27 Mart 2013 Çarşamba

ANLATIM BİÇİMLERİ VE ÖZELLİKLERİ

0 yorum | Devamını Oku...
Anlatım, bir kimseye bir şey hakkında bir şey söyleme, bir şey anlatma işidir. Bu söyleme ve anlatma gelişi güzel olmaz. Anlatımı yönlendiren, biçimlendiren; yazarın amacıdır.
Bir yazar, acaba söz veya yazıya başvururken neyi amaçlar? Kendini dinleyecek ya da okuyacak olanlar üzerinde nasıl bir etki yaratmak ister?
Konuşmaları ve yazıları bu sorular açısından değerlendirilenler başlıca şu amaçları saptamışlardır:
1) Bir şeyi açıklamak, bir düşünceyi aydınlatmak, bir durum ya da karakteri incelemek, bir terimi tanımlamak isteyebilir. Bu durumda yazarın amacı açıktır: Okuyucuya bilgi vermek.
2) Okuyucunun bir konu ya da olgu üzerindeki yerleşmiş duygu, düşünce, davranış ve kanılarını değiştirmeyi amaçlayabilir
3) Duyduklarını,gördüklerini okuyucunun da duymasını, görmesini, kısaca izlenim kazanmasının isteyebilir.
4) Okuyucuya bir olayı oluşuyla birlikte gelişme halinde vermeyi amaçlayabilir. Bu, olmuş ya da olabilecek herhangi bir olay olabilir. Bunda yazarın amacı okuyucuyu olayın içine götürme, olayları oluş, gelişme ve zaman sırasına göre anlatmadır.
Bütün anlatımlarda genellikle bu dört ana amaçtan biri ya da birkaçı vardır.
ANLATIM VE AMAÇ İLİŞKİSİ:
Anlatıma yön veren ve yukarıda belirtilen dört amaç, dört ayrı anlatım biçimi ortaya koymuştur.
Bunlar:
*Açıklayıcı anlatım biçimi
*Tartışmacı anlatım biçimi
* Betimleyici anlatım biçimi
* Öyküleyici anlatım biçimi
   olarak belirtilebilir.
Bu anlatım biçimlerini ayrıntılı biçimde inceleyelim:
1. AÇIKLAYICI ANLATIM BİÇİMİ:
Bilgilendirme amacıyla yazılan fikir yazılarında ve bilimsel eserlerde (ansiklopediler, ders kitapları, bilimsel yazılar... vb.) kullanılan bir anlatım biçimidir. Bu tür yazılar bir konuda bilgi vermek; bir konuyu öğretmek amacı güder. Açıklama, günlük yaşamda herkesin başvurduğu yaygın bir anlatım biçimidir. Okullarda yöneticilerin tüzüklere ve yönetmeliklere dayanarak yaptıkları konuşmalar; derslerde öğretmenlerin yönelttikleri sorulara öğrencilerin verdiği cevaplar; subayların erlerini , ustaların çıraklarını yetiştirmek için yaptıkları tanımlamalar, verdikleri bilgiler birer açıklamadır. Birçok kimsenin sorduğu “Niçin? “Nasıl?”, “Neden?” gibi sorular açıklama ile karşılanabilir. Bu nedenle açıklama, genellikle “bir konuyu aydınlatma, gün ışığına çıkarma” amacıyla kullanılır. Yani açıklama, üze rinde durulan konuyla ilgili bir sorunun cevabı niteliği taşır.


