21 Temmuz 2014 Pazartesi

Mastercard ve Visa nedir, farkları nelerdir?

0 yorum | Devamını Oku...


​Çoğunlukla kredi kartlarının sağ al köşesinde  Visa veya Mastercard logosu vardır.  Ve hiç bir zaman Visa veya Mastercard ile fazla alakadar olmadık peki nedir bu şirketler ne iş yaparlar? Aslında genel amaçları aynı dünyada varolan nakit para akışını Banka KartlarıKredi kartlarıÖn ödemeli Kartlar gibi sistemlere taşımaktır. Şuan dünyada hala %85 nakit para kullanılmaktadır.

Mastercard Nedir?

1966 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde kurulmuş finans şirketidir. Mastercard bankalar ve tüketicilerinin kart,kredikartı ile ödeme sistemlerini sağlamaktadır. Ödeme sistemleri arasında Mastercard lider konumdadır. Ve yapmış olduğu sponsorluklarla isminden sıkça söz ettirmektedir.

Visa Nedir?

2004 yılında Visa Europe kurulmuş olsada kökenleri çok eskiye dayanmaktadır. Visa Banka Kartları, Kredi Kartları, Ön Ödemeli kartların ödeme sistemini sağlar ve avrupa başta olmak üzere 36 ülkede Visa kartlarıyla ödeme yapabilmenizi sağlayan kuruluştur. Genel merkezi İngiltere'de bulunmaktadır. Ve Visa 4000′den fazla Avrupa bankalarının, ödeme sağlayıcılarının üyesi olduğu bankalar birliğidir.

Visa, Mastercard arasında ne fark vardır?

Visa ve Mastercard ödeme sistemleri konusunda uzmanlaşmış birbirine rakip iki firmadır. Ve aralarında kullanıcı anlamında bir fark bulunmamaktadır. Farkı sadece bankalar yapmış oldukları anlaşmalarla operasyonel olarak farketmektedir. Aslında siz tüm harcamalarınızı bankanızla muhattap olursunuz, bankanız visa veya mastercard altyapısı kullandığı için bankanız visa veya mastercard ile muhattap olur.

Yurtdışında bazen farklı banka pos cihazlarından alışveriş yapmak durumunda kalabilirsiniz. Bu tür durumlarda visa veya mastercard devreye girer ve size rahat bir alışveriş imkanı sunar. Visa ve Mastercard geçmeyen yerler çok nadirdir ve çok az kişi bununla ilgili şikayette bulunmuştur. Eğer çok ücra noktalara seyehat ediyorsanız cebinizde hem Visa, hem Mastercard olmasında fayda var.

Ülkemizde ortakpos cihazlarının kullanımı ile artık tek pos cihazından tüm banka kartlarını kullanabiliyoruz. Ve herhangi bir ayrım sıkıntısı yaşanmamaktadır. Fakat, fanatikleşerek Mastercard logosu sarı kırmızı olduğu için Galatasaray'lı, Visa logosu sarı lacivert olduğu için Fenerbahçe'li taraftarlar tarafından talep görmektedir.


16 Temmuz 2014 Çarşamba

400 Sene Sonrasına Mektup

0 yorum | Devamını Oku...


Bir Mimar Sinan eseri olan Şehzadebaşı Cami´nin 1990´li yıllarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat mühendisi, caminin restorasyonu sırasında yaşadıkları bir olayı tv´de şöyle anlatmıştı.

Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşaat edildiğini öğrenmiştik fakat taş kemer inşası ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık. Sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalıp çakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş söküp yapım teknikleri ile ilgili notlar alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık.

Kalıbı yaptık.

Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık.

Şişenin içinde dürülmüş beyaz bir kâğıt vardı. Şişeyi açıp kâğıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu:

"Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum."

Koca Sinan mektubunda böyle başladıktan sonra o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolu´nun neresinden getirttiklerini söyleyerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir biçimde kemerin inşasını anlatıyordu.

Bu mektup bir inşanın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kâğıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir. Şüphesiz bu yüksek bilgiler de o koca mimarin erişilmez özelliklerindendir. Ancak erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olan 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.

Beğen ve daha çok kişinin okuması için paylaş.a

21 Şubat 2014 Cuma

Eskiden Ev Adabı Vardı, Depresyon eve giremezdi

0 yorum | Devamını Oku...


Yaşlı kadın, usulca odasından çıktı. Salondan torunu ile gelinin sesleri geliyordu:

"-Oğlum, sofra hazır, çorbanı koydum; haydi gel de soğutmadan ye!.."

Salonun en kuytu yerine geçti, yerde kendine ait köyden getirdiği minderin üzerine oturdu. Çocuk, babaannesini görünce:

"-Babaanneciğim, gel beraber yiyelim!.." dedi.
Yaşlı kadın mânidâr bir şekilde iç çektikten sonra:

"-Evin erkeği gelmeden akşam sofrasına oturulmaz. Hele babanız gelsin, beraberce yeriz inşaâllah!" dedi.

Evin gelini:

"-Aman anneciğim, eskidenmiş onlar!.. Şimdi acıkan yemek sofrasına oturur, o da gelince yer." dedi. Yaşlı kadın:

"-Kızım, nasıl insanların bir edebi, hayâsı, iffeti varsa, evlerin de iffeti ve edebi vardır."

Torunu dayanamayarak alaycı bir tavırla söze karıştı:
"-Yaa babaanne, neymiş bu evlerin iffeti... Anlat bakalım, merak ettim!.." dedi.

Yaşlı kadın söze başladı:
"-Biz küçükken annelerimizden önce babalarımızın karşısında edepli oturmayı öğrenirdik. Evde babamız, annemiz varken ayağımız uzatıp oturmaz, büyüklerimiz konuşurken söz hakkı verilmedikçe söze dâhil olmazdık. Büyüklerimiz odaya girdiğinde hemen toparlanır, kalkıp onlara oturmaları için yer verirdik. Aslâ babamız sofraya oturmadan sofraya el uzatmazdık.

Babamız gelir, «Besmele» çeker, «Haydi buyurun.» derdi. Huzurla hepimiz başlardık yemeğe... Sonunda da sofra duâsını kardeşlerimiz aramızda sıra ile okurduk. Hiç âilece yenen yemek kadar lezzetli yemek olur mu? Bu sofranın edebidir, yavrum!.."

