık - Tarık Buğra

0 yorum | Devamını Oku...
ROMANIN ÖZETİ:
Osman Gazi Hân, ölüm döşeğinde; Allah’tan mehil istiyor, Bursa’nın fetih müjdesini alabilmek için. O, tâ bahardan badem ağaçlarının çiçeğe durduğu günden seçmiştir ölümü: “Oğul, ben öldüğüm vakit, beni Bursa’da şu gümüşlü kubbenin altına koy!” Osman gazi’nin, oğlu Orhan Bey’ e vasiyetidir bu.
Bu, O’nun soy sop ülküsü yaptığı rüyasının gerçekleşmesi demektir. Ancak, o zaman gülümseyerek “hoş geldin, hoşnutluk getirdin” diyebilecektir ölüme.
Son göçe, tek başına çıkılan yolculuğa hazırlanan Osman Gazi Hân, şimdi, hayatı boyunca dinlediklerini, gördüklerini, deliliklerini, durulup arınışını, büyük yörüngeye oturuşunu; yerleri, halleri, kişileri ve büyük ülküsünün adım adım gerçekleşmesini hatırlamamaktadır. O, şimdi Uludağ’dan da büyük bir hatıralar dağıdır:
Osmancık’ın çocukluğu, herhangi bir çocukluktan farksızdır. Gençliği de öyle… Ele avuca sığmaz; nerede çalgı, orada kalgı günleri. Gücünün, kuvvetinin sahibi değildir; aksine gücü kuvveti, onun sahibidir. Kılıçta ve yayda üstünleştikçe değil meydan okumaya, bir yan bakışa bile katlanamaz olur. Gururu için yaşamaktadır.
Babası Ertuğrul Bey, bir müddet Osmancık’ı takip eder, öğütler verir. Fakat sonradan onu kendi haline bırakır. Öteki oğlu Gündüz Bey’ e önem vermeğe başlar. Osmancık, ağasını kıskanacak yerde rahatlamış ve mutlu olmuştur. Azâd edilmiş sayar kendini ve keyfince yaşamaya başlar. Tâ ki Şeyh Ede Balı ile tanışıncaya kadar.
Domaniç temmuzlarından birinde, Sivrikaya’ da Osmancık, Ede Balı ile karşılaşır. Gökte ay ve yıldızlar… Osmancık, yıldızlara bakarak “dünya ne kadar büyük!” diyor. Osmancık’ı gizliden gizliye takip eden Ede Balı: Dünya’yı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüz oğul! Hırsımız, sabırsızlığımız, bencilliğimiz. Önce bu yüzden küçülüyor sonra da Dünya’yı çok büyük görüyoruz, der ve ilave eder: dünya bir ömür için, bir TEK İNSAN için büyüktür. Bir soy için değil; bir soyun benimseyeceği, bir soya benimsetilecek bir amaç, bir inanç, bir ülkü için değil!
Osmancık’ın kafası ve ruhu altüst olmuştur. Öfkelenir, Ede Balı’ ya saygıda kusur eder. Ertuğrul Gazi, oğluna “Ede Balı’ ya sakın karşı gelme; bana karşı gel, ona gelme. Ede Balı soyumuzun ışığıdır” diye tembih eder.
Osmancık, Ede Balı’nın tekkesine gittiği bir gün Malhun Hâtun’u görür ve ona âşık olur. Töresince istetir. Ede Balı kızını vermez: Halleri müsavi değil, diye…
Bundan sonra Osmancık için değişim ve arayış dönemi başlar.

