KİTABIN YAZARI : Buket UZUNER
YAYIN EVİ VE ADRESİ : Remzi Yayın Evi A.Ş.
BASIM YILI : 2001
KİTABIN KONUSU
Çanakkale Savaşları’nda ölen büyük dedesinin kayıp mezarını aramak için Gelibolu’ya gelen Yeni Zelandalı genç bir kadın ve Çanakkale Milli Parkı’nda bastonuyla dolaşan Türk Nine’nin akıllara durgunluk veren seksen beş yıllık sırrını anlatmaktadır.
KİTAP ÖZETİ
Yazar; gelibolu kitabında seksenbeş yıllık büyük bir sırrı, savaşın anlamsızlığını,esrarını ve düşmanlıkların, kötülüklerin, bir araya gelmiş hiçlerin ötesinde tarihin birleştirici gücünde ortaya çıkarmıştır.
Olaylar 1915 Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı Teğmeni Ali Osman Bey ile Anzak Er Aliastair John Taylor’ın belki bir tesadüf, belki bir mucize eseri karşılaşıp insanlığı dehşete düsürecek biçimde verilmiş bir ders şeklinde anlatılmaktadır.
Mart 2000 sabahı Çanakkale Savaşlarında öldüğü ya da ölümüne dair hiçbir ipucu bulunmayan Er Aliastair John Taylor’ın kayıp listelerinde yer almamasının ötesinde, onun yani büyük dedesinin varlığına, aslında ne ölü ne de kayıp bir insan olmadığına dair bir ipucu arayan Victoria Taylor’ ın Ece Yaylası köyüne gelmesi ile başlar.Daha fazla…
Her yıl olduğu gibi binlerce Anzak’ın gelip ataları için Gelibolu’yu ziyaret etmeleri gibi o sene Victoria adındaki genç bayan da dedesinin anısına, belki bir iz bulurum düşüncesiyle şehir merkezinden kendine turist acentası tarafından verilen Mehmet isimli rehber çoçukla Anzak koyu adı verilen yere gelir. Yıllar önce Çanakkale’ de, yani şu an üzerinde bulunduğu topraklarda dedesini bir daha haber alınamamazcasına kaybetmiştir. Hayatını dedesinin en azından mezarını bulamaya adıyan bu genç kız son olarak şansını bir de burada denemek amacıyla Gelibolu’ya bulunur.
Ece Yaylası Köyü Gelibolu anılarının geçtiği, yıllarca efsanelerin anlatıldığı tipik bir Türk köyüdür. Viki buraya geldiğinde kendi dedesi yani Er Aliastair John Taylor’un bir benzeri olan Gazi Ali Can Çavuş’u hem anlatılanlara göre hem de resimlerindeki benzerliklerine göre kendi dedesi olduğunu düşünür. Bu düşüncesi kendisine göre belki mantıklı gelebilir ama bunu rehberi Mehmet aracılığıyla köylülere anlatınca, onlar bu saçmalıkların yıllardır kendilerine kahraman olarak gördükleri Ali Can Çavuş’un üzerine atılan bir lekeden başka bir şey olmadığını düşünürler. Ne kadar da Viki bu olayların gerçekleğinin üzerinde durursa dursun, köylüler bu aralarına bomba gibi düşen felaket niteliğindeki haber konusunda bu hanıma yardımda bulunmazlar. Sonuçta Türk misafirperverliğinin verdiği nezaket nedeniyle köy muhtarı Anzak Koy’ una bakarak günlerce ağlayan bu kızın Ali Can Çavuş’dan miras olarak kalan tek canlı hatıra, kızı yani Beyaz Hala’ yla konuşmasını sağlar.