Torunu:
"-Bu kadar baskı karşısında depresyona girmez miydiniz babaanneciğim!" dedi.

"-Hayır, yavrum bizim zamanımızda saygı olduğu için sevgi hep bâkî kalırdı. Sevgi var oldukça da hiç depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli, uykular dinlendiriciydi. Biliyor musun? Ben depresyon kelimesini ilk defa burada duydum, hattâ köyümüzde bir tane akıldan mahrum birisi vardı, «Deli İbram» derlerdi. Vallahi, o bile o kadar mutluydu ki, anlatamam. Akşama kadar sokakta çocuklarla oynar, acıkınca bir kapıyı tıklatır; «Aba acıktım, aba su ver!» derdi. Hangi kapıyı çalsa, boş çevrilmezdi. Berber saçları uzadıkça tıraş eder, hamamcı arada yıkardı. Cumaları esnaf elinden tutar, namaza bile götürürlerdi. Yani hiç kimse onu dışlamazdı..
Şimdi hiçbir şeye saygı kalmadı. Bak evlere bile saygı yok bu şehirde! Herkes akşam olduğu hâlde perdelerini örtmemiş, bütün evlerin içi görünüyor, ama kimse utanmıyor. Biz daha hava kararmaya başlamadan kalın perdelerimizi çeker, ondan sonra evin ışıklarını yakardık. Hattâ perde kapalıyken üzerimizi değiştirmeye edep eder; ışığı söndürür, yere çömelir öyle üzerimizi değiştirirdik. Gölgemizin bile dışarıdan görünebileceğini düşününce yüzümüz kızarırdı."

Bu sırada gelini, oturduğu yerden kalktı, mahcup bir edâ ile salonun perdelerini çekti.

"-«Evin edebi, önce perdesinin çekilip çekilmediğinden belli olur.» derdi büyüklerimiz...

Evler, kocaman duvarlarla çevrilmiş avluların içinde olduğu hâlde hiç kimse iç çamaşırlarını ulu orta asmazdı, ev ahâlisinden bile edep ederlerdi. Ben daha küçükken giydiğim şalvarı en ön ipe asmışım, hemen anam gelip; «Kız, baban bugün avluya çıktı, senin şalvarın asılı idi, utancımdan yerin dibine girdim. Bir daha öyle ortaya asma, çamaşırların en arkasındaki ipe as!.. Üstüne uzun bir tülbent ört, sonra mandalla... Altında ne olduğu görünmesin!.. İffetimiz, edebimiz bir giderse, ortada îmanımız kalmaz!..» dedi. Tabiî ben 12 yaşlarındaydım, annem bunları bana söylerken ben yerin dibine girdim. Şimdi öyle mi? Geçende bir nefes alayım diye balkona çıktım, karşı komşu, bütün çamaşırları asmış uluorta, ben utancımdan hemen içeri girdim.

Bugün yemekler dışarıda yeniyor, «göz hakkı» oluyor, kimse umursamıyor. Çarşı pazardan alınanlar şeffaf poşetlerde eve geliyor; alan var, alamayan var. Göz hakkı, kıskançlık oluyor bu yenenlerde... Hiç şifâ olur mu yavrum? Bizim Peygamberimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem, «Yemeğinizin kokusu ile komşunuza eza etmeyiniz.» buyuruyor. Bugün kokuyla, gösterişle çevredekilere hep ezâ veriliyor. Tabiî ki yenilenler içinize sıkıntı veriyor. Sonra da «depresyon» diye diye doktorlara gidiliyor.

Evin bir edebi daha vardır ki, en önemlisi de budur herhalde... Evin içinde yaşananlar, aslâ dışarıda anlatılmaz; yenenler, içilenler, muhabbetleşmeler, kavgalar... Bu da evin iffetinden sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı. Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla çözülürdü. Zaten Peygamberimiz de özellikle karı-koca arasında olanların etrafa yayılmasının ne büyük bir günah olduğunu hep hadislerinde anlatıyor, değil mi Leylâcım!.." dedi gelinine... Leylâ mahcup bir şekilde:
"-Evet anneciğim." diyebildi.

Torunu:

"-Babaanneciğim, şimdi facebook diye bir şey var; insanlar gittikleri lokantalarda yedileri şeylerin fotoğrafını çekip binlerce kişiye gösteriyorlar!.."

"-Aayy ne ayıp... İnsan hiç yediğini söyler mi?"

"-Âh anneciğim, her hâllerinin fotoğrafları var. Gezdikleri yerlerin, yedikleri yiyecek-içeceklerin, aldıkları eşyâ ve kıyâfetlerin, hattâ beylerinin aldığı çiçekleri üzerinde yazdıkları notlarla paylaşıyor insanlar..."

"-Yavruuum, sen neler diyorsun? Kıyamet koptu kopacak desene... Evler çırılçıplak kaldı desene..." dedi gözyaşları içinde anlatmaya devam etti:

"-Biz beylerimizle yan yana yürümeye ar edinirdik; dul kalanlar var, evlenemeyenler var. Onların gönül yaralarına tuz basmayalım diye, beylerimizin bir adım gerisinden yürürdük... Şimdi kavgalar ortada, sevmeler ortada... Tabiî ki, hiç mahremiyet kalmayınca samimiyet de kalmıyor. Evin bereketi, büyüklere saygıdadır. Evin iffeti, örtülen perdedir. Sevginin iffeti, gizliliktedir. Gözün iffeti, göz kapaklarındadır. Bedenin iffeti, tesettürdedir. Utanma, hayâ, îmandan bir şûbedir. Bakın size, benim annemin anlattığı bir hikâyeyi anlatayım. Hikâye dedimse, adı hikâye... Aslında bir hadîs, hadîs-i kudsî hem de... Yani mânâsını Allâh'ın Peygamber Efendimize haber verdiği, sözlerini ise Peygamberimizin kendi sözleriyle ifade ettiği bir hadis...