Yine tekkeye misafir olduğu bir gün, rüyasında Ede Balı’nın göğsünden çıkan bir ayın kendi göğsüne girdiğini, sonra bir çınar ağacı şeklinde dünyaya dal budak saldığını görür. Dört yana rahmet ve nur yağdıran bir çınar ağacıdır. Rüyanın tabirine göre, bu ay Malhun Hâtun, bu çınar ağacı ise Osmancık’ın kuracağı devlettir.
Osmancık artık değişmektedir. Kılıcını, yayını, topuzunu kendisi için değil, soyu sopu için, soyunun amacı için kullanmaktadır. Sonunda Ede Balı kızını Osmancık’a verir. Sade bir törenle evlenirler. Osmancık, artık yaşlanmış ola babası Ertuğrul Gazi’nin yerine Bey seçilir.
Osman Bey, ilk iş olarak civardaki Türk boylarını birleştirir. Kendi buyruğunda ve hepsinin rızalarını alarak… Domaniç ve civarı dar gelmeye başlamıştır. Her gün yeni topraklar alınır, kaleler düşürülür yeni gelenler, tâ Orta Asya’dan ve daha yakın yerlerden gelenler, bu topraklara yerleştirilir. Savaş, akın, ganimetin paylaşılması, yerleşme biçimi, doğumlar, evlenmeler, dostluk ve düşmanlıklar her şey bir düzene bağlanmıştır. Herkes nefsini ve bencilliğini yok etmiştir; başkalarını, soylarının geleceğini düşünmektedirler.
Pazar yerlerinin emniyeti sağlanmıştır. Yöredeki herkes ( Rumlar dahil; Osman Bey’ e tâbi olan herkes ) hayatından, ırzından, malından emindir.
Bu günlerde Osman Bey’ in anası Cankız, ardından da 90 yaşındaki Ertuğrul Gazi vefat ederler. Orhan dünyaya gelir.
Bütün bu olup bitenler sırasında Osman Bey’ in önemli meselelerinden birisi amcası Dündar Bey’ dir. Dündar Bey, ağabeyi Ertuğrul Gazi’den sonra Beyliğin kendisinin hakkı olduğunu düşünüyor, Osman Bey’ i kıskanıyor ve bozgunculuk ediyordu. Osman Bey, saygısını bir an bile ihmal etmeden, amcasını uyarıyordu. Hatta bir gün Dündar Bey’ e:
Elin öperim amuca, dizin öperim amuca. De ki davarın güdeyim, odunun kırayım amuca. Amma ko ki Beyliğime eller taş atsın ki Beyliğimi korumam zor olmasın. Ben bunda akıl isterim, rey isterim, ışık isterim.Yanılırsam doğruyu isterim. Ben bunda takaza istemem, dokunç istemem, kakınç istemem demiştir. Dündar Bey aldırmaz, bildiğince devam eder. Düşman üstüne ılgar eden savaşçıları geri çağırır. Osman Bey, bir yay darbesiyle amcası Dündar Bey’ i düşürür.
Osman Bey’ in ikinci oğlu Alaeddin dünyaya gelir. Mihail Kosses Müslüman olur. Töreye bağlılık şuuru, zayıfa yardım fazileti, din uğrunda göz kırpmadan ölüme gitme heyecanı Mihail’ i Abdullah yapmıştır.

İnegöl, Yarhisar, Aydos, Bilecik, İznik kaleleri alınır.
Zaman, geçip gitmektedir; Osman Bey’ e rağmen… Alaeddin bile at bitmektedir artık. Orhan Bey, Yarhisar tekfürünün kızı Holofira ile evlenir. Holofira’nın rızası, arzusu, isteği ve aşkı ile… Osman Bey, gelininin adını Nilüfer olarak değiştirir. Müslüman olan Nilüfer, Osman Bey’ e torunlar, Orhan Bey’ e oğullar verecektir; Murad’ ı verecektir…
Selçuklu Sultanı, bir fermanla Osman Bey’ in hanlığını tebasına duyurur. Artık Cuma namazlarında hutbe Osman Han adına okunmaktadır.
Şeyh Ede Balı rahmet-i rahmân’a kavuşur.
Orhan yavaş yavaş pişmekte, olgunlaşmaktadır. Hem gazada hem yönetimde. Osman Gazi Hân’ın etrafı boşalıyor. Baba dostları, yola beraber çıktığı yoldaşları birer birer âhirete intikal ediyorlar. Malhun Hâtun da vefat ediyor.
Osman Gazi Hân, hasta yatağında, iki aydır yatmaktadır. Kulakları nal seslerinde, Bursa’nın fetih müjdesini bekliyor. Derken ,müjdelerin hası, nal sesleri… Sungur dışarı fırlıyor ve göz açıp kapayıncaya kadar da geri dönüyor. Nefes nefesedir: Gözün aydın Hânım! Bursa bizimdir!

