25 Aralık 2011 Pazar

Psikanalitik Kuram

0 yorum | Devamını Oku...

PSİKANALİTİK KURAM
İnsan davranışlarını ortaya çıkaran nedenlerin neler olduğu tarih boyunca insanların ilgisini çekmiş, birçok araştırmanın yapılmasına yol açmıştır. 20. yüzyıla kadar özellikle ruhsal davranışlar mantıklı bir nedene bağlanamamış, yeterli açıklamaları yapılamamıştı. Ruhsal davranış bozuklukları bu zamana kadar beyindeki yapısal bir bozukluğa, yozlaşmaya (dejenerasyona), sinir zayıflamasına ya da doğaüstü güçlere bağlanma eğilimindeydi.(Doğan, 1999,107)
19. yüzyılın son yılında ve 20. yüzyılın başlarında öne sürülen psikanalitik kuram, normal ve normal dışı davranışları anlamamıza büyük yardımı olan modeller sunmuştur. Bu kurama sonraki yıllarda değişikliklere uğramış, bazı eklemeler yapılmış ve geliştirilmiştir.
Sigmund Freudtarafından öne sürülen psikanalitik kuram, bize hem normal, hem de anormal zihinsel süreçlerin işleyişiyle ve bunların somut yansımaları olan davranışlarla ilgili bilgiler verir. Bu kuramın da çıkış noktası olarak aldığı ilk varsayım, daha önce Spinoza tarafından tanımlandığı belirtilen nedensellik varsayımıdır. Ruhsal nedensellik varsayımınagöre, hiçbir davranışımız nedensiz, rastgele ya da şansa bağlı değildir. Her davranışımızın altında yatan bir neden vardır. Bu neden her zaman insanın dışında ya da çevresinde değildir, insan davranışlarının nedenleri kimi zaman onun iç dünyasıyla ilgilidir.(Arı, 1999, 21)
Freud’e göre, kişiliğin güdüsü ve kişinin en büyük yoksunluğu sev*gidir. İnsan bilinçli davranışlardan çok bilinç dışı güçlerle hareket et*mektedir. Çoğu kez kendisi de bu bilinç-dışı davranışlarının kökenine inemez. Ancak, insanın bilinçdışı davranışları derinlemesine analiz edi*lirse (psikanaliz) altında sevgi arayışı yatmaktadır. İnsanın herhangi bir nedenle tatmin edemediği sevgi (aşk) yoksunluğu onu bunalımlara ve anormal davranışlara itmektedir.(Eren,2001, 85)
Haz ilkesi: Organizmanın acı ya da ağrıdan kaçarak haz aramasını gösterir. Haz ilkesi doğuştan vardır. Amacı doyuma ulaşmak ve haz sağlamaktır. Amacının gerçekleşmesini "burada ve şimdi ilkesi"ne göre ister. Engellenmeye dayanamaz. Çocukluk yıllarında etkindir.büyüme ve olgunlaşmayla etkinliği azalır, fakat tümüyle ortadan kalkmaz ve yaşam boyu sürer .


Gerçeklik ilkesi: Organizmanın gereksinmelerinin dış gerçeklere göre ertelenmesini ya da doyurulmasını sağlar. Doğuştan yoktur. Benliğin gelişmesiyle etkinlik göstermeye başlar, benliğin gelişmesine ve olgunlaşmasına koşut olarak etkinliği artar. Zamanla, haz ilkesinin etkinliği azalırken, gerçeklik ilkesinin etkinliği artar .
Haz ve gerçeklik ilkelerinin etkinlikleri
Birincil süreç düşünme biçimi: İsteklerin ve gereksinmelerin doyumunu, içgüdüsel boşalmayı amaçlayan mantık öncesi düşünme biçimidir. Haz ilkesiyle birlikte çalışır.
İkincil süreç düşünme biçimi: Benliğin olgunlaşması, toplumsal yaşam ve öğrenme süreciyle birincil süreç düşünme biçiminden ayrışarak gelişen mantıklı düşünme biçimidir. Gerçeklik ilkesiyle birlikte çalışır.(Doğan,1999, 109)
Freud, zihinsel süreçlerin salt bilinç kavramıyla açıklanamayacağına inanıyordu. 1870′li yıllarda Paris’te hipnoz oturumlarındaki gözlemlerinden, daha sonraki yıllarda hipnoz uygulamalarından, hastalarla ilgili çalışmalarından ve deneyimlerinden yola çıkarak bilinçdışı ve bastırmakavramlarını öne sürdü. Bu iki yeni kavram psikanalitik kuramın iki temel taşını oluşturdu.
Freud’un iki temel varsayımından birincisi bölmesel varsayım, ikincisi yapısal varsayımdır.
A- Bölmesel Varsayım (Zihinsel Nitelikler)
Freud, 1900 yılında ruhsal aygıtı oluşturduğunu düşündüğü üç yapıyı bu varsayımıyla öne sürmüştür. Buna göre, ruhsalaygıt bilinç, bilinçöncesi ve bilinçdışı alanlarından oluşur. Bilinç ve bilinçöncesi kavramları Freud’dan Önce de biliniyordu. Bu yapılar beyinde anatomik bir yapıyı göstermediği gibi beynin belli alanlarına da lokalize edilemez. Sonraki yıllarda Freud bölmesel terimi yerine zihinsel niteliklerterimini, kullanmıştır.
Bu üç yapı zihinsel süreçlerin niteliklerini gösterir:
Bilinç: İnsan yaşamının her döneminde; her anında iç ve dış enerji değişiklikleriyle karşılaşır. Bunlardan ancak bazıları uyaran niteliği taşır ve algılanır. Burada seçici dikkat ve bireysel nitelikler önemlidir. Seçilen uyaran algılandıktan sonra uygun tepki verilir. Organizmanın iç ve dış dünyada olan bitenlerin farkında olabilmesi, seçebilmesi, algılayabilmesi, ayırdedebilmesi ve uygun yanıt verebilmesi için gerekli olan uyanıklık durumuna bilinçlilikdenir. Bilinç alanındaki İçerikler gerçeklik ilkesine ve ikincil süreç düşünme biçimine uyar.(Gençtan,1998,65)
Bilinçöncesi: Zihinsel süreçlerin bu niteliği doğuştan yoktur ve çocukluk döneminde gelişir. Bilinç alanında olmayan, fakat istemli çabayla bilinç alanına getirilebilen istek, eğilim, dürtü, duygu, düşünce, anı, olay gibi içerikler bilinçöncesi nitelik taşır. Bilinçöncesi içerikler hem bilince, hem de bilinçdışına ulaşabilir. Bu içerikler gerçeklik ilkesine ve ikincil süreç düşünme biçimine uyar. Bilinçöncesi, hangi içeriklerin tutulup hangilerinin bilinçdışına bastırılacağını saptayan bir süzgeç ya da otosansür düzeneği gibi işlev görür.(Doğan, 1999, 110)
Bilinçdışı: Bilinçli duruma geldiklerinde bireyde anksiyete yaratacak potansiyele sahip olan istek, eğilim, dürtü, duygu, düşünce, anı, olay gibi içeriklerin itilerek tutuldukları alandır. Bu içerikler doyuma ulaşmak için sürekli olarak bilinç alanına çıkmak ister. Bunlar istemli çabayla bilince getirilemez, bunun için Özel tekniklerin kullanılması gerekir. Bilinçdışı İçerikler haz ilkesine ve birincil süreç düşünme biçimine uyar. (Bacanlı,- 70)
Bu üç nitelik biribirinden kesin sınırlarla ayrılamaz, aralarında sürekli ve dinamik bir etkileşim vardır.
B- Yapısal Varsayım
Freud ilk varsayımı olan bölmesel varsayım üzerinde çalışmalar ve
yeniden değerlendirmeler yaparak geliştirdi, yeni kavramlar Öne sürdü.
[IMG]file:///C:/DOCUME%7E1/SA%28%5e_%5e%7E1/LOCALS%7E1/Temp/msohtml1/01/clip_image004.jpg[/IMG] Bölmesel varsayım
O’na göre bölmesel varsayımın yapılan zihinsel içerikleri ve süreçleri açıklamak için yetersizdi. Ruhsal aygıtla ilgili görüşlerini yeniden düzenleyerek 1923′te ikinci varsayımı olan yapısal varsayımı öne sürdü. Buna göre ruhsal aygıtüç soyut yapıdan oluşmaktadır:
Üstbenlik (Süperego) Benlik (Ego) Altbenlik (id)
Bu zihinsel yapılar biribirleriyle ilişkili zihinsel içeriklerden ve süreçlerden oluşmaktadır. Anatomik ya da somut yapılar değillerdir, beynin işlevleri olarak kabul edilirler. Ruhsal aygıtın üç yapısı arasında sürekli ve dinamik bir etkileşim vardır (Doğan, 1999,111):
Altbenlik (İd): Ruhsal aygıtın doğuştan gelen ve en eski yapısıdır. Bir yaşına kadar ruhsal aygıt salt altbenlikten oluşur. Dış dünya ile ilişkisi olmayan bu yapı, organizmanın güç kaynağıdır; içgüdüsel dürtülerin ruhsal temsilcilerini kapsar. Altbenlik içerikleri sürekli boşalma ve doyum arar, tümüyle bilincdışıdır. Bunlar haz ilkesine ve birincil süreç düşünme biçimine uyar. burada ve şimdi ilkesi geçerlidir.
Benlik (Ego): Ruhsal aygıtın organizmayı bir davranışa yönelten yapısıdır. Yaşamın birinci yılından başlayarak dış dünyanın etkisiyle, altbenlikten bir parça özel bir yapı kazanarak ayrışır ve benliği oluşturur. Bir-iki yaşları arasında ruhsal aygıt altbenlik ve benlikten oluşur. Benlik gelişmesi bebeğin kendisi ve kendisi olmayanı ayırması, motor gelişmesi, dürtüler üzerinde egemenlik kurması, gerçeklik ilkesinin gelişmesi, ikincil süreç düşünme biçiminin gelişmesi gibi etkenlerle ilgilidir.
Benlik ruhsal aygıtın "uyum yapıcı" yapısıdır. Daha ayrıntılı söylemek gerekirse, ruhsal aygıtın algılayıcı, açıklayıcı, uyum yapıcı ve uygulayıcı yapısıdır. Benlik bu işlevlerini yerine getirirken altbenlik ve üstbenlikle ilişki kurar. (Sabuncuoğlu, 2001,125)
Benliğin işlevleri şöyle sıralanabilir:
1. İç uyaranların algılanması,
2. Dış uyaranların algılanması ve dış dünyayla ilişkilerin sürdürülmesi,
3. İç uyaranlarla dış uyaranlar arasında bir düzenleme yapılması ve bunların çevre koşullarına uydurulması,
4. Doyumun sağlanmasına ve fiziksel çevrenin değiştirilmesine yönelik eylemlere geçilmesi.
Benlik temel olarak hem altbenlik isteklerini, hem üstbenlik yasaklarını, hem de çevre koşullarını dikkate alarak uyumsal bir davranış ortaya koymaya çalışır. Bunu yaparken kimi zaman altbenlikle, kimi zaman da üstbenlikle işbirliği yapar. Bu işbirliğini belirleyen etkenler benlik gücü ve olgunluğuyla. üstbenlik gücüdür.
ÜSTBENLİK
çevre ———— (benlik) ———— çözüm
ALTBENLİK
Benliğin çalışması
Üstbenlik (Süperego): Bebeklerin dış dünyaya yönelik ilgileri salt gereksinmelerinin doyumuyla ilgilidir. Bebeklerde haz ilkesi egemen olduğundan gereksinmelerini gideren, doyum ve haz sağlayan nesneler "iyi", bunları sağlamayan nesneler "kötü" olarak nitelendirilir. Anal dönemde tuvalet eğitimiyle birlikte anne-baba çocuğa iyi-kötü, doğru-yanlış ve daha sonra ayıp ya da günah kavramlarını vermeye başlar. Ancak bu yaşlardaki çocuklarda soyut düşünme yetisi henüz gelişmediğinden, çocuğun zihninde bunlar salt onaylanan-onaylanmayan ya da ödüllendirilen-cezalandırılan biçiminde somut olarak algılanır. Bu kavramlar üstbenliğin çekirdeğini oluşturur ve "ilkel üstbenlik" olarak adlandırılır.
Üstbenliğin en önemli gelişme dönemi ödipal karmaşanın çözümlendiği dönemdir, beş-altı yaşlarıdır. Ödipal karmaşanın çözümündeki temel özellik, çocuğun kendi cinsiyetinden anne-babasıyla özdeşim yapmasıdır. Özdeşimle, çocuk kendi cinsiyetiyle ilgili davranış kalıplarını, toplumun değer yargılarını öğrenir (Burada anne-babanm aile içinde toplumun temsilcileri oldukları akılda tutulmalıdır). Bunlar Üstbenliğin özelliklerini oluşturur. Üstbenlik gelişimi daha sonraki yıllarda da sürer. Gençlik döneminin sonunda, katı olan üstbenlik özellikleri yeniden gözden geçirilir, yeni düzenlemeler (rötüşler) yapılır ve son biçimini alır.
Üstbenlik ruhsal aygıtın dizginleyici, suçlayıcı, yargılayıcı, cezalandırıcı yapısıdır. Günlük yasamdaki karşılığı ‘"vicdan", belirtisi ise "suçluluk duygusu"dur. Bir sözümüzün ya da davranışımızın ardından vicdanımızın sızladığım söylediğimiz durumlarda ruhsal aygıtta olan şey, Üstbenliğin benliği cezalandırmasıdır. Üstbenliğin insanın uyumsal davranışlarda bulunmasında Önemli bir rolü vardır.
BENLİK
ALTBENLİK ÜSTBENLİK