Bu hadîs-i kudsîye göre:
"Allah Teâlâ, Âdem aleyhisselâm'ı yarattığı vakit Cebrâil aleyhisselâm ona üç hediye getirdi: İlim, hayâ, akıl. Ona dedi ki: «Ya Âdem!.. Bunlardan dilediğini seç!..»
Âdem aleyhisselâm aklı tercih etti. Cibrîl aleyhisselâm hayâ ve ilme, makamlarına dönmelerini emretti. Hayâ ve ilim dediler ki:

"-Biz, âlem-i ervâhta (ruhlar âleminde) hep beraber idik. Birbirimizden aslâ ayrılmayız. Ruhlar cesetlere girdikten sonra da aynı şekildedir. Ve akıl nerede olursa, biz ona tâbî oluruz.
Cibrîl aleyhisselâm da öyle ise yerlerinize yerleşin!.." diye emretmekle akıl dimağda, ilim kalpte, hayâ da gözde yerleşti."
İşte bu hadîs-i kudsîde de anlatıldığı gibi, hayânın makamı gözdür. Bu yüzden hem gözümüzü korumak önemlidir, hem de göze hitâp eden şeyleri kontrol altında tutmak..."

Gelini:
"-Haklısın anneciğim, biz iffetimizi kaybettikçe buhranlarımız arttı." dedi.

Torunu kaşığı sessizce bırakıp:
"-Ben babam gelince yemeğe başlayacağım, anneciğim!" dedi.
Babaanne de söylediklerinin evlatları üzerindeki tesirini görünce sessiz bir şekilde Allâh'a hamd etti.

13 Şubat 2014 Perşembe

Kola nerede işe yarar?

0 yorum | Devamını Oku...


Her yerde kolanın zararları ile ilgili yazıları okuyorsunuz. Kolanın kullanılabileceğimiz faydası var?
Ama insanlar üzerinde değil.


... Koca bir parça biftegi kolaya yatırın. 2 gün sonra kaybolduğunu göreceksiniz.

... Tuvalete bir kutu kolayı dökün, bir saat kalsın sonra sifonu cektiginizde yüzeyde herhangi bir leke kalmadıgını göreceksiniz.

.... Arabanızın tamponundaki pasları kola ile kolaylıkla çıkarabilirsiniz.

.... Aynı islemi pillerin uçlarındaki paslanmadada uyguluyabilrisiniz.

.... Dolap sürgüleriniz çalışmıyorsa kola ile inceltebilrisiniz.

.... Elbisenizde çıkmayan leke varsa üzülmeyin kola dökün ve deterjanla yıkayın, tertemiz olacaktır.

.... Kola üreticileri tasıyıcı kamyonlarının motorlarını temizlemek için 20yıldır kola surubu kullanmaktadırlar.

Burada anlatılanlara inanmadıysanız denemesi bir kola parasıdır.

Peki nedir bu kolanın bu kadar etkileyici temizliklerde bile kullanılabilmesinin sebebi ?

Kolanın ortalama pH degeri 3'4 tür.

Bu asidi de disleri ve kemikleri eritmek için yeterli , temizliklerde bu kadar etkili olmasının sebebi budur.

Aslına bakarsanız Kola ile dünyada kimsenin tavsiye etmeyecegi KARBONDİOKSİT içiyoruz. Hani şu dışarı atmak için devamlı nefes alıp verdigimiz atmak için ugraştıgımız KARBONDİOKSİT… 2001 yılında Delhi üniversitesinde kim daha fazla kola içecek diye bir yarışma yapıldıgında, 8 Litre kola içerek kazanan ve 10 dakika onra herkesin gözleri önünde ölen kişinin haberini duymuşsunuzdur.

Neden öldü ?

Çünkü çok fazla KARBONDİOKSİT almıştı ve kanında yeterince oksijen yoktu.

Başka bir örnek ; Kırılmış dişinizi bir şişe kolanın içine koyun ve 10gün sonra bakın… Diş 10günde büyük oranda erir. Halbuki dişler ve kemikler ölümden sonra bile en fazla dayanan organlarımızdır. Bir kola içerek migdenize dişlerinize ve kemiklerinize ne yaptığınızı bir düşünün.

Karar sizin!

30 Aralık 2013 Pazartesi

YAVUZ SULTAN SELİM HAN'IN İHANETE CEVABI

0 yorum | Devamını Oku...


Bir Gün Padişah Yavuz Sultan Selim pazarda gezerken keklik satılan bir tezgah görür ve keklik satılan tezgaha yönelir. Bütün keklikler 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 100 altındır.

Yavuz Sultan Selim sorar:

-Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın?

Satıcı:
-Hünkarım 100 altınlık olan ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.

Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve
-Ver o kekliği bana! der.

Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba koca Padişah bir kekliği diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kekliğin kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki:

-KENDİ IRKINA İHANET EDENİN SONU BUDUR!!!
 

18 Aralık 2013 Çarşamba

Dondurulmuş limonun şaşırtıcı faydası

0 yorum | Devamını Oku...


Dondurulmuş limonun şaşırtıcı faydası

Bunların tamamı donmuş limondadır.

Restoranlardaki çoğu bilinçli tüketiciler limonun tamamını kullanır veya tüketirler, hiç bir kısmını ziyan etmezler.

Ziyan etmeden limonun tamamını nasıl kullanırsınız?

Basit... Limonu (yıkayıp) buz dolabınızın buzluk bölümüne koyuyorsunuz. Donduktan sonra mutfak rendesini alıp limonun tamamını rendeleyebilirsiniz. Soymanız falan gerekmiyor. Rendelenmişini yemeklerinizin üzerine serpebilir, sebze salatasına, dondurmaya, çorbaya, makarnaya, makarna sosuna, suşiye, balık porsiyonlarına katabilirsiniz.
Yemeklerin tamamı, daha önce hiç tatmadığınız mükemmel bir lezzet kazanacaktır.
Büyük olasılıkla, limon denince sadece limon suyu ve vitamin C aklınıza gelir. Sadece bu kadar olduğunu düşünürsünüz. Artık limonun gizemlerini öğrenince onu kupada içeceğiniz hazır çorbalarınıza bile katabileceksiniz.

Limonun tamamını kullanmanın, bir kısmını ziyan etmeyip yemeklerinize yeni bir lezzet katması dışında asıl avantajı nedir?

