23 Aralık 2011 Cuma

Yüreğimi Sana Bıraktım - Necdet EKİCİ

0 yorum | Devamını Oku...
1) ROMANIN KONUSU:

Birlerini önlerinde büyük engeller olmasına rağmen seven iki gencim aşkı anlatılıyor

2) ROMANIN ÖZETİ:

Meslektaşlarıyla kurdukları bürosunda, Akif ve arkadaşları ve arkadaşları çalışmaktadırlar. İçerisi çok gürültülüdür ve sigara dumanından birbirlerini hemen hemen görememektedirler. Aniden postacı içeri girer ve tanıdığı halde dumandan olsa gerek Akif’e ismini sorar ve kendisine zarfını uzatır,oradan hemen ayrılır. Akif kimseye bir şey söylemeden oradan ayrılır.Bu bir bayram kartıdır. Akif şehrin sessiz sokaklarında yürümeye başlar

Derken sahilde bir banka oturur ve derin düşüncelere dalar.Halası ve halasının kızı Esra kendilerine misafirliğe gelmişlerdir ve Akif ona karşı içinde büyük bir sevgi beslemektedir.Ancak ona bunu hissettirmemeye çalışır. Halası ve Esra üç gün sora giderlerken Esra’nın daveti üzerine, “gelecek misin” sorusuna “hayır” dyi cevap verir. Esra bu cevaba çok üzülür ve çok şaşırır. Akif “sana sevgimin daha fazla büyümemesini daha başka nasıl engelleyebilirim” diye geçiriyor içinden. Bu ayrılığın ardından Akif ve Esra mektuplaşmaktadırlar. Aslında Akif elinden geldiği kadar mektuplaşmama taraftarıdır. Esra’nın mektupları cevapsız kalsa da Esra mektup yazmaya devam etmektedir.

Bir gün Akif halasının evine misafirliğe gider ve Esra’yı görür. Daha evvel hissettiklerini birbirlerine açıklayamadıkları halde, o kadar mektuplaşmaya karşı ortada bir şey olmadığına inanmamaktadırlar. Esra Akif bir sürprizim var der evlendiğini açıklar,Akif buna çok kızar ve arkasını döner, biraz somurtur.Esra şaka yaptığını söyleyerek zor da olsa Akif’i yatıştırır. Bunun üzerine Akif Esra’nın eline iki sihirli kelimeyi yazar ve artık her şey ortadadır.Akif’in evlerinden ayrılmasından sonra dahi mektuplaşmaya devam ederler. Akif yaptığının yanlış olduğunu anlar fakat hiç belirtemez. Sonunda Esra bu ilişkiyi bitirmeleri gerektiğini yazar. Akif’te aynı şeyleri düşündüğünü belirtir, son cümlesi “yüreğimi sana bıraktım” olur. Ayrılmalarının gerekliliği Akif’in evli ve iki çocuk sahibi oluşudur.ve birbirlerini bir daha aramazlar. Ardan yirmi yıl geçer Akif Esra’nın vardığı ilk kocası alkoliğin biri olduğunu, üstelikte evli çıktığını ve her gün Esra'yı dövdüğünü, bir çocukla ondan ayrılınca, ihtiyar bir zengine vardığını, o da ölünce aç ve sefil üç çocukla sokağa bırakıldığını duyar.

Akif sahilde oturduğu bankta kendine geldiğinde, kendi kendine fısıldanır: “heyy Esra! Bunca yıl sonra nereden esti bayram kartı yazmak? Kastın mı var yüreğimi yeniden tutuklamaya!”

3) ROMANIN ANA FİKRİ:

İnsanların zor durumlar karşısında kendilerine güvenip doğru kararlar vermelidirler

4)KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLEN-DİRİLMESİ:

Akif ve Esra herşeye rağmen birbirlerini seviyorlar.Ama mevcut durum karşısında ikisi de mantıklı düşünüp doğru karar verdiler.

5)KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

İnsanları birbirlerin büyük bir aşkla sevmesi çok iyi işlenmiş ama görüldüğü gibi hayatta herşey istenildiği gibi gitmiyor.Hikaye daha iyi bir sonla da bitebilirdi

6) ROMANIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:

1955 yılında Kahramanmaraş iline bağlı Afşin ilçesinin Arıtaş Köyünde doğdu. İlk ve orta Hatay’ın Dörtyol ilçesinde tamamladı. 1979’da Samsun Eğitim Enstitüsü’nün Türkçe bölümünden mezun olan yazar, halen Dörtyol Karahasan Paşa Ortaokulu’nda Türkçe öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Evli üç çocuk babası olan Ekici’nin Nihal adlı bir kızı İlbey ve Gülbey adlarında iki oğlu vardır.

Türk Edebiyatı, Milli Kültür Milli Eğitim, Töre, Türk Yurdu, Yeni Birlik, Konevi, Güneyde Kültür, Güneysu, Yeni düşünce gibi sanat ve fikir dergilerinde çeşitli hikaye ve incelemeleri yayınlanmış olan yazarın “Yüreğimi Sana Bıraktım” ilk hikaye kitabıdır. İkinci hikaye kitabı “Yüreğimdeki Cemre”(1991) ise Kültür Bakanlığı tarafından yayınlandı. Ayrıca “İdeoloji ve İnsan” adlı bir de fikir kitabının sahibidir.

Yazar, Türk Edebiyatı Vakfı- Gönen Belediyesi’nin “1995 Ömer Seyfettin Hikaye Yarışması”nda ikincilik ödülü; yeni düşünce gazetesinin “İslamiyet ve Gençlik” konulu inceleme yarışmasında ise Türkiye birinciliği ödülünün sahibidir.

Yılanların Öcü - Fakir Baykurt

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : YILANLARIN ÖCÜ
KİTABIN YAZARI : FAKİR BAYKURT
YAYIN EVİ VE ADRESİ : REMZİ KİTABEVİ
BASIM YILI : 1979


Kitabın Konusu

Kitap,yıllar önce bir köyde geçmiş toprak kavgasnı anlatır. Bu köyün yitik kahramanı Bayram ve onun haklı mücadelesi.

Kitabın Özeti

Bayram,köyünün doğru sözlü, bileği kuvvetli delikanlısıdır. Yıllarca bu köyde yaşamış,ömrünü bu topraklarda çalışmaya adamıştır. Az miktardaki toprağıyla geçinmeye,ürününün mahsülünü almak için uğraşır. Fakat birgün gelir köydeki arkadaşlarından birim olan Haceli,Bayram’ın evinin önündeki boş araziye ev yaptırmak ister. Bayram buna karşı çıkar. Köyün muhtarı bu boş arazinin satılmasına menfaati için,daha olaylar başlamadan önce karşı çıkmadığından,sürekli Haceli denilen o adama destek çıkmak zorunda kalır. İş öyle bir duruma varır ki muhtar Bayram’ı razı etmek için ayarladığı birkaç adamla dövdürtmek zorunda kalır. Buna rağmen Bayram hakkını savunur. Ve yanında her zaman ona destek çıkmış annesini bulur. Bu olaydan bir hafta sonra kaymakamın köye geleceği haberini duyan muhtar onu memnun etmek için bütün hazırlıkları yapar. Bayram’ın annesi haberi duyunca daha kaymakam gelmeden bir gün önce onun geleceği yolda,dövüldükten sonra sakat kalmış olan oğlunuda götürerek beklemeye başlar. Ve onu gördüğünde olup biten herşeyi anlatır. Kaymakam köye geldiğinde,köy muhtarı başta olmak üzere herkesi tersler. Bayram’ın evinin önüne ev yapılmaması için bir belge çıkartarak Bayram’a verir. Fakat,bu olayların şokunu üstümden atlatamayan Bayram’ın annesi delirir.

Kitabın Ana Fikri

İnsan sırlar içinde yaşar ve bunu fark edemez.Fakat,etrafındaki insanlara ilgi gösteren sosyal insanlar bunu keşfederler ve hayattan tat almaya başlarlar.ne şekilde olursa olsun insanların hakkını yememeliyiz. Çünkü eninde sonunda adalet yerini bulacaktır.

Kitaptaki Olayların ve Şahısların Değerlendirilmesi

Bayram : Delikanlı,mert,cesur,sözüne güvenbilir bir delikanlıdır.

Haceli : Pısırık,toplumun arkasına sığınan,bencil bir kişilik yapısına sahiptir.

Irazca Ana : Evladının sürekli yanında olan otoriter bir kişilik yapısındadır.

Muhtar : Para düşkünü,sadece kendini düşünen bencil birisidir.

Romanda geçen olaylar insanı etkileyen olaylardır. Muhtarın haksız olmasına karşın dayakla bir işi halledebileceğine inanması gerçekten toplum için derin bir yaradır.

Kitap Hakkında Şahsi Görüşler

Kitap sade bir dille yazıldığı için anlaşılması kolay bir kitaptır.Olaylara yaklaşım tarzı diğer kitaplardan daha güzel ve daha farklıdır.Herkesin okumasını tavsiye ederim.

Yazar Hakkında Bilgi

Fakir Baykurt 1929 doğumludur. Babası 1938,annesi 1978’de ölmüştür. Baykurt,ilkokulu Akçaköy’de bitirmiş, sonra Isparta’daki Gönen Köy Enstitüsü’ne girmiştir. Buradan 1948’de öğretmen çıkmıştır. 1959’da ortaokul öğretmeniyken MEB kararıyla,Yılanların Öcü adlı romanı bahane edilerek,öğretmenlikten uzaklaştırılmıştır. O,sanata şiirle başlamıştır. Yılanların Öcü adlı romanıyla da 1970’te TRT Roman Başarı Ödülü’nü,1971’de TDK Roman Armağanı’nı,Kara Ahmet Destanı ile 1978 Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazanmıştır. Sinemaya ve tiyatroya uyarlanan Yılanların Öcü, yabancı dillere de çevirilmiştir.

Yüksek Ökçeler - Ömer Seyfettin

0 yorum | Devamını Oku...
1.KİTABIN KONUSU :

Hikayenin sosyal bozulma olarak değerlendirilecek küçük bir anekdotta, yalıda çalışan ve çalışmak için alınan hizmetkarların hırsızlık yapmalarıdır. Hatice Hanım’ ın yüksek ökçeli ayakkabıları bu anekdotun hikayenin başında ortaya çıkmasını engellemiştir. Batı hayranlığının timsali olan yüksek ökçeli ayakkabılar ne zaman terkedilmiş o zaman da yalı içerisinde görülen diğer aksaklıklar Ömer Seyfettin’in üzerinde durduğu önemli temalar haline gelir.