Beyaz Hala gerçektende köy ortamında yetişmesine rağmen yeteri kadar kendini yetiştirmiş ve babasının da ona yardımıyla ingilizce dahi öğrenmiştir. Nasıl köylülerin gözünde Ali Can Cavuş’un bir yeri, bir değeri varsa Beyaz Hala’nın da ayrı bir yeri vardır. Viki, Beyaz Hala’nın yanına muhtar tarafından getirildiği zaman ilk iş olarak dedesinin onun babası olduğunu söyler. Tabiki köylüler gibi Beyaz Hala da bu olaya fazlasıyla şaşırır ama yine de onunla yanlız konuşmayı kabul eder. Eve girdiklerinde Beyaz Hala neden Viki’nin böyle bir düşünceye kapıldığını sorar. Viki de otuzbeş yıllık hayatı boyunca kendisini bu olaya adadığını ve en sonunda her bulduğu bilginin onu buraya kadar getirdiğini söyler. Bundan sonra da sadece Beyaz Hala’nın kendisine yardım edebileceğinin farkındalığını anlar. Köylüler dışarıda evin içindeki olup bitenlerin merakı içinde iken Beyaz Hala, yaşının da getirdiği yavaşlık itibariyle ağır ağır olayları başından itibaren anlatmaya başlar.
“Yıllar önce Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Harbine katılamasıyla birlikte askerlik yaşı gelmiş herkesi orduya çağırmışlar. Bunların arasında İstanbul’dan gelen Teğmen Ali Osman Taylar’da varmış. Ali Osman Çanakkale Cephesine atanmış ve ilk günden itibaren sıcak savaşla burun buruna yaşamaya başlamış. Hiçbir zaman savaşın insanlara ne getirdiğini anlamayan bu adam yine de gösterdiği başarılar ile adını sıkça bu cephe de duyurmuş. Tabiki bu sırada İngilizler tarafından binbir vaat ile kandırılarak ülkelerinden alınan binlerce genç Anzakta bu savaşın ortasın bulunuyormuş. İşte bunların arasında Viki’nin dedesi olan Er Aliastair John Taylor da varmış. Savaş iyice kızgınlaştığı bir dönemde, Türk ordusunun İngilizlere geçit vermediği sıralarda bir olay yaşanmış. Deniz yoluyla kıyıya indirilen Anzak birliği hiç kimse tarafından asla ama asla sırrı çözülemeyen bir beyaz bulut tarafından yutulmuş. İşte bu beyaz bulutun içinde kaçışan askerlerden olan Aliastair de kendini kurtarma çabasına sağa sola koşuyormuş. Savaşın anlamsızlığının kafasında canladığı bu kısa an içinde ölmek ile yaşamak arasında hiçbir farkın kalmadığını anlamış. Bunun üzerine kendini kurşun seslerinin geldiği yöne doğru atmış ama birden nedeni anlayamadığı bir sebepten dolayı bedenini yerde bulmuş. Baygın olarak yattığı bir günden sonra kalktığında ayağının takıldığı şeyin aslında bir dal parçası veya taş değil de bir insan bacağı olduğunun farkına varmış.
Bu insan işte İstanbullu genç Zabit Ali Osman Teğmen’miş. Ama artık yaşam sanşı onun için gerçektende cok azmış. Yaşadığı kısa süre içerisinde Aliastair ile dost olmuş ve onun kendi yerini almasını, en azından annesine cephede yazdığı mektupları iletmesini istemiş. Bu fikir Anzak erine gerçeten de düşünülecek kadar cazip gelmiş. Çünkü o savaşın içinde birbirinden iğrenç insan vahşetiyle birlikte birçok gün geçirmiş, ne kadar geriye dönse de artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlamış. Ya yaşamaya yeniden başlatacak ya da hayatına burda son verecekmiş. Yaşam ve ölüm arasında giden bu karar aşaması yaşam cevabı ile sonuçlanmış. Kısa bir süre sonra Teğmen Ali Osman hayatını kaybetmiş. Artık bu Anzak erini yeni bir yaşam bekliyormuş. Ama o da çok geçmeden günlerdir aç ve susuz dolaşmanın verdiği yorgunluk ile yere yığılmış. Gözlerini açtığında karşısında bir köylü güzelini bulmuş. İsmi Meryem olan bu genç kız Aliastair’ı bulduğu vakit ona tutulmuş ve onu köye getirmiş. Köylülere onu, İngilizlerin elinden kurtulmuş ve uzun süre eziyet edilmiş bir zabit olarak tanıtmış. Yani, artık o bir kahramanmış. Yıllar geçtikçe Aliastair Meryem’inde yardımıyla Türkçeyi iyice öğrenmiş ve hiçbir zaman kimseye kendisinin bir Anzak eri olduğunu belli etmemiş. Hayatı boyunca üç çocuğu olmuş. Bunlara Yeni Zelenda’nın timsali olan Uzun, Beyaz, Bulut adını vermiş. En sevdiği kızı Beyaz’ı tam istediği gibi yetiştirmiş ama Meryem’in onu kıskanması ve izin vermesi üzerine okula gönderememiş…”