Güneş

0 yorum | Devamını Oku...
Güneş
Ekseni etrafındaki dönüşünü 27 günde tamamlar.Saniyede 4 milyon ton enerji üretir.
Merkür
Kütlesi Dünyadan 20 kat küçüktür.Güneşe bakan yüzeyi 525 C dir.Ekseni etrafında çok yavaş döner. Bir Merkür yılı 59 Dünya günüdür.Fakat bir Merkür günü 176 Dünya günüdür.Bunun sebebi ise Güneş ile arasındaki mesafenin çok az olmasıdır.Yüzeyi Ay’ın yüzeyine benzer. Atmosfefri yoktur.Bu yüzden çok krater vardır. Eskiden Merkür “Artistlerin Koruyucusu” olarak isimlendirilirmiş.Her kratere bir ünlünün adı verilirmiş.Hatta bir kraterin adı da Sinan’dır .(Mimar Sinan)
Venüs
Venüs Dünya’nın ikizi olarak adlandırılır.Çünkü kütle,yoğunluk ve hacimleri aynıdır. Eğer Venüs Güneş’ten Dünya kadar uzakta olsaymış Venüs’te yaşam olabilirmiş.Ne yazık ki Güneş’e dünyadan 3 kat daha yakın.Yüzeyi kalın bir bulut tabakası ile kaplıdır. Bu da Güneş’ten gelen ışınların çok iyi yansıtılmasını sağlıyor.Bu yüzden Gökyüzüne baktığımızda Venüs’ü rahatlıkla seçebiliriz.Çünkü Güneş ve Ay’dan sonra gördüğümüz en parlak cisimdir.Venüs’ü rahat görebilmemizdeki en büyük etken Güneş ile arasındaki mesafe Merkür ile Güneş arasındaki mesafenin iki katı olmasıdır.Venüs’ten yansıyan ışınlar sürekli hareket edip renk değiştirdiği için bazıları onu UFO zanneder..UFO ihbarlarının %60 ı Venüs’tür.Rusların 1970’te fırlattıkları uzay mekiği ile Venüs’ün yüzey sıcaklığının 477 C olduğu keşfedilmiştir.Venüs’ün atmosfer basıncı Dünya’nınkinden 100 kat daha fazladır.Venüs’ün ilk fotoların Rus Venera 13 ve Verena 14 , 1 ve 5 Mart 1982’de fırlatılan uzay mekikleri tarafından çekilmiştir. Bundan sonra Amerikan uzay mekiği Venüs’ün etrafında dönerken Venüs’ün atmosferinin %96’sının CO2 gazından ,%4’nun ise Azot gazından meydana geldiği saptanmıştır.Bu da atmosfer basıncının yuksek olmasını açıklar.Yani Venüs’ün bulut katmanının altında bir Cehennem Sıcağı olduğunu söyleyebiliriz J Venüs kendi ekseni etrafında Dünya’nın tam tersi bir şekilde döner. Güneş Batıdan doğup Doğudan batar. 1 Venüs günü 117 Dünya günü .1 Venüs yılı 224 Dünya günü Yavaş dönüşü ve atmosferinin yoğunluğundan ötürü gece gündüz sıcaklık farkları olmaz.Böylece Dünya ve Venüs ikiz gezegen olmaktan kurtulmuşlardır L
Dünya
Dünyanın ortalama yoğunluğu suyun yoğunluğunun yaklaşık 5.5 katıdır.Güneş ile arasında 150 milyon km vardır. ¾ ü denizlerle kaplıdır.Uzaydan büyük mavi bir top a benzer.Güneşten gelen ışınların %37 atmosferden geri yansır. Çekirdekteki sıcaklık yaklaşık 5000 C dir. Dünya’nın tam ortasında %80 demir vardır. Ay ile arasındaki uzaklık 384.000 km dir. Ayın kütlesi,Dünya’nın kütlesinin 1/8 i kadardır. Ay da çok fazla krater vardır. Yaklaşık 30.000 tane.
Mars
Kızıl renginden ötürü Dünya’dan kolayca seçilir.Eskiden Savaşın Tanrısı olarak adlandırılırmış. Bir teleskop ile Mars a baktığınızda yüzeyini çok rahat bir biçimde görebilirsiniz. Mars ın atmosferi çok incedir. %95 i CO2 %2.8 i Azot , % 1.5 Ar ve geri kalan %0.7 si diğer gazlardır.Atmosferinden dolayı yoğunluğu Dünya’nınkinden 1/100 daha küçüktür.Bu gezegende su sıvı halde bulunmaz. Mars ile Güneş arasındaki mesafe Dünya ile Güneş arasındaki mesafenin %50 daha fazladır yani 2 katıdır.Geceleri – 125 C, sabah ve öğlenleri 200 C dereceye ulaşıyor. Mars’taki rüzgarların hızı saatte 30 km den 50 km ye kadar çıkabiliyor. Fırtınalar haftalarca sürebiliyor. Güneş Sistemimizdeki en yüksek dağ Mars’tadır. Olympos’dur.yaklaşık 27.000metredir.1 Mars yılı yaklaşık 2 dünya yılıdır. Yarıyarıçapı Dünya’nınkinin yarısıdır.Kütlesi 1/10 küçüktür.Yoğunluğu dünyanınkinin %70dir. Bu yüzden Mars’ta bir insanın ağırlığı dünyanınkinin %40 azıdır. İki uydusu var. Phobos ve Diemos. Bunlar şekilsiz kaya parçalarına benzetilir.Mars tarafından tutulmuş meteorlar olabileceği olarak düşünülüyor.
Jüpiter.
Güneş Sistemimizdeki en büyük gezegendir. Jüpiterin kütlesi = 318 x Dünyanın kütlesi
Jüpiterin yarıyarıçapı = 10 x Dünyanın yarıyarıçapı Jüpiterin hacmi = 1300 x Dünyanın hacmi
Bütün gezegenleri birleştirsek bile kütleri Jüpiterin ancak yarısı kadar olabiliyor. Fakat hala kendi enerjisini üretemeyecek kadar küçük. Kendi enerjisini üretebilmesi için kütlesinin 75 katı olması gerekiyor. Atmosferinin %86 hidrojen %13 Helyum dur. Güneş Sistemimizdeki en hızlı gezegendir. Eksenin etrafında 10.5 saatte döner. 7 Haziran 1992 de bir göktaşı Jüpiter e çarpacaktı fakat daha çarpmadan Jüpiter’in yüksek yerçekimi yüzünden parçalandı.Birçok uydusu vardır. En büyükleri İo,Gandymedes(Sistemdeki en büyük uydudur), Kallisto ‘dur. 17. yy’de Galileo adlı bilimadamı tarafından araştırılmışlardır.
Saturn
Güneş Sistemimizdeki en güzel gezegenlerden biridir. Hacmi dünyanın 850 katıdır. Kütlesi dünyanın 95 katıdır. Fakat hacmi çok küçüktür. Bir okyanusun içinde yüzebilir. 22 tane uydusu vardır. En büyük uydusu Titandır. Atmosferi olan tek UYDUDUR. Sistemdeki en büyük 2. uydudur. Güneş ile arasındaki mesafe Dünya ile güneş arasındaki mesafenin yaklaşık 10 katıdır. Ekseni etrafında 10.5 de dönerken Güneş etrafında 29 yıl 6 ayda döner. Güneş ışınlarının %50 sini yansıtır.Saturn’un etrafındaki güzel halkalar su-buz ve kayalardan meydana gelmektedir. Bu halkalar 3 parça halinde incelenir . (a,B,C)
Halkaların genişliği 90.000 km olsa bile kalınlığı sadece 2 km’dir.Fakat bir jilet ten çok daha keskindir. Halkaların sıcaklığı –200 ile –220 arasında değişir.Atmosfer basıncı dünyanınkini 1.5 katıdır.Titan ın yarıçapı 5150 km dir bu da demek oluyorki Merkürden büyük. Titan Satürn etrafında 16 günde döner.Hacmi 1.9 gr/cm3 dir. Yüzey sıcaklığı –180 C yaklaşık.
Dione (1110 km ), Tethys (1000 km )
Uranus
Uranus – Güneş = 2 x Saturn – Güneş
Güneş etrafında 84 yılda döner. Eskiden bir yıldız olarak tanımlanmış fakat 1781’de
William Herschell yaptığı çalışmalar sonucu bir gezegen olduğunu kanıtlamıştır. 15 uydusu vardır. Fakat çoğu çok küçüktür yarıçapları 200 km geçmez. Ekseni etrafında 17 saatte döner. Satürn’ünkü kadar güzel olmasa da 1977’de Uranüs’ün de halkalarının varlığı bulunmuştur. Büyük uydularının adları Miranda , Umbriel ve Oberon dur. Bu uyduların resimleri Voyager 2 tarafından çekilmiştir.
Neptün
Neptün ve Uranüs’ün bazı özellikleri aynıdır. Mesela hacimleridünyanın 60 katı olup büyüklükleri de dünyanın 15 katıdır. İkisinin de atmosferleri birbirlerine çok benzer. Neptün – Günes = %50 büyük Uranus- Güneş olmasına rağmen Uranus kadar soğuk değildir bunun nedeni yoğunluk ve kütlelerinin farklı olması ve Neptün’ün kendi sıcaklığı olmasıdır. 1986’ya kadar Neptün ile ilgili bilgiler çok kısıtlı idi.Fakat 1989 da Neptün’e giden Voyager 2 adlı uzay mekiği bize bu gezegenle ilgili yaralı bilgiler sağladı.Mesela 2 değil de 8 tane uydusu olduğunu öğrendik. Ayrıca en şiddetli fırtınalar da bu gezegendedir. Hızları saatte1700 km yı bulur. Neptün’ün en büyük uydusu olan Triton 1846’da keşfedildi. Triton Neptün etrafında 6 günde döner. Yarıçapı 2700 km dir ve ince bir atm.ye sahiptir. Krater ve bazı buz volkanlarına sahip olduğunun belirtileri vardır.Yüzeyinin sıcaklığı – 235. Şekli kavun a benzer.Neptünün diğer uydularının yarıçapları 50km-400 km arası değişir. Şekilleri yoktur. Neptün tarafından tutulmuş meteorlar olabilir.
Pluto
Sistemdeki en son gezegendir.1930 da keşfedildi.Kütlesini Ay’ın kütlesinin 1/6 sı kadardır. Hacmisi ise Ay’ın hacminin %70 i kadardır. Çok küçük bir gezegendir. Güneş Sisteminde en az 6 tane uydu vardır ki bunlar Pluto’dan büyüktür. Yoğunluğu suyun yoğunluğunun iki katıdır yani 2 .yüzey sıcaklığı –230 C yi zaman zaman aşmaktadır. 1978-2000 yılları arasında Pluto Güneşe Neptün’den daha yakındır. Pluto’nun uydusu Charon 1978 de bulundu. Yarıçapı Plutonun yarısı kadarmış.Dünya Ay’dan 80 kez daha büyüktür fakat Pluto Charon dan sadece 8 kat daha büyüktür. Dünya-Ay arası uzaklık = 20 x Pluto – Charon ….
Charon ve Pluto her zaman birbirlerinin aynı yüzünü görürler. Ay Dünya gibi…
Size of Space
Uzay’ın büyüklüğünü anlamak için örnekler… = Bir insanın boyu 1.50 m olsun.
Apartman : 10m
Dağ: 1000 m
Yer ve havadki uçak arasındaki uzaklık : 10 km
Yer ile Turksat uydusu arasındaki uzaklık:36.000 km
Ay’a olan uzaklık: 384.000 km
Güneş’e olan uzaklık : 150.000.000 km
En yakın yıldız : 4.3 ışık yılı
Saman yolu’nun ortasına : 28.000 ışık yılı
En yakın Galaksi : (Andromedia) 2.200.000 ışık yılı
En uzak Galaksi : (4C41.17) 13.000.000.000 ışık yılı
Uzay’ın yarıyarıçapı : 15.000.000.000 ışık yılı