2.KİTABIN ÖZETİ :
Ömer Seyfettin bu hikayesinde Hatice Hanım karakteriyle Batı hayranlığını, şekil üzerinde uygulamaya çalışan bir kadın tiplemesinden faydalanarak dile getirir. Tanzimat Edebiyatı’ nda sıkça işlenen bu konu Ömer Seyfettin’ de bu hikaye ile devam eder. Hikayenin sosyal içerikli diğer bir konusu da izdivaç olayındaki çarpıklığın dile getirilişidir. Devrin getirdiği sosyal yapılanma kadınların genç yaşta ilerlemiş yaştaki erkeklerle evlendirilmesine zemin hazırlıyordu. Hatice Hanım’ da on üç yaşında iken altmışaltı yaşında zengin bir ihtiyarla evlenmiştir. Hatice Hanım bu izdivacın sonunda erkeklerden nefret etmeye başladığı görülür. Eşinin ölümünden sonra da bir daha evlenmemesi bu tepkinin sonucudur.
Hatice Hanım’ ın batı hayranlığı yüksek ökçeli ayakkabı merakıyla dile getirilir. Bu merak Hatice Hanım’ ın rahatsızlanmasına da sebep olmuştur. Devrin bu çarpık merakı Ömer Seyfettin’ in kendi kaleminde şekilcilik boyutuyla kendi uslubuyla dile getirilir.
Bu çalkantılarda zamanla etkilenen Hatice Hanım’ da artık gözünün görmediğinden vicdanım rahat düşüncesi ile eski hayatına tekrar geri döner.

DÜNYANIN NİZAMI
Hikaye genç bir kızın ağzından anlatılır. Genç kız kocaya varmadığını düşünmediğini aynı zamanda da erkeklere tavır takındığını dile getirir. Bu kinin belirtisi olarak da bahçelerinde besledikleri horozun tavukları rahatsız ettiği için öldürmekle gösterir. Ancak horozu öldürdükten sonra tavukların düzeni bozulur. Kısa bir süre sonra horozun tavukların düzenini ,birlik ve beraberliğini sağladığının farkına varır. Tavukların nasıl horoza ihtiyacı varsa kadınlarında erkeğe ihtiyacı olduğunu anlar. Bunun dünyanın nizamı olduğunu kabul eder. Artık o da dünyanın nizamına uyup evlenmesi gerektiğinin farkına varmıştır.

TAVUKLAR
Hikayede Ömer SEYFETTİN Anadolu’nun ücra bir köşesinde handa geçirdiği bir günü dile getirir. Hancı ve kahraman hikayenin belli başlı karakterleri olarak karşımıza çıkar. Ömer Seyfettin ‘in hikayede hanın içini görsel bir betimleme ile okuyucunun gözleri önüne sermeye çalışır. Tavukların davranışları Ömer Seyfettin’in gözünde canlanır. Düzgün hareketleri ,görünüşleri Ömer Seyfettin’ i etkilemiştir.
Hana her girişinde tavukları insanlardan korkmayışları belli bir yerde yiyecek verilecekmiş gibi toplanmaları onun muhayyilesinde akıllı insanların yaptıkları ile özdeşleşir.
Kısa bir süre sonra tavukların bu düzenli davranışlarında hancının hiçbir etkisi olmadığını öğrenmesi ve hancının tavuklara sürekli yiyecek vermediği söylemesi üzerine tavukların sürekli bekleyiş içinde bulunduğunun farkına varan kahramanımızın şaşkınlığı bir kat daha artmıştır.

BAHARIN TESİRİ
Hikaye eski bir İstanbullu’ nun ağzından anlatılır. Bu zat arkadaşının verdiği bir çay partisine gider ve çay partisinde gördüğü bir kadına aşık olur. Evine kapanır, ona göre kadın sanki dururken sönmüş bir lamba gibidir.Arkadaşı onu ziyarete geldiğinde aşkını ona anlatır. Arkadaşı bunun bir bahar aşkı olduğunu gelip geçeceğini söyler. Soğuk bir ortamda yaşarsa yani bahardan uzak kalırsa aşk zannettiği bu tutkunun söneceğini söyler ve hikayenin kahramanı soğuk bir yerde on gün kalır. Gerçekten de arkadaşının söylediğinin doğru olduğunu anlar.

ÇİRKİNLİĞİN ESRARI
Hikaye genç bir kızın yaş farkına rağmen umarsızcasına sevgi çırpınışlarını dile getirir. Genç kızın sevdiği adam yalnızlıktan hoşlanan yaşamında şimdiye kadar kadına pek fazla yer vermeyen bir tiptir. Ömer Seyfettin bu sevgiyi dile getirirken genç kızın düşüncelerini ve aşka bakışını da gözler önüne serer, kahraman her ne kadar yalnız kalmaktan hoşlanıyor görünse de genç kızlarla yalnız kalmanın aslında mutluluk verici olduğunu dile getirmekten de geri kalmaz. Özellikle Şuhude’ nin odaya girişi, güzelliği kahramanımızı etkilemiştir. Ancak bu etkilenmeyi dile getirebilecek kadar cesaretli değildir. Ağır başlı ve vakarlı davranmaya çalışır. Şuhude ile aralarında başlayan konuşmalar uzadıkça kahramanımız Şuhude’ nin kendisine aşık olduğunu itiraf etmesiyle birden karşı taarruza geçer ve kızı kendinden uzaklaştırmaya çalışır.
Şuhude o zamana kadar yaşadığı ada halkından Tevfik Çeşban tarafından istenmiş yakışıklı, zengin ve aynı zamanda genç olması Şuhude’ nin onu reddetmesini sağlamıştır. Bu noktada kahraman kendini aşık olunmayacak kadar yaşlı ve çirkin göstermeye çalışır. Şuhude’ nin güzelliğine asla yakışmayacağını düşündüğünden ondan kaçar. Kahraman Şuhude’ nin fiziki özelliklere gerçekten de önem vermediğini anlayabilmek için onun ada da en pis ve en yaşlı olan çirkin kral Ali Bey’ le de rahatlıkla yaşayabileceğini söylemesi Şuhude’ yi kendinden uzaklaştırır. Ancak böyle bir güzelliğin de çirkin bir insana ait olması, kahramanın aşk denilen kavramın ne olduğunu gerçekten sorgulamasını sağlamıştır.

AŞK VE AYAK PARMAKLARI
Ömer Seyfettin bu hikayesinde aşka ve insanlara bakış açısını Asime Hanımefendi’ nin ve Hasan’ ın ağzından yazdığı iki mektupla dile getirir. Asime Hanımefendi’ yi aşkın gerçekte ne olduğunu anlamayan bir karakter olarak gösterir. Hasan’ ın ağzından yazdığı mektupta kadına ve erkeğe bakış açısını görmek mevcuttur. Hasan’ a göre erkekler belirgin hayvanlarla özdeştir. Örneğin; arslan profiline sahip birinin arslan karakterine, eşek profiline sahip birinin inatçı olması gibi. Hasan bu noktada hayvanlarla özdeşleştirdiği erkeklerin aslında onlardan bir farkı olmadığını dile getirir. Kadınlar da Hasan’ ın gözünde pek farklı değildir. Onlara da hayvan profilleri yükleyip karakterlerini belirlemeye çalışır. Aslında Hasan’ ın yaptığı şey gerçekte insanların aşkın ne olduğunu tam anlamıyla çözemediklerinden şikayettir.
Hasan’ ın bir zamanlar Asime Hanım’ a duyduğu aşk onu tam anlamıyla tanıyamaması geçen zaman içerisinde de Asime’ nin gerçek karakterini çözümlemesi ile ondan uzaklaşır. Hasan’ da Asime Hanımefendi de buldum zannettiği aşkı bırakıp arayışına yeniden geri döner.

TUĞRA
Hikayede, kahramanın, bir meyhanede oturarak yaşamı irdelemesi dile getirilir. Kahraman günde on iki saat çalışan paraya pek fazla değer vermeyen biri olarak tanıtılır. Meyhanede oturarak kadınlara olan ilgisini, yaşamında kadın olmayışının eksikliğini ve maddiyatın insana gerçekte bir şey kazandırmadığını dile getirir. Tuğra yardımıyla maddiyatın eleştirisini, değersizliğini gözler önüne serer.

BİRDENBİRE
Hikayede Ahder ve Yumuk adlı iki kadın karakter yardımıyla yaş farkına rağmen aşk kavramının irdelenişi dile getirilir. Aşk onlara göre bir zümrüt-ü anka yani masaldır. Aşkın ne olduğunu dünyada kimse öğrenememiştir. Aşk şairlerin terennümlerinden ibarettir.
Ahder hayatında yaptığını zannettiği hataları genç olan Yumuk’ un da yapmaması için bir nevi aşk öğretmeni gibi davranmayı ihmal etmez hikaye boyunca.

NEZLE
Masume Hanım otuz dokuz yaşında genç görünümlü duygulu bir kadın olarak tanıtılır. Hikayede çarpık izdivacın sonuçları yine gözler önüne serilir. Diğer hikayelerden farklı olarak Masume Hanım erkeklere karşı tavır takınmayıp genç, güçlü bir erkekle tekrar evlenmek ister. Günün birinde on dokuzundan arabaya bakan hizmetçisi Himmet gelir aklına bir kır gezisinde arabacısına sorar: “Şu ahırın oradaki ineği öküzün şerrinden kurtar.”der. Himmet: “Öküz ineği üzmüyor, koklaşıyorlar.”der Masume Hanım bir türlü ilgisini çekemediği Himmet’ e arabayı mesire yerine çekmesini söyler ve kurduğu hayalinde artık yıkıldığının farkına varır.

TÜRKÇE REÇETE
Ömer Seyfettin bu hikayesinde, yanlış batılılaşmayı Belkıs Hanım karakteri ile ortaya koyar. Belkıs Hanım hikayede zengin bir dul olarak tanıtılır. Sık sık rahatsızlanması dolayısıyla Doktor Şerif’ i çağırdığında ondan hastalık dışında magazin, eğlence, aşk, kadınlar hukuku, Avrupa Kadınları, yaşamları vs.hakkında bilgiler alır. Bu konuşmadan sonra Belkıs Hanım iyileşir ama doktorun gideceği zaman tekrar hastalanır ve ondan reçete yazmasını ister. Doktor Türkçe bir reçete Yazarak Belkıs Hanım’ a verir. Belkıs Hanım bu noktada Doktor Şerif’ in Avrupa eğitimi almasına rağmen böyle bir reçete yazmasını başlangıçta yadırgar. Doktor reçetede Belkıs Hanım’ a eğlenceyi, lüksü, modayı ve Avrupai Yaşantıyı tavsiye eder. Hikayede Doktor Şerif doğru bir batılılaşmanın gerçek bir timsali olarak üzerinde sıkça durulan diğer önemli bir kahramandır. Doktor Şerif batı eğitimi almasına rağmen kültür değerlerini yitirmeyen sağlam bir tip olarak tanıtılır.