Beyaz Hala bunları Viki ye anlattığı vakit anlaşılır ki Viki gerçektende haklı çıkar. Yani dedesi Beyaz Hala’nın babası olan kişi, yıllardır köylülerin bildiği Ali Can Çavuş’dur… Artık yıllardır öğrenmek için çabaladığı dedesinin meçhul kimliği su yüzeyine çıkar. Bu olayı hemen herkese anlatmak ister…
Viki ve Beyaz Hala günlerce içeride konuşmalarından dolayı dışarıda olup bitenlerin farkında olmazlar. Dışarıda büyük bir medya ordusu onları bekler. Onlar içerde birbirlerine sırlarını anlatırken bu haber kısa süre içerisinde tüm yurda yayılır ve haber peşinde koşan medyanın ilgi odağı olur. Asıl amaçları sansasyon yaratmak olan bu gazeteci ve televizyoncu ordusu haberi büyüterek halkın ilgisini çekecek bir şekle sokmaları kısa sürer. Hatta bu olay milletler arası bir sorun olup büyük elçilikler bile olaya karışır. Bu olayları öğrenen Beyaz Hala İstanbul’daki kardeşi olan Bulut’un avukat oğlu Ali Osman Taylar’ı çağırır. Ali Osman, Beyaz Hala’nın en güvendiği bir aile üyesidir ki bu yüzden her şeyi ona daha ufakken anlatmıştır. Ali Osman eve geldiği vakit Viki ona tabiri caizse ilk görüşte aşık olur. Yıllardır dedesinin peşinden koşturan bu genç kadın, kendi hayatını yaşamaya hiçbir fırsatı olmadığının farkına varır. Bunu anladığı vakit ise çoktan avukat beye tutulur. Ama bu aşk bir yana dursun önemli olan bu olayın medyaya daha fazla yansımadan silinmesidir. Yıllardır bir Türk kahramanı olarak bilinen Ali Can Çavuş’un şimdilerde birden bire bir Anzak eri olarak belirtilmesi gerçekten de halkın karışmasına neden olacak, bu da medyanın galibiyetine sebebiyet verecektir. Bundan dolayı Beyaz Hala, Viki ve Ali Osman olayların büyümemesi amacıyla bir basın toplantısı yapmaya karar verirler. Bu toplantıda herşeyin bir yanlış anlaşılma olduğu anlatılacak böylelikle hem köylü buna memnun olacak hem de hayatlarının geri kalan bölümünde rahat yaşayacaklardır. Bunun üzerine birlikte aldıkları kararı kısa sürede uygularlar. Medyanın hayal kırıklığı, Türk halkının ve Viki’nin sevinci ile olayı tatlıya bağlarlar…Olayların bitiminde Viki Ali Osman’ a ,Ali Osman’da Viki’ye aşklarını ilan ederler. Artık ortaya çıkan sır hayat boyu bu üç kişinin arasında kalır ve onları birbirlerine hayat boyu bağlar…
Kitabın Ana Fikri
Türkiye’ yi artık kendi geçmişi ve kimliğiyle hesaplaşabilecek zaman ve zemine kavuşturmak, kültürümüz ve tarihimizle hesaplaşmamızı sağlamak, daha çok canımızın yanacağını bile bile soran, eleştiren ve denetleyen vatandaşların yaşadığı aydınlık bir ülkede yaşamak için çaba sarfetmezi gizliden gizliye içimize işlememiz gerekmektedir.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Beyaz hala : Gelibolu romanının çok sevilen bilge köylü ninesidir. Beyaz Hala adlı karakter, babasıyla İngilizce konuştuğu için İngilizce bilen, ama köyünden dişarı çıkmadığı için Gelibolu ağzıyla konuşan bir Anadolu ninesidir ve ingilizce bilmesi dışında bu memleketi iyi tanıyan hiç kimseye yabancı gelmeyecek kadar gerçektir
Victoria : Kendi ülkesinden çok uzaklara ideallerini gerçekleştirebilmek için gelen gerçekten cesaretli, azimli, kararlı bir bayandır.