Rendelenmiş limonunuz, limonun sadece suyunda bulunandan 5 veya 10 kat daha fazla vitamin içerir. Ve evet, şimdiye kadar bunu kaybediyordunuz. Ama bundan sonra, tüm limonu dondurmak gibi basit bir işlem sonrasında, onu rendeleyip yemeklerinizin üzerine serperek tüm besleyici özelliklerini kullanıyor olacak, yani daha sağlıklı besleniyor olacaksınız. Ayrıca rendelenmiş limonun dinçleştirici ve vücuttaki toksinleri giderici etkisinden yararlanacaksınız.

İşte bunun için limonunuzu buzluğa koyun, donsun ve her gün yemeklerinizin üzerine rendeleyin. Böylece, yiyecek ve içeceklerinizi daha leziz hale getirip daha sağlıklı ve uzun yaşamın anahtarını kullanıyor olun! İşte limonun gizemi budur! Geç bile olsa başlayın, HİÇ olmamasından İYİDİR! Limonun sürpriz yararlarından faydalanın!

Limon (Citrus) kanser hücrelerini öldüren mucizevi bir üründür. Kemoterapiden çok daha tesirlidir. Bunu nereden mi biliyoruz? Çünkü kendilerine yüksek kârlar sağlayacağını bildikleri için limon özütünün sentetik versiyonlarını üretmeye uğraşan laboratuvarlar var.

İhtiyaç duyacağını düşündüğünüz dostlarınıza, limonun hastalık önleyici etkisi olduğunu duyurarak yardımcı olabilirsiniz. Tadı hoştur ve kemo-terapinin korkunç etkilerini göstermez. Kemo-terapi ilaçları üretiminden fayda sağlayan multi-milyoner büyük şirketlerin çıkarlarını riske atmamak adına bu gizemin özenle saklı tutulduğu sürece ne kadar insanın öleceği bilinmez.

Bilindiği üzere, iki çeşit limon ağacı vardır. Limon ve misket limonu. (konu olan limondur, diğeri değil). Limon meyvesini farklı şekillerde tüketebilirsiniz. Pulpa'sı yenebilir. Sıkılarak suyu çıkarılabilir. Limonlu içecekler yapılabilir, dondurma vs.. Limonun birçok vasfı sayılabilir ama en ilginci URLAR, YUMRULAR, KİSTLER, TÜMÖRLER üzerindeki etkisidir.

Bu bitkinin her tür kansere iyileştirici etkisi kanıtlanmıştır. Bazıları onun her tür kanserin tedavisinde faydalı olduğunu söyler. Ayrıca geniş spektrumlu anti-bakteriyel olarak iltihaplara / enfeksiyonlara ve mantara karşı kullanılır. Dahili parazit ve bağırsak kurtlarına karşı etkindir. Çok yüksek tansiyona karşı kan basıncını düzene sokar. Anti-depresandır. Strese ve asabi bozukluklara karşı iyi gelir.

Bu bilginin kaynağı ise çok etkileyicidir: Dünyanın en büyük ilaç üreticisi firmalarından biridir. Bu firmanın beyanına göre 1970'den beri 20'nin üzerinde yapılan laboratuvar testlerinde limon ekstrelerinin uygulanmasıyla; içlerinde kolon / kalın bağırsak, meme, prostat, akciğer ve pankreas da olmak üzere 12 kanser tipinde başarılı sonuçlar alınmıştır.

Limon ağacından elde edilen bileşiklerin, bütün dünyada kemo-terapide kullanılan Adiamycin ürününden 10 000 kat daha iyi olduğu saptanmış, kanser hücrelerinin gelişmesini yavaşlattığı gözlemlenmiştir. Daha da şaşırtıcı gözlem şudur ki: Limon özü kötü huylu kanser hücrelerini tahrip ederken sağlıklı hücrelere hiç zarar vermemektedir.

10 Aralık 2013 Salı

YAŞLANMAYI KUŞBURNU İLE ÖNLEYİN....

0 yorum | Devamını Oku...


Kuşburnu Yaşlanmayı Geciktiriyor !
Kuşburnu bitkisi; İnsan sağlığı üzerindeki önemli etkileri
sayesinde binlerce yıldan beri birçok kültür tarafından
kullanılıyor. Vitamin ve minareler bakımından oldukça zengin
olan kuşburnunun, insan sağlığına zararlı hiçbir pestisit ve
ağır metal içermiyor.
Kuşburnunun en yüksek oranda C vitamini ve mineral
maddeler açısında yüksek oranda fosfor ve potasyum içerdiği
söyleyen Diyetisyen E. Funda Tuzgöl, hiç bilinmeyen
faydalarını da sıralıyor.
A vitamini olan karoten, B1 B2, E ve K vitaminleri de
içermektedir. Mineral madde yönünden de zengin olup
yapısında sodyum, kalsiyum, magnezyum, demir, mangan,
bakır, çinko gibi katyonlar yanında, sülfat, klorür, nitrat gibi
anyonlar da bulunmaktadır.

Kuşburnu Her Derde Deva...

• Dokulardaki sertleşmelere ve kemik erimesine karşı
tedavide,
• Bulaşıcı hastalıklarda,
• Profilaksi ve C vitamini eksikliğinin tedavisinde,
• Ateş, genel yorgunluk sırasında ve immün sistemin
güçlendirilmesinde,
• Gastrik spazımda, gastirik asit eksikliğinde ve ülserden
kaynaklanan şişkinliğin önlenmesinde,
• Bağırsak hastalıklarında ve ishalin önlenmesinde,
• Safra kesesi taşlarının önlenmesinde,
• Gut hastalığında, ürik asit metabolizma bozukluklarında,
• Kireçlenmelerde, siyatiklerde,
• Diyabette kan şekerini düzenlemede,
Karaciğer iltihabını gidermede,
• Gözleri kuvvetlendirmede ve gece körlüğünü önlemede (göz
banyosu şeklinde),
• Grip, sekresyonun azaltılmasında, solunum yolları
enfeksiyonunda ve öksürük tedavisinde,
• Genel enfeksiyonlar, kabızlık, safra kesesi, böbrek ve
mesane rahatsızlıklarında,
• Romatizmada ve bulaşıcı hastalıkların tedavisinde,
• İştah açmada,
• Vücudun yaşlanmasını geciktirmede,
• Tansiyonu düzenlemede,
• Hemoroit tedavisinde,
• Sindirim sistemimizde bulunan bazı parazit yapıların
atılımını kolaylaştırmada,
• Kemik kırılmalarında, raşitizmde, vücudun bağ dokularını
güçlendirmede,
• İrinli yaralarda, selülitte, akne ve cilt bozukluğunun
giderilmesinde, yara iyileştirici olarak ve yanıklarda,
• Kanser ve bazı rahim hastalıklarında, kanamalarda,
hamilelik dönemindeki kramplarda ve menapoz tedavisinde,
• Kanı inceltme, kan devir daimini hızlandırmada ve toksinleri
çözmede,
• Çeşitli kanamalarda (hemorojik diatez), kansızlıkta, ve kanı
temizlemede,
• Kavrama yeteneği ve beyin fonksiyonlarını güçlendirmede,
• Stresin azaltılmasında etkili olduğu bilinmektedir.