Örneğin;
*Toplumsal kalkınmada eğitimin rolü nedir, nasıldır?
*Klasizim Türk edebiyatında hangi dönemde etkili olmuştur?
*Edebiyatımızda tiyatro ne zaman batılı bir özellik kazanmıştır?
* Uzay çalışmaların teknolojideki gelişmelere katkısı var mıdır?
*Sanat sevgisi nasıl geliştirilebilir?
*Gelir düzeyi düşük toplumlarda eğitimin özellikleri nelerdir?
*Toplumsal şiir ile bireysel şiirin ayrıldığı noktalar nelerdir?
*Lirik şiirde şair, hangi duygu/an ön plana çıkarır?
Bu gibi konularda yazma çalışmaları açıklayıcı anlatım ile yapılır. Bir atasözünün ya da özdeyişin genişletilmesi; edebiyat, sanat, dil.., vb. alanlarda bir sorunun açıklanması; bjr sözcüğün, bir terimin tanımlanması gibi yazma çalışmaları hep açıklamaya dayalıdır. Bu anlatım biçiminde amaç “bilgilendirme”, “öğretme” olduğun dan düşünceyi geliştirebilmek daha etkili kılmak için “tanımlama, karşılaştırma, neden ve kanıt gösterme, tanık gösterme, örnekleme” gibi açıklama yöntemlerine başvurulur.
Açıklamanın iki ayrı türü vardır: Birincisi her tür kişi sellikten sıyrılmış, nesnel bir tutumla, bilimsel bir dille gerçekleştirilir. İkincisi ise kişisel bir yaklaşımla gerçekleştirilir; yani özneldir. Bu yol makale, fıkra, deneme, sohbet gibi düşünce yazılarında kullanılır.
Örnek:
MÖ. VI. yüzyılda başlayıp yüzyılımızın başına dek etkisini yoğun biçimde sürdüren türler arasında tiyatro,felsefe ve tarih vardır. İlkçağ tiyatrosu tragedya ve komedya diye ikiye ayrılır. Tragedya, bağbozumu tanrısı Dionysos adına düzenlenen törenlerden doğmuştur. Tragedyanın amacı seyircide korku ve acıma duygusu uyandırmaktır. Bu da gerilimlerle sağlanır. Oyunun sonunda ise her şey cüzüme kavuşur.
Bu parçada tiyatro, tarih ve felsefenin ortaya çık tragedyanın hemen bütün özellikleri bilgilendirmeye ‘açıklayıcı bir yöntemle, anlatılmıştır.
Örnek:
Herkes her şey olamaz. Nasıl iyi asker olmak için disiplin, iyi öğretmen olmak için bilgi. iyi tüccar olmak için para yeterli değilse, nasıl bütün mesleklerin, kendilerine göre birazı doğuştan gelme, çoğu da sonradan öğrenilen incelikleri varsa politikacıların da rasgele, herkesin beceremeyeceği yönleri vardır. Bunları becerebilen kimse ‘ on binlerce kişinin karşısına çıkıp nutuk söyleyebiliyor, on binlerce kişinin elini sıkabiliyor, çömelip ayran içebiliyor…
Bu parçada politikacıda bulunan ve bulunması gereken özellikler açıklanmıştır.
2. TARTIŞMACI ANLATIM BİÇİMİ:
Bir yargıyı, bir düşünceyi ya da öneriyi çürütme değiştirme amacıyla yazılan yazılarda kullanılan anlatım biçimine tartışmacı anlatım denir. Yazı ve edebî eserlerde yer alan önemli anlatım biçimidir. Bu anlatım biçiminde üzerinde durulan düşünce, yargı ya da öneri ortaya konur. Sonra da düşüncenin neden doğru olmadığı, geçersiz olduğu tartışılır.
Doğal olarak tartışmanın amacı okurların b bir konudaki kökleşmiş yargı ve kanılarını değiştirmek onların da kendimiz gibi düşünmesini sağlamaktır  Bu anlatımda önce, ele alınan, ispatlanmak veya çürüte istenen düşünce açıklanır. Sonra bunun neden doğru olduğu veya olmadığı gerekçeleriyle tartışılır. Yazar bunları yaptıktan sonra kendi görüşünün haklı olduğunu ispata çalışır. Bazen sorular sorar ve bu sorulara cevaplar arar.
Tartışmada örneklendirme, karşılaştırma, tanımlama, tanık gösterme gibi yollara başvurulur. Tartışmada “düşünce ve kanıları değiştirme” amacı güdüldüğü için bu anlatım biçimiyle fikirsel ağırlıklı yazı türleri (deneme, eleştiri, sohbet, fıkra, makale.., vb.) ele alınır.
Örnek:
“Politika “ahkam kesmek” olsaydı, bunu becerebilecek o kadar çok insan bulunurdur ki Türkiye’de. Üniversite kürsüsünün yüksekliğinde ahkam kesmek, üniforma zırhının gerisinde ahkam kesmek gazete sütununun açıklığında ahkam kesmek, büyük memur masasında ahkam kesmek çok kolay. Hatta oralarda kesilen ahkam politikacılardaki düşüncelerden de parlak olduğu söylenebilir.Ama, onlarınki kadar gerçekçi ve yığınlarla bağlantılı,olduğu söylenebilir mi? Parçada “ahkam kesmek” ile ilgili görüşler tartışmacı anlatımla ele alınmıştır.
3. BETİMLEYİCİ (TASVİR) ANLATIM BİÇİMİ:
Betimleme, yalın bir söyleyişle sözcüklerle resim çizme sanatıdır. Görme, işitme, tatma, dokunma, kok gibi duyu organlarımız aracılığıyla varlıkların belirleyici niteliklerini algılama, bu nitelikleri belirterek onları görünür kılmadır.
Betimleme, varlıkların kendilerine özgü niteliklerini sözcüklerle anlatma işidir. Varlıkların, eşyaların ve olayların en belirgin özellikleriyle tanıtılıp, göz önünde canlandırılmasına yönelik bir anlatım yoludur. Betimleme, bakıma varlıkların, nesnelerin ve olayların sözcüklerle resmini çizmektir. Bu anlatım okuyucuların duygularına, hayal gücüne seslenir; yani yazar dış dünya ile, varlıklarla izlenimlerini okurlara da aktarmak ister. Bunun için bilinçli, titiz bir gözlem yoluyla ayrıntı seçer. Seçtiği ayrıntıları imge (hayal) oluşturacak biçimde düzenler.
Ayrıntılar genelden özele ya da özelden genel doğru sıralanabilir. Sözgelimi bir kentin genel görünümü anlattıktan sonra özellik taşıyan bir yapısını (hastane, kışla, cami, park...) ele almak genelden özele doğru bir betimlemedir. Bir hayvanın ilgiyi üstüne çeken gözlerinden başlayarak tüm gövdesini tanıtmak da özelden genele doğru bir betimlemedir.
Konuları Bakımından Betimleme Türleri:
* İnsan betimlemesi
* Hayvan betimlemesi
* Eşya betimlemesi
* Manzara betimlemesi
* Olay betimlemesi
Amaçları Bakımından Betimleme Türleri:
* Açıklayıcı — teknik betimleme
* Sanatsal — izlenimsel betimleme
1 Örnek:
Gökyüzünü açık güneşli olduğu bir ilkbahar günüydü. Öğleden sonra saat tam beşe çeyrek kala, arabamla Guercina’nı pazar yerine geldim. Alan insan kaynıyordu. Birden çanlar çalmaya, sirenler ötmeye başladı. İlk kez gökten düşen bir bombayı, sonra bunun ardından on sekiz tane kadar olduğunu sayabildiğim savaş uçaklarını gördüm. Bombaların patlaması anlatılamaz bir panik yarattı. Ben beş milis askeriyle birlikte küçük bir tahta köprünün altına saklandım. Oldukça iyi gizlendiğimiz yerden meydanda olup bitenleri, kadınların, erkeklerin, çocukların ve hatta hayvanların nasıl bir şaşkınlık ve korku içinde kaçıştıklarını dehşetle görebiliyorduk...
Bu parçada yazar, birdenbire karşısına çıkan savaş ortamını; bu ortamda insanların nasıl davrandıklarını betimliyor.
4. ÖYKÜLEYİCİ(Hikaye Edici) ANLATIM BİÇİMİ:
Konuyu, yani anlatılanı eylem içinde verme ve gösterme biçimidir. Nasıl bir eylemin bir ortaya çıkış, bir gelişim, bir de sona eriş durumu varsa öyküleyici anlatımda da öyle bir akış görülür. Bir durumdan bir duruma geçme, bir aşamadan bir aşamaya dönüşme bu tür anlatımın belirleyici özelliklerindendir. Bu özelliğinden ötürü okuyucu eylem içinde yaşar, sürekli bir devinim içinde bulur kendini. Çünkü belirli zaman dilimi içinde olay ve olgular ya birbirinin uzantısı olarak ya da geriye ve ileriye sıçrayışlar yapılarak verilir. Ancak bu olay ve olgular dizisi birbirine bağlantılı anlamlı bir bütün oluşturur. Bunun yanı sıra şu iki soru anlatımın dokusuna egemen olur: “Ne oldu?”, “Nasıl oldu?” Bundan dolayı bir olayı okuyucunun gözü önünde canlandırmak, varlıkların başından geçenleri aktarma amacı güdüldüğü zaman öyküleyici anlatıma başvurulur. Bu anlatımda okuyucuyu olay içinde yaşatmak amaçlanır.
Bu anlatım biçimi öykü, roman, masal, biyografi... gibi eserlerin temel örgüsünü oluşturur. Yazar, konuyla ilgili ana düşüncesini okuyucusuna belirli bir olayı yaşatarak düşündürmeyi,algılamasın amaçlamıştır. Bu anlatım biçimi çoğu zaman “betimleme” ile birlikte kullanılır.
Örnek:
…Ateş oyunları arasında daha büyükleri, hatta kazalara yol açanları vardı. Baruttan gemiler, kuleler yapılara şenlik yerine taşınır, burada bunlara ateş verilir, büyü patlamalarla yanıp tutuşmaları zevkle seyredilirdi. Ağzından ateş püsküren ejderhalar, tekerlekler üstünde hal arasında gezdirilir, görenler kaçar, seyredenler gülerdi.
*YALINLIK :Anlatımın süsten, gösterişten uza olması ve anlatımda söz cambazlığına yer verilmemesidir.
* DURULUK : Söz ve yazının kolay anlaşılır olmasıdır.
den arındırılmasıdır.     -
* YOĞUNLUK :Az sözle çok şeyin anlatılmasıdır Yazının anlamsal bir derinlik kazanmasıdır.
* DOĞALLIK : Anlatımın yapmacılıktan uzak olmasıdır.
Söz ve yazıda dile dokunur pürüzlerin olmamasıdır.
Yazının bölümleri arasında kopuklu ğ olmamasıdır.
* ETKİLEYİCİLIK :Anlatımın okurda iz bırakacak nitelikte olmasıdır.
* SÜRÜKLEYICİLİK:Anlatımın okuru peşinde sürükleme etkisine sahip olması demektir.
* ÖZGÜNLÜK : Anlatımın benzerlerinden ayrı ve üs tün olma, örnek diye gösterilme özelliğidir.
ANLATIM ÖZELLİKLERİ
* YALINLIK
* AÇIKLIK
Söz ve yazının kolay anlaşılır olması
* AKICILIK
* BÜTÜNLÜK
* İÇTENLIK
Anlatımın içten ve candan olmasıdır.
* TUTARLILIK : Anlatımda çelişkilere düşülmemesidir.



DÜŞÜNCEYİ GELİŞTİRME YOLLARI
Paragraf bir düşünce biçimidir. İyi düzenlenmiş bir yazıda kaç paragraf varsa, o kadar da düşünce var demektir. Ancak her paragraf bir düşünceyle ilgili cümleler topluluğudur. Paragrafı oluşturan cümlelerin çokluğu ya da azlığı öne sürülen düşüncelerin geliştirilmesine bağlıdır. Düşünceyi geliştirme, onu okuyucunun kolayca kavrayabileceği bir duruma getirme demektir.
Düşünceyi geliştirme yollarının başlıcaları şunlardır:
Tanımlama
Örnekleme
Tanık gösterme (Alıntı yapma)
Karşılaştırma
Somutlama
Soyutlama