Mezopotamya Medeniyeti

0 yorum | Devamını Oku...
MEZOPOTAMYA MEDENİYETİ

Günümüzden binlerce yıl önce atıldı insanlık tarihindeki ilk uygarlığın temelleri. Dünyanın ilk ve en eski uygarlığı, Dicle ve Fırat nehirlerinin aşağı kıvrımları boyunca Basra Körfezi’ne kadar uzanan alüvyal ovalar üzerinde uzanan Sümer ülkesinde doğdu[1]. Ama bunun aksine kısa bir zaman öncesine kadar özellikle batı dünyası tarafından dünyanın en eski uygarlığının “Yunan Uygarlığı” olduğu kabul ediliyordu. Yapılan arkeolojik kazılar sonucunda ele geçen materyaller “Sümer Uygarlığı”nın dünyanın en eski medeniyeti olduğunu göstermiştir bize.

İnsanların tarımsal üretime geçerek tahıl üretimi yapması ve hayvanları evcilleştirmeye başlaması ile ilk uygarlığın temelinin atıldığı teorisi günümüzde kabul gören bir görüştür. Gerçekten de yapılan araştırmalar Sümerlerin, Mezopotamya’da tarımda bir devrim gerçekleştirdiklerini göstermektedir. Sümerlerin kullandığı tarımsal teknikler belki de günümüz tarımıyla karşılaştırıldığında çok ilkel kalabilir; ama şu bir gerçek ki kendi dönemlerinin en modern tarım tekniklerini kullanıyorlardı. Tarımı geliştirmek için bataklıkları kurutup tarıma açmışlar, sulama kanalları yapmışlar, kurak bölgelerde akarsuların önüne setler çekerek barajlar yapmışlardır[2].

Yapılan arkeolojik kazılarda birbiri ile çağdaş sayılan bir çok teknik gelişme görülür. Bunlardan başlıcaları:

Tunç metalürjisi, çarkta yapılmış çömlek kaplar, tekerlekli araçlar, gemiler (günümüzle karşılaştıracak olursak ufak birer tekne), heykeltıraşlık, anıtsal yapılar[3]. Fakat bu buluşlar arasında en önemlisi ve insanlık tarihinin en büyük devrimlerinden biri sayılan “Karasaban”ı icat etmeleridir.

Sümerliler yukarıda belirttiğimiz gibi kanal, baraj ve büyük tapınaklar inşa etmişlerdir. Biliyoruz ki bu gibi büyük yapıları inşa etmek kesin hesaplama ve ölçümleri gerektirmektedir. Buradan yola çıkarak Sümerlerin matematik ve geometri alanlarında kendi dönemlerinin en uzman kişileri olduklarını söyleyebiliriz.

Sümerli din adamları ya da başka bir deyişle Sümer Rahipleri astroloji konusunda da birer uzmandılar. Bu alandaki uzmanlıkları tarım için önemli bir buluş olan takvimi bulmalarında etkin rol oynamıştır. Sümerler, takvimi günümüzdeki gibi sadece günleri öğrenmek için değil daha çok tarımsal alanda kullanmışlardır. Böylece Dicle ve Fırat nehirlerindeki taşmaları, hasat ve ekim zamanlarını daha iyi bir şekilde takip etmişlerdir.

Sümer zigguratları, birer din merkezi olmalarının dışında aynı zamanda kendi dönemlerinin bütün bilimlerine ev sahipliği yapmışlardır. Başta astronomi olmak üzere matematik, geometri, tıp, eczacılık, edebiyat ve daha bir çok alanda faaliyet göstermişlerdir. Buradan Sümer rahiplerinin din dışındaki daha birçok bilim dalında uzmanlaştıkları sonucunu çıkarmamış olmamız olanaksızdır.

Sümer rahipleri, daha çok bitkilerden yararlanarak çeşitli ilaçlar yapıyorlardı. Buradan hareketle eczacılığın temelinin Mezopotamya’da Sümerler tarafından atıldığını söyleyebiliriz.

Sümerlerin insanlık tarihine yapmış oldukları en büyük katkı yazıyı bulmalarıdır. “Bu buluş, yumuşak kil üzerine bir kamış parçasının sivriltilmiş ucuyla işaretler konularak gerçekleştirildi. Eğer kalıcı bir kanıt isteniyorsa, üzerine işaret basılmış yumuşak kil tabletin kızgın bir fırına konmasıyla, oldukça dayanıklı bir belge kolaylıkla elde edilebilirdi. Eski Mezopotamya hakkında ayrıntılı bilgilerimizin tümünü böyle fırınlanmış kil tabletlere borçluyuz. Bu uygulamadan yavaş yavaş doğan yazıya, kil üzerinde bırakılan izlerin benzerliğinden dolayı, çivi yazısı denir.”[4] Sümerler yazıyı önce tapınaklarda bulunan ambar ve depolara, giren ve çıkan tahıl ve daha bir çok malın kaydedilmesinde kullanmışlardır. Çivi yazısı son şeklini İ.Ö. 3000’li yıllarda kazanmıştır.

Yazının bulunuşu insanlık tarihinde bir milat olarak kabul edilmiştir. Tarihçiler de yazıyı, tarihi yazılı ve yazısız olarak ikiye ayıran bir işaret/simge olarak kullanmışlardır.

İlk tarih yazıcılığının da Sümerlerde başladığı kabul edilmektedir. İlk tarih yazıcılığı, Sümer krallarının yaptıkları her şeyi kil tabletlere yazdırmalarıyla başlamıştır. Bunun nedeni Sümer krallarının yaptıkları her şeyden kendilerini sorumlu tutmaları ve öldükten sonra tanrılara hesap vereceklerini düşünmeleridir. Bu bize ölümden sonra yaşama inandıklarını gösterir. Ama yine de yapılan arkeolojik çalışmalar bize, Sümerlerin çok tanrılı bir dine inandıklarını göstermektedir.

Biliyoruz ki Mezopotamya bölgesi dışarıdan gelen saldırılara karşı açık ve savunması zor olan bir yerdi. Bu nedenle Mezopotamya uygarlıkları güçlü askeri oluşumlara sahip olmak zorundaydılar. Mezopotamya tarihine genel olarak bakacak olursak burada kurulan devletlerin dışarıdan gelen barbar saldırıları sonucunda yıkıldıklarını açıkça görebiliriz.