25 Kasım 2013 Pazartesi

Sebzelerin Organlarımız ile Benzerlikleri ve Sağlık için Yararları

0 yorum | Devamını Oku...


Şekil olarak da sebze meyveler ve organlarımız arasında bir bağ olduğunu biliyor musunuz?

* Havuç dilimi insan gözüne benzer. Bilimsel araştırmalar havucun gözlerin kan akışını ve işlevini iyileştirdiğini göstermiştir.

* Domateste kalpte olduğu gibi dört odacık vardır ve kırmızı renklidir. Bütün araştırmalar domatesin kalp ve k
an için faydalı olduğunu göstermiştir.

* Üzüm salkımı kalp şeklindedir, her bir üzüm tanesi kan hücresi gibi görünmektedir ve araştırmalar üzümün ciddi kalp ve kan canlandırıcı bir gıda olduğunu göstermiştir.

* Ceviz küçük bir beyin görünümündedir. Beyin fonksiyonlar için faydalıdır.

* Fasulye böbrek görünümündedir ve böbrek fonksiyonlarını iyileştirir.

* Sap kereviz, Çin lahanası ve Rhubarb kemiklere benzer. Bu gıdalar kemikler için faydalıdır, sodyum oranları eşit ve %23 dür. Gıdanızda yeterli sodyum yok ise vücut kemiklerden çeker ve kemikler zayıflar. Bu gıdalar iskeletinize faydalıdır.

* Patlıcan, avokado ve armut kadınların rahim ve serviks sağlığı ve fonksiyonlarını hedefler ve görünümleri bu organlara benzerler. Araştırmalar kadınların haftada bir avokado yemeleri halinde hormonları dengelediğini, istenmeyen doğum sonrası kilolarını azalttığını ve serviks kanserini önlediğini göstermiştir.

* İncir tohum doludur ve ağaçta ikili olarak asılarak büyür. İncir sperm sayısını ve hareketliliğini arttırır ayrıca erkek kısırlığını önler.

* Tatlı patatesin görünümü pankreasa benzer ve şeker hastalarının glisemik indeksini dengeler.

* Zeytin yumurtalıkların sağlığına ve fonksiyonuna yardımcı olur.

* Greyfurt, portakal ve diğer narenciye meyveleri kadın göğüsüne benzer ve bunların sağlığına ve lenfin hareketine yardımcı olur.

* Soğan vücut hücreleri görünümündedir. Bütün vücut hücrelerinden atık maddelerin temizlenmesine yardım eder. Hatta gözlerin epitelyal katlarının yıkayan gözyaşlarına bile sebep olur..
 

28 Ekim 2013 Pazartesi

Aylara göre Karakteristik Özellikleriniz

0 yorum | Devamını Oku...
Hangi Ayda Doğdunuz?
Ocak
...Hırslı ve ciddi kişilik
......Öğrenmeyi ve öğretmeyi sever
İnsanların zaaflarını ortaya çıkarmayı sever
Çok eleştirir
Akıllı ve planlı programlıdır
Çok çalışır ve üretkendir
Duyarlı ve derin hisleri olan biridir
İnsani nasıl mutlu edeceğini bilir
Aşırı dikkatlidir
Bünyesi kuvvetlidir
Zor heyecanlanır
Romantiktir ama aşkını ifade etmekte zorlanır
Çocukları sever
Evcil ve sadık bir eş olur
Kolayca kıskanır
Sosyal yönden zayıftır


Şubat
Somut şeylere önem verir
Değişkendir
Sessiz utangaç ve ağırkanlıdır
Kendine güveni pek yoktur
Dürüsttür
Özgürlüğüne düşkündür
Bazen saldırganlaşır
Kesin olmayan işlerden hoşlanmaz
İnatçıdır
Hayallerinin peşinden gider
Batıl inançlara eğilimlidir


Mart
Çekici kişilik
Utangaç ve tutucu
Esrarengiz
Cömert ve sempatik
Rahatına düşkün
Duyarlı
Hizmet etmekten zevk alır
Kolay sinirlenmez
Güvenilir
Nezakete önem verir
İyi bir gözlemcidir
İntikamcıdır
Seyahat etmeyi sever
Dikkat çekmeyi sever
Dekorasyona meraklıdır
Tempolu müzikleri sever
Çok değişkendir


Nisan
Aktif ve enerji doludur
Çabuk karar verip çabuk pişman olur
Şefkatlidir
Mantığını dinler
Diplomatiktir
İnsanları teselli etmeyi sever
Dostlarının sorunlarıyla yakından ilgilenir
Cesurdur
Maceraperesttir
Sevgisini ve ilgisini belli eder
Hafızası güçlüdür
Baş ve göğüs hastalıklarına eğilimlidir


Mayıs
Sert yapılı
Kolay sinirlenir
Kolay ilgi çeker
Fiziksel güzelliğe önem verir
Motivasyona ihtiyacı yoktur
Sistematik çalışır
Hayal kurmayı sever
İleri görüşlüdür
Kolay sakinleştirilir
Anlayışlıdır
Kulak ve boyun bölgesi hassastır
Edebiyat ve sanatla ilgilidir
Evde oturmayi sevmez
Çocukları pek sevmez


Haziran
Aynı anda birden fazla şey düşünür
Nazik ve tatlı dillidir
Hassastır
Kararsızdır
Komik ve eğlencelidir
Konuşkandır
Kolay arkadaş edinir
Kolay incinir
Gribe yatkın bünyesi vardır
Çok inatcıdır