TERAKKİ
Ömer Seyfettin bu hikayesinde Niyazi ve Neşet yardımıyla toplumda görülen medeni ilerlemenin farklı yönlerini dile getirir. Niyazi ve Neşet duvarları kağıt kaplı odada oturmuş sigara dumanları içerisinde medeniyetteki ilerlemeden konuşuyorlardı. Kısa bir zaman önce telefonun, elektriğin, sinemanın, otomobilin, gramofonun olmadığından bahsediyorlardı. Bütün bu gelişmelere şimdi sahip olunmasına rağmen pahalılıktan yakınıyorlardı. Paranın hiç bir kıymetinin kalmadığını düşünüyorlardı.
Niyazi ile Neşet medeniyetteki ilerlemeyi böyle eleştirirken dışarıdan gelen sesle birlikte dilencinin bambaşka bir dem vurduğunu gördüler dilenci de kendine göre artık dünyanın değiştiğini, merhametin kalmadığını, insanlık denen şeyin sona erdiğini dile getirir. Herkesin eğlenceye düşkün olduğunu ifade eder. Niyazi ile Neşet bu durumu şaşkınlıkla seyreder. Dilenciyi hem küçük görürler hem de filozof ve sosyalist olarak nitelendirirler. Sekiz on sene evvel bunları bile söyleyecek müderrisin olmadığını belirterek yaşadıkları zamanın ne kadar da farklı olduğunu ortaya koymaya çalışırlar.

BOYKOTAJ DÜŞMANI
Mahmut Türkçe konuşan ancak kültür değerleri bakımından Rum olduğuna inanan, Türkçülük cereyanının yükselmesine ve azınlıklardan alış veriş yapılmaması için Türkçülerin yaptığı boykota sinirlenen bir gazetecidir. Mahmut hikayede Türkçe ile Yunan edebiyatı yapmaya çalışan bir karakter olarak da gözükür. Yeniden İstanbul’ da Bizans’ın dirileceğine inanmış edebiyatı Yunan Edebiyatı fakat dili Türkçe olan bir Bizans Kültürü muhayyilesine sahiptir. Ona göre bütün medeniyet, insaniyet, şiir ve musiki hayatı Yunan Medeniyetinden çıkmıştır.

TUHAF BİR ZULÜM
Ömer Seyfettin bu hikayesinde Gaspadin, Mülki idare mensubu ve Kaşdanov yardımıyla kendi siyasi düşüncelerini dile getirme fırsatı yakalar. Özellikle Kaşdanov ve Müki İdare mensubu arasındaki geçen konuşmalarda bu düşüncelerini daha belirgin olarak dile getirir.
Kaşdanov, bir Türk Diplomat ve Gaspadin Bulgaristan’ da görüşürler ve aralarında şu diyalog geçer: Gaspadin’ e göre Türkler’ den ne sosyalist olur ne de nosyonalist. Sebebini ise taassub olarak gösterir. Gaspadin Türkler’ in taassubundan çok istifade ettiğini belirtir. Deliorman’ a kaymakam olduğunda bir tane bile Türk olmadığını niyetinin burayı kan dökmeden Bulgarlaştırmak olduğunu belirtir. Kasaba’ ya Makedonya’ dan sürekli muhacir getirip onlara ikamet vererek domuz besiciliği yapmalarını sağlamış. Bir süre sonra, Türkler gelip durumdan şikayetçi olmuşlardır. Domuzların çeşmelerden su içtiğini, tarlalarında dolaştığını ulu orta sokaklarda gezdiğini söylediler. Gaspadin‘ de onlara hürriyetten, hayvan haklarından domuzunda Allah’ ın yarattığı bir hayvan olduğundan bahsedip Türkleri başından gönderdi. Domuz düşmanı olan Türkler yavaş yavaş evlerini, tarlalarını satıp İstanbul’ a göç ettiler. Gaspadin’ de Türkler’ in sattığı yerleri satın alıp Makedonya’ dan muhacie getirmeye devam etti. Hikayenin kahramanı Türk diplomat bu olayı dinleyince Gaspadin’ e karşı olan tavrını ortaya koyar.

3.KİTABIN ANA FİKRİ :

Ömer Seyfettin’in Yüksek Ökçeler kitabı küçük hikayelerden ve bir de küçük bir piyesten oluşur. Hikayelere genel olarak bakıldığında ağırlıkta olan temanın sevgi ve aşk olgusu olduğu söylenebilir. Ancak Ömer Seyfettin hikayelerinde (Yüksek Ökçeler, Birden Bire, Nezle, Çirkinliğin Esrarı) aşırı yaş farkına rağmen yapılan izdivaçların yanlışları üzerinde de sıkça durduğu gözden kaçmamalıdır. Ancak bu hikayeler arasında Ömer Seyfettin’in siyasi düşüncelerini dile getirdiği Tuhaf Bir Zulüm adlı hikayesi farklı bir temada işlenen bir hikaye olarak göze çarpar. Piyes te yine karşılıklı sevgiyi dile getiren Ömer Seyfettin bu kez bu olayı dramatik bir halden çıkartıp komedi tarzında okuyucunun gözleri önüne serer.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :
Hatice Hanım:Batı hayranı, bunu da her hareketi ve özellikle giyimiyle belli eden bir kadın.Kitap ismini de bu kadının yüksek ökçeli ayakkabılarından almıştır.
Hayranzade Şem’ i Bey : 55 yaşında yeni zengin bir patron.
Peride Hanım : Büro müdiresi.
Sermet Bey : Başkatipliğe namzet.
Niyazi Molla
Gazanfer Bey
Bican Efendi
Müstement Efendi : 45 yaşında garson dö büro.

5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:Kitap öncelikle ayrı ayrı hikayelerden oluşmuştur.Kitabın bu şekilde yazılması kitabı sıkıcı olmaktan uzaklaştırmış,ilgi çekici bir hale getirmiştir.Ayrıca kitaptaki karakter analizleri de oldukça iyidir.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:
ÖMER SEYFETTİN
28 Şubat 1884 tarihinde Gönen’de doğdu. Öğrenimine Gönen’de başlayan Ömer Seyfettin, Ayancık’ta ve annesiyle birlikte geldiği İstanbul’da Aksaray’daki Mekteb-i Osmaniye’ye devam etti. Eyüp’teki Baytar Rüşdiyesi’ni bitirip asker çocuğu olduğu için Kuleli Askeri İdadi’sine yazıldı (1893). Bir müddet sonra da Edirne Askeri İdadisi’ne naklolarak öğrenimini burada tamamladı. Daha sonra İstanbul’da Mekteb-i Harbiye’ye gelen Ömer Seyfettin, piyade mülâzımı sânisi rütbesiyle buradan mezun oldu. İzmir’de Teğmen (1903-1910), daha sonra da üsteğmen olarak Rumeli’de görev yaptı (1908-1910). Askerlik’ten ayrılıp Selanik’e gelerek, Genç Kalemler Dergisi’nde yazmaya başladı. Balkan Savaşı’nda tekrar subay olarak orduya döndü. Yunanlılar’ın elinde bir yıl kadar esir kaldı. Esareti sırasında da öykü yazamaya devam ederek bunları Halka Doğru, Türk Yurdu ve Zakâ dergilerinde yayımladı. İstanbul’a dönünce ordudan ikinci kez ayrılıp, ölümüne kadar Kabataş Lisesi edebiyat öğretmenliği yapan Ömer Seyfettin, 6 Mart 1920 tarihinde İstanbul’da öldü.

Yaban - Yakup Kadri Karaosmanoğlu

0 yorum | Devamını Oku...
Konu

Kitap kurtuluş savaşı sırasında cephede kolunu kaybetmiş bir subayla, askerliği yeni bitmiş bir askerin köyünde geçen olaylar anlatılmaktadır.

Özet

Sessiz ve sakin bir yerde hayatını sürdürmek isteyen Ahmet Celal, gittiği yerde, yabancı olduğundan, yaban olarak tanımlanmaktadır. Köydekilerle hiçbir bağlantısı olmamasına ve subay olmasına rağmen ona düşman gözüyle bakılmaktadır. Ülkenin tamamı işgal altında olmasına rağmen köylülerin bunu umursamaması, sonuçta; evlerinin kundaklanması, yiyeceklerinin yağmalanması, kadın ve kızlarına tacizde bulunulması onların akıllarını başlarına getirir. Bu durumu gören Ahmet Celal sevgilisini yanına alıp kaçmaya çalışır.

Ana Fikir

Vatanın elden gitmesine rağmen duyarsızlığını sürdürmesinin, cahilliğin bir sonucu olduğunu göstermesidir.

Şahıslar ve Olaylar

AHMET CELAL: İçi vatan aşkıyla dolu, köylülerin cahilliğini gidermek için didinen, köy yaşamına alışık olmayan birisidir.

SALİH AĞA: Sinsi bir kişiliğe sahiptir. Kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden bir kişiliğe sahip.

MEHMET ALİ’NİN ANNESİ: Kendisini toprağa adamış, cahil, hiçbir şeyden habersiz ve başkalarının sözünü dinlemektedir.

BEKİR ÇAVUŞ: Askerlik yaptığından dolayı olayların kısmen farkındadır. Bulunduğu ortam itibariyle bildiklerini aktarmaktan çekinmektedir.

Yalnızız - Peyami SAFA

0 yorum | Devamını Oku...
ROMANIN KONUSU :

Bir genç kızın hayallerinin son bulması.

ROMANIN ÖZETİ :

Tarık, Feriha’yı seven fakat geçmiş yaşamında farklı kadınlarla birlikte olan birisidir. Feriha ile bir köy bahçesinde buluşurlar. Tarık, kendine ait olan bir dünya kurmuş ve bu dünyanın içerisine yalan, kin, nefret gibi duyguları sokmamıştır.Tarık’ın kardeşi Feride, Ahmet’i sever, ama ailesine bu sevgisini açıklayamaz. Çünkü Ahmet bir isyancıdır. Fakat Feride’nin Ahmet ile birlikte olmasından sonra sessizleşmesinden annesi olanları anlar ve Feride’ye bağırıp çağırır.