Osmancık, Osman Bey, Osman gazi Hân; babası Ertuğrul Gazi’ye, şeyhi ve kayınpederi Ede Balı’ ya, kendinden önce giden baba dostlarına, yoldaşlarına ve Zümrüdü Ankası Malhun Hâtun’a mülâki olmak için gözlerini yumuyor. Mesut ve huzurlu…
ÂLAMLERİMİZDEN SEFER EYLER OSMAN GAZİ HÂN; BİR GARİP YOLCU GİBİ…

TAHLİL
ROMAN KİŞİLERİ:
Osman Bey: Osmanlı Devleti’nin kurucusu. Bileği ve yüreği kuvvetli, âdil, nefsini yenmiş; kendini, soyuna ve soyunun ülküsüne adamış; dindar, neyzen, cömert, ahlaklı, dünya malına kayıtsız, yoksul, ataya ve anaya son derce saygılı, eşi bulunmaz baba;vefalı, muhabbetli, karısına deliler gibi aşık bir koca… Osmancık, Osman Bey, Osman Gazi Hân Uludağ’dan da büyük bir hatıralar dağı… Ve Hâdis-i Şerif’in sıfatlandırdığı gibi: Tam bir garip yolcu.
Şeyh Ede Balı: Osmancık’ın kayınpederi. Devletin mimarı. Allah aşkı ve Kur’an adaletini temsil eden büyük mürebbi.
Malhun Hâtun: Ede Balı’nın kızı, Osman Bey’ in hanımı, Zümrüdü Ankası… Güzelliği, hanımlığı, anneliği ile bir timsal.
Orhan Bey: Osman Gazi Hân’ın büyük oğlu. Babası ve dedesi Ede Balı’nın manevi mirasçısı. Bursa fatihi.
Nilüfer: Asıl adı Holofira. Osman Gazi’nin “Nilüferleri pek andırır” dediği bir Rum kızı. Orhan Bey’ in hanımı. Aşkı ve İslamı seçmiş ve buna layık olmuş bir güzeller güzeli.
Ertuğrul Bey: Osman Gazi Hân’ın babası. Osman’ı yetiştiren adam. Orta Asya’yı, Söğüd’ e şahsında ve şahsiyetinde taşıyan insan.
Ve diğerleri;
Cankız (Osman Gazi’nin annesi), Dündar Bey (Osman Gazi’nin amcası), Mihail Koses (sonradan Müslüman ve Abdullah olan bir Rum),Osman Gazi ve Ertuğrul Bey’ in silah ve gönül dostları; Sungur, Akça Koca, Gazi Rahman, Derviş Uruz, Şeyh Mahmud, Ak Temür…

ROMAN MEKANI:
Romanın büyük bölümü Osmancık’ın çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği Söğüt’te ve Domaniç’te geçmektedir.Buraları aynı zamanda Beyliğin ilk merkezidir. Beyliğin büyümesi ve buna bağlı olarak Beyliğin merkezinin değişmesi ile romanda mekan sürekli değişmektedir.
ROMAN ZAMANI:
Romanda olay süresi Osman Bey’ in yaşamı boyunca geçen süreyi kapsamaktadır. Romanda Osman Bey’ in doğumu ve ölümü ilgili tam bir bilgi olmadığından geçen süre bilinmemektedir.
ROMANDA OLAY:
Roman, Osman Bey’ in yaşadıklarını, gördüklerini anlatmaktadır. Dünyaya sımsıkı bağlı olan bir insanın dünyada garip bir yolcu haline gelmesini anlatmaktadır. Cîhan devletini kuran irâde, şuûr ve karakteri anlatmaktadır.
ROMANDA ÜSLÛP:
Yazar romanda çok sade bir dil kullanmış, anlaşılmayan kelimelerden kaçınmıştır. Romanda yöresel ağzı bozmaması kullanılan sade dili bozmamış aksine romana akıcılık kazandırmaktadır. Ayrıca Şeyh Ede Balı gibi büyük bir şeyhin o insanı alıp başka dünyalara götüren sözleri insanı kitaba iyice bağlamaktadır.
ROMANIN ANAFİKRİNİN TESPİTİ:
Yazar, tarih boyunca görülmemiş bir devleti yani Osmanlı gibi bir cihan devletini kuran irâdeyi, bu irâdenin yaşadıklarını ve bu irâdeyi yetiştiren insanları anlatmıştır.