Mezopotamya’da devlet kuran bir diğer halk Asurlulardır. Asurlular, dünya tarihindeki ilk imparatorluğu kurmuşlardır. Bu devlet bizim bildiğimiz anlamda bir imparatorluk değildi. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu ile karşılaştıracak olursak Asur İmparatorluk topraklarının, sadece Osmanlı Devletinin bir eyaleti kadar olduğunu görebiliriz. Ama yine de Mezopotamya’da ilk siyasi birliği kurmuş olmasından dolayı bizim için önemlidir Asur İmparatorluğu.

Sonuç olarak diyebiliriz ki her ne kadar farkında olmasak da günümüz uygarlığı biraz olsun Mezopotamya uygarlıklarının temelleri üzerine inşa edilmiştir. Başka bir deyişle günümüz uygarlığı Mezopotamya uygarlıklarının biraz daha geliştirilmiş halidir.

BİBLİYOGRAFYA ÇIĞ, M. İ. , Sümerlilerden Günümüze Ulaşan Kültür İzleri, XI. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1994, c.I

GÜNALTAY, M. Ş., Yakın Şark Elâm ve Mezopotamya, TTK Yay., Ankara 1987

KRAMER, S. N. , History Begins at Sumer, Çev. Muazzez ÇIĞ, Ankara 1990

McNEİLL, H. William, Dünya Tarihi, çev. Alâeddin ŞENEL, İmge Kitabevi, Ankara, Eylül 20015

www.maksimumbilgi.com

[1] William H. McNEİLL, Dünya Tarihi, Çev. Alâeddin ŞENEL, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 20015, s. 34

[2] S. N. KRAMER, History Begins at Sumer, Çev. Muazzez ÇIĞ, Ankara 1990, s. 279

[3] William H. McNEİLL, a.g.e, s. 37

[4] William H. McNEİLL, a.g.e, s. 41

Mars Gezegeninin Görüntüsü

0 yorum | Devamını Oku...
MARS GEZEGENİNİN GÖRÜNTÜSÜ

Mars -Yer uzakligi sabit degildir. Bu uzaklik 55 ile 102 milyon km arasinda degisir. En kisa uzakligin meydana geldigi konumlarda Mars’in bize daha parlak ve daha buyuk gorunecegi aciktir.

1809 yilinda ilk kez sari Mars bulutlari gozlendi. Mars’i ekvatora yakin bir cizgi ile ikiye boldugumuzde bu cizginin guneyinde kalan bolgenin ortalama yuksekligi kuzeydekine gore daha fazladir. Bunun en onemli sebeplerinden biri Mars’in sahip oldugu kabugun kalinliginin guney de daha fazla olmasidir.

Mars yuzeyinde Yer’ e gore cok buyuk yanardaglar vardir. Mars yuzeyinde carpisma sonucu olusmus cok sayida krater vardir. Bununla birlikte bu kraterler guney yarim kurede, kuzeye gore cok daha fazladir. Mars uzerindeki sari bulutlar genellikle parlak materyal icerirler. Parlak materyal demirin oksitlenmesi ile olusmaktadir. Mars ta gokyuzu genelde kirmizi gozukur. Mars atmosferinde yuzeyden 60 km yukseklikte CO2 bulutlari, 50 km yukseklikte toz bulutlari, 25 km yukseklikte ise kucuk buz kristallerinden olusan su bulutlari vardir.

Mars atmosferinin kimyasal bilesimi soyledir: %95 CO2, %2.7 N2, %1.6 Ar, %0.13 O, %0.03 H2O. Mars yuzeyinin ortalama sicakligi 218 0 K. Bu yuzden atmosferde az miktarda bulunan su kati halde ya yuzeyde yada yuzeyin altinda bulunur.

Mars yuzeyinde yapilan birtakim deneyler sonucunda Yerdekine benzeyen karbon yapili bir yasam olmadigi ortaya cikti.

Astronomi Genel Bilgiler

0 yorum | Devamını Oku...
GENEL BİLGİLER :

a. Görüş koşulları : Gökyüzünün durumu gözlem koşullarını önemli ölçüde etkilemektedir. Hava akımları, sıcaklık değişimleri, toz parçacıklarının olması yıldızların kıpırdıyormuş gibi görünmesine neden olur. İşte bu tür atmosferik olayların bulunması, gözlem için kötü koşulların olması anlamına gelir. Genellikle yıldızların ışığının sabit olduğu geceler gözlem için uygun gecelerdir.

b. Taşınabilirlik : Taşınabilirlik derken, teleskobun taşınabilirliğinden bahsederiz. Genellikle amatör astronomide tüm yan bileşenleri ile birlikte kolay taşınabilir teleskoplar tercih edilmelidir. Çünkü özellikle büyük şehirlerden birinde yaşıyorsanız, teleskobunuzu sık sık uygun bir yere götürmek zorunda kalabilirsiniz.

c. Yetenek : Teleskobun belli yetenekleri olmalıdır. Genel olarak bunlar; astronomi gözlemlerini yapabilmek, yeryüzü gözlemlerini yapabilmek ve hem gökyüzü hemde yeryüzü cisimlerinin fotoğraflarını rahatlıkla çekebilmeyi sağlayabilmek olmalıdır.

* Bu kadar bilgiden sonra size küçük bir satın alma rehberi hazırlamaya çalıştım ve bunu tabloladım. Bu arada şunu söylemeliyim ki en iyi teleskopların Meade ve Celestron markaları olduğu hakkında yoğun bir ortak görüş vardır.

100 Dolar Civarı :

İyi bir gözlem dürbünü veya ince ayarı olmayan, alt azimut kurgulu, kötü ve markasız bir teleskop alabilirsiniz.

200-300 Dolar Civarı :

İnce ayar kolları bulunan, alt azimut kurgulu, 60mm veya 80mm açıklıklı, markalı, başlangıç için ideal olabilecek bir mercekli teleskop alınabilir.

500-1000 Dolar Civarı :

Bu aralıkta tercih imkanı oldukça artmaktadır. 490-500 dolar civarına eşlek kurgulu, 3.5" açıklıklı, kullanışlı bir mercekli teleskop alınabileceği gibi, 500-750 dolar civarına Eşlek kurgulu, 6" veya 8" açıklıklı, iyi bir aynalı teleskop alınabilir. 750-1000 Dolar civarına ise; Meade veya Celestron markalarının, motorlu, hem mercekli hem aynalı modellerinden alınabilir. İhtiyacınızı tam olarak belirleyip iyi bir araştırma yapmak, en doğru seçimi yapmanıza oldukça yardımcı olacaktır.

1000-2000 Dolar Civarı :

Çatal kurgulu, motor düzeneğine sahip, 8" veya 10" açıklıklı, Schmidt-Cassegrain türü katadioptrik bir teleskop alınabilir.

23 Aralık 2011 Cuma

Kitap Özetleri Kataloğu - Alfabetik Kitap Listesi

0 yorum | Devamını Oku...
Kitap Özetleri Alfabetik listeye göre hazırlanmış bir şekilde sizler için derledik ve derlemeye devam ediyoruz. Kitapları okumak için yazarların kitaplarını internet'ten veya kitapçılardan temin edebilirsiniz.


Aşağıdaki harflerden ilgili harfle ilgili kitabın alt Kategorilerine gidebilirsiniz. Kitabı bu şekilde bulmazsanız üst menüdeki arama özelliğini kullanarak aradığınız şifalı bitkiyi bulabilirsiniz.

Zambaklar Açarken - Kerime NADİR

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN KONUSU:

Babası tanınmış bir yazar olan ünlü bir futbolcunun,babasından habersiz bir şekilde evlenmesi ve maçlarından dolayı ülkesine dönemediği için,karısını babasına emanet etmesiyle başlayan olaylar birbirini izler.