Aliastiar John Taylor : İngilizler tarafından aslında kendi milleti olmadığı halde onlar için savaşmaya çağrılan, savaşın anlasızlığını kısa sürede anlayıp geri kalan yaşamını bu şavaşın etkisinde kalmamak için baştan aşağı değiştiren cesaret dolu bir adamdır.
Ali Osman Teğmen : O da ne kadar da savaşın gereksiz olduğunu düşünsede kendini milleti için feda etmekten çekinmeyen ve ideallerinden ödün vermeyen bir gençtir.
Avukat Ali Osman : Aynı Beyaz Hala’nın tavırlarını alan, kendinden çok emin, olaylara çabuk hakim olan birisidir.
KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER
Buket Uzuner’in son romanı Uzun Beyaz Bulut Gelibolu’yu okurken sanki yakın geçmişimizdeki gizli bir geçitte dolaşır gibi daha önceden bilmediğiniz bazı kapıları açarak günümüzün kilitli kapıları önünde biten, keyifli bir okuma yolculuğu ama acıtıcı bir hesaplaşma içinde buldum kendimi.Yazar, kitabında ayrıntıların ötesinde, yarattığı karakterler aracılığıyla milliyetçilik, yurtseverlik, emperyalizm gibi çeşitli kavramları da sorguluyor. Üstelik hem geçmişte, hem de günümüzde… Ayrıca yazar biz okuyucularını rahat bırakmama yöntemini kitabın her sayfasında devam ettiriyor. Küçük şifreler, ipuçları bırakıyor sayfalar arasına. Fakat kolay yöntemi seçen okur, hemen sonuca ulaşıp “arka sayfaya bakalım” derse çok şey kaçırmış oluruz. Olayların ve karakterlerin birbiri içinde eridiği kitapta, dış faktörlerin yönlendirmelerine karşın her zaman seçimlerimizin sonucunu yaşadığımız gerçeği gözler önüne seriliyor.
Kitabın yazarı hakkında kısa bilgi
Buket Uzuner, 1955′de Ankara’da doğdu. Hacettepe Üniversitesi’nden (Biyoloji Böl.) mezun oldu. Biyolog olarak gittiği (Norveç) Bergen Üniversitesi’nde mikrobiyel ekoloji ve sosyoloji, (ABD)Michigan Üniversitesi’nde toplum sağlığı konularında yüksek lisans çalışmaları yaptı. (Finlandiya) Tampere Teknik Üniversitesi, Su Teknolojisi Bölümü’nde ve O.D.T.Ü; Çevre Müh. Bölümü’nde araştırmacı olarak çalıştı, ders anlattı.
Buket Uzuner’in hikaye ve yazıları 1977′den itibaren; Varlık, Dönemeç, Türk Dili, Oluşum, Sanat Olayı, Cönk, Gösteri, Gergedan, Argos, Yaşasın Edebiyat gibi edebiyat ve kültür dergilerinde yayımlandı. Rapsodi adlı aylık kadın dergisinde kadın ve gezi sayfaları hazırladı (1989-1992). Akademik yaşamına, tam zamanlı edebiyatçı olmak kararıyla son veren Buket Uzuner, bu kararını ekonomik olarak desteklemek için sinema, reklam, turizm ve yabancı dil sektörlerinde çalıştı. Avrupa, Amerika ve Kuzey Afrika’nın kuzey’ine yayılan bir coğrafyada gezgin, öğrenci ve araştırmacı olarak yaşadı. Aylarca süren tren ve saatlerce süren uçak yolculuklarını gerçekleştirebilmek için yaşadığı ülkelerde garsonluk, çocuk bakıcılığı, çevirmenlik ve aşcılık yaptı.
Yurtiçi ve yurtdışında (The World & I; Books from Abroad; December 1992) övgü ve yergi dolu eleştirilerle karşılanan ikinci romanı Balık İzlerinin Sesi(BİS) ile 1993 Yunus Nadi Roman ödülleri’nden birini alan Buket Uzuner’in son romanı Kumral Ada~Mavi Tuna 19 ayda 26 baskı yaparak Türkiye’de en çok okunan ve tartışılan edebiyat ürünlerinden biri olmuştur. Kumral Ada~Mavi Tuna 1998 İstanbul Ünıversitesi İletişim Fakültesi Roman Ödülü ‘ne değer bulunmuştur. Buket Uzuner, Türkiye P.E.N Yazarlar Derneği,T.Y.S., Edebiyatçılar Derneği ve TWUC üyesi, Balkan Dekameronu ve Gezginler Kulübü’nün de kurucu üyesidir. 1993-95 dönemi Türkiye P.E.N Yazarlar Derneği yönetim kurulunda görev alan yazar, 1995′de TRT İstanbul Televizyonu’nun hazırladığı Gündemde Sanat Var programının edebiyat danışmanlığı ve Remzi Kitabevi yabancı edebi biyografiler editörlüğü yapmıştır.