YAZARLA İLGİLİ KISA BİLGİ:
Tarık Buğra (Akşehir 1918 – İstanbul 26 Şubat 1994). İlk ve orta tahsilini Akşehir’de tamamladı. Konya lisesini bitirdi. Çeşitli aralıklarla İstanbul Üniversitesi Tıp, Hukuk ve Edebiyat Fakültelerinde ikişer üçer yıl okuyup sonra vazgeçti. Akşehir’de çıkardığı Nasrettin Hoca gazetesi ile gazeteciliğe başladı. İstanbul’a gelince Milliyet, Yeni İstanbul, Haber ve Tercüman gazetelerinde fıkralar yazdı, sanat sayfaları düzenledi, Haftalık Yol dergisini çıkardı. “Oğlumuz” hikayesi ile Cumhuriyet gazetesinin hikaye yarışmasında ikincilik kazandı. Çınaraltı dergisinde hikayeler yayınladı. Sonra roman yazmaya başladı. Sanat eseri için her türlü basmakalıbı reddeden, hür ve bağımsız bir sanat anlayışını benimsedi. Güzel Türkçesi, derin tipleri, şiirli üslubuyla Türk tiyatro ve roman yazarlarının başında yer aldı.

Oliver TWİST - Charles Dickens

0 yorum | Devamını Oku...
1.kitabın konusu : bir yetimhanede dünyaya gelen olıver twıst’ın hayatı anlatılmaktadır.

2.kitabın özeti : olıver twıst bir yetımhanede dünyaya gelir. yetimhane müdürü bay bumble, ona adını koyar. çocukluğunu bayan mann’ın yanında geçirir. 11 yaşındayken bay sowerbery’nin yanına evlatlık verilir.bay sowerbery cenaze işleriyle uğraşan biridir. olıver burada kendini mutlu hissetmez ve evden kaçar. yedi günlük yorucu bir yolculuktan sonra londra’ya gelir. aç ve yorgun olan olıver londra’da jack dawkıns ile tanışır.jack olıver’a yardım eder. kalması için onu kendi kaldığı yere getirir.burada fagın ve arkadaşlarıyla tanışır. bu olıver’ın hayatındaki dönüm noktasıdır. farkında olmadan hırsız çetesinin içinde kendisini bulmuştur. bir gün dawkıns hırsızlık yaparken oliver paniğe kapılır.kaçmaya başlar. mendilinin çalındığını anlayan brownlow olıver’dan şüphelenir ve onu yakalar. olıver bütün hayatını brownlow’a anlatır. brownlow ona acıyıp ailesini bulabilmesi için yardım edeceğine söz verir. olıver’ın dürüst biri olup olmadığını anlamak için brownlow onu bir kitapçıya yüklü bir parayla kitap almak için göndererir. yolda fagın’ın arkadaşı olan william sıkes onu kaçırır ve fagın’e getirir. fagın, olıver’ı tamamen ele geçirebilmek için suç işlemesi gerektiğini bilmektedir. bunun için wıllıam’ın yapacağı bir soyguna olıver’ın da katılmasını ister. hırsızlığın yapıldığı gece olıver pencereden içeri girerken evin hizmetçisi tarafından vurulur. wıllıam ve arkadaşları kaçmaya başlar. olıver’ı evın yakınlarındaki bir hendeğe bırakıp oradan uzaklaşırlar. olıver iki gün sonra kendine geldiğinde, yarı baygın şekilde en yakındaki eve gider. burası iki gün önce soyulan evdir. ev halkı dr losborn’u çağırır. dr losborn olıver’ın hayat hikayesini dinler ve ona yardım etmek için eli,nden geleni yapar. yaptığı araştırmalar sonucu olıver’ın asil birinin oğlu olduğunu ve kendisine büyük bir mirasın kaldığını öğrenir. olıver için bütün kötü günler geride kalmıştır. artık herşey yoluna girmiştir. mutlu bir hayat onu beklemektedir.

3.kitabı ana fikri : hayat ne kadar zor olursa olsun; inandıktan ve hayata dört elle sarıldıktan sonra aşılmayacak engel yoktur. bugün olmazsa da yarın herşey yoluna girecektir.

4.kitaptaki olaylar ve şahısların değerlendirilmesi : olaylar victorıa dönemi ingiltere’sinde geçmektedir.
olıver, kitabın baş kahramanıdır. olaylar karşısında her zaman kişiliğini korumuştur.
bay bumble, yetimhane müdürüdür. kendi çıkarları için herşeyi yapan biridir.
doktor losborn, iyi kalpli, yarımsever biridir.