Feriha, Tarık’a o zamana kadar yalan söylemiştir. Ama son günler yalan söylediğini sezer. Feriha’nın Paris’te arkadaşlarına özenerek, yaşlı bir adamla evlenip Paris’e yerleşme isteği gün geçtikçe artar. Arkadaşının İstanbul’a gelmesiyle buluşurlar, ama arkadaşını çevrenin sevmemesinden dolayı bu buluşmalar gizli olur. Feriha, Tarık’ı gerçekten sever, ama Paris’e gitme fikri de ona cazip gelir. Feriha’nın babasının ölmesi evde daha da sıkı yönetim ilan edilmesine neden olur. Feriha’nın abisi ne Paris’ten gelen arkadaşlarıyla ne de Tarık ile görüşmesine izin vermektedir. Feriha’nın rahat bir hayat yaşama isteği galip gelir ve arkadaşıyla Paris’e gitmeye karar verir. Yaşlı bir adamın metresi olacaktır. Bunu öğrenen abisi önce dışarı çıkması yasaklar daha sonra Feriha’yı odasına kilitler. Feriha içeride arka arkaya sigara içmeye başlar. Bu sırada Tarık’ın burnuna yanık kokuları gelmektedir. Ama hiçbir yer yanmamaktadır. Feriha sigarayı yakmak için çakmakla uğraşırken yatağın çarşafını yakar. Kaçmak istemesine rağmen odanın kapısı kilitli olduğu için dışarı çıkamaz. Duman kokusunu alan hizmetçi abisini kaldırır. İçeri girdiklerinde çok geç kalmışlardır. Artık Feriha hayata gözlerini yummuştur. Feriha’nın not defterinde “Biz, hepimiz sadece kendimizi düşündüğümüz için yalnızız ve yalnız kalacağız” cümlesini okuyunca kızın üstüne çok yüklendiklerini anlarlar, ama çok geç kalmışlardır.

KİTABIN ANA FİKRİ : İnsanlar dertlerini paylaşmalı, yalnız başlarına sıkıntılarını içlerine atarak sıkılmamalı, düşüncelerini açıkça söyleyebilmelidir.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ :

Feriha, Feride ve Tarık aynı ailenin çocuklarıdır. Olaylar çok çabuk geçmiş, fakat oldukça ilginçtir.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER : Yazar, açık ve sade bir dil kullanmış oldukça anlaşılır bir ifade kullanmıştır. Her gencin okumasını tavsiye ederim.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ :
PEYAMİ SAFA
İstanbul’da 1899 yılında doğdu. Servet-i Fünün şairlerinden İsmail Safa’nın oğludur, iki yaşında iken ,Sivas’ta sürgünde bulunan babasını kaybetti (1901).Dokuz yaşında iken sağ elinin ekleminde kemik hastalığının başlaması,13 yaşında iken de hayatını kazanmak zorunda kalması yüzünden düzenli okul öğrenimi göremedi, kendi kendini yetiştirdi.Birinci Dünya Savaşı yıllarında öğretmenlik yaptı. 15 Haziran 1961’de İstanbul’ da öldü.

Öykü:

Gençliğimiz (1922), Siyah Beyaz Hikâyeler (1923), İstanbul Hikâyeleri (1923), Aşk Oyunları (1924), Süngülerin Gölgesinde (1924), Ateşböcekleri (1925).

Roman:

Mahşer (1924), Bir Akşamdı (1924), Sözde (1925), Canan (1925), Şimşek (1928), 9. Hariciye Koğuşu (1931), Atilla (1931), Fatih – Harbiye (1931), Bir Tereddüt Romanı (1933), Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949), Yalnızız (1951), Biz İnsanlar (1947).

Oyun:

Gün Doğuyor (1937).

Yalnız Efe - Ömer SEYFETTİN

0 yorum | Devamını Oku...
1.KİTABIN KONUSU:
Kezban isimli genç bir kızın ,uğradığı haksızlık sonucunda, kendisi ve mağdur duruma düşen halk için ,zalimlere ve halkı soyan kişilere karşı yaptığı mücadele anlatılıyor.

2.KİTABIN ÖZETİ:
Kumdere isimli bir köyde yaşlı bir ihtiyar ile Kezban isimli kızı yalnız yaşamaktadır.Bu ihtiyar biraz mal ve mülk sahibi idi.Yörük Hoca isimli bu ihtiyar köyün fakirlerine ,dullarına ve öksüzlerine yardım ederdi.Fakat bu ihtiyar düzenin bozulmasından dolayı büyük bir huzursuzluk içinde idi.Bunun için de ağzından‘Ah bir genç olsam!’ sözleri hiç düşmüyordu.Köylüler tarafından da sevilen Yörük Hoca, evinde düzenlediği toplantılarda bu konuları onlara da anlatırdı.
Kumdere Köyü’nün yakınlarında ovanın en zengin köyü olan Küçükalan isimli bir köy bulunmaktaydı.Eseoğlu isimli faizci Küçükalanlıların hepsine faize bağlamıştı. Bu yüzden de borcunu veremeyen Küçükalanlıları mahkum etmişti.Yörük Hoca Eseoğlu’nun ne kadar kötü bir adam olduğunu bildiği için zavallılara haber göndermişti.Fakat sözünü dinletemedi.İşte sonunda Eseoğlu bütün arazilerini zaptetmişti.Eseoğlu aynı planı Kumdere’ye uygulayamadığı için biraz hırslıydı.Bu yüzden bütün memurları ve devlet görevlilerini kışkırtıyordu.Her yeni gelen kaymakama burasının eşkıya yatağı olduğunu söylüyordu.Halbuki Kumdere halkı ,kendi geçimlerini kendileri sağlardı.Ova işleri ve avcılıkla uğraşan halkın hiçkimseye zararı yoktu.


Bir gün kasabadayken Yörük Hoca ile Eseoğlu karşılaşır.Yörük Hoca o sıralar harmanı yeni sattığından biraz para sahibi idi.Eseoğlu Biraz borç para ister.Yörük Hoca’da istediği parayı verir.Üç sene geçmesine rağmen Eseoğlu hala borcunu vermemiştir.Fakat Yörük Hoca Eseoğlu’ndan borcunu almaya karalıdır.Bir gün Yörük Hoca borcunu almak için Eseoğlu’nun yanına gider.Olmusuz bir tepkiyle karşılaşan Yörük Hoca borcunu alamamıştı.Bütün bu ısrarları sonucunda Eseoğlu’nun kahyasının kardeşi tarafından öldürülür.Kızı Kezban’a bu haber tez ulaşır.Bu haber karşısında Kezban adeta yıkılmıştı.Olduğu yere çökerek ağlamaya başladı.Sonradan Kezban babasının ölüsüne gitmeye karar vermişti.Hiç durmadı ,dinlenmedi.Bir an evvel babasına kavuşmak istiyordu.Sonunda çiftliğe ulaşmıştı.Hala babasının kim tarafından , niçin vurulduğunu düşünüyordu.Bir taraftan da bunu Eseoğlu’nun başkasının yaptıramayacağını düşünüyordu. Çünkü Eseoğlu başta babasını olmak üzere bütün köylünün düşmanıydı.Kezban kahyanın yanına varmıştı.Kahya önce Kezban’ı baştan aşağı süzdü.Sonra Kezban’a babasının büyük bir bela olduğunu ve başlarını derde sokmamak için öldürdüklerini büyük bir keyifle anlatıyordu.Kezban donmuş kalmıştı.Sonra Kezban’ı babasının ölüsünün yanına götürdüler.Kezban uşağa da babasını kimin öldürdüğünü sordu.Fakat yanıt alamamıştı.Ertesi gün Yörük Hoca’nın ölüsü bütün köylüler tarafından köye götürülüyordu.Hoca’nın yakın arkadaşları’Senin öcünü kim alacak?’ diye bağırıyorlardı.Kezban vuranı bulmaya karalıydı.Bunun için heryere başvurmuştu.Fakat hiçbir sonuç alınamadı.Eseoğlu’nun çobanlarına da hep babasının nasıl vurulduğunu sorardı.Sonunda aptal ve saf bir kişiliğe sahip bir çobandan babasını kimin vurduğunu öğrenmişti.Şimdi sırada babasını öldürenlerden öcünü almaya gelmişti.Kezban öcünü bir bir almıştı.Babasının kanı yerde kalmamıştı.Bundan sonraki tek hedefi ise köylüyü soyan ,masum insanlara zulüm eden haksızlara karşı mücadele etmekti.
Onun bu cesareti halk tarafından da beğenilmişti.Kezban artık Yalnız Efe ismiyle anılmaya başlamıştı.Kendisini sadece kadınlar ve genç kızlar görebiliyordu.Yalnız Efe’nin kız olduğunu bilmeyenler ise duyunca çok şaşırıyorlardı.


3.KİTABIN ANA FİKRİ:
Haksızlığa uğradığımızda hakkımızı sonuna kadar savunmalıyız ve bizi mağdur duruma düşürenlerle sonuna kadar mücadele etmeliyiz.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Köylülerin Eseoğlu’ndan borç almaları olayların büyümesine neden olmuştur.Eseoğlu bu şekilde köylüleri zor duruma düşürmüştür. Kezban’ın vermiş olduğu mücadele ve göstermiş olduğu çaba onu sonuca götürmüştür.Yörük hoca iri yapılı bir fiziğe sahiptir.Köylüye ve mağdur durumda bulunanlara gösterdiği yardımlarla canayakın ve yardımsever birisi olarak tanınırdı.Kızı Kezban da ,babası gibi iri yapılı bir fiziğe sahiptir.Bunun yanında da çok güzel bir kızdir.Mücadeleci kişiliğiyle istediği herşeye ulaşmıştır.Eseoğlu;imansız,dinsiz, merhametsiz bir faizciydi.