Yazar 1993 yılında İngiliz Kültür derneği’nin(The British Council) davetlisi olarak Cambridge Edebiyat Konferansı’na, 1994 yılında Duisburg Kütüphanesi’nin davetlisi olarak kuzey-batı Almanya edebiyat turnesine katılmıştır. Buket Uzuner 1996 yılında 3 aylık bir bursla Iowa Üniversitesi’nin (ABD) düzenlediği Uluslararası Yazarlar Programına (IWP) katılmış ve bu üniversite’nin onur üyesi olarak ödüllendirilmiştir. Buket Uzuner, Türkiye Cumhuriyeti’nin 75. Kuruluş Yılı kapsamında Mimoza Dergisi-Sabah tarafından Türk Basını, üniversiteleri, meslek kuruluşları ve 87 il valiliklerinden oluşturulan jürinin oylarıyla ‘Cumhuriyetin 75 Başarılı Kadını’ ndan biri olarak seçilmiştir. Sabah Gazetesi’nde 8 ay süreyle (1999) ‘Yeryüzü Portreleri’ adlı köşe yazıları yayımlayan Buket Uzuner, çalışmalarını 1 yıl (1998-1999) ‘konuk yazar’ olarak bulunduğu New York’ta sürdürmüştür. Gezi (National Geographic-Traveller Turkey) dergisine 2 yıl (1997-1999) süreyle ’sokak portreleri’ hazırlayan yazar, New York’ta yaşadığı süre içinde Cumhuriyet Gazetesi’ne Pazar yazılarına yazmıştır. Buket Uzuner şu sırada ‘Uzun Beyaz Bulut-Gelibolu’ adlı bir roman üzerine çalışmaktadır.
Yazarın Kumral Ada~ Mavi Tuna romanı dört dile çevrilerek, İtalya’da Sellerio, Yunanistan’da Psichogios, İsrail’de Cartaben yayınevleri tarafından Akdeniz Valsi (Mediterranean Waltz) adıyla, İngilizce olarak da Remzi Kitabevi tarafından Türkiye’de yayıma hazırlanmaktadır. Buket Uzuner romanlarını elektronik olarak(disketle) yayınevine teslim eden (belki ilk yazar: 1992; Balık İzlerinin Sesi; Remzi Kitabevi) ve internetle en fazla iletişimde olan ender yazarlardandır. Kitaplarının ilk yazımlarını daima kurşun ve/ya dolma kalemle defterlere yapan ve pastane/kafelerde yazan Buket Uzuner, geleneksel ve elektronik postayla okurlarıyla kurduğu iletişimle de edebiyatımızın modern, başka bir deyişle “tekno-fobik” olmayan yazarlarındandır.
Buket Uzuner’in yayımlanmış kitapları:
Hikaye : Benim Adım Mayıs (1986) Ayın En Çıplak Günü (1988) Güneş Yiyen Çingene (1989) Karayel Hüznü (1993) Şairler Şehri (1994)
Gezi: Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları (1989) Şehir Romantiğinin Günlüğü (1998)
Roman: İki Yeşil Susamuru,Anneleri,Babaları,Sevgilileri (1991) ve Diğerler Balık İzlerinin Sesi, (1993 Yunus Nadi Roman Ödülü) (1992) Kumral Ada~Mavi Tuna (1998 İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Ödülü) (1997) Uzun Beyaz Bulut-Gelibolu (2001)
Kaynak: Bu okuduğunuz içerik internet üzerinden derlenmiştir. Sitemizde yer alan içerikler özgün içerik değildir. Bu içerik sizin içeriğinizse iletişim seçeneklerinden bize ulaşıp atıfta bulunabilirsiniz.
0 yorum:
Yorum Gönder