5.kitap hakkında şahsi görüşler: 19. yy ingiltere’sindeki toplumsal çatışma çarpıcı bir şekilde anlatılmaktadır. kitap tefrikalar halinde yayınlanıp biraraya toplandığından olayalar arasında kopukluk vardır.

6.kitabı yazarı hakkında kısa bilgi :
charles dickens 7 şubat 1812 tarihinde portsmouth ‘da doğdu. 9 haziran 1970’de grad’s hıll’de öldü.vıctorıa döneminin en büyük ingiliz yazarlarındandır.romanlarında sanayi devrimi sırasında geniş kitlelerin çektiği acıları ve yoksullukları gerçekçi bir bakışla anlatmıştır.başlıca eserleri: olıver twıst, antikacı dükkanı, dombay ve oğlu,oyunlar ve şiirler, büyük ümitler’dir.

Osmanlıların Stratejik Sorunları (Mehmet Tanju Akad)

0 yorum | Devamını Oku...
Kitabın adı : Osmanlıların stratejik sorunları
Kitabın yazarı : Mehmet Tanju Akad
Kitabın yayın evi : Kastaş Yatınları Cağaloğlu/İstanbul
Basım yılı : 1995

Kitabın Konusu

Türklerin Anadolu'ya gelişlerinden itibaren Hıristiyan Dünyasının tepkileri; Haçlı Seferleri, Arap ve Yunanlıların tutumları; balkanlarda gelişmeler, Anadolu'nun direnişi;Kapıkulularının yarattığı dengeler; İmparatorluğun önce doğu ile batı ( Akdeniz Dunyası Ve İran), sonrada Ortadoğu;Karadeniz ve Hint Okyanusundan gelen dalgalar arasında yaşadığı gerilimler ve nihayet çöküşün öyküsü anlatılmaktadır.

Kitabın Özeti

Osmanlı kültüründeki medrese unsuru İslamın skolastik yorumu olan Gazali felsefesini benimseyerek yaratıcı düşünceyi yok ediyordu. Yerleşik Osmanlılar göçebe Türklerden açıkça nefret etmişlerdi. Okumuşların da yabancılaşması ne kadar gerçekse geniş kesimlerin tutucu eğilimleri ve genel ataletleri de okadar gerçektir.

Yahudiler II.Bayezit zamanında kitap basma izni aldılar ama Türkçe; Arapça kitap çıkarmaları yasaktı. Yayın hakkı ermenilere 1567, Rumlara 1627, Türklere ise 1727 de verildi ki en büyük kısıltmalar Türkler üzerindeydi. İbrahim Mütefferika sadece 17 kitap bastıktan sonra matbaası kapatıldı ve 42 yıl kaoalı kaldı.Ilk Rum gazetesi 1790, Sırp gazetesi 1791 se yayınlandı.

Osmanlılar 14. Ve 15. Yy.da Timur hariç bütün hasımlarıyla kolayca başa çıkabilmişlerdir. Bizansın güç kaynakları kurumuş. Balkan Feodalleri zayıf kalmış,orta Avrupa devletleri ise yeterli bir güç oluşturamamışlardır. Haçlı ittifaklarının sevk ettikleri ordular ise Niğbolu ve Barna da olduğu gibi perişan edilmişlerdi. Rusya ise henüz bir güç olarak gözükmemişlerdi. Osmanlılar II. Padişah Orhan döneminde Rumeli Ye geçmişler III. Pdişah Murat döneminde ise merkezi kurumları pekiştirmeye yönelmişlerse merkezleşme ve boğazlar sorununu gerçek anlamıyla çözen Fatih Sultan Mehmet’ti. Bütün bu gelişmeler içerisinde ciddi stratejik tercihlerle karşı karşıya kalan ilk padişah Yıldırım Beyazıt idi. Beyazıt’ın istihbaratı o kadar zayıftı ki sözde kendi egemenliği altındaki topraklarda Timur’un nerede olduğu hakkında en ufak bir fikri olmadan dönüp durmuş. Ordusunu yolda perişan etmiştir. Timur Bayezıtın Türk halkının kimliğini neredeyse Rum kimliğine büründürdüğü için kınamıştı. Bayezıt gerçekten giderek daha heterojen hale gelen bir devletin başında, giderek Sırp karısının ve Hıristiyan danışmanların etkisine girmekteydi. Ankara savaşını izleyen fetret devrinde ilerde yaşanacak anarşinin ip uçları bulunabilir.