TANIMLAMA
Temel özellikleri aracılığıyla bir kavramın ne olduğunu belirtmeye tanımlama denir. Bir anlatımın tanım olup olmadığı “Bu nedir?” sorusuna cevap verip vermediğine bakılarak anlaşılır. Sorudaki “bu” sözcüğü tanımlanan ya da anlatımda tanımlanması mümkün olan kavram yerine kullanılır: “Felsefe nedir?” gibi.
Tanımlamada bir anlam yoğunlaştırması vardır. Okuyucunun anlatılana bakışı ve düşünüşü genelde bu noktada da odaklaşır. Böylece tanımlama okuyucunun söyleneni kavramasına yön verir.
Aşağıdaki örneği bu özellikleri dikkate alarak gözden geçirelim:
Örnek:
İnsan, içinde yetiştiği çevrenin bir ürünüdür. Benzer şartları paylaşanlar benzer biçimde düşünürler. Kültür, toplumu oluşturan bireylerin duyuş, düşünüş ve davranış birliğidir. Bu anlamda kültür ulusal bir nitelik taşı maktadır; fakat özellikleri farklı toplumların da benzeşen koşulları olması ve çağdaş dünyada bu tür olguların hızla artması kültürün evrensel yanını ortaya çıkarır.
Bu parçada yazar düşüncelerini dile getirirken “kültür” kavramını tanımlıyor. Parçadaki koyu yazılı ifade bir tanım cümlesidir.
Tanım, işlenecek konunun anahtar kavramlarını bu araya getirerek onu belirginleştirmektir. Genellikle tek cümlelik yargılardır. Bu cümleler “—dır” ekiyle ya da “denir” kelimesiyle biter.
Tanımlama iki şekilde yapılır:
a) Nesnel tanımlama:
Herkes için aynı olan, varlığın gerçek özelliklerin yansıtan tanımlardır.
Örnek:
* Altın, parlak ve san renkli bir madendir.
Kat bulutlardan beyaz ve uçucu tanecikler halinde yağan donmuş sudur.

b) Öznel tanımlama:
Kişiden kişiye değişen, göreceli, tanımlardır.
Örnek:
Dostluk dediğimiz çoğunlukla bir aldanmadır, bir yanılıştır. Bir düşünün, yaşamınız boyunca “dost dost” diye inandığınız kişilerle olan ilişkilerinizin başınıza açtıkları işleri, onlar yüzünden girdiğiniz çıkmazları.. Bakarsınız, dost bildiğiniz kişiden size hiçbir iyilik, hiçbir yarar gelmemiş. Hep sizi olmuşsunuz veren... Oysa böyle mi olma, dostluk?
Bu parçada ilk cümle öznel bir tanımdır.
Bir kavramın tanımı farklı biçimlerde yapılabilir:
a)Bir kavram özel ve değişmez nitelikleri belirtileri belirtilerek tanımlanabilir: Akupunktur, vücudun öncede belirlenmiş noktalarına ince iğneler batırarak ağrı gidermek, hastalığı tedavi etmek için uygulanan eski Çin tedavi yöntemidir.
b)Bir kavram, işlevi (görevi) belirtilerek tanımlan bilir: Akvaryum, suda yaşayan hayvan ve bitkileri doğal ortamlarına benzer şartlar altında yapay bir şekilde yaşayabilmeleri için hazırlanan, içinde yaşayacak hayvan ya da balıkların türüne bağlı olarak tatlı veya, tuzlu su bulunan cam veya metal kaptır.
c)Bir kavram hem özellikleri hem de işlevleri belirtilerek tanımlanabilir: Gözlük, görme kusurlarını gidermek ya da gözü güneş ışınlarına karşı koruma için çerçeve ile göze takılarak kullanılan aygıttır.
d)Bir kavram karşıtı olan bir başka kavramın tanımlanmasıyla belirlenebilir: Bir düşünceye saplanıp onun dışında doğru tanımayan kişilere hoşgörülü denemez.
Örnek:
Garp, sanat alanında da Şark’a örnek olmuş, birçok Şark sanatçısı eserlerinde Garplı sanatçıları taklit etmiştir.Çünkü Şark’ta sanatın, geleneklere her yerden daha fazla bağlı kaldığı, sanatkarın kolay kolay normlar dışına çıkmadığı bir gerçektir. Yazıda, musikide, minyatürde, halıda, mimaride yüzyıllarca tekrarlanmış, bir sadakatle çoğaltılmış  şekiller, renkler ve makamlar hemen göze çarpar. Sanatkarlar da esere ferdi bir damga vurmaktan kaçınmışlar dır. Farklılaşma, geleneklere aykırılık, kendine mahsus bir yol arama hiçbir zaman Şark’ın değer ölçüleri arasında yer bulamamıştır. Bu nedenle Garp sanatıyla Şark sanatı arasındaki en önemli ayrılık düşüncede yatar.
Bu parçada yazar, “Garp sanatı” ile “Şark sanatı” konusundaki görüşlerini dile getirirken çeşitli açılardan karşılaştırmalar yapıyor.
SAYISAL VERİLERDEN YARARLANMA:
Düşünceyi inandırıcı kılmak için başvurulacak yollardan birisi de sayısal verilerden (istatistiklerden) yararlanmadır. Okuyucu her zaman bilimsel araştırmalardan elde edilen sayılara, istatistiklere güven duyar. Düşünceyi andırıcı kılmanın en kestirme yolu budur.
Örnek:
Gezegenlerin en büyüğü Jüpiter, küçük gezegenler kuşağının çok ötesinde yer alır. Öteki gezegenlerin tümünden daha büyük bir kütleye sahiptir. “Güneş sistemi Güneş,Jüpiter ve  çeşitli döküntülerden oluşmuştur.” deyimi yaygındır. Jüpiter’in Güneş‘ten ortalama uzaklığı 78.300.000 km.dir; dolanım dönümü 11.86 yıl ile kavuşum dönümü (yani birbirini izleyen iki karşı konum arasındaki ortalama süre) 399 gündür. Böylelikle Jüpiter yılda bir kaç rahatlıkla gözlenebilir ve yalnız Venüs, bazen ender durumlarda da Mars, Jüpiter’in parlaklığını bastırabilir.Jüpiter’in dev küresi Dünya hacmindeki 1.300 küreyi içine alabilir, ama kütlesi Dünya ‘nın 31 katıdır.
Bu parçada yazar, Jüpiter gezegeni ile ilgili bir yargı veriyor. Bu yargısını geliştirmek için sayısal verilerden yararlanıyor. Bu durum, yazılanları daha inandırıcı kılıyor.
BENZETME(Teşbih):
Aralarında benzerlik bulunan iki varlık, iki olay ya da kavramdan zayıf olanın güçlüye benzetilmesiyle yapılır.
Özellikle soyut kavramları somutlaştırmak, düşünceye görünürlük katmak amacına yöneliktir.
Benzetme genellikle karşılaştırma ile birlikte kullanılır.
Örnek:
Sonsuzsuza doğru bir yolculuktu bu sanki. Bitmez tükenmez gibi görünen rayların üzerine vuran ışık, gözlerimi kamaştırıyordu Yalnızlığın iyice sevimsizleştirdiği istasyona iyice yaklaşmıştık. İstasyon, iki tarafı çıplak dağlarla çevrili bu upuzun ovanın tam orta yerinde, küskün duruyordu.Etraftaki yapraksız akasyalarla daha zavallı görünüyordu bu soğuk bina. Oraya rasgele atılmış bir taş parçasını andırıyordu. Günde iki kez geçen posta treni bile, niçin bu kimsesiz yerde duruyorum, diye hayret eder gibiydi.Bu yüzden, ayrılırken çaldığı düdükten keyifli bir ıslık edası olurdu hep.
Bu parçada yazar düşünce ve duygularını dile getirirken benzetme yöntemine de başvuruyor. Parçada koyu yazılı ifadelerde benzetme yapılmıştır.
SORULARLA BAĞLAMA
Anlatımı kuvvetlendirmek, ilgiyi canlı tutmak amacıyla sorular sorarak okuyucunun dikkatini çekmektir.
Örnek:
“Don Kişot’a karşı mısınız, yandaş mı? Onunla alay mı edersiniz, yoksa onu ciddiye mi alırsınız? Aslında Don Kişot bir toplum kahramanıdır. Yerleşik değer yargılarına, akıllı uslu insan tiplemesine bir isyan bayrağıdır o. Onun hayal zenginliği, bilim adamının, toplumsal önderlerin, ulusal ve sosyal kurtuluşçuların içsel motivasyonudur. Aykırı olmak her zaman kötü bir durum değildir. Çünkü akıllı uslu insan tiplemesinin saygınlık perdesi ardında çoğu kez, köle ruhlu insanın aşağılanmışlığı yatar.”
Bu parçanın ilk iki cümlesinde sorulara bağlama yöntemi ne başvurularak dikkatler konu üzerinde yoğunlaştırılmıştır.