Temmuz
İyi bir sırdaştır
Anlaşılması güç biridir
Aşırı gururlu
Başkalarının düşüncelerine aşırı önem verir
Sokulgandır
Kin tutmaz
Sempatiktir
Yanlız olmayı sever
Kolay öğrenir
Arkadaş sıkıntısı çekmez
Mide sorunları olabilir
Zor ikna olur
Ağır işleri sever


Ağustos
Şakalaşmayı sever
Duyarlı ve ilgilidir
Korkusuzdur
Liderlik özellikleri vardır
Ruhbilimle ilgilenir
Kolay provoke edilir
Dikkatli ve tedbirlidir
Bağımsızlığına düşkündür
Yol göstermeyi sever
Romantiktir

Eylül
İnsanların hatalarını yüzüne vurmayı sever
Detaylarla uğraşır
İyi bir konuşmacıdır
Sadık ve güvenilirdir
Sorumluluk almayı sever
Bilgi ve kültüre önem verir
Spor ve seyahati sever
İlişkilerinde seçicidir
Hislerini kendine saklar


Ekim
Herkesle sohbet etmeyi sever
İlgi odağı olmak ister
Yalancılığı yapmacıklığı sevmez
Arkadaşlarına çok önem verir
Çabuk kırılıp cabuk toparlanır
Kararsızdır
Duygusaldır
Kendine kolay güvenmez
Etrafından çabuk etkilenir


Kasım
Eğlenceli kişilik
İnsanları kolay etkiler
Çalışkan ve sorumluluk sahibi
Kontrolu ele almayı sever
Enerjik ve çevresini motive eden biridir
İyi bir liderdir
İçten ve yardımseverdir
Adil davranır
Sürprizleri sever
Hataları affetmez
İradesi güçlüdür
Derin duygularla sever
Herkesi oldugu gibi kabul eder
Sır saklamayı bilir


Aralık
Sadık ve cömert
Sabırsız
Birlikte vakit geçirmesi eğlenceli kişilik
Azimli
Sosyal yönü kuvvetli
Dostlarını kendinden fazla düşünür
Kızgınlığı uzun sürmez
Sevildiğini hissetmek ister
Espri anlayışı gelişmiştir

31 Temmuz 2013 Çarşamba

Zemzem Suyunun Müthiş Sırrı

0 yorum | Devamını Oku...
Zemzem suyunun bu özelliği ilk defa keşfedildi. Ezan okunduğunda berraklaşan su, çan sesi geldiğinde kararıyor.

Alman ve Japon bilim adamları zemzem suyunu sırrını açıkladı. “Kutsal Su Zemzem /Zübeyde Su Yolu” belgeseline konuşan Japon ve Alman bilim adamları zemzemle ilgili hayrete düşüren açıklamalarda bulundu.
Zemzem ezan okunduğunda berraklaşıyor, çan çaldığında ise kararıyor.

Türkiye Gazetesi'nden Hayrettin Turan, kaleme aldığı yazı dizisinde TRT'nin çektiği belgesele konuk olan bilim adamlarının zemzem suyu hakkında yaptığı açıklamaları anlattı.

Uzun yıllardır zemzem suyu ve kristalleri üzerinde araştırma yürüten bilim adamları kaynağın sırlarını çözdü.
Ren Nehri'nin suyundan içen kişinin enerjisinin azaldığını belirleyen Alman bilim adamı Dr. Knut Pfeiffer , sular üzerine araştırma yaparken bir şekilde bir miktar zemzem bulur ve içer, 35 dakika sonra da rahatladığını hisseder.

Araştırmasını derinleştiren Alman bilim adamı Dr. Pfeiffer, şaşırtıcı bir gerçekle karşılaşır. Zemzemin mayalama özelliği bulunduğunu, bir bardağının bir kova şebeke suyunu temizlediğini, bu özelliğiyle bile enerji ve şifa kaynağı olduğunu tespit eder.

Dr. Pfeiffer, “Su her şart atlında değişmiyor ama değiştiriyor. Çok acayip bir deney yaptım. Bir damla zemzem suyuna yüz damla normal su karıştırdım. Sonuçta gördüm ki suyun hepsi zemzeme dönüşmüş.
Sonra bir damla zemzeme bin damla normal su karıştırdım. Ve yine gördüm ki hepsi zemzeme dönüşmüş. Bunun sebebi nedir, neden? Zemzem'de öyle bir enerji var ki başkasını değiştirir ama kendi değişmez.” diyor.
Zemzem kristallerini mikroskop ortamında inceleyen Japon bilim adamı Dr. Masura Emot , suyun moleküler (kristal) düzeninin değişen frekanslara göre farklılaştığını görür.

Zemzem kristallerinin çan sesinde karardığını Kur’an-ı Kerim ve ezan sesinde ise parlaklaştığını fark eder.
İncelemede her bir kristalin, Kâbe-i muazzamaya benzeyen bir doku oluşturduğu, zemzemin çan sesinde kristallerinin karardığını, Kur’an-ı Kerim ve ezan sesinde ise parlaklaştığını ve netleştiği tespit edildi.
Zemzem üzerine kaleme aldığı kitabı Japonya’da en çok satanlar arasına giren Dr. Emoto’ya göre zemzem, fiziksel ve kimyasal özellikleri bakımından yeryüzündeki bütün sulardan farklı. 

Dr. Emoto, “Zemzem, çevresinde cereyan eden bütün değişimleri hafızasına alıyor. Yapısı çok farklı. Bu, onu dünyadaki diğer elementlerin efendisi yapıyor.

21 Temmuz 2013 Pazar

CANAN KARATAY TÜM EZBERLERİ BOZDU - Yemek Yemekten Korkmayın

0 yorum | Devamını Oku...
Canan Karatay, diyetle ilgili yine ezberleri bozdu. 8-10 öğün değil, günde iki öğün. Yemek yerken de su içmeyin... İşte Karatay'dan sağlıklı beslenme tüyoları..