5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Yalnız Efe Romanı öğretici bir roman olması yanında, verdiği mesajlarla da zaman zaman düşündürücüde olmuştur.Daima mücadeleci bir kişiliğe sahip olmamız önerilmektedir.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
Ömer Seyfettin(Balıkesir 1884-İstanbul 1920)
Harbiye’yi bitirip subay çıktıktan sonra çeşitli yerlerde görev yaptı. Kendini yalnız edebiyata vermek ve hayatını kalemiyle kazanmak isteğiyle, öğrenim parasını ödeyerek askerlikten ayrıldı.(1910)Genç Kalemler Dergisi’nde çalıştı.Kimi hikayelerinde yaşadığı dönemin Osmancılık,Türkçülük,Batıcılık gibi siyasal akımlarını ele almıştır.Çoğu hikayelerinde mizah çeşnisi vardır.en önemli esreleri;Efruz Bey,Harem, Kaşağı,Falaka,And,Kurumuş Ağaçlar,Keramet,Sanduka’dır.

Yüzüklerin Efendisi (Yüzük Kardeşliği) (J.R.R TOLKİEN)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI: YÜZÜKLERİN EFENDİSİ
KİTABIN YAZARI:J.R.R TOLKİEN

KİTABIN KONUSU
Orta dünyayı kurtarmak için kötülükler efendisine karşı verilen savaş.

KİTABIN ÖZETİ
Orta Dünyadan destansı bir masal Yüzüklerin Efendisi.Tolkien‘in yarattığı kusursuz dünyanın yeniden hayata dönüşü.Orta Dünya hakkında kısa bir bilgi vermeli öncelikle.Cüceler, elfler, insanlar üç büyük ırkdır. Bunların dışında hobbitler, ebtler, orklar gibi kendine has özellikleri bulunan ırklar mevcutur. Masalımızın içerisinde bu ırkların özellikleri bir kez daha vurgulanacaktır.
Frodo, Bay Bilbo ile yaşayan genç bir hobbitdir. Hobbitler yerin hemen altında şirin evlerde yaşayan, kısa boylu, neşeli bir halktır. Bay Bilbo, maceraperest , yaşlı bir hobbitdir. Günün birinde Gandalf geri döner ve Bay Bilbo‘nun yanına gelir. Gandalf Orta Dünyanın irfana sahip ariflerindendir. Ve Bay Bilbo‘nun bir gezisi sırasında ele geçirdiği yüzükten haberdar olur. Burada masalımıza bir ara verip yüzüklerin hikayesini anlatayım size. İrfan yüzükleri çok eski zamanlarda elfleri kandıran kötülükler efendisi Sauron tarafından yaptırılmıştır. Ve üç yüzük cüce hükümdarlara , yedi yüzük ariflere, dokuz yüzük insanların büyük krallarına veriliyor. Ve tek yüzük de kendisi için yapılıyor ancak bunu bir savaş sırasında insanlar ondan elini kesmek suretiyle alınıyor. Orta Dünyanın ilk zamalarında ve sonra bu yüzük kayboluyor; ta ki Bay Bilbo onu bulana kadar… Diğer yüzükleri eline geçirmiştir Sauron ancak tek yüzük elinde değildir ve bunun için elinden geleni yapmaktadır. Bu yüzüğü takmak gerçekten çok güçlü bir irade istemektedir.
Evet , Sauron harekete geçmiştir ve Orta Dünya halkının buna karşı bir şeyler yapması gerekmektedir. Bunu için yüzüğün bir an evvel yapıldığı ateşe, Hüküm Dağı’na götürülüp atılması gerekmektedir. Bunun için bir yüzük yaşıyıcısı gerekmektedir. Bu görev Frodo‘ya verilir. Ve hobbit köyünden üç arkadaşı da ona takılır;Merry , Pippin , Sam. Dört küçük hobbit Elf diyarına doğru yola çıkarlar
Elf diyarında yüzük taşıyıcısının yanına 8 kişinin daha katılmasına karar verilir. Bunlar insanların krallarını temsilen Boromir; Hobbitlerden Merry, Sam, Pippin; Cücelerden Gimli; Elflerden Legolas, efsanelerde anlatılan kırık kılıcı birleştirecek efsane kral Aragorn, Ak Gandalf ve tabi Frodo. Böylece yüzük kardeşliği oluşur. Görevleri tek yüzüğü Sauron ele geçirmeden yüzüğün yapıldığı ve onu yok edebilecek tek yer olan Hüküm Dağı’nın içine atmaktır. Yolda bir çok zorluklarla karşılaşırlar. Sauron yollarına türlü türlü engeller çıkarmaktadır. Gandalf bu engellerin bir tanesinde çok güçlü bir yaratıkla savaşmak zorunda kalır ve gruptan ayrılır. Sauron’un askerleri Orklar gruba saldırırlar ve Boramir ölür, grup ikiye ayrılır. Aragorn, Legolas, Gimli bir grup oluşturup, Sauron ile savaşacak güçlerin yanına; Frodo ve Sam Hüküm Dağı’na giderler. Merry ve Pippin ise orklar tarafından esir edilirler.
Savaşlar başlar. Sauron bütün dikkatini savaşa çevirir ve bu sırada Forodo ve Sam yüzüğü uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra Hüküm Dağı’nın ateşine atarlar.
Küçük Hobbitler artık birer kahraman olmuşlardır ve ordular diğer tarafta Sauron’u ve kötülüğü yenmişlerdir. Artık eve dönme zamanı gelmiştir. Çok özledikleri evleri hobbit köye döndüklerinde işlerin hiç de umdukları gitmediğini gördüler. Memleketlerinde büyük insanlar eşkiyalık yapmakta ve halklarını korkutmaktadır. Onlara karşı halkı uyarırlar ve yabancıları neşeli memleketlerinden kovarlar. Frodo krallar ülkesine gider Aragorn ile. Sam evlenir. Merry ve Pipin ise Hobbit köyde mutlu bir hayat sürer.

KİTABIN ANAFİKRİ
En taş kalbli görünen insanların bile taştan da olsa bir kalbi vardır ve yalçın kayalar bile ufacık damlalar ile zaman içinde aşınırlar.

KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Frodo: Hobbit halkının genç kahraman üyesi. Seçilmiş yüzük taşıyıcısı. Yüzükle geçirdiği günler onu olgunlaştırmıştır.
Gandalf: Orta Dünya’nın en yaşlı bilge kişilerinden bir tanesi. Neşeli olduğu vakitler çok babacan dır ancak düşmalarının karşısında onu tanımak zorlaşır.
Aragorn: Efsanelrde anlatılan, insanların beklediği, savaşçı ve çok iyi bir yönetici olan kahraman biridir.
Sam: Forodo’ya ölesiye bağlı hobbit dostu. Bütün hobbitler gibi çok neşeli.
Merry: Kendinden beklenin çok üstünde cesur sevecen bir hobbit.
Pippin: Yüzük kardeşiğinin neşeli hobbit üyesi.
Legolas: Genç, kahraman bir elf. Elf irfanlarına sahip. Uzağı çok iyi görür, hızlı koşar.
Gimli: Kaba saba bir cüce ancak çok iyi kalpli. Yüzük kardeşiliğinin bir üyesi o da..
Boromir: İnsanların kralının çok sevdiği 2 oğlundan biri. Yüzük hırsı onun sonu olmuştur.
Sauron: Kötülük tanrısı Melkor‘un dünyadaki uşağı. Mordor diyarının efendisi.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ
John Ronald Reuel Tolkien
1892‘de Güney Afrika‘da doğdu. Oxford Üniversitesi’nde Dilbilim ve Eski İngilizce konularında uzmanlaştı ve aynı üniversitede 1959‘a kadar profesörlük yaptı.
Yüzüklerin Efendisi’nin 1954 ve 1955 yıllarında üç cilt halinde yayınlanması, özellikle “saygıdeğer” bir İngiliz Dili ve Edebiyatı profesörünün “fantezi” gibi bir türde eser vermesi, edebiyat çevrelerinde küçük çaplı bir skandala yol açtı. Tolkien‘in 1937’de yayınlamış olduğu Hobbit, daha ziyade masal türüne ait bir çalışma olarak kabul edildiği için üzerinde pek durulmamıştı.
Yüzüklerin Efendisi’nin yaratığı dalgalanma “fantezi” türünün “saygın” edebiyat türleri arasına girmesinde önemli rol oynadı. Tolkien‘i izleyen fantezi yazarları, onu ve yarattığı “ Orta Dünya”yı büyük ölçüde taklit ettiler.
Tolkien‘in 1973’teki ölümünden sonra “ Orta Dünya “nın birinci çağı nı ele alan Silmarillion (1977), oğlu tarafından yayına hazırlandı. Christopher Tolkien babasının yarım kalmış el yazmalarını yayınlayarak eksiksiz bir “Orta Dünya” tarihi hazırlamaya gayret etti.

Vatan Yahut Silistre - Namık KEMAL

0 yorum | Devamını Oku...
Konusu: Silistre bugünkü Bulgaristan’da Tuna ırmağının kıyısında, bir kenttir. 1388 yılında Türkler tarafından fethedilen Silistre, 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında çok kalabalık bir Rus ordusu tarafından kuşatılmış, Musa Hulusi Paşa kumandanlığındaki Türk kuvvetleri kırk gün boyunca, kaleyi kahramanca savunurlar. Kitapta, asıl verilmek istenen Vatan Sevgisi’dir. Bunun yanında, Silistre Kalesi’ne yardıma koşan gönüllüler ve bunlardan İslam Bey ile Zekiye’nin aşkı da anlatılmaktadır.

Kısa Özeti: İslam Bey, gönüllü olarak orduya gideceğinden dolayı uzaktan sevmekte olduğu Zekiye ile vedalaşmak üzere onun odasına girer. Zekiye’ye, kendisi hakkında beslediği sevgiyi anlatır. Kız da ona karşı kayıtsız olmadığı gibi, onun arkasından o da erkek elbisesi giyerek gönüllüler takımına karışır, Silistre’ye kadar gider. Silistre’de kuşatma altında kalırlar. Bu arada İslam Bey yaralanır, ona, Âdem ismini almış olan Zekiye bakar. Yaralı olduğu halde İslam, yanında Abdullah Çavuş ve Zekiye ile düşman cephanesini ateşlemek üzere giderler. Dönüşlerinde düşman kuşatmayı kaldırıp çekilmiş vaziyette bulurlar. Kumandan Sıtkı Bey de. Zekiye’nin vaktiyle bir namus meselesinde itaatsizlik ettiği için keçe külah edilmiş olduğundan asıl adı olan Ahmet’i değiştirip Sıtkı’yı kullanarak yeniden askerlikte rütbesi kazanmış olan babası çıkar. İslam ile Zekiye’nin düğünleri kazanılan savaşın mutluluğuyla birlikte yapılır.