SOMUTLAMA:
Soyut, anlatılması güç kavramları başka kavramlar aracılığıyla görünür kılmaya somutlama denir. Düşünceyi kolayca kavratmak amacıyla başvurulan somutlama da ha çok örnekleme ve benzetmeler yoluyla yapılır.
Örnek:
Anavarza at oynağı
Kana bulamış gömleği
Kıyman o zalımlar kıyman
Kör karının bir değneği
Yukarıdaki dörtlükte öldürülen oğlunun ardından bir ananın duyduğu acı dile getiriliyor. “Kör karının bir değneği” sözüyle anlatım somutlaşıyor, kavranabilirliği artıyor. Bu sözle yaşanan acı, ortaya çıkan gerçek tümüyle kavratılmak isteniyor.

ÖRNEKLEME:
Düşünceyi geliştirmenin bir yolu da örneklemedir. Örnekleme, soyut bir düşünceye somutluk ve görünürlük katar, söylenmek isteneni okuyucunun zihninde canlandırır. Genellikle örneklemeye somutlaştırma amacıyla başvurulur. Yerinde kullanılan bir örnek, kimi durumlarda sayfalarca açıklamadan daha etkili olur.
Sanatçılar, yazarlar örnekleri gördüklerinden, yaşadıklarından, okuduklarından seçebilecekleri gibi tasarlanmış olarak da belirtebilirler. Örnekleme, bir düşünceyi kanıtlamanın en iyi yollarından birisidir.
ÖRNEK:
Büyük eserler anlattıkları olaylarla değil; belirgin tipleriyle yaşarlık kazanmışlardır. Dünya edebiyatına şöyle bir bakacak olursak Hamlet’ in olayını unutabiliriz ama Hamlet’ i as la... Suç ve Ceza’da anlatılanları hatırlayamayız; ama Raskalnikof için aynı şeyi söyleyemeyiz. Goryo Baba, Müfettiş unutamadığımız tiplerdir.
Bu parçada yazar birinci cümlede dile getirdiği düşüncesini etkili kılabilmek için örneklendirme yöntemine baş vurmuş; Hamlet, Raskalnikof, Goryo Baba, Müfettiş gibi tipler örnek olarak gösterilmiştir.
ÖRNEK:
Sanat adamı yazdığının okunmasını, ilgi toplamasını ister. Yalnız kendisi için yazan bir şair ya da hikayeci düşünülemez. Bugün yazdığının hiç olmazsa yakın zamanda okunacağını ummayan bir yazarın eline kalem almasına ihtimal verilemez. Servet—i Fünuncuların çoğu bir edebiyat eserinin anadili ile yazılırsa ancak yaşayabileceğini anlamadan öldüler. Hâlit Ziya, dili yüzünden eserlerinin okunmadığını görebilen yegane Servet—i Fünun sanatçısıydı.
Bu parçada yazar düşüncelerini dile getirirken “Servet—i Fünun” sanatçılarını ve özellikle “Halit Ziya Uşaklıgil” i örnek göstermiştir.
TANIK GÖSTERME (ALINTI YAPMA):
Belirtmek istediğimiz bir düşünceyi başkalarının görüşlerinden ve sözlerinden yararlanma yoluyla da geliştirebiliriz. Yazma dilinde buna başkalarını tanık (şahit) gösterme denir. Ancak tanık olarak sözüne ve düşüncesine başvurduğumuz kişinin ele aldığımız konuda tanınmış, güvenilir bir kişi olması gerekir. Sözgelimi, bir heykeltıraş ekonomiyle ilgili bir konuda tanık gösterilirse düşünce inandırıcı olmaktan uzaklaşır.
Her yazar düşüncesini açıklamasına yardım eden ya da kendisine esin veren, başkasına ait bir düşünceyi yazısında kullanabilir. Bunun iki yolu vardır. Alınan düşünce bunu ortaya koyan kişinin kendi dilinden olduğu gibi aktarılır. Bu durumda alınan sözler tırnak işaretleri arasında gösterilir. Bu tür alıntıda dikkat edilecek nokta, hiçbir sözcüğü değiştirmemektir. Dalgınlık, unutkanlık bu konu da özür sayılmaz. İkinci tür alıntıda ise düşünceler özetlenerek aktarılır. Alıntıyı yapan onu kendi anladığı biçim de ve kendi dil deneyimi içinde anlatır. Bu durumda tırnak işareti gerekmez.
ÖRNEK:
Yazarın hür olması gerek elbette. Ama bu hürriyet yazarın öyle kolaylıkla, hemen kendiliğinden elde edebileceği bir şey değil, bir çabanın sonucudur. Melih Cevdet  “Sanatta Gafil Avlanmak” adlı bir yazısında şöyle diyor “Yapıldıkları, yaratıldıkları yılların duygu, düşünce özellikleri eski eserlerin de yeni eserlerin de kaçınılmaz damgalarıdır.”
Bu parçada yazar, düşüncelerini (yazarın hür olması gerektiğini) dile getirirken konusunda uzman bir kişinin tanıklığına başvuruyor. Melih Cevdet Aday’ı tanık olarak gösteren yazar ondan alıntı yapıyor. Bu yolla düşüncel güçlendiriyor.
KARŞILAŞTIRMA:
Düşünceyi geliştirmenin bir başka yolu da benzer da farklı kavramlar arasında karşılaştırma yapmaktır. Karşılaştırma, günlük konuşma dilinde olsun, yazı dilinde sun sık sık başvurulan bir düşünceyi geliştirme yoludur.
Karşılaştırma üç yoldan yapılır:
a) Benzerlikten yararlanma
b) Karşıtlıklardan yararlanma
c) İlişki kurma
ÖRNEK:
Fıkra yazan güncel olaylardan yola çıkarak hemen her konuda yazı yazmak zorundadır. Öyle ki gazetelerin belirli köşelerinde her gün aynı adların yazdığı fıkralar yayımlanır. Bunları yazanlar gazetenin kadrolu elemanlardır. Aynı durum makale için söz konusu değildir. Belirli alan uzmanlaşmış kişiler yazar makaleyi. Bu yönden her makale belirli bir alandaki uzmanlığın ürünüdür. Uzmanlıkla ilgili olduğu için de makalenin sözcük örgüsünde o uzmanlık dalına özgü terimler kullanılır. Bu yönden makaleleri anlatımı fıkra türüne göre daha nesnel, daha bilimseldir.
Yazar bu parçada bir düşünceyi tartışırken “karşılaştırma” yönteminden yararlanıyor. Makale ile fıkra ara ilişki kuruyor. Karşıtlıklardan yararlanıyor. Zaman zaman benzerlik ilişkileri üzerinde de duruyor.

27 Şubat 2013 Çarşamba

Varis Tedavisi ve Lazer

0 yorum | Devamını Oku...
Lazer günümüz tıp uygulamalarında önemli bir konum elde etmiştir. Ancak şık ismiyle birlikte gerçekten sağlıklı sonuçlar elde ediliyor mu, bunu dürüsteçe açıklayan merciiler maalesef yok. Sağlık sektöründe lazer gibi uygulamalarla kendisine gelir kapısı açan birçok profesyonel mevcut. Varis rahatsızlığında ise durum daha da ilginç bir hal alıyor. Öncelikle varisin ne olduğuna bir bakalım.


Yüzeysel toplardamarların uzayıp büklümlü genişlemiş hale gelmesi VARİS olarak tanımlanmaktadır.*

Kanı kalbe geri taşıyan damarlar toplardamar olarak adlandırılır. Bu damarlar kan akışının kalbe doğru tek yönlü olmasını sağlayan*kapakçıklar içerirler. Toplardamarlarda oluşan tıkanıklıklar ve aşırı*basınç bu kapakçıkların düzgün kapanmasını engelleyerek geriye doğru kaçaklara sebep olurlar. Sonuçta bacaklardaki yüzeysel toplardamarlar genişler, uzar ve büklümlü bir görüntü ile* varisler oluşur.


Anatomik olarak 3 tip varis vardır:

1) Iri yeşilimtrak ana varisler

2) Cilt altında ağ biçiminde** yapılar oluşturan morumsu retiküler varisler


3) Kırmızı ipliksi varisler


VARİS NEDEN OLUR?