KİTABIN ÖZETİ: Herşey o mektupla başlamıştı.Otele geldiğinde, geniş koltuklardan birine oturdu.Dogrusunu söylemek gerekirse, önce bu işi muzip oğlunun bir şakası sanmıştı.Fakat otelin kayıt defterindeki o oda ayırttırılmış ve isimde aynı şahsa aitti.O an başından aşağı soğuk terler boşalıvermişçesine yerinden fırladı ve doğruca 216 numaralı odanın önüne gitti.Kapıda rahatsız etmeyin yazısını görünce bu işi yarına bırakmaya karar verdi.Akşam otelin barına gittiğinde genç güzel bir kız alkolün vermiş olduğu etki ile üstündekileri tek tek çıkartıyor ve Oğuz Bey’e öpücükler atıyordu.Buna daha fazla dayanamayarak odasının yolunu tuttu.Ertesi sabah tekrar odanın önüne gidip kapıyı çaldığında, içerden gelen küstah cevaplar iyice sinirini bozmaya yetmişti.İçerdeki o ses, kapıyı açtığında büyük bir şok yaşadı.Ona bakan yüz, akşam barda üstünü başını çıkartıp dans eden kızın ta kendisi idi.o anda oğlunun niye böyle bir işe kalkıştığını düşünerek kızgın bir şekilde hazırlanmasını söyleyerek buradan gideceklerini söyledi.Çiftliklerinin yolunu tutarken ikiside konuşmuyor,gözlerini yoldan ayırmıyorlardı.Derken Perran özür dilercesine bir şeyler mırıldanıyordu.Fakat hiç bozuntuya vermeden yoluna devam eden Oğuz Bey, çiftliğe geldiklerinde evin işlerine bakan İclal Hanıma onu tanıştırmak için ağzını açtı.İclal Hanım da onu pek sevmemiş olacak ki yüzü bir karış açık şekilde işlerim var diyerek oradan uzaklaştı.Bu huzursuzluk devam ederken yanına gelen Perran,özür diliyor ve böyle çılgınlıkların bir daha olmayacağını tekrarlayarak Oğuz Bey’in gönlünü almaya çalışıyordu.Bundan sonra,aralarında büyük bir yakınlaşma başlıyor ve sık sık çiftlikten uzak,geceleyin geri dönmeyen geziler başlıyordu.Bu durum gelinini önceden tanıştımış olduğu yakın arkadaşı, Sabir; halası, Tomris Albat ve ev halkını rahatsız ederdi.Bu geziler,bu yakınlaşma yanlış anlaşılmaya neden oluyor olmalı ki Sabir, Oğuz Bey’İn odasına girerek ona tehditler savuruyordu.”Oğlunun karısıyla nasıl böyle bir ilişkide bulunabilirsin?”gibi sözler sarfettiğinde sorun anlaşılmıştı.Oysaki bu ilişki aralarında kurmuş oldukları büyük dostluktan başka birşey değildi.Onu tersleyerek odadan çıkmasını sağladı.Ertesi sabah Perran ile çıkmış oldukları at gezisinde büyük bir patlama duyuldu ve ardından Sabir çalılıkların arasından görüldü.Anlaşılan av merakı devam ediyordu.Ama neredeyse ikisinden birini vuracaktı .Eve döndüklerinde oğlundan gelen telgrafta, ilk uçakla geliyor olduklarını yazıyordu.Hava alanına vardıklarında büyük bir seyirci kitlesi futbol kafilesini bağrına basıyordu.Tabi bunların içerisinde oğlu da vardı.Oğlu Mete koşarak yanlarına geldi ve tek tek herkese sarıldı.Perran buna pek sevinmemiş gözüküyordu.Anlaşılan aramızdaki o muhteşem dostluğun bozulmasından korkuyordu.O sırada uçağın kapısında bir kadın belirdi ve Mete babasına onu işaret ederek “İşte karınız babacığım” diyordu.O boşanmak üzere olup ne zamandır görmediği karısı Mediha oğlunun mürveti için geri dönmüş ve halası Tomris sayesinde boşanma kayıtlarını iptal ettirmişti.Oğuz Bey Mediha soğuk bir şekilde karşıladı.Çünkü her zaman ki gibi işlerine karışacak ve onu bir kölesi gibi kullanmaya devam edecek kendini beğenmiş biriydi.Sabir anlatmış olacak ki o da Perran’ı görünce pek sevinmemiş olduğu yüzünden okunabiliyordu.Çiftliğe gittiğinde Mete arkadaşlarını çağırdığını ve karısı ile birlikte yurt dışına giderek orada bir takıma transfer olmak istediğini söyledi.Perhan buna karşı çıkarak hiçbir yere gitmeyeceğini söylüyor Mete de onu yatıştırmaya çalışıyordu.O akşam beraber dışarı çıkan Mete ve karısı eve döndüklerinde Mete yalnızdı.Mete’nin ağzını bıçak açmıyordu.Perran’ı bulmaya gittiğinde Mete’den boşanmak istediğini söylüyordu.Bu çok iddialı bir söz idi.Perran konuşmaya başladı.Yurt dışına gitmek isteyişinin sebebinin zenci bir metresinin olduğu idi.Bu arada Mete yurt dışına gitmiş ve bir ön anlaşma imzaladığının haberi gelmişti bile.Bunun üzerine Perran ‘ı çiftliğe getiren Oğuz Bey,evde Sabir ve karısının asık suratlarıyla karşılaştı.Ertesi sabah yine atla geziye çıkmaya karar verdiler.O gün zambakalar daha da büyümüş ve güzelleşmişlerdi.Şelalenin önüne geldiklerinde yine korkunç bir patlama ve Perran atın üstünden düşüyordu.O sırada Sabir çalılıklar arasından çıkarken Mete’nin namusunu kurtardığını haykırıyordu.Oğuz Bey acele bir şekilde Perran’ ı kucaklayarak anayolu bulmaya çalışıyordu.Ama bir türlü kafasını toplayıpta doğru yolu bulamıyordu.Bulduğunda da zaten iş işten geçmiş,Perran ölmüştü.Onun mezarını zambak bahçesinin ortasına yaptırdı.Ölüm haberini alan Mete, soluğu çiftlikte almış ve haberin doğruluğunun araştırıyordu.Gerçeği öğrenince yıkıldı ve onu annesinin yanına götürmek istediğini ve Sabirin de orda olduğunu söyledi.Bu büyük bir fırsat idi onun için.Eve gittiklerinde Sabir her zaman ki gibi içiyordu.Onu görür görmez katil diye üzerine saldıran Oğuz Bey’i gören oğlu Mete donup kalmış ve olayı yorumlamaya çalışıyordu.O anda herkes büyük bir şok içinde iken Mediha ilk uçakla onu yurtdışına kaçıracağını söyledi.Bunu duyan Mete babasının göstermiş olduğu tepkiyi tekrarlayarak Sabir’in üstüne yürüdü.O sırada Mediha “O senin gerçek baban” diyerek babası olduğunu yüzüne vurdu.”Onun gibi bir kadından başka bir şey beklenmez.” diyen Oğuz Bey kapıyı vurup çıktı.Arkasından metenin sesi duyuldu.Bunca sene babalık yapan Oğuz Bey’i bırakıpta başka birinin oğlu olmak onun onuruna dokunurdu.Olup biten her şey onlar için bir rüyadan ibaretti sadece.

· KİTABIN ANA FİKRİ:

Başkalarının karanlık görüşleri, mutlu dünyamızın ışıklarını karartmamalı.Gençliğinizisizden almış ve sizi şöylebir kenara itivermiş olan hayat,bazen vücudumuza zehirli bir neşterin ucuyla dokunuverir.

· KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Oğuz albatros:Olayların kahramanı,ünlü bir yazar.Perran:Oğuz Bey’in gelini.Güzelliği ile herkesi etkileyen cıvıl cıvıl çılgın bir genç.İclal Hanım:Evin işlerine bakan bir hanım.Sabir:Oğuz Bey’in yakın arkadaşı.Karısıyla kavga ettiği bahanesiyle çiftliğe gelir ve durmadan içerdi.Tomris Albat:Halası rolünü oynuyor.Yapmış olduğu eserler halk tarafından daha çok tutuluyor.Mediha:Kendini beğenmiş,Oğuz Bey’I avcunun içine alıp istediği gibi yön verdiğinden dolayı birbirlerinden ayrılma kararı alan fakat daha sonra barışmak zorunda kalan ikili sonda büyük bir şok yaşatıyor.

· KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Güzel bir eser,faydalı bir kitap.Okurken kişilerin düşüncelerini her iki yöne de çekilebilir.İnsanı düşündüren,yorum yapmaya zorlayan bir eser.


· YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ:

Bebek Saint Joseph Sörler Okulu’nu bitirdi;ayrıca özel eğitim gördü. İlk şiir ve öyküleri 1937 de Servetifünun-Uyanış ve Yarımay dergilerinde yayımlandı. Çoğunlukla kadın kahramanlar üzerinde kurduğu duygusal aşk ve serüven romanlarıyla çok okunan bir yazar oldu. Bir çok baskısı yapılan bu romanlarının bazısı sinemaya aktarıldı. Anılarını Romancının Dünyası adlı kitapta topladı. Başlıca romanları arasında :Yeşil Işıklar , Hıçkırık , Seven Ne Yapmaz , Gelinlik Kız , Uykusuz Geceler , Kahkaha , Posta Güvercini , Pervane , Esir Kuş ve Sonbahar sayılabilir.

Zeliş - NECATİ CUMALI

0 yorum | Devamını Oku...
1. ROMANIN KONUSU:

Zeliş adlı köylü kızının Cemal adlı bir delikanlıya duyduğu aşk, babasının cehaleti yüzünden çektiği acılar ve zavallının anlayışsız insanlarla geçen anıları anlatmaktadır.

2. ROMANIN ÖZETİ:

Zeliş, geçimlerini tütüncülük ile sağlayan bir ailenin kızıdır. Zeliş, bir gün, evde otururken, keçiler urganını koparır ve biraz uzakta oturan komşularının tarlasının bir bölümüne zarar verir. Zeliş keçisinin kaçtığını anlar ve etrafta onu arar. Keçilerinin girdiği tarlada Cemal isimli bir genç ile tanışır. Birbirlerinden etkilenirler. Sürekli birbirlerini düşünmekten kendilerini alıkoyamazlar. Fakat Zeliş’in babası Recep, Zeliş’i arkadaşı Bekir ile evlendirmeye söz vermiştir. Aslında Bekir’e borçludur ve bu yüzden Zeliş’i Bekir’e vermek istemektedir. Zeliş ise bu olyların farkında değildir.

O yöredeki halkın bir araya gelip eğlendikleri bir gece Zeliş ile Cemal sürekli gözgöze geldiler ve birbirleri ile konuşabilmek için kendilerinde cesaret aradılar. Daha sonra kendilerini toparladılar ve kalabalıktan ayrılıp kimsenin olmadığı bir yerde bir araya geldiler. Recep ise Zeliş’i bir an önce Bekir ile evlendirmeyi planlamaktadır. O yörede yaşayan Yaşar adlı bir genç Zeliş ile Cemalin birbirlerni sevdiğini fark eder. Onları ayırabilmek için ortalığa bir çok dedikodu yayar. Bekir ise söylentilere oldukça kızmıştır. Zeliş’in ona karşı davranışları ise söylentileri doğrulamaktadır.

Cemal ile Zeliş köydeki dedikodular yüzünden aileleri tarafından sıkıştırılmışlardır. Bu yüzden de mektuplaşmaya başlarlar. Bir süre sonra Cemal’in Zeliş’i kaçıracağı dedikodusu bütün yöreyi sardı. Bu sırada o yörede sevilmeyen Fehmi Has isimli birisi ve Yaşar, Bekir’i Zeliş’i kaçırmak konusunda ikna ettiler. Zeliş’im babası kaçırma işinin kendisinin göremeyeceği bir yerde gerçekleşirse bu olaya göz yumacağını söyler. Böylece babası da kızının kaçırılmasına izin verdi dedirtmeyecekti.

Bekir ve arkadaşları bu planı kurarak araba bulmuşlardı. Zeliş’i kaçırmak için evden uzaklaşmasını bekliyorlardı. Zeliş’in kardeşi Rabiya ise arabayı görmüş, koşturarak kaçırılacağını ablasına haber vermişti. Zeliş ise evden çıkıp doğruca Cemal’in evine koşmaya başladı. Cemali bir an önce bulup kaçmaları gerekiyordu. Cemal, Zeliş’in koşturarak geldiğini görmüş ve durumu anlamıştı. Cemal Zeliş’in kolundan tutup dağlara doğru kaçmaya başladılar. Gözden kaybolduklarında akşam olmuştu. Cemal geceyi geçirebilmek için bir tanıdık bulması gerektiğine karar verdi. Geceyi askerde olan çocukluk arkadaşının evinde geçirmeye karar verdiler. Bekir ve arkadaşları Cemal hakkında suç duyurusunda bulundular. Cemal’in bu işi babası ile planladığını ve Cemal ile babasının kızı birlikte kaçırdıklarını söylediler. Böylece Cemal’in babasını hapse attırıp Cemal’i ortaya çıkarmayı planlıyorlardı. Fakat olaylar onların istediği gibi gitmedi. Cemal’in babası onu çok seven bir arkadaşı sayesinde hapisten çıkarıldı.

Zeliş ile Cemal ise zengin bir çiftçinin yanında çalışmaya başladılar. Onlara işveren bu adam bir süre sonra onların evden kaçtıklarını anlar ve onları jandarmaya ihbar eder. Jandarma Cemal’i tutuklar ve hapse atar.

Cemal’in duruşmasında Zeliş, Bekir ve arkadaşlarının bütün yaptıklarını anlatır. Bu olaylara seyirci olan iki ailenin tanıdıkları Recep’i şikayetini geri çekmesi için ikna ederler. Böylece Cemal kurtuldu ve Zeliş ile evlendiler.