Birinci Perde:

Zekiye, odasında uzanmış kendi kendine İslam Bey’e olan aşkını anlatmaktadır. İslam Bey ise, bu sırada, veda etmek için Zekiye’nİn penceresi etrafında dolanmaktadır. Sesi duyunca, kendisini gösterir. Zekiye utanmıştır.

İslam Bey, Silistre’ye yardıma giden gönüllülerden olmaya kararlıdır. Bunu Zekiye’ye söyleyince, sevgisi çok büyük olan Zekiye’nİn, haliyle üzüntüsü de büyük olmuştur. Bu yüzden İslam Bey’i bu kararından vazgeçirmeye çalışır. İslam Bey ise ataları arasında tam kırk iki şehit bulunduğunu, bu kadar şehidi olan bir ailenin ferdine kaçmanın yakışmayacağını belirtir.

Zekiye ise kardeşini şehit vermiş, yıllar önce cepheye giten babasından ise yıllardır bir haber alamamıştır.. Şimdi de hayatta tek sevdiği İnsandan ayrılmak, ona kat be kat zor gelmektedir. Yine de, onu sevgi ile uğurlar. İslam Bey, “Yaşasın vatan !” diyerek Zekiye’nİn yanından ayrılır.

İslam Bey, Zekiye’nİn yanından çıktıktan sonra, dışarıda kendisini bekleyen gönüllülerin yanına gelir ve “Beni seven peşimden gelsin” diyerek yola düşer.
Biraz sonra Zekiye de erkek kılığına girer ve İslam Bey’in gittiği yoldan takip eder.

İkinci Perde:

Gönüllüler, Silistre Kalesi’ndedirler. Zekiye de içlerindedir. Miralay Sıtkı Bey, ölüm ve kalım günlerinin sayılı olduğunu, isteyenin gidebileceğini söyleyince, gönüllülerden birisi “madem gidecektik de buraya neden geldik” diyerek bütün arkadaşları adına kararlılıklarını vurgular. Zekiye’yı çocuk diye göndermek isterlerse de, ısrarlı turumu sayesinde vazgeçerler… Çatışma bütün şiddetiyle başlar. İslam Bey yaralanmıştır. Zekiye onu tanıdığı için hemen yanına koşar, İslam Bey Zekiye’nİn kollarında bayılır.

Zekiye, tedavisi için yanında revire gider, Miralay Rüstem Bey ile Sıdkı Bey ise gelmişten geçmişten derin bir sohbete dalarlar.

Üçüncü Perde:

İslam Bey, hasta yatağında devamlı sayıklamakta, Zekiye ümit ve endişe ile başında beklemektedir. Günler sonra gözlerini açtığında Zekiye’yi görünce, şaşırır. Zekiye kendisini saklamaya Çalışsa da fazla direnemez ve iki sevgili konuşmaya başlarlar.

Düşman ise hedefine adım adım yaklaşmaktadır. Kaleyi ele \ geçirmesi an meselesidir. Tek çare olarak, kaleden çıkıp düşman cephaneliğini ateşlemek gözükmektedir. Bu iş için İslam Bey yaralı hali ile Öne çıkar. İkinci öne çıkan kişi ise Zekiye’dir. Yanlarına bir de Abdullah Çavuş’u katarlar. Sıdkı Bey Zekiye’ye çok dikkatli bakar ve “Oğlum mezarda yatıyor” der. Zekiye’yi oğluna çok benzetmiştir.

Dördüncü Perde:

Aradan günler geçmiş, düşman toparlanmaya başlamıştır. Sıdkı Bey, çocukları düşman içine gönderdiğine bin kere pişman olmuş vaziyette dolanıp durmaktadır. Nihayet, Abdullah Çavuş görünür ve olanları anlatır. Anlattıklarından, İslam Bey’in büyük bir kahramanlık ve fedakârlık örneği göstererek düşmana büyük kayıp verdiği anlaşılmaktadır. Bu konuşma sürerken, İslam Bey, kelinde kırık kılıcı ile çıkagelir, tabii Zekiye de arkasından.

Sıdkı Bey coşku ile İslam Bey’i “evladım” diyerek kucaklayıp alnından öper. İslam Bey de onun ellerinden. Sonra Sıdkı Bey, çocuğun nerede olduğunu sorar. İslam Bey, Sıdkı Bey’e bütün olup biteni anlatır. Sıdkı Bey kızı yanına getirmesini söyler. Sıdkı Bey, Zekiye’ye sorduğu suallere aldığı cevaplardan kendi öz kızı olduğunu; Zekiye de yüzündeki duruşun aynı ninesi ve abisinin yüzündeki duruş olduğunu görerek, Sıdkı Bey’İn öz babası olduğunu anlar. Baba kız kucaklaşırlar. Sevinçlerine diyecek yoktur.

Bu esnada, Abdullah Çavuş eratın önüne düşmüş, onları “Arş Yiğitler Vatan İmdadına” marşını söyleterek yürütmektedir. Sıdkı Bey’in önüne gelince dururlar. Sıdkı Bey erat önünde şu tarihi konuşmayı yapar:

“Arslanlanml Doksan gündür çekmediğiniz belâ, görmediğiniz cefâ kalmadı. Osmanlıların namusunu göklere çıkardınız. Vatan sizden hoşnuttur. ..Vatanımızın faydasını koruduk, yine de koruruz. Her zaman koruruz. Biz her zaman bu yolda ölmeye hazırırz. Yaşasın vatan! Yaşasın Osmanlılar!”

Askerler de hep bir ağızdan: “Yaşasın vatan! Yaşasın Osmanlılar!” dîye haykırır ve perde kapanır.

2. KAYNAK İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME:
a.Yazar : Namık Kemal 21 Aralık 1840′ta Tekirdağ’da doğdu, 2 Aralık 1888′de Sakız Adası’nda öldü. Asıl adı Mehmed Kemal’dir, Namık adını ona şair Eşref Paşa vermiştir. Babası, II. Abdülhamid döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey’dir. Annesini küçük yaşında yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa’nın yanında, Rumeli ve Anadolu’nun çeşitli kentlerinde geçirdi. Bu yüzden özel öğrenim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. 18 yaşlarında İstanbul’a babasının yanına döndü.

1863′te Babıali Tercüme Odası’na kâtip olarak girdi. Dört yıl çalıştığı bu görev sırasında dönemin önemli düşünürve sanatçılarıyla tanışma olanağı buldu. 1865′te kurulan ve daha sonra yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Bir yandan da Tasvir-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazıyordu. Gazete, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın sonucu 1867′de kapatıldı. Namık Kemal de İstanbul’dan uzaklaştırılmak için Erzurum’a vali muavini olarak atandı. Bu göreve gitmeyi çeşitli engeller çıkarıp erteledi ve Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerine Ziya Paşa’yla birlikte Paris’e kaçtı. Bir süre sonra Londra’ya geçerek M. Fazıl Paşa’nın parasal desteğiyle Ali Suavi’nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı Muhbir gazetesinde yazmaya başladı. Ama Ali Suavi’yle anlaşamaması üzerine Muhbir’den ayrıldı. 1868′de gene M. Fazıl Paşa’nın desteğiyle Hürriyet adı altında başka bir gazete çıkardı. Çeşitli anlaşmazlıklarsonucu, Avrupa’da desteksiz kalınca, 1870′te zaptiye nazırı Hüsnü Paşa’nın çağrısı üzerine İstanbul’a döndü. Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik beylerle birlikte 1872′de İbret gazetesini kiraladı. Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Aynı yıl burada çıkan bir yazısı üzerine gazete hükümetçe dört ay süreyle kapatıldı. Namık Kemal gene İstanbul’dan uzaklaştırılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atandı. Orada yazmaya başladığı Vatan Yahut Silistire oyunu, 1873′te Gedikpaşa Tiyatrosu’nda sahnelendiğinde halkı coşturup olaylara neden oldu. Bu haberi İbret gazetesinin yazması üzerine o sırada İstanbul’a dönmüş olan Namık Kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklandı. Bu kez kalebentlikle Magosa’ya sürgüne gönderildi. 1876′da I. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a döndü. Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu. Kanun-î Esasi’yi (Anayasa) hazırlayan kurulda görev aldı. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca II. Abdülhamid Han’ın Meclis-i Mebusan’ı kapatması üzerine tutuklandı. Beş ay kadar tutuklu kaldıktan sonra Midilli Adası’na sürüldü. 1879′da Midilli mutasarrıfı oldu. Aynı görevle 1884′te Rodos, 1887′de Sakız Adası’na gönderildi. Ertesi yıl burada öldü ve Gelibolu’da Bolayır’da gömüldü.

Namık Kemal ilk şiirlerini çocuk denecek yaşlarda yazmaya başlamıştır. İstanbul’a geldikten sonra eski ve yeni kuşaktan şairlerin bir araya gelerek kurdukları Encümen-i Şuârâ’ya ve kimi Divan şairlerine nazireler yazmıştır. Şinasi’yle tanışıncaya değin, şiirlerinde tasavvuf etkileri görülür. Bu dönemde özellikle Yenişehirli Avni, Leskofçalı Galib gibi şairlerden etkilenmiştir. Şinasi’yle tanışmasından sonra şiirlerindeki içerik de değişmiştir. Günlük konuşma dilinden alıntıların yanı sıra, o zamana değin geleneksel Türk şiirinde görülmemiş olan “hürriyet kavgası”, “esaret zinciri”, “vatan”, “kalb-i millet” gibi yepyeni kavramlarla birlikte, doğrudan doğruya düşüncenin aktarılmasını amaçlayan bir tür “manzum nesir” oluşturmuştur. Bosna-Hersek Savaşları, 93 Savaşı gibi olayların yarattığı sonuçlar, onun yazdığı vatan şiirlerini etkilemiştir. Bu şiirlerin en tanınmışları arasında “Vâveyla”, “Vatan Mersiyesi”, “Vatan Şarkısı” ve “Hürriyet Kasidesi” yer alır. Namık Kemal şiirleriyle şiir tekniğine büyük bir katkıda bulunmuş sayılmazsa da o günler için alışılmamış diri bir sesle konuşmuş olması ve yapıtlarına kattığı yeni kavramlarla Türk şiirini Divan şiirinin edilgen edasından kurtarmıştır.