Toplardamarlar (venler, venalar) açıklığı kalbe doğru bakan kapakçıklar içerir. Bu kapakçıklar, göğüs ve karın içinde, öksürme, hapşırma, ıkınma, yürüme, koşma gibi sebeplerle basıncın arttığı durumlarda* bu artışın uzuvlardaki toplardamarlara yansımasını engeller ve kan akımı daima kalbe doğru olur.

Kapakçıklarda herhangi bir nedenle (Geçirilmiş flebit, aşırı şişmanlık, irsiyet, doğumlar vb.) oluşan kaçaklar,**daha aşağıdaki damarlarda aşırı basınç artmasına sebep olur.**Zaman içinde yüksek basınç ile normalden fazla gerilen bu damarlarda,**genişleme,*uzama ve büklümlenmeler oluşur.**Bir yandan genişleyerek deforme olan bu damarlar,*kendi içlerindeki kapakçıklar da karşılıklı gelemediklerinden,**aşağıya doğru kaçaklara, venöz dolaşımda**iki yönlü akımlara yol açarlar.**Böylece daha da aşağılara yansıyan*yüksek basınç, buralardaki venlerde de varislerin oluşmasına sebep olur.

Varis için uygun tedavi yöntemleri:

Skleroterapi (İğne)

Küçük varislerin giderilmesinde kullanılan bir tekniktir. Bu yöntemde hastalıklı damarın içine çok ince bir iğne ile girilerek, az miktarda, damarı kurutan ilaçlar verilir.

Kullanılan ilaçlar genellikle yüksek konsantrasyonlu tuzlardan oluşur (Örneğin % 25 NaCl). Bu konsantre çözeltiler hasta damarın kapanmasına neden olurlar. Kapanan damar daha sonra vücut tarafından eritilerek yok edilir. Tedaviden sonra bazen morumsu lekeler oluşabilir ancak 3-6 hafta içinde kaybolurlar. Toplam tedavi, her biri 30 dk süren 3-6 seanstan oluşur. Seansları takiben istirahat etmek gerekmez, kişi günlük işlerini sürdürebilir.

Skleroterapi yöntemleri 1-1,5 mm çapında ve daha küçük damarlar için uygundur. Bu tip varislerin tedavisinde:

-Çok az miktarda ilaç kullanılır,
-İlaç verilen damarda kalır, yayılmaz,
-Ilaç damardaki kan ile seyrelmediği için daha etkili olur,
-Vücut tarafından daha kolay ve süratli eritilir,
-Yerlerinde leke kalmaz.
-Kapanan varisler bir süre sonra tekrar açılmaz (aynı yerden tekrarlamaz).

2 mm’den büyük damarlarda köpük-skleroterapi ile mükemmel kozmetik sonuçlar elde etmek pek mümkün değildir. Çeşitli kaygılarla daha büyük damarlara uygulanması durumunda aşağıdaki istenmeyen sonuçlarla karşılaşılabilinir:

-Damarın tam kapanmaması, tekrar tedavi gerektirmesi,
-Kapanan damarın sert ve ağrılı bir biçimde ele gelmesi (15-45 gün),
-Kapanan damarın yerinde koyu kahverengi pigmentasyon (Leke),
-Kapanan damarın bir süre sonra tekrar açılması,
-Tedavi edilen bölgede “matting” (çok ince kırmızı damarlardan oluşan lekeler) oluşması.

Kaynak olarak varis.org'u kullandım.

Işın Tedavileri (Laser, Photoderm)

İğne tedavisinde olduğu gibi küçük ipliksi varislerin tedavisinde önemli yeri vardır. İğne ile girilemeyen kılcal varislere belli dalga boylarında IŞIK yollanarak hasta damarda hasar oluşturulur ve kurutulan damar daha sonra vücut tarafından eritilerek yok edilir. Bu yöntemde de varisli bölgeye 2-4 seans tedavi uygulamak gerekir.

Photoderm ve Lazer tedavileri için cildin ışığa geçirgen olması gereklidir. Yaz aylarında güneşli bir havada uzunca bir yürüyüş yapmak, cildinizi — siz farkında olmasanız da — hafifçe koyulaştırabilir. Bu, tedavi edilmek istenen damarsal yapılara ulaşacak olan ışın yoğunluğunu azaltacaktır.

Solaryum veya kremle veya başka bir yoldan cildin koyulaşması, ışınlı tedavileri olumsuz yönde etkiler. Varisli damarların büyüklüğüne ve bünyenizin verdiği cevaba göre sıklıkla 1-3 seans tedavi ile sonuca varılır. Seanslardan sonra istirahat etmek gerekmez, günlük işlerinize devam edebilirsiniz.

Ameliyat

İri tip varislerin (çapı 2mm veya daha büyük) tedavisinde başarıya ulaşan tek tedavi yöntemi, bu varislerin cerrahi tekniklerle çıkartılmasıdır. Burada dikkat edilecek konular, sağlam damarların korunması, hasta damarların tamamının alınması ve ameliyat sırasında cilt ve cilt altı dokularına azamî ihtimam gösterilmesidir.

Böylelikle kişi ameliyattan en az travma ile çıkacak ve erken dönemde işinin başına dönebilecektir. Ne yazık ki, bu prensiplere dikkat edilmeyen durumlarda, varis ameliyatı hasta için oldukça zahmetli, nekahat dönemi uzun ve sonuçları açısından da umulanın elde edilemediği bir girişim olacaktır.

Konuda uzmanlaşmış cerrahların dikkatli bir teknikle gerçekleştirdiği varis ameliyatlarından sonra 5 yıl içinde varisin tekrarlama olasılığı sadece %2-5 arasındadır. Diğer bir deyişle, %95-98 oranında KESİN tedavi elde edilir.

Cerrahi disiplin ve prensipler dışında, varis ameliyatlarında günümüzde iki yaklaşım vardır. Klasik ve yeni yaklaşım; bu iki yaklaşım arasındaki en belirgin farklar ve özellikler şunlardır:

Klasik Yöntem: Bu yaklaşımda varisli bölgeler kaba olarak işaretlenmekte ve işaretlenen bölgelerde ciltte 2-4 cm kesiler yapılarak damarın varisli bölgeleri çıkartılmaktadır. Damarların vücutta kalan uçları bağlanarak kanamalar önlenmektedir. Bu işlem tamamlandıktan sonra kasıktan ayak bileğine uzanan Büyük Safen Veni, “Stripper” (varis teli) ile kopartılarak alınmaktadır.
Bu yöntemin sakıncaları, çoğu zaman sağlam olan safen damarının, varislerin tekrarlayacağı endişesi ile alınması ve hastanın birkaç gün veya 1 hafta hastanede kalmasını gerektirmesidir. İleri yaşlarda By-pass ameliyatı gerektiren bir durumda, safen damarı bulunmadığı için bu damar kullanılamamaktadır.

Yeni Yaklaşım: 10 dakika kadar ayakta durma ile varislerin iyice belirginleşmesi sağlanır. Varisler büyük dikkatle tek tek işaretlenir. Bu teknikte varisler cilde yapılan 1 mm’lik mikro kesilerden dikkatlice alınır ve dikiş kullanılmaz. Sağlam damarsal yapıların korunması bu yaklaşımın temel ilkesidir. Hasta, girişini izleyen birkaç saat içinde evine yollanır, genellikle 3-4 günden sonra tamamen normal yaşamına döner. Yeni yaklaşım ameliyatta safen damarı alınmadığı için, ileri yaşlarda By-pass ameliyatı gerektiren bir durumda, bu damar rahatlıkla kullanılabilmektedir.

Yeni Yaklaşım

Dikiş kullanılmaz,
BSV korunur,
Mikro kesi tekniği uygulanır,
Sağlam damarların korunması,
Varislerin tek tek işaretlenmesi,
Yüzeysel anestezi teknikleri,
Aynı gün eve çıkma imkânı sunar,
3 gün içinde hasta normal yaşamına döner.

Klasik Yaklaşım

30-45 dk ameliyat süresi,
BSV çıkartılır
Varisler klasik 3-5 cm kesilerden alınır,
Varislerin gros işaretlenmesi gerekir,
1-3 gün hastanede kalmayı gerektirir.