3. ROMANIN ANAFİKRİ:

İnsanlar çocuklarını istemedikleri biri ile evlendirmeye zorlamamalı, onların isteklerine kulak vermelidir. Birbirlerini seven iki genci kimse ayırmamalıdır.

Hiçbir zaman sürü psikolojisiyle bir yere takılıp gitmemeliyiz. Yaptığımız her hareketi, söyleyeceğimiz her sözü inceden inceye düşünmeliyiz.

3. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ:

ZELİŞ: 16-17 yaşlarında oldukça iyi kalpli, çalışmayı seven, kimseden korkmayan genç bir kız.

CEMAL: Zeliş’in sevdiği delikanlı.

RECEP: Zeliş’in babası. Recep, Zeliş’i kendi menfaatleri doğrultusunda evlendirmeye çalıştığı için anlayışşız bir baba rolündedir.

FEHMİ HAS: Çevresinde sevilmeyen, içkici ve kumarbaz bir insan .

YAŞAR: Zeliş’e aşık olan bir delikanlı. Zeliş ile Cemal’i birbirinden ayırmaya çalışan kötü bir insan karakterini canlandırmaktadır.

4. KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Kitapta aşık olan iki gencin birbirlerine duydukları sevgi çok güzel bir şekilde anlatılmıştır. Yaşanılan olaylar oldukça sade ve anlaşılır biçimde anlatılmıştır. Duygusallıktan hoşlanan arkadaşlarıma okumalarını tavsiye ederim.

5. ROMANIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:

Necati Cumalı ,1921 Yunanistan doğumludur.Şair,öykücü ve oyun yazarıdır.Ürün verdiği türlerin hepsinde başarı göstermiştir.Oyunları en çok sahnelenen Türk yazarlarından birisidir.Ortaöğretimini İzmir Atatürk Lisesi ,yüksek öğretimini Ankara Hukuk Fakültesinde tamamladı.Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğ’ünde çalıştı.İzmir ve Urla’da avukatlık ,ardından iki yıl Paris Basın Ataşeliğin’de memurluk ve İstanbul Radyosu’nda redaktörlük yaptı.

Sevgi, sevinç, özlem gibi bireyin güncel kaygılarıyla birlikte, çağın toplumsal sorunlarını da ele aldı. Necati Cumalı roman ve öykülerinde özellikle Ege yöresindeki kasaba ve kırsal kesim insanlarının sorunlarını işledi.Tütün zamanı, Zeliş, Yağmurlar ve Topraklar, Acı Tütün ,Ay Büyürken Uyuyamam, Yağmurlu Deniz, Tufandan Önce önemli yapıtlarıdır.

Zeytindağı - Falih Rıfkı ATAY

0 yorum | Devamını Oku...
Kitabın konusu
Kitapta Osmanlı saltanatının son günlerinden Türkiye Cumhuriyetinin ilk günlerine kadarki bir zaman dilimi anlatılmaktadır. Yazar bir görev sebebiyle Cemal Paşa’nın karargahına yani Zeytindağı’na gitmiştir. Burada yaşamış olduğu olayları ve anılarını bulunduğu tarihin önemli olaylarını da içine alacak şekilde anlatmıştır.

KİTABIN ÖZETİ :

Kitabın ismi; Cemal Paşa’nın karargahının (4. Karargah) bulunduğu Kudüs’e yakın bir dağın isminden gelmektedir.

Birinci Dünya Harbi patlak verdiğinde Falih Rıfkı yedek subay olarak orduya alınır ve Cemal Paşa’nın karargahına tayin olur. Cemal Paşa ile ilişkileri de burada gelişir.
Kitabın ilk kısımlarında İttihat ve Terakki’den söz edilmiştir. İttihat ve Terakki içerisinde Cemal Paşa, Talat Paşa ve Enver Paşa en önemli simalardır. Cemal Paşa yenilikçiliği ile tanınmaktadır. Enver ve Talat Paşa’lar ise muhafazakar bir kişilik sergilemektedir. Enver Paşa’nın Turancılık fikirleri güçlüdür. Falih Rıfkı , Enver Paşa’nın bu fikirlerini benimsememekte ve Enver Paşa’yı diktatör olarak nitelemektedir. Türkiye’nin kurtuluşunun Enver Paşa gibilerden kurtulmakla mümkün olduğu düşüncesindedir. İttihat ve Terakki kendi içerisinde bölünmüş bir yapı sergilemektedir. Bir birlik ve beraberlik söz konusu değildir. Her liderin bir grubu vardır. Falih Rıfkı da Cemal Paşanın adamı damgasını taşımaktadır. Falih Rıfkı , İttihat ve Terakkinin bu yönünü yani fikir birliğinin bulunmayışını eleştirmektedir. Çünkü yaşanılan buhrandan kurtuluş ancak birlik ve beraberlikle mümkündür. Buna rağmen bilinçsiz yaklaşımlar, kişisel hesaplaşmalar İttihat ve Terakkiyi kendi kendisiyle uğraşan bir duruma düşürmüştür.

Falih Rıfkı , Cemal Paşa ile beraber çalışmaya başladıktan sonra, olayları daha açık ve net bir şekilde görebilmektedir. Bir dönem, bir İmparatorluk yok olmaktadır. Yazar bunu sezinleyebilmektedir. Suriye, Filistin ve Hicaz’da yaşamış oldukları bir devrin çöküşünü gözler önüne sermektedir.

Falih Rıfkı Osmanlı’nın bir kukla devlet olduğunu söylemektedir. Örneğin şöyle bir olay anlatılmakta; “Mahmut Şevket Paşa’yı öldüren Kavaklı Mustafa, memleketten kaçmaya muvaffak olmuştu. Bir Rus vapuruna binmişti. Fakat Osmanlının Rus sancağı taşıyan bir vapurdan bir kişiyi almaya hakkı yoktu. Bunun üzerine bir Osmanlı hükümeti görevlisi, Kavaklı Mustafa’yı gemiden kaçırır ve boğdurur. Bu olayı haber alan Ruslar, Kavaklı Mustafa’yı kaçıran zatı görevden aldırır ve bundan böyle devlet hizmetinde kullanılmamasını isterler ve istedikleri de olur.”

Osmanlı, ümmetçilik fikri sebebiyle neredeyse üç kıtada egemen olmuştu. Bu coğrafyanın büyük bir kısmını Arapların yaşadıkları ülkeler kapsamaktaydı. Kudüs, Şam, Filistin, Hicaz gibi. Osmanlı sadece coğrafyada büyüyebilmişti. Çünkü, bu kazanılan toprakların hiçbirinin kültürlerine, dillerine, ticaretlerine ve maddiyatlarına egemen olunamamıştı. Hatta Osmanlı, Arapları Türkleştireceğine oradaki Türkler Araplaşmıştı.

“Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık.”

Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Eğer, medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu içlerine kadar gireceğine şüphe yoktu. Osmanlı Emperyalizmi şu ana fikir üstünde kurulmuş bir hayal idi. “ Türk milleti kendi başına devlet yapamaz! “

Osmanlı, Arap topraklarını alarak oraları bir bakıma imar ediyordu. Çünkü, Arap şeyhleri arasındaki kanlı savaşlar sonucunda Arap halkı mağdur oluyor ve maddi olarak da çöküntüye uğruyordu. Osmanlı geldiğinde ise bu şeyhleri uzlaştırıp sükuneti sağlıyor ve onlara belirli imtiyazlar veriyordu. Bir bakıma Osmanlı onlar için bir kurtuluş gibiydi. Buna rağmen Osmanlının güçsüz duruma düşmesini fırsat bilip hemen İngilizlerle, Fransızlarla anlaşmışlar ve Osmanlı’ yı arkadan vurmuşlardır. Osmanlı’ ya karşı görünüşte bağımlı olan Araplar her zaman kendi halifeliklerini istiyordu. Müslüman Araplar arasında Arap Halifeliği hükümeti peşinde olanlar vardı ve 1. Dünya savaşı çıktığında bu düşüncelerini gerçekleştirmek için ve İngilizlerin vereceklerini vaadettikleri imtiyazlardan dolayı Osmanlı’ ya ihanet etmişlerdi.

Osmanlının Araplara vermiş olduğu haklar, onların küçük bir anlaşmazlıkta bile isyan etmelerini sağlıyordu. Cemal Paşa zamanında çıkmış olan bir kanun ile komutanlara eğer vatan müdafaası için zaruri görülürse idam hükümlerini yerine getirmesi yetkisi verilmişti. Yani isyanlar artık kanla bastırılıyordu.

Cemal Paşanın bir amacı da Suriye’ yi Osmanlılaştırmaktır. Bu düşüncesini gerçekleştirmek için Suriye’ de modern okullar açtırmıştır. Bunun yanında bir de hicret eden Ermenileri, Suriye içlerine dağıtarak güçlenen Araplılığa karşı bir teminat olarak kullanıyordu. Hatta Ermenileri güçlendirmek için ev ve toprak bile verilmiştir.

Falih Rıfkı Atay , Arapları anlatırken din sömürüsü konusuna da değinmiştir. Falih Rıfkı’ ya göre din sömürüsü bütün dinler için geçerlidir. “Medine dini mallaştırmış ve maddeleştirmiş bir Asya pazarıdır. Kudüs dini oyunlaştırmış bir Garp tiyatrosudur”. Araplar çok fakirdir. Kendi ülkelerinde; ata topraklarında hizmetçi konumuna düşmüşlerdir. Filistin ikiye ayrılmıştır. Eski Filistin Arapların,yani hizmetçilerin; yeni Filistin ise tüm güzelliği ve ihtişamıyla Yahudilerin. Din satışa sunulmaktadır. Hac dönemlerinde Araplar da Yahudiler de büyük kazanç elde etmek peşindedir.

Osmanlı Devletinin Almanlarla beraber savaşa girmesinin en büyük nedeni İttihat ve Terakki yöneticilerinden Enver Paşa’ nın Alman hayranı olmasından kaynaklanıyordu.

Birinci Dünya harbi sonucunda Tuna yukarısındaki iki İmparatorluk, Akdeniz kıyısındaki bir İmparatorluk ve Tuna kenarındaki bir krallık devrilmek üzereydi.

Suriye ve Filistin’ de Almanların durduramadığı İngiliz seli yine bir Türk, fakat bu sefer öz bir kumandan, Mustafa Kemal tarafından Halep aşağısında tutulmuştur. Mustafa Kemal’ in orada seçtiği savunma hattı, Milli Misak’ taki Türkiye sınırıdır.

Cemal Paşa’ nın yerine, Suriye’ de silahlı kuvvetlerin başına geçen Alman Fon Falkenhein bozgunu durduramadı ve Kudüs İngilizlerin eline geçti.

Artık yalnız Anadolu ve İstanbul düşünülür. İmparatorluğa ve onun rüyalarına “Allahaısmarladık! “ denir.