Fatih iyi bir eğitim almış, Yunan ve Latin klasiklerinin hiç değilse bazılarına aşina olmuş tek sultandır. İstanbul'un fethinden sonraki durum bir çok bakımdan Doğu İmparatorlunu n yeniden kuruluşunu ve kurucusu büyük Justinyanus devrini hatırlatıyordu. Ortodoks Hıristiyanlığın Batı Roma üzerindeki nüfuzu, hakları ve iddiası tekrar doğmuş, Ortodoksların katolik Hıristiyanlığına karşı müdafaa Müslümanların sorumluluğuna geçmişti. Fatih gibi bir şahsiyet devletin idari yapısını sağlamlaştırmak ve daha istikrarlı bir toplumun temellerini atmaya çalıştı. Fatih kardeş katliamı fermanını yayımladı. Böylece tahta çıkarak olan sultan yıllar sürecek olan taht kavgalarından kurtuluyor ama tahtında köleleri ve kapıkulları ile baş başa kalıyor. Onların oyuncağı olmaktan kurtulamıyordu. Bursa ve İstanbul kardeşlerin ve kardeş çocuklarının mezarları ile dolarken Sultanlar kendilerini destekleyecek bir zadegan sınıfına mahrum kalıyorlardı. Fatih aileyi tasviye ederek bu gelenekler de bağını koparıyor ve mutlakıyetçiliği güçlendiriyordu. Uzun dönemde vahim sonuçlar uyandıracak ikinci uygulaması ise Hıristiyanların konumunu ayrı kiliselere dayanarak “millet” sistemi içerisinde kurumsallaştırılmasıydı. Çok uluslu bir imparatorluğun tüm dinleri hoşgörü ile karşılamasıyla Hıristiyan nüfusunun enerjisini imparatorluk için kullanabilecekti. Fakat kiliseler zaman içerisinde Rusya başta olmak üzere imparatorluğun düşmanları ile birleşti. Merkezleşme için yeni gelenekler yaratmaya mecburdu ve bunu söz konusu şekilde yaptı. Machiaveli ”savaş sanatı” isimli eserinde; “birdevletin varlığı ordusunun mükemmelliğe dayanıyorsa politik durumlar askeri örgütün en iyi şekilde organize edilmelidir”.

Ülke cephe örgütü tarafından yöneltiliyor.merkezde ikinci derecede bir vekiller heyeti kalıyordu.hiç bir büyük yerleşik toplumda savaş örgütü bu derecede hakim bir toplumsal konuma sahip olmamıştır. 1596da Osmanlılar Haçovada batılılara karşı son büyük meydan muharebesini kazandılar. 1759 dan sonra (müttefikler sayesinde yürütüle Kırım savaşı sayılmazsa) 1897 Yunan harbine kadar hiçbir savaşı kazanamadılar.

Yeniçeriler devlet içinde devlet olunca eğitim ve disiplinin ön şartı olan askeri itaat düzeni ortadan kalktı.tımarlar ve eyalet askerleri ise daimi profesyonel birliklerin yerini tutamadı.yavuz ve Kanuni güçbela yeniçerilerle başa çıktılar ama bir çok ödün vererek onların ahlak yapısını büsbütün bozdular(fatih’in de yeniçerilerin kendisini tanımaları için rüşvet verdiği biliniyor). Yavuz döneminde Suriye Osmanlı idari sistemine alınmış fakat Mısır her zaman belli bir özerkliğe sahip olmuştur. Askerlik tarihi bilgisi Osmanlılarda hiçbir zaman sistemleşmezken Avrupalılar 16.yy a Büyük Roma komutanlarının seferlerini ezbere biliyorlar ve analiz ediyorlardı.

Osmanlılar Türk terimini kaba ve cahil bir insan için kullanırlardı.onlara göre Türk kelimesi sadece Türkistan halkına ve Horasan çöllerinde durgun bir hayat yaşayan başıboş sürülere yöneliktir. İmparatorluğun bütün halkı Osmanlı İsmiyle çağrılır ve Avrupalıların kendilerine nden Türk dediğini anlayamazlardı. Bu kelimeyi en ağır bir hakaret saydıkları için imparatorluktaki yabancılar kimseye Türk diye hitap etmezlerdi. Ş.mardin’ e göre; Türk sözü aşiretten olmak anlamına geldiği için kötüleyici bir anlam taşıyordu.