BSV : Büyük Safen Veni

Anestezi:

Ameliyat kelimesi ile birlikte hastalarımızın en çok korktuğu kavram anestezidir. Kişinin kendi kontrolü dışında bilincinin yitirilmesi elbette çok endişe verici olabilir, bu çok normal bir durumdur. Biraz bilgi biraz da mantıksal bakış açısı bu durumda bizi rahatlatacak doğru yaklaşımlardır. Eskilerde eter, kloroform gibi toksik ve kalp damar sistemi üzerine yan etkileri çok olan anestezik maddeler ve bunlara bağlı komplikasyonlardan kaybedilen hastalar, eskiden beri gelen ve kolay kaybolmayan haklı korkuların temelidir.

Son 30 yıl içinde anestezide kullanılan ilaç ve yöntemler en az 15 kez yenilenerek yan etkisi olmayan ilaçlar, yapılacak ameliyata göre ayarlanabillen anestezi derinliği, solunum ve kardiyovasküler sistemler üzerindeki kontrol rahatlığı güncel anesteziyi son derece güvenli bir hale getirmiştir.

Şu konuları da göz önünde tutmakta önemli yarar var; en ağır yaralanmalarda, en kötü enfaktüslerde, beyin kanamalarında hastanın yaşı ve durumu ne olursa olsun bizi kurtaran girişim ve ameliyatlar bu kötü şartlarda dahi ancak anestezi altında başarılmaktadır ve hastaları bu sayede sağlıklarına kavuşturmak mümkün olmaktadır.

Böyle bakıldığında rahatlıkla anlaşılacaktır ki anestezide artık uyuyup da uyanmamak gibi bir endişenin dayanağı yoktur.

Çeşitli ameliyatlarda en az 20 değişik düzeyde anestezi uygulanmaktadır. Anestezi ağırlığını 1′den 20′ye doğru sıralamak gerekirse varis ameliyatlarında kullanılan anestezi en düşük düzeydeki, 1′inci seviyedeki anestezi düzeyidir. Ameliyatın bitimiyle hastalar kendi uykusundan uyanır gibi bulantı ve kusma olmadan uyanıp odalarına alınabilmektedirler.

Günübirlik varis cerrahisi girişimlerde iki tip anestezi uygulanabilir:

1. Bölgesel (Rejyonal) Anestezi
2. Genel Anestezi

Varis cerrahisinde tercih edilen esas anestezi yöntemi genel anestezidir. Ameliyat sabahı ılık bir duş almak, lensiniz varsa çıkarıp gözlük takmak, eşofman gibi bol ve rahat bir giysi giyip, ameliyat sonrasında refakat edecek yakınınızla birlikte ameliyathaneye gelmeniz önerilir. Ameliyattan 6 saat öncesine kadar yiyecek, 3-4saat öncesine kadar da içecek (süt-ayran hariç) alınabilir.

Bu yöntemlerden farklı olarak, konunun uzmanları dışında kalan dermatoloji ve diğer cerrahi branşları da konuya ilgi göstererek, “Lokal anestezi ile ameliyatsız varis tedavisi” sloganıyla bazı tedaviler uygulamaya başlamışlardır. Bu tedavilerden bazıları; VNUS (Radyofrekans EndoVasküler varis tedavisi) ve EVLT (EnvoVaskulerLaserTreatment) tedavisidir. Fakat bu yöntemler olumsuz sonuçları, daha sonra hastalığınn tekrarlaması nedeniyle konunun uzmanları tarafından tavsiye edilmemektedir.

Vücut Su Kıtlığı Çektiğinde Neler olur Vücudumuz da

0 yorum | Devamını Oku...
* Vücut su kıtlığı çektiğinde kandaki suyu kullanırsa,
YÜKSEK TANSİYON hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde omurlardaki suyu kullanırsa,
BEL VE BOYUN FITIĞI hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde kemiklerdeki suyu kullanırsa,
gut - atrit gibi romatizmal hastalıklara yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde akciğerdeki suyu kullanırsa,
ASTIM hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde pankreastaki suyu kullanırsa,
ŞEKER hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde midedeki suyu kullanırsa,
ÜLSER hastalığına yakalanırız.

* Bağırsaklarda su eksilirse, kabızlık meydana gelir ve
KOLON kanseri olma tehlikesi yaşarız.

* Hücrenin su eksikliği çok artarsa, beynimiz hücreye oksijen göndermeyi keser. Oksijen kesilmesi sonucunda da hücre KANSERLEŞME sürecine girer !!!...

Hasta olmamak için vücüdumuzu susuz bırakmamalıyız.
Alkali - Canlı su içmeliyiz. Alkali ve canlı olmayan sular ne kadar çok içilse de vücut yine susuz kalmaktadır !!!...
Çağımızın en büyük problemi ; içilen ölü sulardır !!!

Hasta değil susuzsunuz .....

Alkali Su Nedir?

0 yorum | Devamını Oku...
ASİDİK ATIKLARIN UZUN VADELİ ZARARI NEDİR? 

Kanın yoğunluğu artar kan dolaşımı yavaşlar. Hayati organlar artık yeterli miktarda besin ve oksijeni kolaylıkla alamaz. olurlar. Bu durum hastalıklara ve sonuçta ölüme kadar gidebilecek olumsuzluklara yol açar. Bu asit-alkali dengesinin asit lehine bozulması nedeni ortaya çıkan doğal sonuçtur. 

Bu durumda vücut, alkali tarafı güçlendirecek dış yardıma ihtiyaç duyar. 

İşte, asit lehine bozulan bu dengeyi onarmak amaçlı üretilmiş en son bilimsel asit dengeleyici ürün 

ALKALİFE DAMLA!

Kişiler asidik atıklarını vücutlarının farklı yerlerinde biriktirdiklerinden, her birey bundan dolayı farklı belirtiler sergiler. Bu ürünleri kullanan kişilerden alınan geri bildirimler sonucu ortadan kalkan veya iyileşme belirtisi gösteren rahatsızlıkların listesi aşağıda sunulmuştur. 

Reflü , Artirit , Kronik kabızlık, Fibromiyalji, Gut ,Yüksek kolestrol Yüksek trigliserit ,Halsizlik ,Obezite, Osterepoz (kemik erimesi) ,Hipertansiyon

ALKALİFE® 

Alkalife sıradan içme suyunu, yüksek pH değerliklialkali suya dönüştüren bir alkali konsantresi (konsantrasyonudur).

Yüksek pH değerlikli (9,5-10,5) su içmek mide içi pH yükseltir. 

Bu durum mideyi Hidroklorik asit (HCl-mide asidi) üretmesi için tetikler. 

Mide hidroklorik asidi üretirken aynı zamanda asit nötralize edici özelliği olan bikarbonat üreterek kan dolaşımına gönderir. 

Alkalife® 37ml plastik şişeler halinde sunulmuş olup tarife uygun şekilde kullanıldığı taktirde 2 aylık ihtiyacı karşılar. 

İçindekiler : Damıtık su, Sodyum Hidroksil ,Potasyum Hidroksil 

Kullanım şekli : Kapağı çevirerek açınız .Şişenizi su bardağınızın üstüne dikey durum da tutarak çok yavaşça sıkmak sureti ile 3 damla alkalife suya katıp karıştırınız. 

Sudan başka herhangi başka bir sıvı ile kullanmayınınız.

60-80 kg yetişkinler için günlük 5 bardak ,80 kg üstü yetişkinler için günlük 6 bardak Alkalifelı su içilmesi ihtiyacı karşılayacaktır. Bu ürün evcil hayvanlar için de faydalıdır. 

Alkalife Amerika Birleşik Devletleri patentlidir.No:5,306,511 FDA akreditasyonuna sahip Carwood Laboratuvarlarında üretilmiş, T.C.Tarım ve Köyişleri Bakanlığının izni ile ithal edilmiştir. 

ALKALİ SU

Asitlerin oluştuktan hemen sonra nötralize edilmesi, kandaki asit dengeleyici bikarbonatların yüksek tutulması ile mümkün olur. Bunun en temiz ve en etkili yolu ise alkali su tüketmektir.

Alkalilik, yağ asitlerini yakmaz onları çözer, nötralize eder ve sıvılaştırarak böbreklerden güvenli şekilde atılmasını sağlar. 