Bütün bu nitelikler onun Vatan Şairi olarak anılmasına yol açmıştır. Tiyatro türüne özellikle önem veren Namık Kemal, altı oyun yazmıştır. Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan Vatan Yahut Silistire yalnız ülke için değil, Avrupa’da da ilgi uyandırmış ve beş dile çevrilmiştir. Magosa’dayken yazdığı Gülnihal’de baskıya ve zulme karşı duyduğu tepkiyi dramatik bir biçimde dile getirmiştir. Oyunun sahnelenmesinde pek çok bölüm sansür tarafından çıkarılmıştır. Namık Kemal yine Magosa’da yazdığı Akif Bey’de, yurtsever bir deniz subayının göreve koştuğu sırada karısının kendisine bağlılık göstermeyişini anlatırken, ahlaksal bir yorum da getirir. Zavallı Çocuk’ta görücü yoluyla evlenmeye karşı çıkar. On beş perdelik Celaleddin Harzemşah, Namık Kemal’in en beğendiği yapıtı olarak bilinir. Oyun, Moğollar’a karşı İslam dünyasını koruyan Celaleddin Harzemşah’ın kişiliği çevresinde gelişir. Bu eserde Namık Kemal, İslam birliği düşüncesini kapsamlı bir biçimde sergilemiştir. Namık Kemal’in ilk romanı olan İntibah 1876′da yayımlanmıştır. Ruhsal çözümlemelerinin, bir olayı toplumsal ve bireysel yönleriyle görmeye çalışmasının yanı sıra, dış dünya betimlemeleriyle de İntibah Türk romanında bir başlangıç sayılabilir. Eleştirmenler Namık Kemal’in bu romanda yüksek bir edebi düzey tutturamadığı görüşünde birleşirler.

Dört yıl sonra yayımladığı Cezmi, tarihsel bir romandır. Kırım Şehzadesi Adil Giray’ın yaşadığı aşk ve Cezmi’nin onu kurtarmak isterken geçirdiği serüvenlerle gelişen romanda, Namık Kemal’in tam anlamıyla Avrupa Romantizmi’nin etkisinde olduğu izlenir. Namık Kemal’in yaşamı boyunca ilgi duyduğu alanlardan birisi de tarihtir. Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş ve yükseliş dönemlerini anlattığı Devr-i İstila yayımlandığında büyük ilgi görmüştür. 1872′de çıkan Evrak-ı Parişan’da, Selahaddin Eyyubi, Fatih gibi tarihi kişilikleri, Barika-i Zafer’de İstanbul’un alınışını anlatır. Ahmed Nâfiz takma adıyla yayımladığı Silistire Muhasarası ve Kanije, yine Osmanlı tarihine ilişkin kahramanlık olaylarını ele alan kitaplardır. Namık Kemal’in, tarih konusunda en kapsamlı çalışması olan Osmanlı Tarihi’nde, Hammer’in etkisinde kaldığı, yapıtın bilimsel olmaktan çok, eğitici değer taşıdığı konusunda görüşler ileri sürülmüştür. Yarım kalan bu yapıtın ilk basımı II. Abdülhamid tarafından yasaklanmıştır. 1975′te yayımlanan Büyük İslam Tarihi adlı yapıtındaysa Namık Kemal, İbn Haldun, İbn Rüşd gibi yazarlardan yararlanmış olduğunu belirtmiştir. Namık Kemal romanı ve tiyatroyu toplumsal yaşama soktuğu gibi, edebiyat eleştirisini de Türkiye’ye ilk getiren kişilerden biri olmuştur. En önemli eleştiri eserleri Tahrib-i Harâbât ile Takip’dir.

Eleştirilerinde canlı, dolaysız bir üslup kullanmıştır. Tahrib-i Harâbât, Ziya Paşa’nın Harâbât adlı güldestesine karşı yazılmış sert bir eleştiri niteliğindedir. Takip de yine aynı güldestenin ikinci cildini eleştirir. Mukaddeme-i Celal eleştirisinde Namık Kemal, Batı edebiyatı ile Doğu edebiyatını karşılaştırmış, tiyatro, roman türleri üstünde durmuştur. Namık Kemal gazeteci olarak da Türk kültürü içinde önemli bir yer alır. Döneminin hemen hemen bütün yenilik yanlısı ve ilerici gazetelerinde yazmıştır. Siyasal ve toplumsal sorunlardan edebiyat, sanat, dil ve kültür konularına dek çok çeşitli alanlarda yazdığı makalelerin sayısı 500 kadardır. Bunlarda düzyazıdaki üstün yeteneğini ortaya koyduğu ve çok etkili bir üslup yarattığı kabul edilir.

ESERLERİ:Oyun: Vatan Yahut Silistire, 1873 (yeni harflerle, 1940); Zavallı Çocuk, 1873 (yeni harflerle, 1940); Akif Bey, 1874 (yeni harflerle, 1958); Celaleddin Harzemşah, 1885 (yeni harflerle, 1977); Kara Belâ, 1908. Roman: İntibah, 1876 (yeni harflerle, 1944); Cezmi, 1880 (yeni harflerle, 1963).Eleştiri: Tahrib-i Harâbât, 1885; Takip, 1885; Renan Müdafaanamesi, 1908 (yeni harflerle, 1962); İrfan Paşa’ya Mektup, 1887; Mukaddeme-i Celal, 1888. Tarihsel Yapıt: Devr-i İstila, 1871; Barika-i Zafer, 1872; Evrak-ı Perişan, 1872 (yeni harflerle, 1973); Kanije, 1874; Silistire Muhasarası, 1874 (yeni harflerle, 1946); Osmanlı Tarihi, (ö.s.), 1889 (yeni harflerle, 3 cilt, 1971-1974); Büyük İslam Tarihi, (ö.s.), 1975. Çeşitli: Rüya, 1893; Namık Kemal’in Mektupları, Ö.F. Akün (yay.), 1972.

HAKKINDA YAZILANLAR
1.Peçeye İsyan Namık Kemal’in Torununun Anıları (Unveiled) Selma Ekrem

Uluslararası alanda tanınmakta olup bir çok eseri Fransızca, Almanca’ya tercüme edilmiştir. Namık Kemal’i vatan, millet, hürriyet, adalet gibi kavramlarla tanırız. Eserlerinde özellikle dönemin yönetim biçimini eleştiren bir hava sezilir. Vatan Yahut Silistre adlı tiyatro eserini yayımlaması onu yönetim tarafından da Vatan şairi olmasına vesile olacaktır. Tiyatro, roman ve şiir alanında bir çok eser yayınlayan Namık Kemal’in özellikle sosyal ve siyasal olaylarla da ilgilendiğini görüyoruz. İyi bir dil çevirmeni olarak bilinir. Eserlerinde vatan, millet, hürriyet, adalet, kahramanlık, yurt sevgisi ve İslam birliği düşüncesini başarıyla yansıtmış ve bu kavramlarla ilgi uyandırmıştır. Namık Kemal 1865’te Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Tasfir-i Efkar gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazdı. Daha sonra Muhbir gazetesinde görev aldı. Sürgün dönemi sonrası İstanbul’da Sura-yi Devlet (Danıştay) üyesi oldu.

Vadideki Zambak (Honore De Balzac)

0 yorum | Devamını Oku...
Kitabın Adı : Vadideki Zambak
Kitabın Yazarı : Honore de Balzac

KİTABIN ÖZETİ

Aristokrat bir ailenin küçük oğlu Felix de Vandennesse, ailesinin sıcak sevgisinden ,ilgisinden yoksun, otoriter bir ortamda yetişmiş çalışkan bir çocuktur.Restauration devrinin yaklaştığı sırada Felix’i babası Tours’a çağırır.Felix, babasının davetine hemen itaat eder.Tours’a gittikten sonra bir gün bir baloya katıLır.Baloda bir genç kadın görür.Onun güzelliği karşısında adeta büyülenir, ona karşı derin bir sevgi duyar.Bu genç kadını uzun süre unutamaz.

Bir gün, İndre nehrinin kıyısında Clochegourde şatosunda bu genç kadınla karşılaşır.enç kadının adı Kontes Henriette de Mortsauf’tur.Feliz, kadının güzelliğinin vadinin adı ile özdeşleştiğini düşünür.Vadinin adı Zambak’tır.Henriette de tıpkı zambaklar gibi temizi saf ve güzeldir.Felix ve Henriette tanışırlar.Henriette, Felix’e hayat hikayesini anlatır.Henriette, evlidir ve kocası asık suratlı, sert, soğuk bir insandır.Mutsuz bir hayatı vardır.Felix de ona ailesinin hallerinden, kederli çocukluğundan bahseder.Karşılıklı dertleşmeler her ikisini birbirine yakınlaştırır.AraLArında temiz fakat gizli bir aşk başlar.SürekLi görüşmektedirler.Bir gün, Felix’in mevki sahibi olabilmesi için buradan uzaklaşması gerçeği iLe yüz yüze gelirler.
Feliz, saraya girer, XVIII. Louis’in dikkatini çekmeyi başarır ve kısa zamanda danıştay başyardımcılığına kadar yükselir.Aşkına sadıktır, Henrietteyi asla unutmaz, sürekli mektuplaşırlar.İki yıllık bi ayrılıktan sonra tekrar görüşürler.Henriette’nin kocası uzun süren bir hastalığa yakalanınca Henriette ile Feliz arasındaki iLişki daha da derinleşir.Fakat bir süre sonra feliz, Paris’e dönmek zorunda kalır.

Felix paristeki hayatı sırsında, elif tabakadan Lady Dudley adından biri iLe tanışır.Onun gösterişinden etkilenir ve bir süre sonra aşık olduğunu zanneder.Bu olayı öğrenen Henriette hastalanır, sonunda felixi affetsede bu hastalık oun ölümüne neden olur.GüzeL, parıltılı İngiliz Lady’den bıkan felix, Clochegourde’e geri döner.Geldiğinde Henriette can çekişmektedir.Henriette, ona bir mektup bırakmıştır.Mektupta; aşkı,arzuları ve ahlaki değerleri, eş olma sorumluluğu arasında yaşadığı çelişkiler, çatışmalar yazmaktadır.Henriette, sonuna kadar ahlakını muhafaza etmekle birlikte pek çok kez içinde savaşlar yaşamıştır.Feliz, bir süre sonra kendini toparlamaya çalışarak Paris’e döner.Orada, kendini edebiyata,bilime,poLitikaya vererek avutmaya çalışır.