Büyün büyük devletler denizciliği ekonomik vestratejik öneminden dolayı desteklerken Osmanlı devletinin bunu yapmamasının iki temel nedeni vardır. Ekonomik olaylara salt mali açıdan bakmak; askeri açıdan da donanmayı kara ordusunun yakın sulardaki uzantısı olarak görmek. Kadırgalardan daha suratli olan kalyonlar hasımlarını açık denizlerde affetmiyorlardı.okyanus dalgalarına dayanıklı olmayan bu gemileri top ateşleri ile perişan ediyorlardı. Osmanlının büyük ve ağır top merakıda açık ve dalgalı denizlerde avantaj sağlamıyordu.

20 Aralık 2011 Salı

Nesl-i Ahir Özeti Halid Ziya UŞAKLIGİL

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN KONUSU :

Kitap Osmanlı Devleti’ nin son kuşak gençliğini, Saray ve çevresini, gençliğin nasıl çöktüğünü konu almaktadır.

KİTABIN ÖZETİ
Süleyman Nüzhet, yüreği vatan sevgisiyle çarpan bir Osmanlı aydınıdır. Abdülhamit döneminin baskıcı yönetiminden bıkmış ve soluğu Fransa’da almıştır. Yıllar önce vefat eden karısından olan kızı Azra ise İstanbul’da kolejde okumaktadır. Artık memlekete dönme vakti gelmiştir, kızını daha fazla yalnız bırakmaya hakkı yoktur. İstanbul’a dönerken yalnız değildir. Yanında ecnebi memleketlerde eğitim görmüş; fakat çok şükür devşirilememiş vatan evlatları vardır: Şakir ve İrfan… Süleyman Nüzhet bu gençlere çok güvenmektedir. Ona göre Devlet’i bu çirkef durumdan ancak ve ancak bunlar gibi vatan evlatları kurtaracaktır(yani tüm kurtuluş ümidi gençlerdedir). Memlekete döndükten sonra Saray adamları Süleyman Nüzhet ve onun yanındaki gençleri takip etmeğe başlamışlardır. Çünkü Avrupa’daki jöntürk hareketlerine katıldıklarından şüphelenmektedirler ve oradaki faaliyetler hakkında bilgi almak istemektedirler. Bunun en iyi yolu; gençlere bazı mevkiler vaat ederek onları kendi lehlerine kullanmaktır. Bundan sonra Şakir’ i ve İrfan’ ı kazanmaya çalışırlar. Şakir, çok iyi bir delikanlı olmasına rağmen sağlam bir fikir telakkisine sahip olmadığından çok kolay kandırılır. Daha sonra Saray adına, vatansever Osmanlı aydınlarının ecnebi dillerde yayımlanan yazılarını çevirdiğine pişman olur,ama iş işten geçmiştir artık. İrfan, Şakir’e göre daha sağlam bir fikir telakkisine sahiptir; fakat o da babasını öldürenlerden intikam almak için Saray çevresinde dönen pis işlere bulaşmaktan kendini alıkoyamaz. Süleyman Nüzhet’in kızı Azra ise bir başka Osmanlı gencidir. Çok kültürlü bir kız olmasına rağmen klasik Osmanlı hatunu olma isteğindedir ve Süleyman kızını İrfan ile baş göz etmek isteğindedir. İrfan annesinin ölümüne dayanamayıp intihar eder.Memleketin diğer gençleri ise Saray ve çevresinin pislikleriyle haşır neşir olmuşlardır. Osmanlı Devleti’ nin kurtuluşu başka bahara kalmıştır.

KİTABIN ANA FİKRİ :

Osmanlı gençliği(ki Halid Ziya Uşaklıgil’ in Osmanlı gençliğinden anladığı İstanbul gençliğidir) bu Devlet’ i düze çıkaracak güce ve kudrete sahip değildir.

OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :

Süleyman Nüzhet bilgili, kültürlü ve yüreği vatan sevgisi ile çarpan bir Osmanlı aydınıdır. Müthiş bir gözlem yeteneği vardır. Şakir, çok iyi bir insan olmasına rağmen sağlam bir karaktere sahip değildir.İrfan ise aksine sağlam bir karaktere sahip, ailesini çok seven biridir.


KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜLÜŞLER :

Kitap, Halid Ziya Uşaklıgil’ in müthiş üslubunun kendini hissettirdiği, her Türk gencinin okuması gereken bir eserdir. Kitap kahramanların en cahili bile müthiş ağır bir dille konuşmaktadırlar. Yani kahramanlar Saray ve çevresinden seçilmiş. Her ne kadar Anadolu İnsanı’ ndan pek bahsedilmemişse de Osmanlı’ nın çirkef yanlarına ışık tuttuğu için önemli bir eser.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ :

Halid Ziya Uşaklıgil (1866-1945 ) Servet-i Fünun romancılarındandır. İstanbul’ da doğdu ve yine bu şehirde öldü. İlk tahsilinden sonra Fatih Askeri Rüştiyesi’ ne gitti ve 17 yaşında okuldan ayrılda.1884′ te “Nevruz” gazetesini daha sonra “Hizmet” ve “Ahenk” gazetelerini kurdu. İzmir Rüştiyesi’ nde Fransızca öğretmenliği yaptı. İdadide Türk Edebiyatı dersi okuttu.Reji Müdürlüğü başkatibi oldu. Servet-i Fünun dergisine girdi ve en büyük romanları burada yayımlandı.Darülfünun’ da Batı Edebiyatı dersleri verdi. Mabeyin Başkatibi, Ayan Üyesi oldu. Sessizliği, batı müziğini ve kitap okumayı, çiçekleri severdi. Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, Farsça, Arapça bilirdi. Roman, hikaye, mensur, tiyatro, şiir, hatıra, hitabet, edebiyat tarihi, makale türünde eserler verdi. Romanlarında sosyal ve psikolojik konuları işler. Kahramanları gerçek hayattan alınmıştır.150′ den çok hikayesi vardır. Modern Türk hikaye ve romanının babası sayılır. Çevirileri de vardır.

Neva - Ilgın OLUT

0 yorum | Devamını Oku...
1-KİTABIN KONUSU :

Kitapta çok genişçe yer verilmekte olan gençlik yılları sendromu yaşanmaktadır.Yazarın bunu bu kitapta ne kadar iyi işlediğini görmekteyiz.Sonu acıda bitse kitap bize gençlik yıllarındaki bir erkek ve kızın ilişkilerini tam anlamıyla anlatıyor.

2-KİTABIN ÖZETİ:

İlk olarak yolculuğumuza İzmir’de başlıyoruz.Lise yıllarındaki dört delikanlıyı tanıyoruz.Hepsinin kendine göre hayalleri var.Bütün gençler şehirlerindeki bir üniversitede okumak istiyor.Ama Ilgın illede İstanbul’u istiyor.Babası da ünlü bir doktor olan Ilgın İstanbul'da bir tıp fakültesini kazanıyor.İlk dört senesi çeşitli deneyimlerle geçiyor.Hep hayalindeki gerçek kızı arıyor.En sonunda istediği gerçek kızı Neva’yı buluyor.Birlikte çok mutlu oluyorlar.Hatta işleri o kadar ciddiye vardırıyorlar ki ailelerinide tanıştırıp nişanlanıyorlar.Tan evlenme arifesindeyken Neva’nın gençlik yıllarında yaptığı çok küçük bir hatadan kavga ediyorlar ve Neva intihar ediyor.Ilgın doğal olarak yıkılıyor ve kitap sona eriyor.

3-KİTABIN ANAFİKRİ :

Kitapta verilmek olan çok kuvvetli iki olay var.Birincisi kesinlikle başkalarını geçiş olan gençlik hataları yüzünden yargılamayın.İkincisi hayata bakarken daha geniş bir pencereden uzanın.

4-OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Olaylar ve şahıslar yazar tarafından çok ince elenip sık döşensene akıcı kitap içerisinde çok iyi ayırt edilebiliyor.

5-ŞAHSİ GÖRÜŞLER :

Bana göre kitap konusu bakımından çok güzel bir kitap.Güzel olmasının iki nedeni var.Birincisi verilen olayın gerçekten alınmasıdır.İkincisi yaşanılan olayların herkesin başına gelinebilir olmasıdır.

6-YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ :

Yazarın fazla bir yazarlık deneyimi olmadığını okuyan herkes anlayabilir.Ama yazar kitabında çağrışım tekniğiyle yazması hatasını azda olsa örtüyor.Yazarımız İzmir doğumludur.Bu kitap onun ilk denemesidir.Halen Ankara’da doktorluk yapıyor.

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top