Çiğ et veya tavuğa dokunduğumuzda ellerimiz yağdan kaygan ve yapışkan olur. Ellerimizi sadece su ile yıkamak sorunu çözmez, ancak sabunla yıkandığı zaman ellerimiz normal duruma döner. Bunun en basit açıklaması; yağın asit, sabunun ise alkali olmasıdır. 

Alkali suyun herhangi bir besin değeri veya tıbbi değeri yoktur. Sadece vücuttaki fazla asitleri nötralize ederek etkisiz hale getirir, kanın kıvamını inceltir, kan akışını kolaylaştırarak birçok hastalığın önüne geçilmesine ve kendimizi daha iyi hissetmemize katkı sağlar. 

Su, hem içinde yaşadığımız dünyanın yapısı hem de canlıların yaşamı açışından büyük öneme sahiptir. Hepimizin bildiği gibi yemek yemeden birkaç hafta yaşayabiliriz, ancak su olmadan en çok bir iki gün hayatta kalabiliriz. Yaşamın temel kaynağı olan su, aynı zamanda çok güçlü bir çözücüdür. Suyun içinde oksijen, mineraller ve atık maddeler görünmez bir biçimde bulunur. Kanımızın da %90ı sudan oluşur. Vücudumuzun ihtiyaç duyduğu tüm maddeler, en uç noktalara kadar damarlarımızda dolaşan kan yoluyla taşınır. Bilindiği gibi su, “H2O” olarak formüle edilmiştir. Bu, suyun 2 Hidrojen ve 1 Oksijen atomlarından oluştuğu anlamına gelir. Ancak suyun en önemli özelliklerinden biri de iyonize olmasıdır. İyonize; bir atom veya molekülün elektron kaybetmesi veya diğer atomdan elektron alması sonucu oluşan durumdur. Bir su molekülü iyonize olduğunda biri Hidrojen (H+), diğeri Hidroksil iyonu (OH-) olmak üzere iki parçaya bölünür. Hidrojen pozitif (+), Hidroksil ise negatif (-) değerli elektrik yüküne sahiptir. 

Bu iyonlar sudaki mineralleri iyonize ederek aktif kimyasal reaksiyonları başlatır. Suyun bu iyonizasyon özelliği olmasaydı vücut kimyasal reaksiyonları yerine getiremezdi. Vücudun kimyasal reaksiyonlarını yerine getirememesi durumu “ölüm” demektir. Bu nedenle, su, yaşam kaynağımızdır.

PH NEDİR?

pH kavramının açılımı “Power of Hydrogen” yani Hidrojenin Gücüdür. pH; bir sıvının içerisindeki pozitif Hidrojen (H+) iyonları ile negatif Hidroksil (OH-) iyonları miktarıyla ölçülen bir tanımdır. Özetle pH değeri bir maddenin asit mi yoksa alkali mi olduğunu gösteren bir cetveli ifade eder. Yaşam kaynağı olan suyun pH skalası 1 – 14 arasındadır. Bazen H+ iyonları OH- den daha fazla bulunur. Böyle bir su “Asidik Su” diye adlandırılır. Bazen de tam tersine OH- iyonları H+dan fazla olur bu durumda ki suya ise “Alkali Su” denir. Eğer H+ ve OH- sayıları eşitse bu su için “Nötr” ifadesi kullanılır.

Suyun pH Skalası

1 (Asidik) ---------------------- 7 (Nötr) ---------------------- 14 (Alkali)

Alkali su daha fazla oksijen (O) atomuna sahiptir. Asidik su ise alkali sudan daha az oksijen atomuna sahiptir.

Mide Özsuyu 1,5

Deri 4,7 

Salya 7,1 

Hücre 7,1 

Kan 7,4 

Pankreas sıvısı 8,8 

Birçok sağlık profesyoneli, vücuttaki asit biriminin giderilmesi konusunda hem fikirdir. Bu problemi alkali besinlerle çözmeye çalışırlar. Ancak diyet hem gerekli besin eksikliğine yol açabilmesi hem uygulama zorluğu nedeniyle her zaman istenilen sonucu verememektedir. Vücuttaki alkali miktarını artırmanın en kolay ve hızlı çözümü “Alkali Su” tüketmektir. Alkali Su tüketimi her hangi bir diyetten çok daha iyi çalışması ve yaşamsal sistemde ilave bir asit birikimine yol açmaması nedeniyle en iyi çözüm olarak durmaktadır. Alkali Su, asidik mineralleri elemine eder. Alkali Su, aynı zamanda hidrojene oranla daha fazla oksijen içeren sudur. Alkali Su içerek aldığımız oksijen seviyesini normal suya oranla daha fazla yükseltiriz. Alkali suyun avantajı, vücut tarafından emilirken, vücuttaki asidik atıkları nötralize ederek, atıkların kan damarlarında daha uygun çözülümde bulunmasını sağlamasıdır. Dolayısıyla asidik atıklar, vücuttan idrar veya ter yoluyla kolaylıkla atılır.

Bazı doktorlar içilen alkali suyun mide asidi tarafından nötralize edileceğini ve bu özelliğini kaybetmesinden dolayı alkali su içmenin anlamsız olduğunu öne sürmektedirler. Ancak gerçekte durum farklıdır. Alınan alkali su mide asitliliğini azaltmaktadır. Mide asitliliğinin pH 4 civarına düşmesi ile mide orijinal asit seviyesini dengede tutmak için hidroklorik asit üretimine başlamaktadır.

Hidroklorik asit üretim prosesi

H2O+CO2+NaCl=HCl+NaHCO3

Su + Karbondioksit + Tuz = Hidroklorikasit + Sodyumbikarbonat

Bu işlemde mide, asidini üretirken aynı zamanda bir asit dengeleyici olan sodyum bikarbonatı da üretir. 

NEDEN HASTALANIRIZ?

Sağlık basit bir ifade ile “kolay akış” olarak tanımlanabilir. Vücudumuzda her şey kolay aktığı zaman bu bizim sağlıklı olduğumuzu gösterir. Kuvvetli bir çözücü olan su, kanın %90ını oluşturur. Besinleri, vitaminleri, minareleri, atık maddeleri ve ölü hücreleri vücutta taşıyan kandır. Kan akışını yavaşlatan iki şey vardır. Bunlar; Asidiklik ve düşük sıcaklıktır. Asidin kanı pıhtılaştırdığı bilinen bir gerçektir. Bu durum, kanın hayat kurtaran bir özelliğidir. Bir yerimiz kesildiğinde, havadaki oksijenle temas eden kan, asidik hale gelerek pıhtılaşır ve kanama durur. Kandaki asit miktarının çok az bir oranda artması bile akışkanlığı olumsuz yönde etkiler. 

Konusunda uzman bir çok doktorun ortak görüşüne göre hastalıkların büyük bir kısmına kronik asidoz neden olmaktadır. Cleveland Kliniğinin kurucularında Dr. George W.Crile göre “Doğal ölüm yoktur. Doğal ölüm olarak adlandırdığımız şey, ilerleyen asit yoğunlaşmasının geldiği son noktadır.”

Sağlıklı vücut, meydana gelen asit birikimlerine bir noktaya kadar dayanır. Ancak bu direncin de bir kırılma noktası vardır. Bu noktadan sonra vücut; soğuk algınlığı, grip ve dejeneretif yetişkin hastalıklarına açık hale gelir. Tüm bunların altında yatan ortak neden vücutta asit birikiminin artmasıdır.

NASIL YAŞLANIRIZ?

Alkali suyun; yüzey gerilimi, suyun molekül yapısı, molekül hacmi, pH değeri üzerinde etkisi vardır. Ancak bunlardan pH değerini arttırıcı özelliği hariç diğer özellikleri mide asidi ile karışınca niteliklerini kaybederler.

Esasında 10 gibi yüksek pH değeri de mide asidi ile etkileşime girdiğinde kaybolur ama karşı etki olarak mide asidinin de pH değeri 4,5 üstüne çıkar ve bu, mide hücrelerinin tekrar asit salgılaması için tetikleyici görevi görür. Hidkrolik Asit (HCl) üretilmesi aşamasında ortaya çıkan bikarbonatlar ise kan dolaşımına geçer. Alkali suyun yani pH değeri yüksek olan suyun en önemli fonksiyonu kan içindeki bikarbonat miktarını yükseltmesidir. Bikarbonat kaybettiğimiz ölçüde yaşlanırız.