Üç İstanbul - Mithat Cemal Kuntay

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ÖZETİ :

Çürüyen yozlaşan İstanbul ve bu İstanbul’un çürümüş yozlaşmış insanları .Bu romanda yazar İstanbulu’un üç kötü dönemini okuyucuya yansıtmaktadır.Yalnız kişisel çıkar ardında koşan insanlar ,dalkavuklar,jurnalcalcılar,ikiyüzlüler,birbirlerinin kuyusunu kuyusunu kazanlar gibi kişilerden söz eder.Bu roman kısaca Osmanlının yıkılış romanıda denebilir. Adnan sınıf değiştirmek isteyen tipik bir Osmanlı-Türk aydınıdır.93 harbi sebebiyle,sekiz yasındayken İstanbul’a göçen Adnan bir konak sahibidir.Refahına kavusup particiliğin tatlı yanlarına kandıktan sonra nihayet taparcasına sevdiği Belkis ile evlenir.Belkis yozlaşan bir tabakanın tipik bir örneğidir.
Adnan’la Belkis kişilikleri ilişkileri olaylar karşısındaki davranışları “sınıf değiştirmek isteyen bir aydınla, çöken bir zümrenim kadını” nın tipik kişilikleri ilişkileri, davranışlarıdır.

Üç İstanbul romanı üç ayrı dönemin toplum gercekliğimi yansıtması,Adnan’la Belkis gibi unutmuaz kahraman yaratması bakımından Mithat Cemal’in bu romanı bu gün ilgiyle okunmaktadır.

A. KİTABIN ANA FİKRİ :

Yanlış batılılaşma ve buna sebep olan etkenler…

C. KİTAPLARDAKİ OLAYLAR VE ŞAHIŞLARI DEĞERLENDİRİLMESİ

Hicbir romanımızda Üç İstanbul’da olduğu kadar bol troman kişisi yoktur.Adnan’la Belkis’in cevresinde gelişip genişleyen olaylat romanda irili ufaklı kırk kadar insanla anlatılmıştır. Adnan,sonuna kadar,Belkis’e aşık ve hayran,Belkis karşısında eziktir.

D.KİTAP HAKKI8NDAKİ ŞAHSİ DÜŞÜNCELER

Üç İsnabul’da o pek ilkel tesadüfler,durmadan veremden ölmeler,kaldırılan cenazeler,gereksiz ayrıntılar,süslü ifadeler vecize ve paradoks çabaları romanın güçsüz yanları.Ama bunlara rağmen roman gercekten üç ayrı dönemin toplum gercekliğini yansıtması romanı ayakta tuaun en büyük güç.

D.YAZARIN HAYATI:

Mithat Cemal Kuntay (1885 – 1956) Şair ve yazar Mithat Cemal 1885 yılında İstanbul’da doğdu. Vefa İdadisi’ni ve Mektebi Hukuku bitirdi. Doktora sınavını verdikten (1908) sonra, idare hukuku asistanlığı yaptı. Adliye Nezareti Özel Kalemi’ne girerek müdürlüğe kadar yükseldi. Birinci Hukuk Mahkemesi üyeliğinden sonra Beyoğlu Dördüncü noteri oldu. Ölümüne kadar bu görevde kaldı. Sonradan ayrıntılı bir biyografisini yazdığı gibi İmparatorluğun yıkılış dönemini konu edinen, Üç İstanbul (1938) adlı romanında da canlandırdığı, Mehmet Akif ile tanışması, sanatı ve düşünceleri üzerinde etkili oldu. Aruz vezniyle, vatanseverlik duygularını ve Türk tarihinin zenginliklerini dile getiren şiirler yazdı. Türk’ün şehnamesi (1945) adlı şiir kitabından başka, antolojileri (Nefaisi Edebiye, 1913), oyunları (Kemal, 1912; 28 kanunuevvel, 1918) ve bir romanı vardır. Çok zengin belgelere dayanan biyografya türündeki eserleri, çekiciliğiyle de dikkati çeker.

Üç Zıpzıpın Öyküsü - Andersen Masalları

0 yorum | Devamını Oku...
Çekirge, pire ve uçan kaz bir gün saraya davet edilmişler. Kral üçünün arasında bir yarış düzenleyecek ve en yükseğe sıçrayana büyük bir ödül verecekmiş. Sonunda ödülü açıklamış. Yarışı kazanana kızımı vereceğim demiş. Yarışmaya önce pire, çekirge sonrada uçan kaz tek tek zıplayarak yarışmışlar. 

Bunların her biri kendini diğerlerinden üstün görüyormuş. İlk yarışan pire çok yüksek zıplayınca görünmemiş ve onu almamış olarak kabul etmişler. Çekirgede pirenin yarısı kadar zıplamış ancak kralın üstüne konduğu için kral ona çok kızmış. Sıra uçan kaza gelmiş, kaz nazikçe prensesin yanına kadar sıçramış kral bu nazikçe sıçrayışı görünce kararını açıklamış. “En yükseğe sıçrayan kızıma doğru sıçrayandır.” 

Demiştir ve prensesi uçan kaza vermeğe karar vermiş. Olayı duyan pire ile çekirge yaptıkları hatayı anlayıp çok üzülmüşler.

Ümit Dünyası (Şevket Rado)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : ÜMİT DÜNYASI
KİTABIN YAZARI : ŞEVKET RADO
YAYINEVİ VE ADRESİ : IŞIK YAYINCILIK
BASIM YILI : 1980

Kitabın Konusu

İnsanlara yeni görüş açıları getiren bir makale kitabıdır.

Kitabın Özeti

Bu geçici dünyada misafir olarak kaldığımız müddetçe kaybetmememiz gereken, hep saklamamız, ruhumuzun bir köşesinde kendisine ufacıkta olsa her zaman bir yer ayırmamız gereken tek şey ümittir. İnsanoğlu kybettiği birçok şeyi, bu arada parayı, mevkii, sağlığı ancak ümidi kaybetmezse yeniden bulabilir.

Aydınlık Yol

Hayat üzerinde düşünmek ve dünyayı bir koyunun gördüğünden başka türlü görmek talihini yer yüzünde sadece insanlara verilmiştir.
Son derece monoton, hep birbirinin aynı gibi görünen bu dünya ve hayat gerçekte sonu gelmez bir değişiklik süreci içindedir. Bugün gördüğümüz şeylerden hiçbiri, ne ağaç, ne çiçek, ne kuş, ne de insan dün gördüğümüz ağaç, çiçek, kuş veya insanın tıpkısı değildir.

Bir Yetişme Tarzı

Hayatta nice fakir insanlar vardır ki yaşama koşulları bakımından herşey onlara karşı olduğu halde bir çok insanın ve hatta bütün dünyanın taktirini kazanarak tepelere yükselmiştir. İster zengin, ister fakir olsun, çocuklarınızın aynı ciddi hayat şartları içinde yetişmek zorunda olduklarını ve ancak böyle olursa çok iyi yetişebileceklerini unutmayın.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Bir arada Yaşamak

İnsan yalnız kalmayı bilmelidir ki başkalarıyla rahatça yaşayabilsin. Bütün sevgiler, arya bir hasret, bir özlem girmediği zaman sıcaklığını kaybeder. Bir arada yaşamak görüldüğü kadar kolay değildir. Ancak kolaylaştırmanın en basit yolu ara sıra ayrı kalmayı denemektir.

Tutunmak

Hayatta en olgunlaştırıcı mektep ıstırap ise, en öğretici egzertsiz de çalışmaktır. Bütün ihtisaslar böyle yapılır ve günün birinde insan, yerine konulmaz bir usta adam haline gelirse, tembel tembel oturmak veya yan çizmek ve değil, çalışarak gelir.

Çalışmak

İnsanoğlu tembel doğar, sonra yavaş yavaş çalışmaya alışır. Çalışmayanların yeryüzünde devamlı suretle çile çekecekleri aşikardır. Saadet kuşu ancak daha fazla çalışanların başına konar.

Talih Üzerine

Hayatta kendisine güveni olmayan insanlar, talihsiz kalmaya mahkumdur. Hayatta talihten pay alabilmek için insanın kendisine güveni olması şarttır.

Olduğumuz Gibi Görünmek

Mevlana’nın ya ”Olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.” Sözü içimizin dışımızın bir olmasını öğütler. Olduğumuzdan daha iyi görünmeye veya daha kötü görünmeye çalışmak kişiliğimize büyük zararlar verir.

Sır Saklamak

Sır saklamak insanlar için çok önemli ve bir o kadar da zor bir meziyettir. Eğer sır saklamanız için size müracat edilmişse; bu sizin saygın bir mevkinizin olduğunu gösterir.ancak bu saygınlığınızın devamı için sırrı saklamak zahmetine katlanmak zorundasınız. Sır saklamanın en güzel yolu öğrendikten sonra unutmaktır.

Dinlemek

Dinlemek bir bakıma konuşmaktan daha önemlidir. Çünkü dinlemek enlemeyı kolaylaştırır. İnsan anladığı ölçüde konuşmalıdır. Bunun dışında anlamadan konuşanlar kale bile alınmazlar.

İnsanlara daha önce dinlemeyi öğretmek gerek. Çünkü insan konuşurken pot kırar da dinlerken pot kıran henüz görülmemiştir.

Kitabın Ana Fikri

İnsanlar elinde bulundurduğu bazı değerleri en faydalı bir şekilde kullanmalıdır. Hayat her zaman yaşamaya değer.

Kitaptaki Olayların ve Şahısların Değerlendirilmesi

Kitap, deneme türü yazılardan oluştuğu için belirli bir olay veya şahısları içermemektedir.

Kitap Hakkındaki Şahsi Görüşler

Kitap sade bir dille yazılmıştır. Kompozisyonun deneme türünden çok güzel örnekler içermektedir. Konulara yaklaşım tarzı okuyuculara nasihat verme tarzında olduğu için ilk etapta okuyucu üzerinde iticilik oluşturabilir. Ancak okudukça kitabin edebi zenginliginde ardığımızı bulabiliriz.

Yazar Hakkında Bilgi

Şevket Rado, eski bir öğretmendir. Ankara üniversitesi edebiyat fakültesini okuduktan sonra anadolunun çeşitli okullarında görev yapmıştır. Daha sonra birçok gazete ve dergilerde denemeler yazmıştır. Son Dönem Türk Edebiyatının deneme yazarı olan rado 1987 yılında vefat etmiştir.

Eserleri

Şanlı Şişe, Boğa Başlı Canavar, Gölge, Fransa’da basın rezaletleri, Amerikan Masalı, Eşret Saat, Hayat Böyledir, Aile Sohbetleri, 50. Yılında Sovyet Rusya, Kördüğüm, Kerem ile Aslı, Yunus Emre, Karacaoğlan.

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top