Türkiye'de diyet ve sağlıklı beslenme konusunda TABULARI YIKAN İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, günde 2 öğün beslenilmesi gerektiğini söylüyor. Karatay, Türk halkının günde 8-12 öğün beslendiğine dikkat çekerek, toplumun 'enine büyüdüğünü' ifade ediyor. Prof. Karatay'a göre, günde 2 öğün beslenmeke gerekiyor. Dahası Karatay, yaş ilerledikçe yürüyüşe daha çok ağırlık verilmesi önerisinde bulunuyor.

Habertürk'te konuşan Canan Karatay, haraket etmek şartıyla kişinin istediği kadar yemek yiyebileceğini dikkat çekerken, bir de uyarıda bulunuyor. Yemek yerken su içmeyin. Neden mi? İşte Karatay'ın yanıtı...

'KÖY TEREYAĞI SAĞLIKLI'

"Tam yağlı, doğal olan her şey tüketilmeli. Saf köy tereyağı, katkısız Trabzon, Urfa ya da Malatya gibi yörelerimizin tereyağı kullanılabilir. Hatta kadınlarımız tıpkı yoğurt gibi evde tereyağını kendileri yapabilirler. Zeytin dahi evde yapılabilir. 'Karatay Mutfağı'nda bunların tarifini verdim. Katkısız ve çocuklara en faydalı biçimde kendi besininizi hazırlayabilirsiniz. Tereyağı, yayık ayranı aslında yarım saatlik bir iş. Neneler ya da ev kadınları, evde oturduklarında sürekli televizyon izlemek yerine bunu kolaylıkla yapabilirler. Saf köy tereyağı, en sağlıklısıdır, buzdolabında bile katı değildir ve istenildiği kadar kullanılabilir. Saf köy tereyağı ve soğuk sızma zeytinyağı her gün gereği kadar vücudumuza girmelidir."

'YEMEKTE TEREYAĞ VE ZEYTİNYAĞI KULLANILMALI'

"Zararlı dediğimiz yağlar, trans yağlardır. Trans yağlar, kızartmalarla meydana gelen yağlardır, işlenmiş her gıdanın içindeki trans yağlar zararlı ve kanserojendir. Artık halkımız, şekere ve trans yağlara dikkat etmeli, zaten dikkat edilirse hastalık da kalmaz. Mısırözü ve ayçiçeği yağı, çiğ olarak kullanılabilir. Ama ikisi de ısındığı veya kızardığı zaman aşırı miktarda trans yağ oluşur. Margarin haline gelince de, katı ya da sıvı olsun, içi trans yağ doludur.

FINDIK YAĞI DA KULLANIN

Yemek yaparken tereyağı, zeytinyağı veya fındıkyağı kullanmak gerekir, çünkü bunlar ısıya dayanaklıdır ve hemen bozulmazlar. Bunlardan asla korkmayacağız, bu yağlar yanmadıkça, trans yağ oluşmaz. Isınınca bozulan mısırözü ve ayçiçeği yağıdır. Bunlarla kızartma yaparsak hemen kanserojen olur. Trans yağlar, en fazla çoklu doymamış dediğimiz bitkisel yağlarda oluşmaktadır unutmayalım!"

'Kelleyi, paçayı, işkembeyi rahatlıkla yiyebilirsiniz'
"Yağlardan en sağlıklısı, serbest dolaşan hayvanların etindeki hayvansal yağlardır. Kuzu eti yediğiniz zaman yağıyla birlikte yemelisiniz. Kuzu etini kaynatıp et suyu çıkardığınız zaman da çok sağlıklı olur.

Sevdiğiniz kelleyi, paçayı veya işkembeyi rahatlıkla yiyebilirsiniz. Sakatatlardan hepsini yiyebilirsiniz. Karaciğer de buna dâhil. Şişman hanımlar, 'Dizlerimde kıkırdak kalmadı' diyor. Sen protein yemezsen tabii ki dizin gider, sağlıklı protein, sağlıklı yağ, yumurta, tereyağı, saf zeytinyağı yemezsen kilo veremezsin. Paça çorbası, diz eklemleriyle ilgili sorunlara birebirdir. Ben haftada 2 kez paçamı, işkembe çorbamı içerim. Beni eleştirenler, '10 yıl sonra ne olacak?' diyorlar, oysa ben bunları yeni söylemiyorum ki. Yıllardır bunları anlatıyorum. 1987 yılında, ABD'ye gittim. Oraya gidinceye kadar İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde Koruyucu Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı'ydım. Tüm bu söylediklerim yeni ifadeler değil. O zamandan beri takip ettiğim hastalar, şimdi 80-90 yaşlarında ve sağlıklılar."

'KIZARTMA HİÇ YOK'

"Kızartma bitti, hiç yapılmayacak, Çünkü kızartma trans yağ demektir. Balık ızgara, fırın, buğulama şeklinde yenilebilir. En sağlıklısı bunlardır. Ama Trabzon ya da Ordu'da yapıldığı gibi hamsiyi una bulayıp kızartırsanız o tehlikelidir! Kanserojendir! Aslında yiyecekleri biz pişirirken ya da tüketirken tehlikeli hale getiriyoruz.
İdeal bir öğlen yemeği, biftek veya bonfile ile güzel bir salatadan oluşur. Bütün bir balık yiyebilirsiniz. Izgara yapılmış sebze, döner yiyebilirsiniz. Ama dönerin yanında pilav, patates, pide yok! Bir iki kaşık tam buğday veya bulgur pilavı, cacık, yoğurt, ayran olabilir. Doyuncaya kadar yiyebilirsiniz, sakın az yiyip de aç kalmayın, sonra halsizleşir doğru dürüst iş yapamazsınız. Kilo almayacağım diye yalnız salatayla öğün geçirmek bu nedenle doğru değildir!"

'Türk milleti 8-12 öğün besleniyor, enine büyüyor'
"İbn-i Sina, Ortaçağ'ın en önemli bilimadamı, tıp hekimidir. Onun yazdığı tıp kitapları Ortaçağ'da bütün tıp okullarında okutuluyordu. İbn-i Sina, 'İki öğün sağlıktır, üçüncü öğün hastalıktır' der. Sabah zaten çok kuvvetli yiyince doğal olarak iki öğüne iniyorsunuz. Akşam yemeği de erken yemeli. Hz. Muhammed'in tavsiyesi de bu doğrultudadır. Kuvvetli bir kahvaltı yaptıktan sonra zaten acıkmıyorsunuz. Ama Türk milleti maşallah 8-12 öğün besleniyor, öyle alıştırıldı, öyle programlandı. Bu nedenle de Türk milleti enine büyümeye başladı!