Sanayileşmenin beraberinde getirdiği çevre kirliliği, yoğun rekabet ortamında yaşanan aşırı stres, hızlı tüketim alışkanlığının sonucu olarak yüksek proteinli ve enerjili hazır besinler vücudumuzdaki asidik yoğunluğunu daha da artırmaktadır. Doğal ortamdan uzaklaştıkça daha fazla asidik yiyecekler tüketip, diğer faktörlerinde etkisi ile daha asidik bir yaşama doğru kayıyoruz. Bu yüzden yaşlandıkça daha hızlı oranlarda bikarbonat kaybetmeye başlıyoruz. Bu kaybı karşılayamadığımız noktada ise daha da hızlı yaşlanıyoruz. 

1996 yılında Dr.Lynda Frossetto ve Antohony Sebastian tarafından Kalifornia Üniversitesi San Francisco Kampusu, İlaç ve Genel Klinik Merkezinde yapılan araştırmada, yaşla birlikte asit radikallerinin arttığı (H+) buna karşılık bikarbonat miktarının düştüğü tespit edilmiş, yaşla birlikte metabolik asidozun nasıl ortaya çıktığı bilimsel olarak açıklanmıştır.

Vücuttaki asit birikiminin, yaşlanmanın temel nedenini teşkil etmesi, asidik birikmenin önlenmesinin veya azaltılmasının önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Bunun sağlanması aynı zamanda yaşlılığa bağlı olarak gelişen dejeneretif yaşlanma problemlerine de çözüm getirecektir.

Asitliğin azaltılması ve asit/alkali dengesini sağlamanın en iyi ve en etkili yolu potasyum ve sodyumun birlikte kullanılmasıdır. İnsan vücudu için potasyum/sodyum dengesi en az asit/alkali dengesi kadar önemlidir.

Dr.Frossetto ve dört arkadaşı tarafından yapılan diğer bir araştırma ortaya koymuştur ki potasyum eksikliği birçok sağlık sorununa neden olmaktadır. Potasyum bikarbonatın uygulanması yaşa bağlı gelişen düşük derecedeki metabolik asidozu yavaşlatmakta ve yaşlanmanın belirtileri olan, kemik erime oranı (osteoporosis), kalsiyum fosfor dengesizliği, nitrojen dengesizliği (ürit asit) üzerinde de düzeltici etkileri olmaktadır.

SAĞLIK İÇİN ALKALİ SU

Yaşamak için gerekli olan besinleri yakarken asit atıklar oluşur. Bu atıklar idrar, terleme veya nefes verme yoluyla vücuttan dışarı atılır. Ancak, oluşan asidik atıkların tamamından kurtulmak mümkün olmaz. Çok az miktarda asidik atık vücudumuzda kalır. Yıllar geçtikçe bu atıklar birikmeye başlar. Bu da yaşlanma sürecini beraberinde getirir. Asit kanı pıhtılaştırır. Bu bir yerimiz kesildiğinde kan kaybının önlenmesi açısından hayat kurtarıcıdır. Ama asidik özellik aynı zamanda kanı daha yoğun ve kalın yaptığından kanın akışkanlığını azaltır ve dolaşımını zorlaştırır. Kan dolaşımının bu şekilde olumsuz etkilenmesi, dejeneratif yetişkin hastalıklarının oluşmasını tetikler.

Vücudumuzda biriken asitleri azaltmanın üç yolu vardır. 

Bunlar;

1- Diyet

2- Egzersiz

3- Asitlerin nötralize edilmesi (Alkali Su içmek)

Diyet

Besinlerin oksijen ile yanması hücrelere yaşamak için gerekli olan enerjiyi verir. Karbon hidratların yanması sonucu karbon hidratlar enerjiye (Su ve Karbon - CO2+H2O) dönüşür. Diğer taraftan kolestrol ve yağ asitlerinin kimyasal formülleri tam olarak yanmamış karbonhidratları gösterir. Bunlar daha sonra ihtiyaç duyulduğunda enerji sağlaması amacı ile depolanırlar. Eğer sıkı bir diyet yapılırsa vücudumuz bu depolanmış yağ asitlerini yakarak gerekli enerjiyi sağlar. Bu şekilde kilo kaybederiz. 

Kilo almamızın nedeni her zaman yağlı yemek değildir. Fazla miktarda alınan karbonhidratların tam yakılamaması bunların yağ asidi şeklinde vücutta birikmesine yol açar. Daha anlaşılır şekilde söylemek gerekirse, yediklerimizi tam yakacak şekilde enerji harcayamazsak, egzersiz yapmazsak yiyecekler yağa dönüşür. 

Karbonhidratlar birçok biçimde bulunurlar. Genelde karbon ve hidrojenin oksijenle karışarak çeşitli bağlar şeklinde yapılanması olarak görülürler. Bağların uzunluğuna ve kısalığına göre karbonhidratlar kompleks ve basit karbon hidratlar olarak sınıflandırılabilirler. Şeker gibi kısa bağlardan oluşan basit karbonhidratlar çabuk yanarlar. Uzun bağlardan oluşan tahıl gibi kompleks karbon hidratlar ise uzun zamanda yanarlar.

Sağlıklı yaşam için önerilmiş birçok diyet programı vardır. Bunlardan bir grup az karbonhidrat, çok protein ağırlıklı olup ilk başta karbon hidrat tüketimini kısıtladığı için kilo vermede işe yarasa da daha fazla protein tüketmenin getirdiği sonuç faydadan çok zarar verebilir.

Protein yakılıp okside olduğu zaman ürik asit ve amonyak atık olarak oluşur. Ürik asit zehirli bir asit olduğundan alkali mineraller tarafından nötralize edilip kandaki seviyesi kabul edilebilir düzeye kadar indirilmediği takdirde vücut için son derece tehlikelidir. Vücut, bu dengeleme işini kemiklerden kalsiyum çalarak yapar ve ürik asidi az zararlı üreye dönüştürür. Osteoporosis, yani kemik erimesinin ana nedeni budur.

Bazı insanlar zayıflama için diyet yaparken asidik atıkları düşürücü ve vejeteryan ağırlıklı diyeti tercih ederler. Başlangıçta bu tür diyetlerde başarı oranı yüksektir ancak zaman geçtikçe bu kişilerin sağlıkları yetersiz beslenmeden dolayı yavaş yavaş bozulmaya başlayabilir. Bu tür problemlerle karşılaşmamanın yolu dengeli ve doğal beslenmektir. Vücudun ister protein, ister karbonhidrat ister yağ olsun her türlü besine ihtiyacı vardır ve ihtiyacı olan maddeleri organik veya inorganik olsun, bu besinler içinden çekip alacak düzenlemeye sahiptir.

Bugünün çok doğal olmayan beslenme koşullarında asit/alkali dengesini ömür boyu sürecek ve sıkıntılı bir diyetle yapmak yerine bu nötralize işlemini her gün zaten zahmetsizce yaptığımız su içme işlemine bırakmak, normal su yerine alkali su kullanmak en akılcı ve en etkili yoldur. 

Egzersiz

Uygun egzersizler, kan dolaşımını hızlandırması, yağ yakımı, terlemeyi arttırması gibi olumlu etkiler doğurur. Ancak kişinin metabolizmasına uygun olmayan egzersizler, daha fazla hücre yıkımı ve daha fazla asidik atık üreteceğinden tam aksine fayda yerine zararlı sonuçlar doğurabilir. Ayrıca düzenli egzersizler, sadece yağ asitleri üzerinde etkili olduklarından sülfat, ürik asit, böbrek taşı kimyasalları gibi diğer asidik atıklar üzerinde olumlu etkisi yoktur. 

Asitlerin nötralize edilmesi (Alkali Su içmek)

Asitlerin oluştuktan hemen sonra nötralize edilmesi, kandaki asit dengeleyici bikarbonatların yüksek tutulması ile mümkün olur. Bunun en temiz ve en etkili yolu ise alkali su tüketmektir.

Alkalilik, yağ asitlerini yakmaz onları çözer, nötralize eder ve sıvılaştırarak böbreklerden güvenli şekilde atılmasını sağlar.

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top