Artık Şam’ dan ayrılmak zamanı gelmiştir. Cemal Paşa İstanbul’ da istifa edecektir.

Cemal Paşa harap Anadolu topraklarını gördükçe

- “Keşke vazifem buralarda olsaydı, keşke o altın sağanağı ve enerji fırtınası, bu durgun, boş ve terkedilmiş vatan parçası üstünden geçseydi. Anadolu hepimize hınç ve güvensizlikle bakıyordu. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya şimdi kendimiz pişmanlığımızı getiriyoruz. Kumar oynadık ve kaybettik” diye düşünmektedir.

Cemal Paşaya sorulan :

- Paşam bu harbe niçin girdik? sorusuna cevap ilginçtir.

- Aylık vermemek için! Hazine tamtakırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli, ya öbür tarafla birleşmeli idik.

İlim, İhtisas ve tecrübe sahibi Mustafa Kemal, vatan ve istiklal düşüncesiyle milletin nesi var nesi yoksa yüzde kırkını vatan savunması için vermesi gerektiği düşüncesindedir.

Sakarya, Dumlupınar, İzmir ve Lozan… hepsi böyle ödenmiştir.

Mustafa Kemal büyük harbe girmek karşıtı idi: çünkü O kafa ve sanat adamı idi.

Mustafa Kemal Kurtuluş Harbini bırakmak fikrinde asla bulunmadı : çünkü O vatan adamı idi.

İşte bütün kitabın özü : İlim ve vatan adamı olunuz.

KİTABIN ANAFİKRİ:

Anafikir olarak;vatan için bir şeyler yapmak gerektiğinde,birer komutan olarak ilk önce fikir va sanat adamı olmalıyız.

ŞAHISLARIN VE OLAYLARIN TAHLİLİ:

a)Şahısların Tahlili:

Falih Rıfkı : Aynı zamanda kitabın yazarı da olan şahıs kitabı kendi hayatından alıntılarla yazmıştır.Yazarımız yedek subay olarak orduda yer almaktadır.Genç ve İttihatçı bir kişiliğe sahiptir.Fakat Enver,Talat ve Cemal Paşaları tanıyınca İttihat veTerakki hakkındaki fikirleri değişir.

Diğer şahıslar: Mustafa Kemal,Enver Paşa,Talat Paşa,Cemal Paşa.

b)Olayların Tahlili:

Olaylar genellikle Garp Cephesinde ve Şam’da vuku bulmaktadır.

Zulüm Dağları Aşar - Çanakkale İçinde (Rahmi Özen)

0 yorum | Devamını Oku...
KİTABIN ADI : Zulüm Dağları Aşar- Çanakkale İçinde
KİTABIN YAZARI : Rahmi ÖZEN
YAYIN EVİ : Kalkan Matbaacılık
BASIM YILI : 2000

Kitabın Konusu

Yüzyıllarca başarıdan başarıya koşan, zafere doymayan Türk milleti 19 ncu – 20 nci yüzyılın sonlarında toprak kaybetmeye başlamış ve nihayet 20 nci yy. ilk çeyreğinde, koskocaman imparatorluk küçüle küçüle elinde sadece anavatan Anadolu kalmıştır. Düşman, ayağı, kolları kesilmiş hasta adama son vermek için Çanakkale’den İstanbul’a hareket eder.Modern silahlarla donatılmış düşman, paslı süngü ile durdurulur(Çanakkale’de Anadolu halkının ve bunlardan bir kesit olarak Kastomonu ahalisinin yaptıkları fedakarlıklar anlatılmıştır.).

Kitabın Özeti

1910 yıllarında , Osmanlının gide gide küçüldüğü bir dönemde olay cereyan etmektedir. Anadolunun küçük güzel bir köyünde, babasını, eşini ve kardeşini kara düşmanla şavaşırken şehit veren Fatma hanım henüz üç aylık evli olan oğlunu savaşa göndermenin verdiği hüznü ve mutluluğu iç içe yaşıyor. Ağıtlar ince bir ezgiyle taze gelinlerin yiğitlerine hicranları: “Ağamı yolladılar Yemen iline
Çifte tabancalar taktı beline
Duvağımı takalı onbeş gün oldu
Ayrılmak mı olur yeni geline.”

Bu ağıtlar köyün sokaklarından yankılanıyor.”Yaktı Hocam gelinlerin acıklı ağıtları içimi” Şair diyor ve diyor köyün imamı Abdullah Efendi’ye . Şair ve Abdullah Efendi kolkola takılıp imparatorluğun yaşadığı karanlık günleri düşünerek adım adım yol alıyorlardı.
Bir kaç hafta sonra, postacı Ali’ye her zamanki gibi elindeki zarfı muhtara verdi. Zarfta Ahmet’in şehit olduğu ve İtalyanların Bingazi’yi aldığı yazıyordu.Bu sırada Elif bağırarak kahvehaneye geldi.Rüyasında Ahmet’in Şehit olduğunu anlattı.Şair bunu teyit etti. Elif bayılırken ağzından çıkan bu nağmeler yürekleri yakıp kebap ediyordu:

“Postacının mektubunu düğün mü sandın
Mavi rengi yalnız göğün mü sandın
Yemen’e gideni gelir mi sandın
Tez gel ağam tez gel dayanamirem
Yürekten hançer uyuyamirem.”

Fatma Ana taze gelini sever, ellere gitmemesi için başını oğlu Mehmet’le bağlar.
Köyün Camlı Kıraathanesinde her gün aynı kişiler savaşa ait meseleler hakkında konuşurlar…İmam İbrahim Efendi,Şair,Muhtar ve diğer yaşlılar. Şair :“Almanların Goben zırhlısı ve Breslav kruvazörü Çanakkale’yi geçip istanbul’a geldi ve adları Yavuz ve Midilli gemileri olarak değiştirildi. Bunlar Almanların bir oyunudur , bizi savaşa sokmak için.” Ve dediği gibi de oldu. Alman Generali Bronzer Paşa Mürettebatına Türk giysileri giydirip Rus gemilerine ve limanlarını topa tutar.Böylece savaşa girmiş oluruz.
İtilaf devletleri Çanakkale’ye bir saldırı planlar.
“Ben umutsuzum Şair” dedi Hocaefendi. “Küçüle küçüle el kadar toprağı kalan Osmanlı’dan umudu kestim. Bunca devlet karşısında hangi gücümüzle kaç gün dayanabiliriz. Avrupa hürriyetimizi elimizden alırsa ne yaparız?”
Şair : “Ümitvar ol Hocam! Ümitvar ol, dünyanın bütün mahşeri Çanakkale’de hücuma geçse, ben umudumu yitirmem.”

“Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım
Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner taşarım
Yırtarım dağları , enginlere sığmam taşarım.”

Düşman gemileri Çanakkale’yi topa tutmuştu. Gülle, top ,tüfek sesleri etrafı çınlatıyordu onlarca teyyare uçuyordu Çanakkale üstünde.
Sahra çadır hastahanesi dopdolu idi yaralılarla…Doktorlar , hemşireler, sihhiye erleri canla başla sarıyorlardı askerlerin akan kanlarını. Taş taş üstünde kalmamış kol ve bacaklar etrafta gezişiyorlardı ama Türk askeri düşmanın Çanakkale’ye ayak basmasına izin vermiyor ve kıyasıya çarpışıyorlardı.

“Atamaz adımını gömülmeden son asker…
Askerimiz gömülse dirilecek şehitler…”

Mustafa Kemal top,gülle ve teyyarelere karşı süngü ile düşmana kök söktürüyordu, Conkbayır’da.Düşmanı denize sürüyordu. Mustafa Kemal’in zaferi tüm Anadolu halkını motive edip ümit beslettiriyordu.Sahra hastahanesinde, Elifçe Mehmet’in altı ay önce değil,vurularak hastahaneye getirilp şehit düştüğünü görür.
Bu sıralarda 14-15 yaşlarında ilköğretim öğrencileri silahlanıp Çanakkale’ye yol aldılar.(Çanakkale’de savaşacak kimse kalmadığı için.)Gidenler geri dönmüyordu.
Savaşın bilançosu:251.309 şehit Türk askeri ve bir o kadar da düşman ölüsü .

Şair :

“Orda bir Hintli yatıyor, yanında Senegalli
Ufka bakıp ağlarken kederleri besbelli
Hepsi, hürriyetlerine kurşun attılar, bilmeden
Boğazdan geçilir mi bütün Türkler ölmeden?”

Çanakkale geçilmedi… Geçilmeyecek… Avrupa , bütün esir kitlelerini Türk’ün önüne yığdı bu savaşta.Garbın bütün zırhını, ejderin hırsını…Öyle bir çığdı o çığ ki , insanlığı korudu Türk milleti kendisiyle birlikte bu savaşta.

Kitabın Anafikri

Türk milleti , varoluşundan beri hür ve bağımsız yaşamıştır.Hiçbir millet ve devletin himayesinde kalmamış ve bundan sonra da kalmayacaktır. “ Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım !”

Kitaptaki Olayların ve Şahısların Değerlendirmesi

Şair :Kastamonu ilçesinde müezzin olup, vatanın düşman elinden ancak millet elinden kurtulacağını savunur.
Hoca Bey : Kastamonu’da bir cami imamı ; düşman gemilerini İstanbul’a de-mirlediği zaman tüm ümidini yitirmiştir.
Fatma Ana: Oğlunu,eşini ve babasını şehit vermiş çilekeş bir Anadolu anasıdır.
Elif :Fatma ananın henüz iki üç aylık körpecik gelinidir.Eşini Çanakale’de şehit verecektir.

Yazar Hakkında Bilgi

Rahmi Özen

1949 yılında Terme’de doğan Rahmi Özen lise öğrenciliği yıllarından itibaren, kendine özel şiirsel uslübü ile hep üretmiştir. İnsanlık için , Türk edebiyatı için ,Türk dilinin gelişimi için…
Yazdığı eserleri nedeniyle çeşitli devlet kurumlarından, gönüllü kuruluşlardan birçok takdir almıştır.