'YAŞ İLERLEDİKÇE HAREKET ARTACAK'

50 yaşından sonra 6-7 öğün yemek tamamen sağlıksızdır. İbn-i Sina diyor ki, 'Yaş ilerledikçe, hareket artacak'. Oysa biz yaşlandıkça köşemize çekiliyoruz, bu çok yanlış. Türk toplumu eğer şişmansa, hastaysa, göbeği varsa, şeker veya kalp hastasıysa, kiloluysa, depresyon hastasıysa, kanseri varsa, Alzheimer'ı varsa şeker, tatlı tüketmeyecek. Benim gibi 60-70 yaşındaysanız, oturup 3 öğün ekmek, şeker yiyemezsiniz. Şekerli içecek içemezsiniz. Çünkü harcamıyorsunuz, ihtiyacınız da kalmıyor. Metabolizma yavaşlamış oluyor, hormonlar gitmiş. Vücutta hormon kalmamış. Ben buna dikkat çekmek istiyorum."

'Diyet yiyeceklere dikkat!'
"Light ürünlere, diyet olan tüm yiyecek ve içeceğe karşıyım. Çünkü diyet denilen besinler, içindeki doğal yağların, doğal vitaminlerin, doğal minerallerin alınmış olan kısmıdır. Diyet yiyecekler, en sağlıklı kısmı alınan ve en pahalı satılan ürünlerdir. Hazır gıdalar da öyle. Hazır gıdalardan da uzak duracaksınız. Doğal gıdaları kendiniz hazırlayıp yiyeceksiniz. O zaman hastalanmazsınız, verdiğiniz kiloları da almazsınız."
'Yapay gıdalar kısırlık ve kanseri artıyor'

"Yanlış beslenme ve yapay gıdalar sonucunda kısırlık artıyor. Sadece kısırlık değil, kanser, kalp hastalığı, şeker hastalıklarında da artış görülüyor. Hepsinin temelindeyse obezite yatıyor.

Obez, karaciğer yağlanması olan yani insülin yüksekliği olan kişilerde östrojen hormonu da yükseliyor, polikistik over gelişiyor, kadınlarda üreme duruyor, erkeklerde memeler büyüyor ve spermin kalitesi ve sayısı azılıyor. Bir de GDO'lu gıdalar var. Bunlar ve trans yağların aşırı tüketilmesi üreme dahil vücuttaki her şeyi bozuyor."
'Hareket etme şartıyla istediğin kadar ye'

"Kaç gün diye bir şey yok, doyuncaya kadar her şeyi yiyeceksiniz. Karatay Mutfağı'nda 'kaç kalori' hesabı yok. Ben başka bir şey söylemiyorum. Hareket etmek ve sağlıklı yiyecekler olması şartıyla istediğiniz kadar yiyebilirsiniz.

Bilgisayar ya da televizyon karşısında saatlerce oturursanız olmaz! Hareket etmeden hiç kimse kilo veremez. Ama gençsiniz, atletsiniz, saatlerce spor yapıyorsanız ya da hamileyseniz o zaman tabii ki yiyecekseniz. Her gün 5 kilometre koşun ya da yürüyün, o zaman sağlıklı yiyeceklerden istediğinizi, doyuncaya kadar, bakın bir kez daha vurguluyorum doyuncaya kadar yiyebilirsiniz. Örneğin pastırmalı kuru fasulye, mercimek, piyaz gibi yemekleri doyana kadar yemelisiniz. Ama ekmeksiz olarak! Tabii ki kuru soğanla... Neden? Çünkü biz de bir söz vardır biliyorsunuz: 'Aç ayı oynamaz!' deriz. Pirinç yerine de bulgur tüketilmeli. Tam buğday ve bulguru yiyebilirsiniz."
'Yemekte içilen su hazımsızlık yapar'

"Su 24 saat içilmelidir. Ancak yemek sırasında içilmemeli. Çünkü mide asidini sulandırır, hazımsızlığa neden olur. Her gün azar azar yudum yudum 2.5 litre su tüketilecek. En önemli kriter, idrar rengi, açık limonata renginde olacak. Öyle değilse vücuda yeterli su girmiyordur. Bu nedenle de bağırsaklar çalışmıyor. İşte bu sebeple Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri de kabızlıktır. Kabızlık ise, metabolizmanın bozulduğunun en basit ve en önemli göstergesidir, belirtisidir. Ciddi bir sağlık sorunudur.

16 Temmuz 2013 Salı

KPSS SINAV SONUCUNA GÖRE A GRUBU KADROLARA ATAMA NASIL YAPILIR?

0 yorum | Devamını Oku...
  1. KPSS sınavından sonra ayrıca ikinci bir yazılı veya sözlü sınav ilgili kurumlarca yapılabilmektedir.
  2. Kurumlar A grubu kadrolar için yapacakları giriş sınavlarına atama yapacakları kadro ve pozisyonların 4 katından fazla aday çağıramamaktadırlar.
  3. Yönetmelik kapsamına giren kamu kurum ve kuruluşları, A Grubu Kadrolar için, yönetmeliklerine göre, sadece KPSS sonuçlarını göz önünde tutarak doğrudan atama yapabilirler ya da KPSS sonuçlarına göre belirleyecekleri bir puan üzerinde puan almış adayları çağırarak giriş sınavlarını kendileri yapmakta ve bu giriş sınavının sonuçlarına göre personel alımı ve ataması yapılabilmektedir.
  4. KPSS, doğrudan atama yapacak kamu kurum ve kuruluşları için bir seçme sınavı, Ayrı olarak giriş sınavı yapacak kamu kurum ve kuruluşları için ise bir eleme sınavıdır

Hakkımızda

Bu Sayfa Üzerinde Aklınıza gelecebilecek tüm sorulara cevap arayacağız, sormak istediginiz birşey varsa iletişim kısmından yazabilirsiniz.

Takip Listemizden

İstatistikler


Sitemizde 33 kategoride toplam yazı bulunmaktadır!

Görüntülenme

back to top