Eserleri

• Yeşile Hasret Gözler
• Yaralı Ceylan
• Bir Damla Su
• Töre Bitti
• Boğaç Han Destanı
• Çanakkale Diye Diye
• Hacı Bayram Veli
• Son Kurban
• Göz Yaşları
• Mukaddes Çile
• Bana Beni Anlat Öğretmenim

Yaprak Dökümü - Reşat Nuri GÜNTEKİN

0 yorum | Devamını Oku...
1.KİTABIN ÖZETİ :

Suriye’de, Anadolu’da yirmi beş yıl çalışmış, işine son verilmiş Ali Rıza Bey karısı, üç kızı ve bir oğluyla birlikte İstanbul’da geçim zorlukları içinde yaşamaktadır. Eski bir öğrencisi olan Muzaffer Bey müdürü olduğu şirkette Ali Rıza Bey’e bir iş sağlarsa da, o, Muzaffer Bey’in bazı davranışlarını ahlak ilkeleriyle bağdaştıramadığı için bu işi bırakır.
Ali Rıza Bey’in oğlu Şevket, bir bankaya memur olarak girer. Bu, aile için yeni bir ümit kapısıdır. Çok geçmez Şevket evlenir. Ali Rıza Bey’in gelini eğlenmeye, giyinmeye çok düşkün birisidir. Ali Rıza Bey’in kızları Leyla ve Necla da yeni geline uyunca evde üst üste partiler verilmeye, eğlenceler düzenlenmeye başlanır. Bütün bunlar aileyi ekonomik sıkıntıya sokar.
Ali Rıza Bey’in büyük kızı Fikret, kendini kurtarmak için, bile bile, birkaç çocuklu dul bir adamla evlenir, Adapazarı’na gider. Aile ağacından ilk yaprak kopmuştur. Şevket, bankadan zimmetine geçirdiği paralar yüzünden hapse girer. Bu, ikinci yaprağın kopuşudur.
Ali Rıza Bey, evini satar, daha küçük bir ev alır, oraya taşınırlar. Necla da evlenmiştir, fakat zengin diye evlendiği Suriyelinin birkaç karılı olduğu anlaşılır; bu, üçüncü kopuştur. Leyla’nın da iffetini kaybetmesi ve sonunda zengin bir avukatın metresi olması sonunda Ali Rıza Bey felç hastası olur. Aile ağacının bütün yaprakları dökülmüştür artık…
Leyla, hasta babasını yanına alır. Ali Rıza Bey son günlerde iyileşir. Ancak hayatın ağır yükü altında ezilmiştir. Bütün bu olaylar kendisini sarstığı için eski arkadaşlarıyla karşılaşmak istememektedir.


3.KİTABIN ANA FİKRİ : Çılgın hayallerin, maddî israfların, gereksiz özentilerin hüküm sürdüğü bir ailede çöküntülerin başlaması kaçınılmazdır.

4.KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :

Ali Rıza Bey, şair ruhlu, içine kapanık, kendi hâlinde dürüst bir insandır.

Şevket, babası gibi iyi yetişmiş, karakterli, namuslu bir gençtir. Ailesine de son derece bağlıdır.

Ferhunde, eğlenceye düşkün,genç ve güzel bir kadın.

5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER :Yaprak Dökümü, toplumsal gerçekleri ele aldığından basmakalıplıktan uzak, başarılı bir romandır. Bilindiği gibi, Tanzimat’tan sonra toplumumuzda bir batılılaşma hevesi başlamıştı. Batılılaşmak yanlış anlaşıldığından; yüzyıllarca süren millî gelenek ve göreneklerimizden, karakterimizden sıyrılma olarak kabul edildiğinden, bu, birçok ailede birtakım felâketlere sebep olmuştur. Bugün bile içinde bulunduğumuz güç durumların esas sebebi budur. Birtakım toplumsal pürüzlere, karakter boşluklarına ışık tutması bakımından Yaprak Dökümü gerçekçi ve orijinal bir romandır.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:

REŞAT NURİ GÜNTEKİN

25 Kasım 1889 tarihinde İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ ni bitirdi (1912). Bursa’ da başladığı (1913) öğretmenlik hayatına çeşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim müfettişi (1931), Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954) oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra’ da öldü. İstanbul’ da Karacaahmet Mezarlığı’nda gömülü.

ESERLERİ
Gizli El (1922), Çalıkuşu (1922), Damga (1924), Dudaktan Kalbe (1925), Akşam Güneşi (1926), Bir Kadın Düşmanı (1927), Yeşil Gece (1928),Acımak (1928), Yaprak Dökümü (1930), Kızılcık Dalları (1932), Gökyüzü (1935), Eski Hastalık (1938), Ateş Gecesi (1942), Değirmen (1944), Miskinler Tekkesi (1946), Harabelerin Çiçeği (1953), Kavak Yelleri (1950), Son Sığınak (1961),Kan Davası (1955)

Yezitin Kızı - Refik Halit KARAY

0 yorum | Devamını Oku...
Kitabın Özeti :

Hikmet Ali isminde bir mebus gemi seyahatine çıkar. Seyahati esnasında bir kadın hem güzelliğiyle, hem de yanındaki uzun sakallı adamla kürtçe konuşmasıyla ilgisini çeker. Aradan fazla bir vakit geçmeden bu bayan kendisiyle tanışmak ister ve ona ismiyle hitap eder. Ayrıca bayan İspanyolca ve Fransızca da konuşmaktadır. Zeli Yezdi adında olduğunu söyleyen bu bayan, bu durumu Hikmet Ali Bey’in de garipsediğini farkeder ve onun bu merakını giderir. Kendisi yıllar önce Yezid soyundan gelen ailesinin Arjantin’e taşındığını ve bu sebeple kürtçe öğrendiğini söyler. Hikmet Ali Bey bu bayandan çok hoşlanmaktadır. Onun bu gizemli şahsiyetine ve güzelliğine karşı büyük bir ilgi duymaktadır. Fakat Hikmet Ali Bey onun bir casus olduğunu düşünerek, bir yandan da bu tanışmadan endişe duymaktadır. Bayan; Türkiye, Suriye ve Irak hakkında sorular sormaktadır. Zeli, Hikmet Ali’nin bu durumdan rahtsız olduğunu anlayınca ona amacını açıklar. Şu an seksenbin civarında kalan Yezidi halkını uygun bir toprak parçası üzerine yerleştirip, huzur içinde yaşamalarını sağlamak istediğini söyler. Hikmet Ali onu hoş bulmasının da etkisiyle, kötü bir niyetinin olmadığı hissine kapılır. Zeli gemi seyahatinden sonra onu arayacağını ve ona ileride çok ihtiyacı olacağını söyler. Bu ikili gemide çok güzel anlar yaşar. Zeli Hikmet Ali’yi köyünden aldırarak Suriye’de Pamir denilen yerine çağırır. Oradan da Yezidi halkının yaşadığı yerlere götürerek amacını daha ayrıntılı bir şekilde anlatır. Ona aşık olan Hikmet Ali ona yardımcı olup olamayacağına karar veremez. Şeyh Şemun adında Zeli’nin hertürlü işinde yardımcı olan kişiyle Hikmet Ali arasında bir soğukluk vardır. Uzun yolculuk ardından, Şeyh Şemun dayanamayarak ona hakikati açıklar. Zeli’nin bir akıl hastası olduğunu ve kendisinin de onun kocası Senyor Alfonso olduğunu açıklar. Hikmet Ali hayal kırıklığına uğrar ve zor da olsa Zeli’ye bu teklifini kabul edemeyeceğini söyler. Herkes kendi yoluna gider.
Kitabın Ana Fikri : Bir aşk uğruna çok büyük fedakarlıklara girişilebilmesi.
Kitaptaki Olayların ve Şahısların Değerlendirilmesi: Hikmet Ali Bey çok maceraperest ve yalnız bir insan. Şeyh Şemun eşinin mutluluğu uğruna herşeyi yapan fedakar bir insandır. Zeli ise güzel fakat psikolojik rahatsızlığı olan birisidir.
Kitap Hakkında Şahsi Görüşler: Kitaptaki tasvirler çok ağdalı bir dille yapılmıştır. Konuşma dilinden uzaktır. Fakat konusu ilgi çekicidir.
Yazar Hakkında Kısa Bilgi:
Refik Halid Karay

1888′de İstanbul’da doğan Refik Halit, Bank-i Osmani serveznedarlarından, “bâlâ” rütbesine sahip Mehmed Halid Bey’in oğludur. Vezneciler’de Şemsu’l-Maarif ve Göztepe’de Taş Mektep’te okuyan ve ayrıca özel dersler de alan Refik Halid, Mekteb-i Sultani’yi terkettiği gibi, Mekteb-i Hukuk’u da yarıda bırakıp Maliye Merkez Kalemi’ne katip olarak girdi.
1908′de katipliği bırakarak, Servet-i Fünun’da ve Tercüman-ı Hakikat’te çalışmaya başladı, bu arada kendisine ait Son Havadis adıyla bir gazete çıkardı ancak bunu on beş sayı sürdürebildi. Fecr-i Ati Topluluğu’na katıldı, Servet-i Fünun’a yazılar verdi. Kalem adındaki mizah dergisinde de “Kirpi” müstear ismiyle siyasi mizah yazıları yazdı. Sada-yı Millet’te, bilahare Cem’de Kirpi müstear ismiyle yazılar yazdı.
Robert Kolej’de bir yıl kadar Türkçe öğretmenliği yaptı, bu arada Vakit, Tasvir-i Efkar ve Zaman gazetelerinde makaleler yayınlayan Refik Halid, Damat Ferit Paşa’nın dostluğu sayesinde, mütarekeden hemen sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na katıldı, Posta ve Telgraf Umum Müdürü olarak görevlendirildi (1919). İzmir’in işgalinden sonra Anadolu Hareketiyle İstanbul Hükümeti arasında yaşanan telgraf krizinde İstanbul Hükümetini tuttuğu için, İstanbul’un işgalcilerden kurtarılışının ardından 09.11.1922 tarihinde Beyrut’a kaçtı. Yüzellilikler listesine alınması ve ihracı konusunda baskı yapılması üzerine Suriye’nin vatandaşlığını kabul etmek zorunda kalan Refik Halid, Halep’te yayımlanan Doğruyol ve Vahdet gazetelerini yönetti, bir ara kendi adına çıkardığı gazeteyi de tepkiler yüzünden kapatmak zorunda kaldı.

Af Kanunuyla, 1938′de yurda dönüp, yazmaya ve geçimini bu yoldan sağlamaya devam eden Refik Halid, 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da öldü.

ESERLERİ
Romanları:İstanbul’un İçyüzü,Yezidin Kızı, Çete, Sürgün, Anahtar, Bu Bizim Hayatımız, Nilgün 1-2-3, Yeraltında Dünya Var, Dişi Örümcek, Bugünün Saraylısı, İkibin Yılın Sevgilisi, İki Cisimli kadın, Kadınlar Tekkesi, Karlı Dağdaki Ateş, Dört Yapraklı Yonca, Sonuncu Kadeh.
Hikaye Kitapları:Memleket Hikâyeleri, Gurbet Hikâyeleri.
Kirpinin Dedikleri, Ago Paşa’nın Hatıraları, Ay Peşinde, Sakın Aldanma İnanma Kanma, Tanıdıklarım, Guguklu Saat, Bir Avuç Saçma, Bir İçim Su, İlk Adım, Üç Nesil Üç Hayat, Minelbab İlelmihrab.

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top